Türk Safosunun Hi — TEFRİKA No. 8 Azlanla bali Elçi, Türk Sarayında Don Mikezin Bir At Uşağından Farkı Olmadığını Anlattı ve Sözlerini Bitirdi — Şevketlü efendimin ahırında bir kaç bin at, bahçesinde üç beş bin it bulunduğu gibi çeşit çeşit hizmetlerini görmek için beslenen sayısız uşakları vardır. O atların, o itlerin şevketlü efendime bir fi- kir aşılamaları, hâşâ ve hâşâ yol göstermeleri nasıl hatıra gelmez- se, o uşaklardan her hangi birinin padişahımıza akıl öğretmesi de hatıra gelmemek lâzım gelir. Hiç yerin göğe ışık saldığı görülmüş müdür? Kulun da mevlâsına fi « kir vermesi omümkün değildir. Halbuki Venedikte garip garip ri- vâyetler dolaşıyor. Güya Don Mi- kez adlı bir yahudi uşak, şevkot- 1 eendimin zihnine (girmiş ve padişahı Venediğin sleyhine kış- kırimaktaymış. Birden sesini yükseltti: — Bunlar yalan, o tamamiyle yalandı:. Şimdi Jozef Nasi diye adlanan Don Mikezi tanırım. Bir Remamı: Münif Fehim Resimlerin her hakkı mahfuzdur — Ben, Duçe cenaplarına rica edeyim, siz de babanızı at uşağı, bir sâyis neyse, oda şevketlâ efendimin hizmetkârları arasında öyledir. Devlet işlerinde yol göstermek onun deği, (eğer sağ olsa Musa peygamberin bile haddi değildir. Zaten Venedikli ile aramızda bugün bir tatsızlık “ta yok. Zanta için beş yüz, Kıbrıs için sekiz bin duka vergi veriyor- sunuz. Arnavutluk gibi, Dalmaç- yadaki hudutlarımıza saygı gös- teriyorsunuz. Balyozlarınız nazik adamlar. Nabza göre şerbet ver - meyi biliyorlar. Şevketlü efendim size neden incinsin, neden kızsın? Jözel Nasi'yi Kıbrısa kral mı ya- pacağız? Rodos gibi, Sakız gibi Kıbrıstan hiç te aşağı olmıyan &- dalsra krsl koymadık ta, bizim ol- miyan Kabris için mi kral seçece- ğiz ... Böyle sözlerin konuşulma - sı çirkin, & yayılıp duyulması da tehlikelidir. — Arslanla şakalaşıl maz. Bunu da unutmamalıyız. Kubat Çavuş, Osmanlı sarayın- da dönüp ( dolaşan dedikoduları Venediklilerin oomuzuna yükle - Balyozluğu kabul için kandırınız. mekle büyük bir siyaset gösteri - yor, ayni zamanda o küme küme kadına verilen vazifeyi kıymetten düşürüyordu. Zeki Çavuş, Duçe - den en küçük rütbeli Venedikli- ye, Bafadan en çirkin kadına ka- dar herkesin bu Don Mikez işiyle ilgili olduğunu, kendisini tuzağa düşürüp söyletmek £ istediklerini kavramıştı. İşret âleminde sinir- lenerek bir veya bir kaç kadının kalbini kırmamak için meseleyi kökünden söküp atmak istiyordu m. Bu açık Sözler, Don Mikez hi- kâyesi üzerinde ısrarı mânasızlaj- tırmakla beraber altın kitaba gir- mek ümitlerini de silip süpürdü- ğünden kadınlardan bir kismi ne- şesizlenmişti. Fakat Venedik mil- li hazinesindeki altın kitaptan da- ha kiymetli olan bir kitapta, elçi Kubat Çavuşun yüreğinde bir sa- tır, bir cümle, hattâ bir kelime veya bir nokta olmak iştiyakını taşıyan madamlar, Don Mikez işi- seraasersesareseee nin bu şekilde neticelenmesinden bilhassa merinun olmuşlardı. Çün- kü hükümet hesabına değil, ken- di hesaplarına hareket etmek ve heybetli elçiden bir hatıra uğrıla- mıya çalışmak imkânına kavuş » muş oluyorlardı. Fakat Kubat Çavuş, hüdiselerin dizginini kendi elinde tutuyordu. Kimseye hamle fırsatı vermiyor. du. Nitekim siyasi nutkunu bitir- dikten sonra şu veya bu taraftan mukabele edilmesine veya bir tek- lifte bulunulmasına da imkân bi- rakmadı. Yüzünü deli Cafete çe- virdi: — Ammi, dedi, izin bir ricada bulunacağım. Ve onun tavrını Oo bozmadan: “Söyle evlât!,, demesi üzerine şu dileği ileri sürdü: — Rahmetli Turgut Reisle bile Cerbe çemberinden nasıl kurtul- dunuzdu?.. Zahmete katlanıp hi- kâye edersen bu hanımlar, bu e- fendiler sayende, tatlı bir kaside dinlemiş olurlar. verirsen ri GK i GÜ nah Bende mi? .*** Yazan: Kerime Nadir Bu macera, günden güne tehlikeli bir safhaya dökülmeğe başlamıştı, Korkmuyor değildim. Fakat bu kadar İyi bir fırsatı da kaçırmak istemiyordum. Vâk:â Lidaya karşı hissiyatım bir hevesten ibaretti. Gönlümde daima, evet daima o kanıyan, sızlıyan yarayı taşıyordum.. Böyle olmakla beraber görüş- melerimiz o derece sıklaşmış ve Rus kızının bana merbutiyeti, o kadar artmıştı ki, neticede bir zâaf uçurumuna yuvarlanacağımız o muhakkak görünü- yordu. Bazı geceler ormanda uzun gezintiler yapi yorduk. O kadar uzaklara (gidiyorduk ki, üdeta memleketin dışına çıkıyorduk. Yine böyle bir geceydi, (Ormana dalmış, ağır adımlarla ilerliyorduk. Lida koluma girmiş, hafif- çe omuzuma abanıyor ve hiç konuşmuyordu. Bir müddet yürüdükten sonra, küçük bir meydanlığa çıktık. Burada yere devrilmiş kalın bir ağaç göv- desi vardı. Lida onu işaret ederek: — Biraz oturalım, dedi. Oturduk. Bu gece rüzgâr biraz sert esiyordu. Gökte bir kaç bulut süratle koşuyor, yarısı kopmuş olan ay, zemine hafif bir aydınlık serpiyordu. Lidanın mutadı hilâfina hiç konuşmaması nazarı dikkatimi celbetti, Sordum: — Niçin susuyorsunuz?.. Ne düşünüyorsunuz Li- dat. Başını kaldırdı. Bakışlarında bile büyük bir dak gınlık vardı. Gülümsiyerek: — Hiç! dedi. Siz de konuşmuyorsunuz.! — Ben cesaret alamadığım için susuyorum.. Yok sa, söyliyecek çok sözüm var... — Yal, Bunlar neye dair?.. — Aşkımıza! Dudak büktü. İlk defa bezgin bir eda ile dedi kf — Aramızda bir aşk bulunduğuna inanıyor mu sunuz?.. — Şüphesiz! TEFRİKA No. 20 — Halbuki ben inanmıyorum Halük Bey. — Niçin Lidal,, — Çünkü siz daims düşünüyorsunuz... — Bundan ne çıkar. Hem sizden başka neyidü şünebilirim?.. — Benim yanımda beni düşündüğünüzü iddia et- mekle ne derece yanıldığınızı bilmiyorsunuz... Bir insan bir diğerini daima ondan uzak kaldığı zaman- Jar düşünür... — Ne demek istediğinizi anlıyamıyorum Lida?. — Anlatmamı arzu eder misiniz? — Elbette!.. — O halde dinleyin: Siz genç ve güzel bir erkek- siniz.. Şimdiye kadar hiç bir gönül macerası geçir- mediğinize beni nasıl inandırabilirsiniz?.. Sakın bu sözleri kıskançlığımdan söylüyorum sanmayın. Pek tabii olan bir meseleden bahsediyorum.. Eminim ki memleketinizde... Birdenbire sözünü kesmek istedim: — Ufak tefek maceralar geçirmiş olabilirim, Fa kat onların hiç bir zaman hatırasiyle meşgul olma- dığıma inanmanızı rica ederim..' — Beni nasıl temin edebilirsiniz?.. — Namusumla!., Bir an düşündü. Gözlerime bakıyordu. Fısıltı ha linde: — O halde inanıyorum. Çünkü siz eldden na muslu bir askersiniz!.. dedi. Bu anda göğsümün üzerine bir şey saplandı san- dım. Güç nefes alıyordum. Gözlerim ormanın ka- ranlıklarına dalıyor ve bu karanlıklardan daha ka- Fanlık olan hayatımı düşünüyordum. Lida biraz süküttan sonra dedi ki: — Mademki bizi (birbirimize bağlıyan bir aşk yardir.. O halde bunu feda etmemeliyiz. — Ne suretle?., — Her sevi ben mi sövliyevim?.. HAA maksadı.” TAN Deli Cafer, naz etmedi. Fakat gurura da kapılmadı. Sanki her - kesin elinden gelir bir işten bab- sediyormuş gibi gösterişsiz bir hi- sanla meşhur Cebre menkıbesini anlattı. Malüm olduğu üzere bu menkıbe, Türk denizcilik tarihin- de, hattâ bütün dünya denizcili- ği tarihinde yegâne sayılan vö- kıâlardandır, bir deha hamlesidir ve şu suree tekevvün etmiştir: | Turgut Reis henüz korsanlık ha- yatı yaşarken Tunus civarındaki Mehâiye limanını ele geçirmişti. Oradan İspanya, Sicilya ve Napo- li sahillerini tehdit ediyordu. İm- parator Şarlken, Krallar Kralı ve taçtarlar taçları o vaziyetini takı- nan, tam mânasiyle el kıran o ve baş koparan kesilip koca Akdenizi avucu içine alan bu meşhur Tür- kü o limandan çıkermak istedi, uzun hazırlıklar yaptı ve bütün hıristiyan âleminin güneşi sayılan | Anderya Dorya kumandasında hir donanma yollyarak , Mehdiyyeyi ansızın muhasara ettirdi. Turgut Reis o sırada İspanya sa- hillerinden vergi topluyordu. Bale. ara adalarına da ayni salgını tat- tırarak Mehdiyyeye döndüğü va - kit şehrin ve limanın ateşten bir çember içine alındığını gördü, Cer- be adasına çekildi. (Devamı var) (1) Kubat Çavuşun hikâye etmekte olduğumuz elçiliği 1568 yılının sonla rına doğru yuku bulmuş olsa gerektir. Çünkü İkinci Sulter Selim, babasinin ölümü üzerine 24 eylül 1565 da İstan- bula gelip tahtı vo saltanatı tesellüm etmişti, Fakat Kubat Çavuşun 1509 yı- h sonunda da Venediğe gittiğini bili- yoruz. O vakit Duçeye ve Venedik Cüm- buriyetine Osmanlı sarayının bir takımı şikfiyetlerini tebliğe memur edilmiş bu- Yunuyordu ki bunların içinde Dalmaçya hududundaki sarkıntılıklar, birkaç Türk Korsanına yapılan işkenceler ve Kıtms adasının Hiristiyan korsanları #ğinak yapılması birine! plânda geliyordu. Ku- bat Çavuş, bir efendinin uşağına karsı dahi ku eNamel Hümsyün» w, Bezatarrm toplu olduğu bir sırada Duçeye verdi ve ökü- murken de hazir bulundu. Frerk leri bu hâdiseyi neklederken: «Bu ka- dar ârhirene bir suretle yapılan lerin Senstoda müzak Handan -red “ile cevap verildi. Hz Nevi Bütün mütehassıs diş' tabibleri RADYOLİN diş macununu tavsiye ediyorlar? Çünkü: RADYOLİN Dişleri beyazlatır. Diş etlerini kuvvetlendirir. Dişlerin çürümesine mâni olur. Ağız kokularını defeder Sabah, Öğle ve Akşam her yemekten sonra günde üç defa fırçalaymız. Muhtelif sergilerden 3 diploma, 24 altın a RADYOLİNI daima kullanınız. NEVROZİN Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma; Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızi derhal keser. MANEN) İcabında inde 3 kaşe alınabilir. gı Sultanahmet Bölge Sanğat Okulu Satınalma - |Komisyonu Başkanlığından : Miktar Mu. Bedel Eksiltme, T.G.S. Tk T. Şekil kadar heyecan. gösteriyordu det Çav şan hayatı tehlikede kalmamak için sarayın erka kapısinden çıkârılmasına mecburiyet geldi. diyorler. Fakat bu, hakikate uygun değildir. Çünkü Vene- diklilerin Türk elçilerine, yürekleri tt- remeden, bukmalarına bile imkân yek- fu, Nerde kaldı ki her biri bir ejdere benxiyen © elçilere hülcum etmeği 2i- hinlerinden geçirebilsinler!, Yine tekrar edelim ki Kıbı ması meselesi bu romanın çe hilinde değildir. Yalnız (Bafa) yla ta- mışma mrasında o meseleye de temas edilmek zarureti o Bissedildiğinden bu nolları kaydediyoruz. ÇaKet; Danlul ları lâzımdır. Mir. © Ölür mı anlıyamadınız mı?.. — Size ihanet mi ediyorufü? — Cânım böyle şeyleri nereden ortaya çıkarı yorsunuz?.. Bir aşkı feda elmek mutlaka ihanete mi bağlıdır?.. — O halde ne demek istiyorsunuz?.. — Bir gün beni terketmeniz muhtemel değil mi? — Niçin sustunuz?.. bağlamak istiyorum... — Yani evlenelim mi diyorsunuz?. — Evet!.. Kollarım yana düşüverdi. Bir kahkaha sav'ırmak için kendimi güç tuttum. Fakat o dikkatle yüzümü seyrediyordu: — Mütereddit görünüyorsunuz.. dedi. Derhal kendimi toplıyarak doğruldum: — Size söz veriyorum.. Şu harp bir bitsin!, — Harp mi?.. Zaten benim korktuğum nokta, bü harbin sonu değil mi?.. O zaman bir gün buralarda kalmıyacağınıza ve derhal memleketinize döneceği- nize yemin ederim. — Yanılıyorsunuz Lida!.. musunuz? — O başka mesele!, Mademki benimle evlenmek fikindesiniz. Araya niçin zaman katıyorsunuz?.. — İşte söylüyorum., Ben bir esirim.. Vaziyetim malüm.. — Her şeye rağmen evlenebilirsiniz.. kündür... — Yok.. Beni dinleyiniz.. Biraz sabır lâzım.. Bir fikri derhal icra etmek doğru olmaz. Hem bana dü. şünmek için biraz zaman bırakın... — O halde daima ne düşündüğünüzü tekrar s0 rabilir miyim? — Bu cihet hiç hatırıma gelmemisti.. — Beni çocuk gibi oyalıyacaksınız.. Sonra da.& Bu sırada kulağıma bir tayyare sesi geldi. Birder vaktin pek ziyade ilerlemiş olduğunu hatırlıyarak yerimden fırladım; — Sabah yaklaşıyor.. Yarım saate kadar nöbetçi değişir.. Derhal dönmem lâzım.. Haydi gidelim Li- da!... Bana İtaat etmeğe mecbur oldu. Ve gayet süratli İşte ben bu noktayı sağlama Bana itimat elımiyor Bu müm- 250 3 Li.7ö Ku 20/4/39 peişembe 70Lİi3lk “açık Saat 14; Istanbul Bölge Sanğat okulu parasız yatılı talebesi için mektep için de giymek üzere pantalon ve ceketten ibaret elbise yaptırılacaktır, Miktar ve muhammen bedeli yukarıda gösterilmiştir. Eksiltme Cağa- Joğlunda Yüksek mektepler muhasebeciliği misyonunda yapılacaktır. Eksiltmeye nun İstediği şartları haiz olmaları ve Ticaret odasının belgesini taşıma- binasında toplsnacak ko- girecekler 2490 numaralı kanu- İstekliler belli gün ve saatte sözü geçen muhasebecilikte bulunma. ları ve ticarethane namına girecekler gerektir. Şartnameyi görmek istivenler mektebe baş vurmaları ilân vekâletnameyi İbraz etmeleri (2251) adımlarla ormandan ayrıldık... Aradan on beş gün seçiği halde Lidayı bir daha görmemiştim. Bir gün arkadaşlarla birlikte ve ya- sımızda süngülü muhafızlar bulunduğu balde ka- sabaya indik. Hamama girdiğimiz taman Lida vez- nede yoktu. Derhal kulaktan kulağa onun hasta ol- duğu haberi yayıldı. Fakat arkadaşlarım bana kin güdüyorlardı. Mü- nasebetimiz, bütün gayretime rağmen duyulmuştu. Hattâ benim kışladan kaçış tarzımı bir çokları tak- lit etmeğe başlamışlardı. O gün de bu hastalık ha- beri üzerine âdeta şüpheli nazarlarla beni süzerek "Ne oldu?,, gibilerde işaretler etmeğe başladılar. Ben kayıtsız duruyordum. o Garnizona döndüğü- müz zaman iki Alman zabiti yanıma gelerek bağıra çağıra almanca bir şeyler söylediler. Fakat tabii hiç birini anlıyamadım. Bir sürü rakibin içinde rahat Yaşamak kabil ok mıyacağını görüyordum. Bu maceraya nihayet vers meyi düşündüm. Zaten Lidanın teklifi beni müşkül mevkie düşürmüştü. Ben bu karmakarışık şeyleri hesaplarken akşam yemeği vakti yaklaşmıştı. Birdenbire salonün kapt- sından Piyer Voronikof göründü. Süratle yanıma gelerek elimi sıktı ve: — Sizin için izin aldım, benimle birlikte gelecek» siniz, dedi. Gayri ihtiyari — Nereye?. diye sordum. Güldü: — Sizi babamın yanma götüreceğim. Yolda an- latırım.. Ve fazla bir şey ilâve etmeden yürümek istedi. Hazırlanmam için bir kaç dakika beklemesini rica ettim. — Kalpağınızı alıp böylece yürüyünüz.. Unifor- manız sırtınızda, dedi. — Lâkin sivil giyinsem daha iyi olmaz mı?.. — Ne lüzumu var?. Garnizondan çıktık. Piyer cidden yakışıklı ve öenim dikkatimden kaçan pek ziyade bir güzelliğe malik bir adamdı. Yaşı benden küçük görünüyor. du. Biraz ilerledikten sonra dedi ki: (Devamı var) .