11 Mayıs 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

11 Mayıs 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

—— —a 11 - 5 - 939 if ımıW Mh':!mı,nınm;u..,,.. l ll Tefrika No. 41 Ali Kemal İçe İçe Sızmıştı Ağaların Kucağında ve Uyur Bir Halde, Hazırlatılan Otomobile Uzatılmış ve Saraydan Uzaklaştırılmıştı — Evet, bu bir hakikattir pa«s şam. Hattâ size şunu da ilâveten arzedebilirim. Bu paşalar, Şu gün- lerde, bilhassa Ömer Rüştü paşa. nın Şişlideki konağında sık sık toplanmakta ve bu fırkayla işti- raki mesaiyi aralarında konuşmak- tadırlar. Bu haberi şimdiye kadar alamadığınıza hayret ediyorum. Damat Ferit, bulanan gözlerini Ali İhsan beye çevirmiş ve: — Biraz evvel söylediğim gibi monşer, demişti. Bizimkiler daha uyusunlar. Bu vaziyette onlara, pay edemedikleri vükelâ koltuk- larına kurulmak değil de, Babiâli önünden geçmek bile nasip olmı. yacak galiba. Yazık, bunların yü- - zünden — benim de elim, ayağım bağlı kalıyor. li Kemal bey, salladığı dedi- kodu satırını, bu defa hür- riyet ve itilâfçılara çevirmişti. Onları da topyekün kırmış geçir. mişti. Söylemiş, söylemiş v& ni- hayet: — Bu adamlarda da. Demişti, iş başına geçebilmek, bir iş göre- bilmek meziyeti şöyle dursun, topluca görüşebilmek — kabiliyeti bile yok. En âciz ve cahillerinin bile gözleri birer nezaret koltu - ğunda. Bunların anlaşıp ta, fırka namına bir heyeti vükelâ değil, hattâ bir liste bile hazırlamaları. na imkân görmüyorum. İçtimala- rını neye teşbih edeyim bilmem ki.. Meselâ şöyle..... Bu eşnada Ali İhsan bey de, sö- ze kafışmıştı, gülünisiyetrek: — Müsaadenizle sözünüzü ke- Aristidj Paşa lisi âzalarından Aristidi paşa ve Azaryan efendiyle ayrı ayrı ve u- zun bir telefon mükâlemesi yap- tıktan sonra, Yıldız sarayına koş- muştu. Entrikacılık hocası Vah « dettinle bir kaç saat konuşmuş- tu. Avdetinde de, dost ve davet- lileri Arisidi paşayla Azaryan e- fendiyi sarayında bulmuştu. Da- ha salona girerken, güler bir yüz- le: k — İkinizi de rahatsız ettim, a- ziz dostlarım, demişti. Fakat müj- dem ihtiyar buyurduğunuz zah - mete değer. Şevketmeabımız efen- dimiz hazretleri, ikinizin de pek yakında âyan meclisi vekillikle- muşlar, üçü de ayrı ayrı ve fev- kalâde iltifatı hümayuna mazhar olmuşlardı. Çok mühim bir vazi- feyle de tavzif buyurulmak şerefi- ni kazanmışlardı. Saraya mahsus otomobillerden biri, cuma namazından biraz son- ra, bu üç dostu, müşir Ömer Rüş- tü paşanın Şişlideki konağına ge. tirmişti. Müşir paşa, misafirleri bulunan Zeki, Kâzım, Nuri paşa- lar ve diğer bazı zevatla beraber, bu beklenmiyen davetlileri mem- nuniyetten ziyade taaccüp ve hay- retle karşılamışlardı. İstifsarı ha. tır ve biraz da havai musahabe- ti müteakıp damat Ferit bir sıra- sına getirmiş ve zatı hazreti pa- dişahinin bazı arzu ve iradelerini hâmil olduklarından bahis ile: — Muhterem paşalarım, demiş. ti. Memleketteki fevkalâde ahval dolayısile, zatı devletlerinizin ve diğer müşir ve vezir ricalimizin arasıra toplanıp vaziyet hakkında müdavelei efkâr ile zatı hazreti padişahiyi tenvir ve ikaz eylemek üzere, bir klüp tesisi arzusunu bu sabah bizlere izhar ettiler. Ve bu hususta icap eden müzakere ve istişarede bulunmak için de önü- müzdeki salı günü (Serkl Dor- yan) da birleşilmesini ve netice - nin de hakipayi şahanelerine ar. zını ayrıca ferman buyurdular. (Devamı var) : HİKÂYE ğ TAHTA OYMACILIĞI ğ Iazan: Martin ArmsfronîWl“(((ıg Bittabi kendi karısından bah- . sediyordu. Evlenmezden ev- vel, yer yüzünde iki ayak üzere gezen kanatsız bir melek olduğu kanaatini vermişti. Güya Sarıpa- pa küçücük başının içinde, erkeği olacak adamın saadetinden başka bir kaygusu yoktu. Adam evle- nirken, bir karının ne olması lâ- zım gelirse, hep öyle olan bir ka- dınla evlenmekte olduğunu san- mıştı. Kadın dürüst hareket etme- mişti. Çünkü evlendikten sonra yavaş yavaş foyasını meydana koymuş ve evlenmezden evvelki kadının taban tabana zıddı bir zev- ce olduğunu her vesile ile göster- mişti. Ah keşki çocukları olaydı. Ka- dın onlarla meşgul olurdu da e- vini barkını düşünürdü. Çocuk - ları olmayınca kadının aklı zıva- nadan çıkmıştı. Evinden başka her şeyi düşünüyordu. Gidiyor - du. Belediyeye aza, yetim çocuklar cemiyetine reis, biçare hastalara yardım gücüne de kâtip oluyordu. Bunlarla meşgul olmasına olsun- du. Ondan ne zarar çıkardı. Ne var ki kocasını ihmal ediyordu. Bidayette bu hallerinin pek münasebetsiz olduğunu çıtlatmış- tı. Çitlatmak sökmeyince, işi ona apaşikâre açmıştı. Vaziyeti apa- şikâre açmasına karşı vurdum duymazlıktan gelince, illâllah di- ye patlamıştı. İşte o zaman kadın ağlamıştı. Fakat . ağlamaktan ne çıkardı ki.. Yine eski hamam eski tas devam ediyordu. Yine çıtlatmış, açmış ve patlatmıştı. Kadın ona karşılık yine ağlamıştı. Bu didinmeler, didişmeler de hiçbir şeye yaramayınca, habire yine baştan başlamıştı. Ne var ki gitgide kadının yaşları dinmişti. Su dökmüş kedi gibi boyun büküp ağlıyacağına ona “artık fazla uza- tıyorsun. Dırdır edip dürma” de- mişti. B öylece anlatan adamın kar- şısındaki yolcu “ e sonra?” diye sordu. Öteki cevap verdi: “Sonraları iş her nedense durulup rine tayininizi yarım saat evvel, katiyetle vaat buyurdular bana. Biraz istirahattan sonra, birlikte saraya gideriz. Huzuru şahanede bizzat ar: gşekkg" edersiniz ol- Inaz v Ne kadar uğraşsanız, benim söyli. yeceğim kadar yakişıklı bir teşbih bulamıyacaksınız. Paşa hazretle- rinin iradeleriyle, bu toplantılar- da iki defa da bendeniz bulun- dum. Kendimi, varlıklı bir cena. ze evinde, iskat devri yapan bir sarıklı halkası nezdinde sandım. Neye yalan söyliyeyim, iğrendim ve utandım, bir daha da semtleri- ne bile uğramadım. Siz, fırka na- mına bir kabine listesinden bahse- diyorsunuz. Telâş — buyurmayınız ©o kadar. Fırka reisi saniliğiyle u. mumi kâtiplik için sallanan kılıç- lar, savrulan yaveler var. Hele bunu halletsinler bakalım. İhsan beyin teşbihi damat Fe- ridi ve Ali Kemali bir hayli gül- dürmüş, son sözleri de, © derece düşündürmüştü. Çünkü, İhsan be. yin teşbihi gibi, sözleri de birer hakikatti. Fırkacılar, daha henüz aralarında, ikinci reislikle umumi kâtipliğe tayin edilecek adamlar hakkında bile bir söz ve fikir bir- liği yapamamışlardı. Ne gariptir ki, bu zihniyet ve geçimsizlikle de intidar mevkiine geçmiye öze- niyor ve çırpınıyorlardı. Hepsi de memleketin geçirdiği — buhrana, milletin içinde çırpındıği felâket- li vaziyete göz yummuşlardı. Çün. kü, hiç birinde yurt sevgisi, mil- let saygısı yoktu. Aciz Ve ceha- letlerini, iktidar ve ehliyetsizlik- lerini unutmuşlardı. Hırs bürü - Yen gözlerini, devletin büyük mev- i ve makamlarına dikmişler yut- kfm“P duruyorlardı. Dalaşıyorlar, bırbirlerini çamurluyorlardı. (Âli Kemal, içip söylemekten, *öyleyip içmekten — duramıyacak bir hale gelmişti. Oturduğu kana- b Bözlerini yummak Üüzerey « hrxııı' ağaların kucağında, hazırlat- Ta; an otomobile uzatılmış ve Sa- Dlan uzaklaştırılmıştı. daha et Ferit, dimağını İçkiden kkzi hzlyade saran ve sarsan bu bödik aberlerin tesiriyle, _k?ralaxa duğu Müş bir matemli Bibi, HŞ bâp byel'de düşünüyordu. İki ah- vak;e î(ş başa vermîşlerdi- y Geç miqlerdiada.r söyleşmişler, söyleş- işlerdi. Nihayet kararlarını ver- mişler, yorgun ve bitkin bir hal- de yataklarına serilmişlerdi. Erteü gün cuma idi. Damat Ferit, sabahleyin âyan mec. ut Bi lt B het v Âyaânın bu iki gayri müslim â. zası, dilemedikleri ve ummadıkla- rı halde nail oldukları bu tevec- cüh ve lütfu şahane karşısında şa- şırmışlar, yüz yüze bakakalmış . lardı. — Sebebini tabii anlıyama- mışlar, bunu damat Feridin bir lütfu sanmışlardı. Hemen bu ve- fakâr dostun ellerine sarılmışlar- dı. Entrikacı Ferit, demiri tavı- na getirmiş, söze tekrar girişmişti. — Tabii, demişti. Lütfu padi- şahinin filen tecellisi, Tevfik pa- şanın — çekilmesinden sonra vaki olacaktır. Fakat şevketmeap, siz- lere şimdiden tebşirini ferman bu- yurdular. İki lütufdide, âdap ve usulü veçhile padişaha bir hayli dua et- mişler, kulluk borcunu ödemişler- di. Bu esnada Azaryan efendi: — Ekselâns, demişti. Bizi baş- vekâlete tayininiz müjdesiyle de sevindirmiyecek misiniz?.. Emin olunuz ki, teveccüh ve delâleti devletleriyle nail olduğumuz lüt. fu padişahi kadar o haber de bizi sevindirecektir, Ferit, sözün arzu ettiği mecra- ya girdiğini görmüş, tatlı tatlı gü- lümsemişti. Ve önüne bakarak İl- sıldar gibi demişti: — Çok mersi. Fakat bu biraz gecikecektir. — Niçin efendim?. — Çünkü, fırkamız henüz taa. liyete geçememiştir. Biliyorsunuz ki, alâkadarları bu hususta pek a- ğır davranıyorlar. Bu sabah, hu- züru hümayunda bulunduğum sı- rada, şevketmeap efendimiz de bundan şikâyet ettiler ve zatıiâlile- rinizle birlikte icap edenleri teş- vik ve tahrik etmemizi ferman buyurdular. Şevketmeap, fırkada müşir Ömer Rüştü, Zeki, Nuri ve Kâzım paşalar gibi eski vezirlerin bulunmalarını pek faydalı ve lü- zumlu görüyorlar. — Zannederim, bugün huzuru şahaneye kabul bu- yurulmanız da, bu işle alâkadar olsa gerek. Sözleriyle muhataplarını biraz koltuklamış, kollarını kabarttır. mıştı. "T ç dost, o gün selâmlık Tres - minden evvel, çit kasrında huzuru şahaneve kabul buyurul « Lemfa Guddelerinin Müdafaası Lemfa ne demek olduğunu el- bette bilirsiniz. Unuttunuzsa bu- günlük yalniz şunu hatırlatayım ki vücudümüzde - kırmızı, kara kan damarlarile kıl gibi ince da- marlardan başka - beyaz damarlar içinde dolaşan mayie lemfa der- ler. Eskiden buna beyaz kan da derlerdi. Tâbir pek yanlış değil- dir, çünkü lemfa kanın suyu i_le beyaz küreciklerinden ibarettir. Lemfa damarlarının bazı noktala- rında, gene beyaz küreciklerle do- ki, bilhassa bademcik hastalıkları çok olur. A a $ ğ ve bur daima mikroplar girdiği için ba- ve lemfa guddelerinin müdafaa işi hiç durmadan devam eder. Vücu- da giren mikroplar pek zehirli o- lursa lemfa müdafaası zayıf kalir, mikroplar çoğalırlar, o vakit mik- ropların yapmak istedikleri hasta- lık meydana çıkar. Bulaşık hasta- lıkların birçoğu burun yolundan lu küçük küçük kümel 4 Bunlara da, lemfa bezleri, lemfa güddeleri derler. Bunların gör- dükleri mühim işlerden biri de vü- cudün içerisine girmiş olan mik- roplarla mücadele ederek onları telef etmeğe çalışmaktır. Vücudümüzün birçok noktala- rında lemfa guüddelerinden vardır ve her yerde mikroplara karşı mü- cadeleye yararlar. Vücudün her- hangi bir noktasından giren mik- rop o noktaya hücum eden beyaz küreciklerden kurtulup kana karı- şınca o yoldan lemfa guddelerine tesadüf ederler ve gene vücudün îüdafnıclhn karşısında bulunur- . Bu g en mühimleri ne- fes yolunun başlangıcında bulu- İeriş, Darbaklarda bul n dır. Hem burundan, hem de ağız- dan gelen havanın birleştiği yerde- ki bademcikleri pek iyi bilirsiniz. Rarsaklardakilerin de bazılarına kapalı kesecikler, bazılarına Peyer güğteleri denilir. Bunları göre- Addeleri ve bi, kara humma hastalığının da 0- radan bulaştığı zannedilmektedir. Lemfa müdafaasını mağlüp e- den, hastalığı meydana çıkaran sa- dece mikropların pek zehirli olma- ları değildir. Vücut herhangi bir sıfbepten kendi kendine de zayıf ılşlşer. Meselâ soğuk algınlığı, bü- Yyük bir yorgunluk vücudü ve lem- fa müdafaasını zayıflaştırır. Fakat vücudü mikroplara karşı müdafaa işinde en ziyade zayıf düşüren al- k.oldüı-. Çünkü vücudün bütün ne- siçlerini daha mikropların hücu- mundan önce zehirler, zehirlenmiş lemfa da vücudü değil, kendini bi- le mikroplara karşı müdafaa ede- mez, Halbuki vücut zayıf olmayıp ta le'_'"fi müdafaası yolunda olur, mikroplar da pek ziyade zehirli ol- larsa lemfa guddelerinde cere- yan eden mücadele ve müdaf: vücudün istikbali için de fayda yeril. Çünkü lemfa küreciklerinin Oldğîdîikleıi mikroplardan çıkan bademciklerden bulaştıkları gi- Mmezseniz de bizi mide ve h k vokünd İRcek baraE Li E t e * dt derek yaptiklari Biz- metleri takdir etmelisiniz. İçerdeki uzuvlarımızı kaplıyan ince zar her tarafta daha kalınca olduğu halde lemfa guddelerinin hizasında zar biraz incelir. Tabint vücude giren mikropları âdeta al- datmak istiyormuş gibi, bazı yer- lerde vücudün tâ içerisini hemen hemen büsbütün açık bırakır. Mik- roplar bu ferahlığı görünce oraya girerler, fakat toptan değil, birer birer girebilirler. Her mikrop gir- dikçe beyaz küreciklerden biri onu yakalar ve hemen oracıkta mikro- bu eritiverir. Fakat bazıları da mikrobu daha eritemeden lemfa damarına girer. Bundan dolayıdır 1 , g mik- roplara 1 insanı aşılar. Zaten blllaşık kıırş bi ııı! İ -meselâ kara hummaya- karşı ha- zırlanan aşılar da böyle, mikrop- ları öldürerek yapılır. Bulaşık has- talıklardan bazılarına insan bir defa tutulmuş olunca, bir daha tu- tulmaması gene, vücudün birinci hastalıkta öldürmüş olduğu mik- roplardan kalan ve tekrar gelen | mikroplara karşı aşı gibi tesir e- den maddelerdendir. Mikroplardan fazla korkan me- raklılar, biraz da kendi vücutları- na itimat ederek ve tabiatin bizi mikroplara karşı büsbütün eli, ko- lu bağlı bırakmadığını düşünerek mikrop korkusunu azaltmalılar- düzelmeğe başladı. “Hırgür edeceğimize, ikimiz de her birimizin kendi âleminde ya- şamasına karar verdik. Ve böyle- likle birbirimizin arkadaşı olduk. O istiklâlini göstermek için evli bir yeğenile görüşürdü. Ben de ser- best olduğumu anlatmak için işi tahta oymacılığına döktüm. Evde artık görüşmek, koklaşmak yoktu ya. İşte o görüşmelerin yerini tut- sun diye, trenlerde rast geldiğim yol arkadaşına, başıma gelenleri anlatmak âdetini peydahladım. “Eskiden, ötede beride, sokakta, tramvayda, yabancılarla konuş- maktan çok kaçınırdım. Şimdi işi- me gelir giderken önüme gelene dert yanıyorum. “Eğer konuşacak bir adam bul- mazsam, o zaman açar ve talâk dâ- valarını okurum. Çünkü bu mese- lede büyük bir salâhiyete sahip ol- duğuma kaniim.” arşısında oturan yolcu, bu vaziyetlerde talâka baş vu- rulmasına taraftardı. “Efendim ev- lenmenin fenalığı, evlendiğiniz ka- dının ne halt olduğunu bilmemek- tir. Onun ne olduğu ancak evlen- dikten bir iki sene sonra meydana çıkiyor. O zaman da, işi düzeltmek vakti çoktan geçmiş oluyor.” dedi. İlk konuşan yolcu: “Ne için dü- zeltmek vakti geçmiş olsun? İki- sinin tıpa tıp ayni olan iki kişi yoktur ki, karı koca, kapağını bu- lan tencere gibi hemencecik bir- birlerine uysunlar, Birisinin köşe- li tarafı ötekinin toparlak tarafı- na denk düşmeyince, işi mütekabil fedakârlıklara dökmeli. Birisi bir hevesinden vazgeçiverir, beriki de ötekinin bir tuzluca huyunu hoş görüverir. Burada göz yumulur, o- rada aldırış edilmeyiverilir. İş o- lur, biter, gider. “Mesele yaşama 1 daha şuurlu ve dikkatli idare etmek- ten ibarettir. Buysa medeni bir ce- maatte yaşayan her kimsenin ö- lünceye kadar yapmak mecburiye- tinde bulunduğu bir şeydir.” dedi. Öteki: “Doğru! Doğru! Hakkınız var, Fakat iş ameliyat sahasına dökülünce, tarif safhasında olduğu kadar basit ve sade olmuyor. Eş- lerin biri, payına düşenden daha fazla fedakârlık isteyiveriyor. Ben böyle şeylerin vâki olduğuna, bu iki gözlerimle şahit oldum.,” dedi. e dediğini öyle candan söy - ledi ki yüzü kıpkırmızı har- ladı. Karşısındaki farkına varmasıt diye yüzünü pencereden tarafa çe- virdi. Lâf söylemek sırası yine ilk ko- nuşana gelmişti. “Ben de bunun gi- bi bir vakanın şahidi oldum. Er- kek kendini beğenirin biri idi. Ben. onu şahsen tanımıyordum, fakat karısı, kız kardeşimin can ciğer dostuydu. Kadının anlattığına gö- re herif nişanlı iken çok iyi yü- rekli görünür, hoş sohbet bir a- dammış. Kızsa genç ve toy bir şey- miş. Lâfı uzatmıyalım, birbiriyle görüşüp — birbirine — varışmışlar. Derken, kadın, herifte akıl erdire- mediği haller görmüş. Canı sıkıl- mış, üzülmüş. Kocasını çocuklu- ğundanberi tanıyan bir kadına gi- dip içini “dökmüş. Kadın (0'ço- cukluğundanberi, huysuz, hodhi- nin biri idi) demiş. Kadından duy- duğu bu sözler, evvelce kocasında görüp te bir türlü mâna vereme- diği şeylerin hakikati biçare zeyce- nin gözlerini açmış, kadın anlamış | ki, kocasının bir dediğini iki edi- vermemekle, kocasını bu defa üç demeğe kışkırtacak. Bu sefer ko- cası üstüne vardıkça o da dayanıp davranmağa koyulmuş. İşte size göre bu vaziyeti ancak talâk halle- debilirdi değil mi? Fakat ne bir taraf, ne de öteki... Hiç te talâka başvurmamışlar. Her halde baş- vurmamak için bir bildikleri de varmıştır. Kadın bu işi başka tür- lü halletmiş. Birisini sevmiş. Biri- sini sevinde kocasının hal ve ha- reketleri onu üzemez olmuş. Evdeki çıngarları paydos etmişler. Rahat rahat yaşamışlar.” dedi. Pi teki yolcu: “Bu olan biten- lerden kocasının her halde haberi yoktu, değil mi ya?” diye sordu. Beriki: “Bittabi yoktu. Haberi olaydı, evi uçurur ve her şeyi tepe takla ederdi. Herif farkında değil- miştir. Zaten herif te kendi tara - fından bir meşgale bulmuşmuş” dedi. Beriki “yoksa o da mı âşık ol - du?” diye sordu. Öteki “hayır a canım. Bir gö - nül eğlencesi bulmuş. Budala herif tahta oymacılığıyle vakit geçirir- — miş.” dedi. | Kaşta Sıtma Mücadelesi Zayıf Kaş (TAN) — Kazamız sıtma mücadele tabibi İsmail Ulvi Çanlı, Antalyaya alınmıştır. Sıtmanın kök- leşmiş bulunduğu kazamızda. doktor suz kaldığı müddetçe sıtma mücade- ra, memurlarının vazife icabı min - takalarını dolaşmaya gittikleri gün- lerde sıtma mücadele dairesi kapalı ve uzun süren bu günlerde sımalılar daireye gidince elleri boş dönmekte- dirler, faydalı olabilmesi için doktorsuz bu- lundurulm ve her va - recek hale getirilmesi lâzımdır. | le teşkilâtı zâafa uğramaktadır. Son- — Halihazır vaziyetiyle bir işe ya - 1. Tamayan sıtma mücadele dairesinin tandaşların ihtiyaçlarına cevap ve - AF a HLf

Bu sayıdan diğer sayfalar: