e e e O NA MN A ŞA, Ak e VA, ; : : , l : İ , z : . ; : 10-3-939 —— 'TAN'ın hedefi: rinber herşeyde dürüst, samimi kariin gazetesi olmıya çalışmaktır. ABONE BEDELİ Türkiye iş de, fikirde, temiz, olmak, Ecnebi 2800 Kr BW 800 : 1 Ay 300 , Mehleraran posta ittihadına dahil yiyan - memleketler için abone De müddet sırasiyle 30, 16 9. 5 liradır. Abone bedeli peşini” giren değiştirmek 25 © kuruştur. KEYAP için mektuplar 10 kuruş Pol Müves lâzmdir. 1 Sene 6 Ay 3Ay 1 939 bütçesinde, iki vekâletimi Ki pg, >< 9 rakamın, geçen sene ütçelerinden fazlalığı ile göze tay amasına imkân yoktur. Bun- May n biri Milli Müdafı a Vekâletidir. Hü Von anin geçen seneki 82,5 mil- Yep, “alık masraf yekünumu 94 mil- 3. Maarif Vekâletinin 14,5 mil ti liralık bütçesini de 16 küsur yg liraya yükseltmiş bulunu- m iki rakam, ilk bütçesini Bü Reg let Meclisine göndermiş olan Saydam hükümetinin önü ceği eki mali sene içinde takip ede- Huy, 3 siyaseti aşağı yukarı anlat. * kâfi gelebilir. azisinde şerefli maceralar kay- iş olan Türk ordusu ile, kendi- büyük ümitler bağlanmış olan rif ordusuna ehemmiyet verili- devi, 939 yılında Türk milletinin Yek te ödiyeceği paratın büyük hir Mu biribirinden güzide bu iki YA harcanacaktır. ürkiye, her yeni fırsatta sulkçü- eyy An samimi temayülünü izhar Feri! Pülunuyor. Büna rağmen kuv- m Sülhün keskin süngüler ü. hiç ke tutunabildiği hakikatini de ulak ardına atınış değildir. tay, eder Türk ordusunun teçhiza- me, Aha mükemmel bir hale getire Hayy, SMS ve gayesiyle Milli Müda- mii bütçesine ilâve edilen 11,5 Malç Türk lirası Uzak yakın ihti Takı,» İlcasiyle olmasa bile, wzak ala komapların yarışında geri di, “ak, belki ileri geçmek İçin Mir Para ile bu sene İçinde'piynde, * Süvari sınıflarının ve motörlü Ye grinin. silâhlarını yenileştirmi- trakya edilecek, fennin en son by, Sileri Türk ordusuna da tat Mogaz lecektir. Silâhlarımız, bir am datresinde asrileriyle de- Öte. Vi sayede insandan tasarruf edi- “hey büyük bir atış hacmi İstihsal na yle de modern Avrupa ordulu- Yaklaşmış bulunulacaktır. ağn da kaydetmek lâzrm ki Türk iç“ buişte kermiyete olduğu Maki gierfiyete de ehemmiyet ver- jp “dir. Elem bol, hem de İyi si- baş rc Cümhuriyet ordusunu Mode hden çok daha kuvvetli ve Bir Vatandaşın Fedakârlığı İR. (TAN) — Salihli eşrafın- Süleyman oğlu Zübeyir, Salih- *N İyi iş gören değirmenlerin Dirindeki yarıdan fazla hissesi va, Yhlümlük meyva bahçesini Mesin, Jon caddesinde bir kahvehâ, key ay ordu ve Namık Kemal tag, Mârındaki fakir ve yoksul c0- tnt u kitap ve yemek masrafları- Hatay, Anak üzere bu iki mektebe Vey, #tmitsir Bu memleketen diği e ddaym noterde tanzim ettir. *rümamede, bu malların Va» Vokaay mektep İdaresince fakir, talebeye tevzi kaydını koy- Ve ae Değirmen, kahvehane, “ün ,, “DİN senelik varidatı bin Bra tazladır, 683 yılında vukua gelen Vi- yana dönüşünden sonra Os- İ manlı İmparatorluğu pek ağır bir İ imtihan devresine girmiş bulunu- yordu. Avusturyalılar, Ruslar, Leh- liler, Venedikliler gönül ve fikir birliği yaparak, dört taraftan hü- cuma kalkan Osmanlıları Avrupa- dan sürüp çıkarmıya çalışıyorlardı. Evvelâ kadından ve birde kuru yemişten başka bir şey düşlinmiyen bir padişah ile cahil, âciz, ahlâksız vezirler, nizamsız ve âsi bir ordu e- linde kalan devletin o dört cepheli ve plânlı hücuma karşı koymasına imkân yoktu. Bekri Mustafaların, Serçeşme Yeğen Osmanların ku- manda ettikleri derme çatma aş- keler, ancak yağma hirsile sınır boylarına gidiyorlar ve düşmanı yenip ganimet alamıyacaklarını an- layınca kendi kumandanlarının ka- rargâhlarını yağma ederek geri dö- nüyorlardı. Bundan dolayı düşmanlar ve he- le Avusturyalılar boyuna ilerliyor- lardı. İmparatorluğun hududunu lersah fersah geriye çektiriyorlar. dı. Avcı Sultan Mehmet, üç, dört sene bu felâketleri mühimsemez göründü, yedi yüzden fazla halayık arasında yaşamaktan ve sık sık ta ava çıkıp devlet işlerini yüz üstü birukmakten geri kalmadı. Halk ta ilk inhizam yıllarında tahammül ve tevekkül gösteriyordu. Saraya ve hükümet ricaline açıktan tarizler savurmuyordu. Fakat Budinin su- kutunu takip eden askeri felâketler ve mülkçe vukua gelmiş ziyanlar nihayet o tahammül ve tevekkül çerçevesini kırdı, halkta umumi bir galeyan başladı. Hemen her ağız- an şu şikâ dökü yordu: — Memleket elden gitti. Padişah şikârdan yine feruğat etmez! İalk- tan utanmaz ise Allahtan korkmaz mı'o? Niceye dektir bu? Kırk yil- dır avlandı. Halka zulumdan gayri nişledi ve bu çekilen, hep şikâr fe- zahati değil mi? B ir aralık bu şikâyete sipahi- ler de iştirak ettikleri, yani halkın diline kılıç yardıma başladı- hı için Avcı Mehmedin gözleri a- çıldı. avdan el çekmek temayülü gösterdi. Hatti sarayındaki yedi yüz halayığın beş yüzünü çıkarmak suretile “gayri memnun, lara ce mile dahi göstermek istedi. Fakat ne bu hareketler, ne de Topkapı sâ- rayındaki bir kaç bin binek atından ancak yüzünü alıkoyup üst tarafını atsiz kalmış sipahilere dağıtmak gibi nümayişler para etmedi. saray aleyhindeki cereyan gün geçtikçe büyüdü, genişledi. O sırada askert, siyasi, mali ve içtimal felâketlere tabiatin hoyrat- liğı da katılmaktan geri kalmıyor- du, Meselâ 1686 yılında İstanbulu müthiş bir kış kucaklamıştı. Bili gün yollar kapalı kalp payitaht muhasara altına girmiş gibi sikinti. h bir duruma düşmüştü. Bitpazarı o kış günlerinde buz kesildiğinden alış veriş durduğu gibi Eyüpten Sütlüceye buz üzerinden yürümek mümkün olmuştu. Ayni yilda kıtlık memleketi kasıp kavuruyordu, buğ- dayın kilesi - bugünkü rayiçle « İ- ki yüz ve otuz dirhem ekmek on kuruşa satılıyordu. Anadolunun bir çok yerlerinde halk mazı, ayrık kökü, ceviz kabuğu yiyordu, küme, küme ölüyordu. Lâkin devlet rica- Wi yine refah içindeydi. Meselâ ka- tesi kesilerek ma'ı sarava alınmış ölan Kars İbrahim adlı"bir sadra- zamın haznesinde on binlerce al tmdan ve bir cok mücevherden baş- kn bes yüz okka öt wüz yirmi okka #nber burlunmuetu ki. valnız bır iki madde büyük bir servet demekti. Sultan Mehmet, işte bu A İnel tahttan indirildi. Yerine kardeşi Süleyman geçirildi. Yeni padişah, tam kırk yıl mahpus yaşamış olduğu için akılca da, vü- TAN Lİ A.E Bir Tek “Erik, Yüzünden Boynu Vurulan Bostancı Yazan: : M. Turhan Tan cutca da hasta idi. Devlet işlerini düzeltmek şöyle dursun, kavramak- tan bile âcizdi. Her işi sadrazama, harem dairesini de kızlar ağasına bırakmıştı. Zaten kadınlarin alış verişi yok gibiydi. Üç beş gözdesi. le, beş on hasekisile, başbaşa verip dertleşmekten başka bir işle meş- gul olmazdı. Halbuki saray, yeni hünkârin şerefine yine körpe körpe tadyomsuz İstanbulda top oynanan yerler malümdur: Çayırlarda, bostan yerlerinde, boş arsalarda, çöplüklerde ve saire. Bunlara kimsenin bir şey dedi- ği yok: Çocuktur, oynayacak, genç tir, ekzersiz yapacak. Yahut sa - kallı bebektir, işsizliğini güçsüz - lüğünü avutacak. Yer yer satdyomlarımız, ma - halle mahalle çocuk bahçelerimiz kuruluncaya kadar çocuklarımızı ve gençlerimizi mikrobistanl, çekip kurtarmanın güçlüğünü tak- dir ederiz. Bu topçular bari başkalarına muzir olmasalar, Hiç olmazsa bu- bun önüne geçilemez mi? Topçuluk öyle ilerledi ki tram- vay caddelerinden tutunuz en sa - pa sokaklara, çıkmazlara varinca- yadek salgın halini aldı. Aşağı yukurı, İstanbul Madri « din bir komik örneğine döndü. O - rada infilâkla binalar © yıkılıyor, burada şangırtı ile camlar iniyor. Orada yaralılar inliyor, o burada hastalar nâra, yaygara, külür pa- tırdı dinliyor, Arada bir nokta farksızdır: O - rada da ceza yok, burada da. Şiküyet edenler o gördüm ki aldıkları cevaplar da haylice ko - mikti. Birisine “çocuk bunlar, ne yapalım? Ceza kitabında yeri yok,, dediler, Bir başkasına “hastanız o- kadar rahatsız oluyorsa, aşağı kat- larda oturmayınız, apartımanın en üst katını kiralayınız,, aklını öğ - rettiler. Afacan topçulara karşı | şahsi teşebbüse girişmek pek © zordur, zor değil. tehlikelidir! Rir iki tec- rübeye kalkanların başlarına ve sırtlarına neler geldiğini gören * ler hu tehlikeyi tasdik ederler. Ceza kitabında yeri gerçekten var mı, yok mu bilmiyorum, Bil - diğim şudur ki çocuğun her şey - den müstesna ve muaf olduğuna halayıklarla doldurulmuş bulunu- yordu. Bunlar ve eskiler, padişıhın Htifatma mazhar olmak bulyasile kıvrım kıvrım kıyraniyorlardı. O mesut günün güneşini görmek ihti- yacı içinde yanik yanık çırpınıyor- lardı. İkinci Sultan Süleyman, bu muz- tarip bekleyişleri sezinseyecek ka- biliyette değildi. Aşka muhtaç kız- Sokaklarda Top Yazan: Aka Gündüz dair herkeste kati bir kanaat pey. da olmuştür. Bundan da şa mah - suller Mi Kırmak, dök- mek, hı , küfür etmek, ya- ralamak, paralamak, ve nihayet - sık sık görüldüğü üzere . cinayet! Bu mahsullerin Âli ve tâli ik. tısadiyatımız üzerindeki kıymetle- rinin ne idüğünü bilmek faydalı olsa gerek! Cemiyette çocuk, hiç bir za - man gayri mesul mevkide de - Zildir. Anası babası, velisi bakici. sı olan çocuk bilvasıta mesuldür. Cam kıran, kafa patlatan bir çocu- ğun verdiği zararı bunlardan biri öderse iş hemen değişir, Bugün tramvaylardan atlayan, şivi dışı geçen kimse kalmadı gibi bir şey, ikse kendisinden, kü- çükse velisinden ceza alınıyor, Bu işi basit görmiyelim. eemi- yetin nizam ve terbiye işidir. Kim- sesiz, kaldırım çocuğu ne O kadar hırpani ve geri olursa olsun onda bir polis korkusu vardır. Ondan tehlike gelmez. Tehlike, terbiyesi ve hareketi ebeveyni tarafından kontrolsüz kalmış aile çocuğun - dan gelir. Cezada otomatik hir mantıkla ailesine terettüp etmeli - dir. Epeyce var, hir gün Kalyoneu- kulluğunda bir ziyarete gidiyor « dum, karakolun yanındaki cadde - den geçemedim, başkaları da ge çemediler. Bu caddeyi Meksiko - Dun profesyonel ihtilâleileri gör - selerdi hayretten ve hasetten par- maklarını ısırırlardı! ,Tertip ve tedbir için komisvo » na lüzum yok. Kısa bir karar ye « ter: Sokaklarda her türlü afacan « lik yasaktır. Yapanların ailelerin. den tramvay, çivi cezası gibi ceza alınır. Cemiyetin nizamına ve terbi - yesine sokaktaki afacanlıktan baş- lamak, kökten başlamak olur, Bek | leyelim, ik e n Jar ve kadınlar da nihayet onun ac- zini anladıklarından Topkapı sara- Yında uzunca bir zaman metemi bir hava dalgalandı. Halayıklar ko- Ruşunda tebessüm görülmez, ve kahkaha işitilmez oldu. Coşkun kanlı, şuh ve kıvrak yürekli, aşk güvercininin o muhite giremiyeceği anlaşılır anlaşılmaz durgunlaş- mişlardı. Harem ağalarından biri bu vazi- yeti - tabir caizse - ilmi cepheden incelemiye koyuldu ve kızların e- lemlerindeki sebebi bütün çıplaklı- ğı ile anladıktan sonra cesur bir te- şebbüse girişti, Bu köle - zencilikle Arâplık arasında uzak ye yakın bir münasebet bulunmamasına rağ- men kendilerini Araplığa mal et | mekten geri kalmıyan yüksek sevi. yeli zenciler gibi - kendini o büyük kavme mensup tanırdı. Bu teveh- hümün zoru ile de Arapça diliy » bir kitaptan mâna çıkaracak ka. dar « öğrenmiş olup serbest bulun. duğu saatlerde bol bol tarih okur. du. İşte bu okubtalar sırasında ve İbnül'esir, tarihinde Mısır hüküm. darlarından Humariveyhin saraymı umumi ve daimi gerdek haline koy. muş olan halayıklarla harem ağa larının hikâyesini dahi okumuştu, Köle, o hikâyeden ilham aldı, fikin harem ağalarını dalâlet yoluna sü- rük'edi, sonra - onların yardımile - balayıklar arasında propagandaya girişti ve nihayet her hadım köle ile bir halayığı izdivaç ettirdi. rtik halayık koğuşları seş- sizlikten kurtulmuş, elem mührile kapalı genç ve kizil du- daklar açılmış, sarayın neşesi feve- ran derecesini bulmuştu. Muhitin ve işlenmekte olan suçun hissettir. diği zaruretlerle mücrimler yüz göz olmak zorunda kaldıklarından karı koca durumuma giren hulayık- larla köleler sabahlara kadar uy- kusuz kaltyorlar, delice eğleniyor. lardı. İkinci Sultan Süleyman bu kepazeliği sezmedi, fakat onun ölü- mile tahta çıkan kardeşi Ahmet, henüz kafeste iken kulağına çalan dedikodulardan tenevvür ettiği i- çin, halayık koğuşlarını birer iffot yuvası halfhe koymak istedi ve nö- betçi olmıyan zenei hadımların ha- rem dairesine girmelerini şiddetle yasak etti, > Şimdi bir kaç yöz halayık dul kalmış oluyordu ve böyle de olma- sa nöbete giren kölelerin eşlerile görüşmeleri öbür halayıkları kıs- kandıracağı için tehlikeli bir cüret olurdu. Bu vaziyette yine mahut okur yazar köle araya girdi. Hala- dalgaların GÖPÜŞLEP Dalgalar sa,“ Şahittir Yazan: Sabiha Zekeriya Sertel V apur İskeleden hareket ctü, Gecenin karanlığı içinde, bir- birlerinin boynunu sırp yayılan arasında yol alıyoruz. Rüzgâr cenuptan esiyor. Göz alabil- diğine Odenizin ötesine o bakıyo- rum, Deniz görmüş, gemi parmaklık. larını koparan fırimanın şâheserini seyretmiş yolcular için, bu minimini dalgacıklar, deniz köpüğü gibi bir şey... Vapur, bir dalganın sırtından, w- çurum aşağı yuvarlanan bir top gibi kayıyor, camlarını kıracak gibi üzerine gelen bir dalganın sırtıma biniyor, Sağdan gelen dalga, vapuru içindeki eşyasile beraber savura «g- vura itiyor, vapur beline tekme ye- miş gibi sola yatıyor, buram buram terler dökerek nefesini almadan, soldan gelen dalganın tokatile başı sersem sağa yatıyor, Yolcuların yüzünden kan çekilmiş, Bahrimuhit ortasında rastlanan bir fırlinanın verdiği heyecanla önlerin- deki masalara tutunuyorlar, bir dal- ganın sırtından, öteki dalganın sır- ına geçişi, Beşikte sallanan bir ço- cuğun sersem olmuş şuurile bekli- yorlar, Düşmanı zayıf bulan düşman, nasıl her cepheden saldırırsa, dalga- lar bu narin yapılı, cici bici giyinmiş kuşanmış vapuru, bu defa altından döğmeğe başladılar, Sanki bir deniz allı ejderi, gazaba gelmiş, deniz ilâhı haşıni deniz yosunlarının altından sıkarıyor, olanca hzile vapurun tek- nesine çarpıyordu. Neredeyse, gemi nin döşemesi yarılacak, sular ambar- dan filân değil, kadife koltuklu sal0- Dun tahtaları arasından yüzümüze fışkıracaktı, Dalgalara o kadar yakın © kadar yakındık ki, ayağımızı bas- tğımız döşemeye çarpıp süzülüşle- rini, ayağımızı üzerine basmış gibi hissediyorduk. Nefes almak için mi- desini uğuşturanlar, bu tehlikâi sç- yahatten canlarını bir an evvel kur. tarmak endişesine” kapılanlar, süz- gün, mahmur gözlerle birbirlerine bakıyorlardı. te bir Transatlantikte a alelâde bir vapurda geçmiş değildir. Bu ta- lihsizlik, İstanbuldan OKadıköyüne Suvat vapurile geçmek felüketine uğ- rayan yolcuların başına geli Deniz, İstanbul için normal sayıla- €ak bir denizdi. Her hangi bir vapu- sun, hattâ meşhur Neveserin bile va- kar ve cesaretle kurşılıyacağı bir fox dostu, Bu yeni gelen yapurların elci biel- liğini pek beğenmiştik. Fakat sonra- dan bu vapurların çürük olduklarını iddia ettiler. Mütehassıslar geldiler, müsyene ettiler, raporlar o yazıyor. lar... Bence bunların hiçbirine lü- zum yok. Bu gemilerin çürük, daya nıksız olduğuna dalgalar şahittir, O miniminicik dalgalar, bu gelin gibi süslü vapurla alay ettikleri kadar, belki bu denizde hiçbir mavna ile be biçim alay etmemişler, bu kada yıklara bir takım öğütler verdi ve onları gece yarılarında üçer beşer yataklarından fırlıyarak: “Koca gürdük, koca gördük,, diye bağırt- maya başladı. Koca, Osmanlı sara- yı ıstılahında “erkek,, demektir. devri bizzat yaşamış olan “Silâhtar tarihi, muharriri Fındıklılı Mehmet Ağa bu çirkin cümleleri anlattıktan sonra şöyle bir hâdise kaydediyor: “Bir pazar gecesi yine böyle (ko- ca gördük) diye bağışışmalar oldu. Bir güruh yalın kılıçlı Arap has o- da semtine geldiler. Tesadüf bu ya, orada bir adam gördüler. O has o- da bostancılurından bir biçareydi, cani erik istediğinden bahçeye çık- miş ve harem duvarından uzak bir küçük erik ağacından mevva kona- rıyormuş Harem ağaları herifi ya- kaladılar. “işte hireme giren bu- dur. Duvardan inerken tuttuk, de diler. Herifi döğe döğe, sürükliye, sürükliye kızlar ağasına getirdiler Ağa, hemen koştu, erik ağacınm bulunduğu yere geldi. iyice baktı, insaf sahibi, dindar bir adamdı, Ha- sinsi kahkahalarla gülmemişlerdir. * R. Öz İmzalı okuyucuya: Mektubunuzu Kariler Sütununda meş- redeceğiz. ——— rem duvarı ile ağaç arasında belki on zira mesafe vardı ve. duvar &- Baçtan on beş zira daha yüksekti. Şu hale göre duyara çıkmak ve in- mek imkânı yoktu, Fakat zenci kö- leler, zavallı bostancıyı duvardan inerken tuttuk, demekte ısrar ettik.” lerinden &ız'ar ağasıda başından korktu, padişaha kaziyyeyi bildirdi. Ertesi pazar günü bostancı başı Süleyman Ağa: “Biz bu lekeyi ka- bul etmeyiz. Cümle neferletime ben kefilim Ağaç ile duvar srasi- nı zahmet edip gelin. görün. diye padişshs yalvara gördüyse de sözü- nü diınletemedi. erik isteklisi bos tencınin boynu vuruldu hirem duvarına yakın ağıcların hepsi ke- sildi ve zenci kölelerm eskiden ol- duğu eib: her vaki harem da'resi. ne zirme'erine de izin verl'di. İkinci Sultan Ahmedin bu müsa- adeyi vermekle çok garip bir vazi- yete düştüğünü, halsyıklarla ha- dımların ise bütün koğuşları ger değe çevirdiklerini söylemiye lü- zum görmüyoruz. Bu tehlikeli seyahat, Bahrimuhit. :