vi? İlme... > ar i ball ii fl Gk Tefrika No. 20 mn nl yl ç Tİ Ti Damat Ferit Şaşırıp Kalmıştı İngiliz İstihbarahının Kapilen Halitle Münasebeti Nasıl Haber Aldığına Bir Türlü Akıl Erdiremiyordu ki dost acele ile misafir sa- Jonuna geçmişler, tam O $i- rada misafirler de salon kapısın- da görünmüşlerdi. Şık denilecek kadar düzgün kıyafetli olan uzun boylusu, mensup olduğu millete has istihza o bir gülümsemeyle Feride doğru ilerlemişti. Biraz e ğülerek fasih bir fransizcayla: — Ben Hatson, demişti. Büyük Britanya o hükümeti kraliyesinin siyasi İstihbarat şeflerinden. Bu da müşavirim mösyö Pantikyan. İki taraf ta tanışmış, karşılıklı yer almışlardı. O an için koca sa- Jonu tereddüt verici bir sessizlik sarmıştı. Ferit gözleri yerde oldu- ğu halde zihnen, haber verilme- den, randevu alınmadan yapılan bu, şekilsiz ve muaşeret kaidele- rine uygunsuz, ziyaretin sebebini araştırıyordu. Hatırına gelen tür- lü türlü ihtimaellerin hiç birini akla yakın bulmuyordu. Merakı artıyor, yüreğini kara bir endişe kaplıyordu. Ahmet Rıza bey de bu ziyarete bir mâna verememişti. Gerçi ka- yılsız gibi görünüyorsa da, merak onun da içini kemiriyordu. Teşek- kür olunur ki, Mister “Hatson,, yüreklere güvenlik, ferahlık vere- cek bir tatlılıkla gülümsemiş ve İşte söze başlamıştı. Muhatapları- Bi üzüntüden kurtarmıştı: — Ekselâns, demişti. Resmiye- tin, muaşeret âdabının emrettiği ziyaret usul ve kaideleri hilâfına ekselânslarını © böyle habersizce, ve erkenden rahatsız ettik. Lâtfen bizi affediniz. Pek ehemmiyetli, gecikmeden bir an evvel yapılma- $ı hükümetinizin, bilhassa zevce- niz Sultan hözretlerile ekselâns- larının şeref ve menfaatlerile alâ- kası olan bir iş, bizi bu yolda ha- reket mecburiyetinde bıraktı. erit muhatabini büyük bir dikkat ve merakla dinle - dikten sonra, çok ciddi bir tavırla; — Mister, demişti. Büyük bir nezaket gösteriyorsunuz, Ziyare - #inizle bize cidden büyük bir şe- rel bağışladığınızı unutuyorsunuz. "Tanışmamız saadetini o hazırlıyan sebep neyse, ona da teşekküre borçlu olduğumu söylemek iste - rim. Mister Hatson, oturduğu yerde hürmetle eğilmiş ve: — Pek naziksiniz ekselâns, Mü. #aadenizle evvelâ, ziyaretim sebe- bini söylemek suretile o Vazifemi Ma etmek isterim. İstanbulda bu- İunan itilâf devletleri zabitlerin - den hiç birinin, âtiyen yapılacak tecdidi münasebet veya aktedile. cek umumi o sulh için bir zemin hazırlamak sıfat ve salâhiyetini haiz bulunmadıklarını hüküme - tim namına ekselânslarına bil - dirmekle bahtiyarım. Hükümeti kraliyemizin İstanbulda bulunan istihbarat servisi, bir yabancı 7â- bitinin padişah hazrötlerile görüş- mek için ekselânslarının husasi delâletini temin ettiği, hükümeti mamuna yine ekselânslarına müna- sebet tecdidi, dostluk tesisi gibi bazı tekliflerde bulunduğu, hsbs- rini almıştır. Bu vesile ile ekse - lânslarına, bu gibi münasebat ve müzakerata, (müttefiklerin ayrı ayrı değil hep birlikte, resmi ve salâhiyet sahibi mümessilleri gi- Tişeceklerini hatırlatmak ta, benim için bir bahtiyarlık teşkil etmek- tedir, Demiş, cevap ister gibi damat Feridin yüzüne gözlerini dikmis- ti. nmet Rıza beyle damat Fe- ritişaşırmışlardı. Bu işi İn- gilizlerin nasıl haber aldığını bir- birlerine sorar gibi, hayret içinde, bakışmışlardı. Kabahetleri yürle- rine vurulan suçlular gibi de kı- zarmışlardı. Mister Hatsonun is inini söylememek nezaketini göster- diği zabit, hiç şüphe ki, kapiten Halitti, Halidin padişahın huzu- le b ik, runa kabulü bakkında, damat Fe- rit nezdinde, iltimes ve delâlette bulunan Ahmet Rıza beydi ve bu- nun için kızarmıştı. Feride gelin- ce, o bu işte Ahmet Rıza beyi karta elmiş, Helitle, bildiğimiz gibi gizlice görüşmüştü ve işi pi- şirmişti. Halidin huzura kabul e- dileceği gece bile kararlaştırıl - mıştı. O da bundan dolayı kizar- miştı. Mister “Hatson,, un daha fazla izahat verip yapılan bildiği- miz teşebbüsü bütün çıplakhığiyle meydana çıkarmasından ve bu suretle (oAhmet Rıza beye karşı kendisini mahçup bir vaziyete dü- şürmesinden bayağı korkmuştu. Mister Hatson, karşısında kıza» ran, bozaran bu iki devlet adamı- na gözlerini dikmişti. Mütecessis bakışlarile hareketlerinden mâna çıkarmağa uğraşıyordu. Mösyü Pantikyan da içinden gü- lüyor, gönül eğlendiriyordu. Çün- kü, bu işte en büyük rolü o oy- namıştı, Fehime Sultanın delâle- tini temin İle Halitle damat Feri- di tanıştıran piyano muallimi ma- dam Eliza, Pantikyanın idare et- tiği İngilizler istihbarat şebekesi- nin gözü açık, iş bilir bir elema- nıydı. Vazifesini çok güzel yap - mış, kapiten Halit gibi kurnaz bir adamı bile aldatmıştı. Kapiten Ya- idin İstanbuldaki faaliyetini, bil- hassa hanedana mensup sultan, şehzade saraylarına sokulmak İ- çin ol altından çalıştığını, muh- telif çarelere baş vurduğunu göz- den kaçırmıyan Pantikyan, piyano muallimi Eliza, terzi madam Bay- zar, fransızca muallimi Arşalor Sakızcıyarii kadın fotoğrafçısı Za- bel, Sasafyan gibi Osmanlı saray ve saraylılarile içli dışlı münase- beti bulunan elemanlarını, gizli - ce kapiten Halide müracaat etti. miş ve bunların Fransızların ya- nında kapılanmalarını temine mu- vaffak o olmuştu ve kendisini pek e bir istihbaratçı sanan Halidi al - datmış, ağı ve avucu İçine almıştı. Halidin çevirmek istediği entri - kalara gizli parmağını sokmuştu. P antikyan, bu işin içyüzünü ve hele Ahmet Rıza beyle damat Ferit arasındaki münasebet ve slâkanın derecesini bile pek iyi bildiği için, her ikisinin de suç üs- tünde tutulan çocuklar gibi kıza- rışlarını, ezilip büzülüşlerini işin. de muvaffak olan bir istihbaratçı Rururiyle seyrediyor, ibretle de gülüyordu. Gülmek te bakkıydı bu adamın doğrusu. Damat Ferit gerçekten müşkül bir vaziyetteydi. Böyle olmakla beraber Mister Hatsonun bu mü- rTacaat ve sözlerini tabii cevapsız bırakamazdı. Her halde bir şey Söylemek lâzımdı. Fakat ne söy- liyecekti?.. İşte bunu düşünüyor- du. İşi olduğu gibi anlatmayı, ef- al ve harekâtında serbest bulun - duğunu söyliyerek biraz da kafa tutmayı ve bu suretle Ahmet Rı- za beye de güzel bir caka #atms- Yı istemiyor değildi. Fakat, dü - şünüyor, düşünüyor, pek te hoş karşılanmıyacağına emin bulun - duğu bu kabadayılığı gözüne al - dıramıyordu bir türlü, Gerçi hâ- diseyi top yekün inkür etmek, ha- berin yanlış olduğunu söylemek- te vardı ve yalancılığa, düzenba”- lığa alışık olduğu için bunu da hiç utanıp kızarmadan pekâlâ yapabi- lirdi. Ancak Mister Hatsonun bu tekzip ve inkâr karşısında, işl is- pat için tafsilât vermeğe kalkış » masından çekiniyordu. Bu vazi - yette İngilizlere karşı mahçup dü- şecek, bilhassa Ahmet Rıza beye rezil olucak ve onu, hiç şüphesiz elden kaçıracaktı. Bunun için ba- berin yalan değil, yanlış olduğunu söylemeyi, meseleye muhatapları- pı inandıracak bir şekil vermeyi daha münasip bulmuştu, Bütün sl ağ kuvvet ve metanetini, zekâ ve şeytanetini toplamıştı ve: — Mister, servisinize getirilen haber, teessürle ve fakat katiyet- le söylüyorum ki, yalan değil bi- raz yanlıştır. Hangi devlete men- sup ve hattâ kim olduğunu pek güzel bildiğiniz o zabit, benden hakikaten, padişahumızın huzuru- na girmek, elini öpmek için delâ- let ricasında bulunmuştur. Bu s- rada hükümetiyle hükümetimiz a- rasında yeni bir münasebet tesisi- ne ve dostluk hüsulüne çalışaca- Banı vaadetmiştir. Bütün bunlar doğrudur. Ancak düşünülmesi ve hatırlanması icap eder ki, hangi millet ve hükümette olursa olsun, imparator, kral, reisicümhür ve padişah adile devlet reisliği gibi yüksek makamlarda bulunan şah- siyetlerin huzurlarına © girmek, kendilerile görüşmek her yerde, her devlette diplomatik ve kati- yen terk ve ihmali kabil olmıyan resmi bir teşrifata tâbidir. Hükü- metimizin bu harpten mağlüp çık- masına, hattâ peyitahtımızın işgal edilmiş bulunmasına rağmen, pa- dişahımızın mülkü üzerinde hü - küm sürmek, beynelmilel cari o- lan hükümet ve saray teşrifat usul ve kaidelerinden istifade etmek gi- bi tabii ve manevi hakları, hiç şüphesiz ki, bakidir. (Devamı var) GUY T HEKİMİN LER . z lv ni — HIKÂYE : A İ VAGON TÜCCARI : Yazan: Namı Müstear Oo“ R : . cceccceeccc pey zamandır kolluyordum. Nihayet münasip dakikayı yakaladım. Babam, o akşam anne- me: — Hanım, şuradan benim ilâç şişesiyle fincanı getir. Demişti. “İ lâç şişesi” halisinden “Üzüm Kızı” rakısıydı. Mahallemizde hâlâ ço - luğa çocuğa karşı alerien işret isti- mali uygunsuz sayıldığından “bir kaç kadeh parlatmak” isteyen &i- le babaları böyle söylerlerdi ve babam ancak neşeli olduğu zaman lar içerdi. Annem köşelerine yağlı boya İle Fenerbahçenin, o Kızkulesinin resimleri işlenmiş küçük tepsiyi ö- nüne koydu. Peder, büyük bir işe hazırlanıvormuş da aralıkta vakti olmayacakmış gibi kocaman iki si- gara sarıy hazırladı. Bir fincan do- lusu “ilâç” 1 yüzünü kabil olduğu kadar burusturarak içti Yunan Harbinden Seferberliğe kadar girmediği muharebe kalma- mış eski bir askerdi. Gözlerine bir parlaklık geniş o- muzlarma bariz bir dinelik ve ka- lan alt dudağına hafif bir gülümse- me gelince: — Baksanıza baba, dedim, size bir şey soracağım. Mahalleli bize niçin “Vagon tüccarı” der. — Neden olacak... Benim yü - zümden., Onun, benim ve bütün sülâle mizin ticaretle uzaktan. yakından Kulaktan Gelen Baş Dönmesi Kulak hastalıklarının o hemen baş dönmesine sebep olur. bir nezleye bile tutulanların başları döndüğü olur. Kulaktan gelen baş dönmelerinin, insanı bi- raz gülünç vaziyete sokan bir bir. lüsü, kulakta kir toplandığı vakit gelen baş dönmesidir. İnsan haf- talarca, aylarca başı dönerek ge- zer, başkalarını kendine acındı- rir, Kendisinde büyük bir hastalık varmış gibi meraklanır. Sonra bir kulak mütehassısına kulaklarınm içerisini yıkattırınca, hiç bir şey kalmaz, işitenler de gülerler. Kulağın orta kısmında iltihap bulunup ta, kulak akıntısı olursa, baş dönmesi gelir. Kulağın iç ta- ratındaki kısmın o haslalıkları da baş dönmesi getirirler. Fakat bunların en zorlusu yakit vakit, nöbetle gelen baş dönmesi- dir. Bu nöbetin durup dururken, yatakta, hattâ uykuda, hiç sebep- siz gibi geldiği de olur. Fakat çok defa onun meydana çıkmasına bir sebep bulunur. İmsan başını bir - denbire oynatınca, yahut oturdu- ğu yerden kalkınca, veya ayak- tayken, oturunca baş dönmesi nö- beti başlar, Kimisi kendi başının döndüğü- mü hisseder, kimisi de gözünlin önünde her şeyin döndüğünü sa - nır, Şu kadar ki, bir adam bu iki şekilden hangisine tutulursa, her vakit o şekil gelir... Başı dönen bir tarafa tutunmazsa öne, yan tarafına, yahut arka tarafına dü- şer, Bazısı da birdenbire oturuve- rir, Baş dönmesi yalnız kalmaz. 0- nunla birlikte bulantı da olur, Bu- lantıdan sonrası yel de gelir, Ki- sisi birdenbire ishale tutulur. So- guk soğuk ter döker, benzi sara- pır, baygınlık gelir, sikınir. basar ve bütün bu haller nöbet geçtik- ten sonra bile devam eder, Nöbet geçtiği halde sıkıntı insanı pek ziyade rahatsız eder, Nöbet esnasında gözlerden biri de titremeğe başlar; İlkin ağır a- dır sonra hızlı hızlı bir titreme... Hangi taraftaki göz titriyorsa, in- san onun aksi tarafına dişer, Baş dönmesinden başka kulak- ta uğultu da olur. Çok defa kulak uğultusu baş dönmesinden önce gelerek onun da yolda olduğunu haber verir. Bazılarının kulakları da işitmez olur, Fakat baş dönme- si ne kadar şiddetli olsa da, insan kendini © kaybetmez, etse de bir kaç saniye sonra kendine gelir. Bu baş dönmesi nöbeti bir kaç saat sürer, (o bazılarında bir kaç gün devam ettiği de olur. Nöbete tutulan, hareket edemez, yatmıya mecbur olur, Nöbet geçtikten son- ra bir tarafta, yahut iki tarafta birden kulak işitmez olur. Nöbetin tekrar ne vakit gele ceği belli değildir, fakat tekrar gelir, Ancak kulağın içindeki kı - sım bir nöbetle felce uğramışsa, möbet artık bir daha gelmez, tek- rar geldiği vakitte de, nöbetlerin arası gittikçe seyrekleşir. Büsbü- tün geçmesi, hiç gelmemesi, ku- lağın felce tutulduğuna delâlet e- der, Bu baş dönmesi nöbetinin bir de, başka türlüsü vardır: İnsan bir zamandanberi kulağının ıyi i- şitmemesinden © şikâyet ederkon, birdenbire baş dönmesi nöbetine tutulur, Nöbet geçtikten sonra, kulağı açılır, işitmesi düzelir. Baş dönmesinin & kulaktan ge- lip gelmediğini ayırdettirecek en iyi alâmet baş dönmesi esnasında, yahut ondan önce, veya sonra ku lakta uğultu, iyi işitmemek © gibi alâmet bulunup bulunmamasıdır. Bu alâmetler bulununca, kulak mütehassısına gitmelidir. Hele baş dönmesi nöbetle gelir de, yukarı: da anlattığım alâmetler bulunur. sa, Kulak mütehassısını görebile - cek bir hale gelinceye kadar da yalmak zaruridir. Hem de; her #ürlü gürültüden uzak olmak şar- tiyle. Çünkü gürültü — radyo se- si bile — baş dönmesini arttırır. Bir de, yattıkça sıkı perhiz, Müm- kün olduğu kadar az yemek.. Yal- miz süt içmek daha iyi olur, Başın üzerine soğuk suya batırılmış hez- ler koymak fayda verir... Müte - hassis gördükten sonra, Üst tara- fı ona aittir. o Ameliyata lüzum KI e alâkamız yoktu. Daha (doğrusu cümlemiz hesaba, kitaba pek akıl erdiremezdim. Komşular anneme: amucama “iyi adamdır ama müs- riftir.” derlerdi. Harp içinde va - gon dalaveresiyle yükünü tutan - lardan da değildik. Kit kanaat ge giniyorduk. # “Babam gramofonu susturttu. Bir fincan “İlâç” daha içti: — Seferberlikte on birinci sey yar sahra hastanesi inzibat zabiti idim: Diye başladı, 17 ay Çanak - kalede ölümle, kanla, mikropla burun buruna uğraştık, Niyet fırkamızın mevcudu yarı yarıya tükenip kalan - lar da işe yaramaz hâle gelince ge riye alındık. Hastane, Kumkale - den, Nazilliye gönderildi. Cehen - nemin ortasından cennetin göbe - ğine getriilmiş bir insan gibi me- suttum. Ölümü parlak kâğıtı o “Harp mecmua” larında, kıtlığı İstanbul | da bırakarak, hayvan gibi kaygu- suz yaşıyordum. Hastane yol uğ - rağında olmadığı için yataklar a- deta boştu. Yüz seksen kişilik gay- ri müslim efratla beraber gittikçe semiriyorduk. Bize harbi hatırla - tan yegâns hâdise erkeksiz kalmış siyah baş örtülü tıkız Rum kadın- larının sokakta rastladıkça gözle- rimizin içine baygın baygın bak - malarından ibaretti. Seneler, ben tavşan, ve yaban ördeği avlarken yavaşça gelip geç ti. İngiliz generali o Tavshend'in Kütüllemârede esir edildiğini duy mamıştık sma mütarekenin ilânını ertesi gü nhaber aldık. Bu milletin Çanakkaledeki ka- badayılıktan sonra yenilebilece -* ğine ben inanamıyordum. Tama - miyle şaşırmıştım. İşte bu şaşkın. ağa mı rastladı nedir, hastaneye bir yıl evvel tayin edilen arap kâ- tip mülâzimevvel Abdulgafur a- dındaki habis kasayı soyup soğa - mâ çevirerek bazı ölen askerlerin mecidiyelerine ve yarım yırtık di- rilerin ilâç paralarım aşırarak geğ- ti, gitti. Tahkik ettik. İsparta üze- rinden kimbilir ne cehenneme $a- vuşmuş. Zabıtlar tanzim (edildi. Mazbatalar hazırlandı. Mesele Ay- dında bulunan fırka kumandanlı » Bina bildirildi, ir taraftan da efradın terhis tezkerelerini dağıtıyorduk. gösterirse, tabii, tereddüt etme - | Bu işler bitince hastane demirba - den razı olmak lâzımdır. şanı ve hesaplarını devretmek ve “Para tutmaz!”, babama “eli açık!" Mk terhis tezkeresi almak için Aydına hareket ettim, Trenler tikabasa doluydu. Has tanenin Aydınlı bölük emini, yok da rahat etmek hülyasiyle peşimi - den ayrılmamış, terhis tezkeresini on beş gün evvel aldığı halde be - nim hareketimi bekelmişti, Tren- deki mahşerde ona ayrıca bir yar» . dımım dokundu mu pek farkında değilim. Fakat açık göz oğlan benden memnun (görünüyordu. Kendisini tamamiyle unuttuğum bir sırada, Aydın İstasyonuna iner inmez, karşıma çıktı: — Buyurun bey, dedi, siz be- nim velinimetimsiniz. Bunca sefer izinli gönderdiniz. Otel köşelerin- de birakir mıyım. Zaten her taraf dolu, Fakirhane şuracıkta, Kendi eviniz gibi yerleşin. Otellerde hakikaten yer olma- dığını öğrenince çaresiz yola düş- tüm. Kepezde iki katlı şirin bir e- vin çiçekli bahçesine girdik. Bana ovayı ve tren yolunu seyreden ay- dınlık bir oda verdiler. oPortatif karyolamı pencerenin önüne kur- dum. Yatağın üstüne emektar tif tik postu örttüm, Duvara Çanak - kaleden ganimet kalmış kısa İngi- liz filintasını astım. Tozkeremi ak mak ümidiyle günde iki kere fırka karargâhına uğramağa başladım. Bizim melün kâtibin hırsızlığı işi- mi altüst etmişti. Tevkifi için Er - zuruma mı, Erzincana mı yazılmış, henüz cevap gelmemiş, cevap ge - linceye kadar tezkeremi vermez - lermiş. bdülgafurun Halebi çoktan boyladığı, bu ans baba gü - nünde yakalanamıyacağı, hattâ tel graf cevabının bile gelip çatmaya- cağı meydandaydı. Fakat kırtasi » yecilik Nub, deyip, peygamber de- miyordu. Önce hoşuma giden Ay - dın şehri haftasında gözüme zin - dan kesildi. İstanbula yetmiş iki milletin dolacağı söyleniyordu. Si- zi merak ediyordum. Aklıma türlü delilikler geliyor- du. Tabancayı çekip karargâha da yanmayı, tezkereyi yorla alıp yola sıkmayı bile tasarlıyordum. İşte tam bu karışık ahvalde fken bizim bölük emini: — Bey, dedi, bir tahtada helâ- linden beş yüz kayma kazanmak ister misin?