© kahpenin zil takıp Gi « TI İŞ Türk Safosunun Hayatı SŞAFIYE SULTAN YAZAN © TURHAN TAN TEFRİKA No. Bafa Çok Seviniyordu Gemi Ârızasız Yoluna Devam Efti, ve Bir Gün Radostan Kalkarak Marmaris Limanına Girdi Değişmesine imkân olmıyan © bilgiye istinat ederek Bafanın esirlikten o elemlenmetmesini ruhi bir pislik olarak telâkki ediyor- Jardı, enikonu tiksiniyorlardı. E- ğer o, bir kaç gün ağlayıp sizla- mış olsaydı, hiç te böyle düşün- : ve kıza tesliyet vermek için ellerinden geleni ya- pacaklardı. Fakat şimdi derin bir hayret ve derin bir iğreniş içinde “onun varlığına karşı kayıtsız kal- mak zorunu duyuyorlardı, Karakadı bir aralık insaflı bu- Yunmak istedi. Deli Caferin ya - nında Bufayı müdafaaya yelten - di: — Canım, dedi, haksızlıkta ile- ri gitmiyelim. Bu Venedikli kız, nihayet bir çocuktur. Şöyle eğilip » koklarsak ağzında henüz süt bu- lunduğunu görürüz. Böylesi bir çocuğa, yakında Osmanlı padişa - hının karısı olacaksın, dersek ön- da akıl kalır mı, fikir kalır mı? eli Cafer başını salladı; bu mülühazayı beğenmediğini hissettirdi ve sonra cevap verdi: — Yanılıyorsun kardeşim. Çün- kü oyuncak, ağlıyan çocuğu bel ki susturur. Fakat o çocuğa anâ- sını, babasını unutturmaz, Biz de, bir oyuncak sunar gibi, ona bü- yük şehzadenin karısı olacağını — bol keseden — müjdeledik. Yüreği temiz olsaydı, bu müjde- mizden haz almakla beraber ana- sını anarak, babasına yanarak bir iki saat olsun ağlardı, halbuki oynamadığı kaldı. Kahkahadan neredeyse, çe- nesine ağrı yapışacak? Ve birden kaşlarım çattı, arka- daşının yüzüne gözlerini dikti; — Sultan Süleyman melek gi- bi bir adamdı, kimseyi incitmek istemezdi. Moskof illerinden bir Hürrem çıkageldi, o melek padi- şahı ifrite (o çevirdi, evlât katili yaptı, torun katili yaptı. Bu Ba- fa da bir gün Topkapı sarayında Günah hüküm yürütmek yolunu bulur «- Sa, efendisi olan hünkâr: mutlak maskaraya çevirir, kepaze eder. — O halde kahpeyi | Misıra, Trabulusa, yahut Pasa götürelim, &sir pazarına verelim, haraç me- zat satalım, Deli Caferin ağlıyan sesi bu mü- Tâhazayı da beğenmeyip reddetti: — Kubat Çavuşa (söz verdik, bu kızı padişaha armağanlamayı üzerimize aldık. Sonra seninle dü- şündük, doğacak güneşin batacak güneşten daha kıymetli olduğunu hatırlıyarak kızı Manisaya götür- meyi, büyük şehzadeye urmağan etmeyi kararlaştırdık. Babayla o Bul orasıda teklif olamıyacağı |- çin Kubat Çavuşa verdiğimiz söz bozulmamış demektir. Lâkin kızı bir esir pazarında satılığa çıkarır- sak ünümüzü Jekeleriz, üç beş yüz altın için adımıza kir getirmiş o- luruz, Kararımız karardır, Bafa, Manisaya gidecektir. & Yalnız şu ver: Şehzade dediğimiz devletlü, gafil olmamalı, nasıl bir mala sa- hip olduğunu anlamalı. Yoksa bu kız onu daha tahla çıkmadan teneşir tahtasına düşürür. Çünkü yaman, çok yaman bir şeyl B*© iki kıranta Türkün ken- di hakkında edindikleri ka- naatten bihaber, < eğlencelerinde ve kahkahalarında devam ediyor- du. Cücelerine çeşit çeşit numa- ralar yaptırmakla vakit geçiriyor- du. Deli Caferle Karakadının bi raz uzak dolaştıklarını sezmekle beraber bu durumdan kuşkulan - muş değildi, Onların gemi idare- siyle meşgul olmak yüzünden ken- disini fazlaca ihmal ettiklerini sa- nıyordu. Zaten cüceler varken, o ihtiyar kurtlara ihtiyaç ta hisset- miyordu. Çünkü o insan kompri- meleri de deli Cafer kadar, Ka- rakadı kadar vukuf ile şehzade « den bahsedebiliyorlardı, onu hül- yalarında şevke getirebiliyorlardı. İşte korsan gemisi, sahiplerile eresasasasasaeeasasseseaseseeeeeeeme ende mi? güzel tutsak arasında — cibillet farkı ve ahlâk benzemezlik yüzünden — vukua gelen ruhi ayrılığın gün başına çoğalıp durmasına rağmen ârıza- sız yoluna devam etti, Rodos a- dasına yanaştı, oradan Anadolu yakasına doğru süzülerek Marma- ris limanına girdi, O devirde bütün Anadolu İi- manlarına sık sık korsan gemileri uğrardı, malzeme ve hattâ tayfa tedarik ederlerdi. Fakat deli Ca- fer gibi, Karakadı gibi adları yıl- lardanberi dillerde dolaşan kahra- man denizcilerin limanlarda gö- rülmesi' pek seyrek vukua gelen hâdiselerdendi. Onun için Rodos- lular da, Marmarisliler de büyük bir heyecan göstermişler ve iki meşhur kaptanı alkışlamak için kıyılara dökülmüşlerdi. Bu heye- can onların Manisaya gidecekleri- nin ve büyük şehzadeye kıymetli harp ganimetleri osunacaklarının yayılmasile bir kat daha ziyade- Jeşti. po Caferle Karakadı, at ve tahtrvan bulmak ve bir kervan kurmak zorunda oldukları için şehzade sarayına gidecekleri- ni Marmaris memurlarına söyle — meyi gerekli görmüşlerdi. O me- murlar bu noktayı öğrendikten sonra telâşa düşmüşlerdi. — Ünlü reislerin istedikleri şeyleri teda. rik etmeğe çilalkk ta, yine bu yüzden Manisaya bir dünya güzelinin götürüleceğini öğ- rendiklerinden korsan gemisini ö- deta göz hapsine almışlardı. Gece ve gündüz murakabe ediyorlardı. Bafa da, cücelerle bile avuna- mıyacak kadar (o sabırsızlanmıştı. Bir ayak önce, karaya çıkmak is- tiyordu. Deli Caferle Karakadıyı sıkıştırıp duruyordu. Nihayet Ka- ra hazırlıkları bitti, Venedikli gü- zele kalın tülden uzun bir peçe örtüldü, büyük bir ihtimamla ge- ..-s- Yazan: Kerime Nadir — Tabil!.. Çünkü zavallı kadın o derece ağlıyor ve çırpınıyordu ki, Piyer ile ben bile het şeyi pe- kâlâ tahmin ettiğimiz halde, ona İnanacağımız ge liyordu.... — Siz sabahleyin mi oraya gittiniz?.. — Evet. Lâkin merak ettiğim bir nokta var; Siz bu prizin kordonunu niçin kopardınız ve niçin arka pencereyi açtınız?.. — Fakat ben, yalnız okordonu koparmakla ve pencereyi açmakla kalmadım.. Kordonun bir ucunu karyolayaya bağlıyarak diğer ucunu açtığım pence- reden aşağıya salladim ve bu suretle kaçtım.. Nasıl oluyor da, kordon İçeri alınmış bulunuyor?., — Bunu şüphesiz sizi seven yapmıştır... — Lâkin nasıl ve ne zaman yapabilmiş?.. Çünkü ben kaçarken, odanın kapısı vuruluyordu... — Evet. Şaşılacak bir irade.. Eğer kordon sizin anlattığınız vaziyette görülmüş olsaydı, cinayet âşi- kâr olurdu... Gözlerimi kapadım. Nüvidin hayali, o kahraman, © fedakâr hayali bütün açıklığile gözlerimin önün- de duruyordu. Lâkin ne yazık!.. Bunca belecan, bunca korku, bunca meşukkat heder olup gitmişti. Kont teessürümü görüyor ve müşfik bir sesle: — Uzülmeyiniz oğlum.. Zaten böyle bir tehlike- ye atılmak hata idi.. Sabır ile her şeye nail olacak- fanız... Diyordu. Sonra saate bakarak ayağa kalkti: — Haydi, metin olunuz.. Sizinle oraya gidelim. Bu ziyaret lâzımdır... —*Hiç imkfinı var'mı, kont cenapları?.. — Niçin olmasın?.. Fakat metanet ve soğukkanlı» lık şart hal, Bir köpek gibi her emre tâbi oluyordum. Kontu takip ederek salondan çıktım... Başım yine alevler içindeydi. ler geliyordu. Bir aynanın ürperme gecerken hava- TEFRİKA No. 30 **-- lime baktım. Bu ölü renkli, perişan saçlı, düşük omuzlu ve adımları aksıyan serseri herif ben miy- dim?.. İnsanlar nasıl şekilden şekile girebiliyordu?.. Araba ile giderken kontla pek az konuştuk. Yal- mz bir aralık Piyeri sordum. Ve bir müddet için cepheye doğru havalandığını öğrendim. Köşkün önünde arabadan İndiğimiz zaman çene- lerim kilitlenmişti. Kont yine kulağıma eğilip me- tanet tavsiye ettikten sonra, içeriye girdik. Bizi doğru hastanın odasına almışlardı. o Buram Nüvidin yatak odasıydı. Kendimi © büsbütün kay- betmemek için bütün gayretimi sarfediyordum. Hasta, baygın yatıyordu. Karyolanın yak ucunda bir hastabakıcı duruyor, Nüvid baş tarafta sessiz oturuyordu. Beni gördüğü zaman renginin kireç gibi olduğu- nu farketmiştim. o Kontum bazı sünllerine kisa ce- vaplar verdi. Ve doktorun tÂlimatını bildirdi. Ben bunları dinlemiyordum.. Oo Yalnız düşünüyordum. Derin, sonsuz ve mânasız düşünüyordum... Hiç konuşmamayı tercih edecektim. Fakat kont yine bana bir hizmet etmeyi tasarlamistı. Ayağa kalkarak hastabakıcıya birlikte gelmesi için işaret etti, Bundan maksadı şüphesiz, bizi yalnız bırak- maktı. Zaten, bitişik odaya geçerken bir göz isare tiyle bunu, bana anlattı. Derhal fisilti halinde Nü- vide dedim ki: — Seninle uzunca görüşmek isterim. Bir zaman tayin et!, Sesi o derece titriyordu ki, ağlayıvermesinden körkuyordum: — Bu artık mümkün değil!. Dedi. — Yine mi bu imkânsızlıklar?.. Nüvid. benim her çılgınlığı yapabileceğime hâlâ inanmadın mı?.. — İnandım. Fekat... — Vakit kaybetmiyelim.. Çabuk bir yer söylet? — Sey... Ah biraz makul ol!.. Ben de bunu arza TAN miden çıkarılıp kıyıya götürüldü. Ihtiyar korsanlar, onun karaya &- yak basmasiyle berâber tahtrvs- na girebilmesi için lizim gelen tedbirleri almışlardı. Fakat hal - kın gösterdiği büyük ilgi yüzün - den bütün tedbirler altüst oldu ve Bafa, — bir kısmı Rodostan kayıkla Marmarise gelmiş olan — yüzlerce adamın ortasında kaldı. Bu meraklı kütle, şehzade sa- râyına gitmekte olan bir kadına el sürecek kadar kaba davranmak temayülü göstermiyordu. o Lâkin “Dünya güzeli,, olarak kendileri- ne uzaktan tamttırılan nefis bir mahlüku yakından görmek istiya- kını da hiç bir sebeple feda etmek istemiyordu. Bu sebeple onu ka- Bea deme kademe © sıkıştırıyorlar ve bir çalımına getirip peçesinden a- yırmıya savaşıyorlardı. Deli Caferle, Karakadı ve yan | Ziya 1“ larındaki leventler, o kalabalığın | © Mercan bu durumundan — sinirleniyorler, Balaban ağa birdilim cazibe kıvraklığiyle hal. | oKemâl'paşa kı gıcıklığan (o Bafayı tahtrvana | (Molla Hüsrev sokmak azmiyle didinip duruyor. Kalenderhane lardı. Kız, halkın dilini anlama. | (Süleymaniye N Camcı Ali dığı halde moramlarını. sezmisti, | OC... Pspuçlarının üstüne kadar uzayan tülün altında fıkır fıkır gülüyor- du. Hamlesiz, lâkin hararetli bir kütlenin ruhundaki heyecan onun da şuhluk damarlarını şahlandır- miş gibiydi, zararsız cilve oyunla- rile o halkı, biraz daha çileden çıkartmak, biraz daha delirtmek istiyordu , F akat korsanlar sert bazula - rının Ve onlar kadar kuv - vetli bakışlarının yardımiyle ka- labalığı yardıklarından o Bafanın düşüncesi yetim kalmıya mahküra görünüyordu. Bunu kendisi de an- ladığından iki yanında yer alan deli Caferle Karakadının adımla- xını birden ve bir sözle sendelerti; — Bu zavallılar, dedi, ne östi- yor? Söylerken durduğu için korsan- ların sessiz, lâkin yorucu bir mü- cadele sonunda elde ettikleri ka- zanç kaybolmuştu. 'Tahtrvana gi- decek kisa yol yine uzaklaşıver- mişti. Çünkü yoldan o çekilenler Bafanın durmasından İstifade ede. rek yine arâya sokülmuş”bulunü- * yorlardı. Deli Cafer, nasıl bir işvebazlığa mağlüp olduklarını anlamakla be- raber (soğukkanlılığını korudu, cevap verdi: — Sizin yüzünüzü görmek isti- yorlar, — Onlar için bu, zahmete de- ğer bir şey mi teşkil ediyor. — Öyle olmasa, böyle davranır- lar mıydı? lunmalıdırlar. ilâçtır. (Devam: var) Floryada Florya çarşısında 8 numaralı dükkân . ” 15 Yi Saç bakımı Eni Güzelliğin en birinci şarh. wKepekteri ve saç döküimes İ sdavi eden tesiri mücerrep bir Beklediğiniz Kolay yemek kitabı 6 ncı de- fa basıldı. 224 sayfa 32 K. Satış yeri: Yeni Postahane caddesi No. 17 M. Ali Aldatmaz Kitap evidir. e m a 20-499 İstanbul İTİ Belediyesi Muhammen İlk kirası © teminatı 180,00 13,50 > e > 82,00 6,15 Yukarda semti, senelik muhammen kiraları yazılı dükkânlar birer sene müddetle kiraya verilmek üzere ayrı ayrı açık arttırmaya konul- muş ise de belli ihale gününde 2/5/939 Salı gününe uzatılmıştır. Şartnamesi Levazım Müdürlüğünde görülebilir. İstekliler hizalarında gösterilen ilk teminat makbuz veya mektublle beraber yukarda yazılı günde saat 14,30 da Dasimi Encü- mende bulunmalıdırlar. isteklisi bulunamadığından arttırma (BJ) (2700) * Adresleri bulunamıyan o mükelleflere aid tahrir neticelerini ibtiva eden cetvellerin asılacağı yer Talik tarihi 20/4/9339 ” Mahalle camisi Yeşil direk Bakkal sokak No. 10 Çakmakçılar yokuşu başına » Şehzade başı Milli Sinema ittiseline ” Kemâl paşu camisi kapısına — Kâtip Çelebi caddesi 78 No. Mahalle > 16 Mart Şehitler! caddesi 4 No. ” — Tiryakiler çarşısı 31. No,” iz Camer Ali camisi kapısına “ Çarşı içerisinde Dua meydanma 2 Eminönü kazasının Beyazıd nahiyesinin yukarda yazılı mahallâtı #- çinde tahrir edilip sahipleri adreslerinin öğrenilememesine binaen doğ- rudan doğruya tebliğ edilemiyen tahrir neticelerini ihtiva eden birer varakanm hizalarında yazılı mahallere asılarak bugünn ilân olunduğu, 2901 sayılı arazi tahrir kanununun 8 inci maddesi mucibince ilân tari- binden itibaren bir ay içinde vâki tahrire İtiraz edebilecekleri alâka- darlara tebliğ olunur 42698) * Keşif bedeli 950 lira olan Yalova - Karamürsel yolu üzerindeki ahşap Sarı su köprüsünün tâmiri pazarlığa konulmuştur. Keşif evrakile şart- Bamesi Lovazım Müdürlüğünde görülebilir. nunda yazılı vesikadan başka en az 500 liralık bu İşe benzer iş yapti- ğa dair Vilâyetten alacakları vesika ve 939 yılına ait Ticaret odası ve- sikalarile 142 lira 50 kuruşluk teminat makbuz veya mektubile bera- ber 27/4/939 Perşembe günü saat 14 buçukta Daimi Encümende bur İstekliler 2490 sayılı ka- (i) (2697) Istanbul Asliye üçüncü hukuk mah kemesinden: Şerife Atak tarafından, kocası Salimin kayıplığına karar ve- rilmesi hakkinda, kızı Kadriye ve Beyoğlunda Bmincamij mahallesi Ce- | didiye sokak 8 No. lı Mustafanın e- vinde mukim iken hali hazır ikamet- gâhının meçhuliyeti tahakkuk eden mumaileyh Salim aleyhine mahke- menin 38/606 Nâ. li dosyası ile açı- ar devenm deruyman icin mumvyen gün için M. aleyh Salime ilânen teb- ligat yapıldığı hâlde gelmemesi ha- sebile hakkındaki gıyap kararmın dahi ilânen tebliğine karar verilerek duruşma 26.5.39 saat 14 e ve yazılan gıyap kararı mahkeme divanhanesine talik edilmiş olduğundan £. aleyh Salimin mezkür gün ve saatte mah- | kemede hazır bulunması, aksi halde duruşmaya gıyabinda devam oluna. rak bir daha mahkemeye alınmıyaca- amman Ö | gı hususu ilân olunur. ederdim.. Lâkin görüyorsun... — Hiç bir şey görmüyorum. Yarın. Evet yarın seni yine o köprünün “üzerinde “bekliyeceğim... Oğ- leden sonra gelebilir misin?;* y — Nasıl olur?.. — Söyle.. Yahut ikindiden sonra.. — Halik! — Itiraz etme". Geleceksin değil mi?.. — Bakalım.. Gayret ederim.. — Evet. Geleceksin.. Ikindiden sonra daha iyi.x Bekliyeceğim.. — Bekleme!.. — Bekliyeceğim.z Bu sırada kont hastabakıcı ile göründü ve tabil biz de sustuk, Ali Riza cidden tehlikeli surette ya- ralıydı. Kafa tası üç yerinden çatladığı gibi beyni- nin zarı zedelenmişti. Yirmi dört saat zarfında ken- dine gelemezse, muhakkak bir menenjit onu hayat- tan uzaklaştırabilecekti. Bu ihtimal içime forah veriyordu. Arada sırada, yastıklar arasında ve beyaz sargılar içinde (yatan bu genç başa muzaffer ve galip bakışlarımı dikerek içimden: — Zavallı!.. Diyordum. Fakat hangimizin daha ziyade zavallı olduğunu bilmiyordum. Nihayet kalktık ve Nüvidi selâmlıyarak (o Ççiktık. Ayrılırken ona son bir göz işareti ederek vaadini unutmamasını tekrarlamıştım. * * Ertesi gün, ikindi üzeri “Kan, irmağını takip ederek köprüye geldim. Hava sert, fakat güneşliy- di. Esen rüzgâr, ırmağın durgun sularını buruştu- rTuyordu. Uzakta, kasabanın küçük kilisesinin çanı hazin bir ahenkle çalıyor, sayısı belirsiz bir sürü kuş, yapraksız kolan büyük ağaçların dalları ara- sında cıvıldaşıyordu. Arkamda üniformam ve kaputum vardı. Kalpağı- mi kaşlarımın üstüne kadar indirmiştim. Ellerim eldivenli olduğu halde ceplerime sokuyor ve kulak- Jarımını rüzgârdan muhafazası için kaputun yakası- mi kaldırmış, sabırsız âdimlarla bir aşağı bir yuka- ri dolaşıyordum. Çok beklemeden Nüvld geldi, O kadar helecan- hydı ki, konuşamıyor, yalnız kesik kesik: — Bana fenalık ettin.. Bana fenalık ettin!. Di lu. Etrafta kimseler yoktu. Hemen koluna girdim ve: — Burada ayak üstü konuşamayız.. Ormana doğ: Tu yürüyelim.. Dedim. Jtüraz etmeden bana tâbi olmuştu. Fakai — Biraz acele edelim. Geç kalamıyacağım.. Dİ- yordu. Hızlı hizli yürümeğe başladık. Önce hiç konuş muyorduk. Sonra ben, birdenbire dedim ki: — Bu vaka sende nasıl bir tesir biraktı?, Bunu anlamak isterim Nüvidi.. — Ne demek istiyorsun? — Benden nefret ettin mi?.. — Hayır! — Nasıl inanabilirim?.. Ben bir cinayet işleme- dim mi?,. — Şüphesiz... — Peki nasıl, nasıl bir câniyi sevmekte devam edebilirsin?,. — Sevmememi mi, arzu ediyorsun?., — Böyle bir şey demedim.. Fakat her halde kal binde bir inkılâp olmuştur. — Belki küçük, pek küçük bir inkılâp! bir ürkmet,, — Bu yeter Nüvldi.. Bu derece iyi kalpli olman beni perişan ediyor.. Benden soğuyacağını, tama- miyle nefret edeceğini umuyordum. Neyse. Bu bahsi bırakalım. Şimdi anlat bana.. O gece ben kaçtıktan sonra neler oldu? Sen nasıl kendine ge lebildin? Ve kimse farkında olmadan © pencereden kordonu nasıl çektin?.. Garip değil midir ki, Nüvit bütün bunları bana anlattığı halde bir kelimesini bile hafızamda tuta- madım. Zira biç birini dinlememiştim. Yalnız, kı- mıldıyan dudakları ve kulaklarımı dolduran sesi görmüş ve işitmiştim... Nüvid pek ziyade dalgın olduğumu £ farkederek kolumu dürttü; — Ne düşünüyorsun?.. — Hiç bir şey. — Beni dinlemiyorsun değil mi?.. (Devami var) Hafit fiy