İyi Kalpli Çoban ve Bir Sürüye eceyi bu adamın G geçirdiğimi söylemiye > Yok tabii, Kendimi bu İYİ ep Uyara, Harkofa seg ki miş, fakat Bulgaristan” “yel - rşması üzerine işeli. TET yi bal. Mış bir Bulgar garca bildiğim, Noreko? ee lisi hakkında bi lale lümat verdiğim için, bU “e suçsuz Biz sözlerime kanmığ, Yİ VE ira. bir adam olduğuma ve ağlamıştı. İhtiyarın yüzü güldü. Memmun- Tukla bana döndü. Ve: — Bahtlı imişsin be delikanlı, de- di. Komşularm Odesaya gidecek arasın. Yalnız otlara Sar oldu- Bir hafta sonra, yani Moskova- Aleksandırın evi yine kem Bina dönmüştü. Benin am muvaffakıyetle Odesay Çar hü- Nihlistleri canlandırmışt” “ - sön- kümetinin amansız salümleri ki miye yüz uttan komitecilik Dimit- bayağı parlatmıştı. isi isim Saha Matmazel ini şimdi iyi sw bazı sayılı elebaşılar Def Bile - de toplanıyor, son günl K gi. dükleri, zalumlerin intikam” e mak için, yine kanlı Bu Ars” hareketler hazırlıyoria- aanyö da benim de Odesadan Fi Ya kaçırılma için çareler Te ben Yorlardı. Tabii bu de karışıyor, çarlık karşı içletinde alevleri time İntikam ateşini bütün körüklüyordum. Pek gelikaya acımiş, kardeşinin Ruslar tarafından tutulduğunu söylememiş tim, Sizılı yüreğimde gizlediğim bu hicranlı sır, Angelikanın her yü- züne baktıkça, tazeleniyor, içimi kemiriyordu. Söylemek ile sakla- mak hususunda bir türlü karar ve- remiyorı çok üzülüyordum. Ödesa- ya vardığımın tam altıncı günü ak- şamı idi. Aleksandrla arkadaşları yine toplanmışlar Beni Rumanya- ya geçirmenin son görüşmelerini yapıyorlardı. Bu adamların başın- da Odesanın eski balıkçılarından Kozma Çabaciyef adında ihtiyar bir deniz kurdu vardı. Bu namlı a- dam beni Tuna nehrinin ağızların. dan birine çıkarmayı üzerine al - mıştı. Hareket gün ve saati bile ka- rarlaşmıştı. Verilen bu kararın şe- refine babacanlara elimle şarap ik- ram ederken, birden açılan oda ka- pısının eşiğinde inatçı Gabayın sol gun yüzü ile incelmiş vücudü be - lirmişti. Gabayın bu ansızın gelişi yalnız Angelikayı değil beni de çok sevindirmişti. O gece ti gün 'doğuncıya kadar Gabay söylemiş, biz dinlemiktik. Kurtuluşu şerefine durup dinlenmeden içmiş, eğlen - miştik. Bol güneşli, ılık, tatlı meltemli bir günün akşamı idi. Karadeniz çır pınip çarpınmaktan yorulan. mi- şil mışıl uyuyan bir çocuk gibi ses- siz, sakin uzanmış yatıyor, nazlı bir eda ile çekilen güneşin tatlı kızıl- lıkları bayağı yol”yolderize"aki- Vakit ilerlemişti. Artık ufkun tat- ile boynumu bükmüş oturuyor, bi- ribiri ardına dalıp çıkan küreklerin denizin içinde peyda ettiği donuk parıltılara gözleri dikmiş, düşü- nüyordum. Nereye mi gidiyorsun, dediniz? Rumanyaya sayın okuyucularım. Odesadaki dostlarımın yardımları ile, bu sabah hazırlığımızı bitirmiş tik. Aldığımız bir hayli yiyecek ve içecek ile ambarını döşediğimiz mi- nimini bir balık kayığına binmiş, a- rasıra yaptığı haşarılıklarla adını karartan Karadenizin kararan koy- nuna girmiştik. İşte üç saattir de çala kürek cenuba doğru ilerli - yorduk. Kozma Çabaciyef gerçek- ten kurnaz bir deniz kurdu oldu - rek yaptığı oynaklıklardan, bize çektirdiği azap ve ıstıraplardan bah setmiyeceğim. Yalnız şu kadarcık çekten hak verdirdi bu acuze bize. Odesadan hareketimizin on do - kuzuncu günü Köstenceye geldik. * Bu seyahat bana iki yüz Osmanlı besinde cok rahat gecirdim. vor. Benim Hemşehrisi Olduğuma Kanmış Çoban Yaparak Odesaya Göndermişti gun, bitkin vücudümü iyice dinlen- dirdim. rtesi sabah Tuna vapuruna bindim. Vapurdaki jandarmaya o sun- duğum. iki Osmanlı lirası, vizeli bir pasaportun işini gördü. Vapurumuz Silistire iskelesine yanaşan son va pur olmuştu. Çünkü Rumanya hü- kümeti de büründüğü tereddüt kis- vesinden sıyrılmış, İtilâf devletle rine katılarak harbe atılmıştı. Bu havadisi Silistireden alan vapur kaptanı Rusçuk, Ziştoy. Niğbolu is- kelelerine uğramamak kararını ver migti. İskele memurları da vapurdan hiçbir yolcunun çıkmasına müsaade etmiyor, yalnız vapura yolcu bin diriyorlardı. Bu durumda da Os manlı altınının sihirli tesirine tok- rar müracaat mecburiyetinde kal- dm. Kesemde kalan son üç altın » dan ikisinide İskele memuruna sunmakla Silistire toprağına âyâ- ğımi bastım. Bir liradan başka param kalma- mıştı. Bir avucumdaki liraya ba- kıyor, bir de İstanbula kadar olan mesafeyi düşünüyor, kendi kendi - me gülüyordum. Bu züğürtlükle ta- bii otelde kalamaz, lokantaya 80 - kulamazdım. İskelede satılan üzüm leri görünce ferahladım. O geceyi, pek iyi bildiğim Silistire bağların- dan birinde geçirmek kararı ile yo- la düzüldüm. Bir bağın kenarında Üzüm, ile karnımı dZYURdMER UY yudum. (Devamı var) LA MORENİTA Yazan : u sahnenin tâ başından seyir- cisi olmuş ve kendini güç belâ tutabilmiş olan Topal Viyolo- nist. Pastia hürmeti ve nezaketi bir tarafa fırlatarak, birdenbire Don Castillo'nun karşısına dikildi, “.- Senin hizmetçi kızı gebe kaldı diye onu sokağa atmak ha!?. Sen aklını mı şaşırdm? İşte bir kadın ki odalarmı süpürmek, otu- raklarını taşmak, senin mobilya- »ın tozunu silmek gibi saçma sa- pan işlerde hayatını çarçur eder- ken, birdenbire bu külüstür işlere sırtını dönmüş, kendi saadeti ve kendi hedefi olmiyan, ve kendin - den çok daha öte olan bir hedefe doğru yol almış. Dünyadaki insan- ları çoğaltmak, artırmak, ve öte - letmek için analık işine girişmiş, yeryüzü yepyeni bir beyin doğur - muş. Onun bu cesaretine hayran kalacağımıza, bu kadındaki © çık gin yaratmak İsteği ve kudreti kar- şısmda, onun namına şükran şarki- ları söyliyeceğimize, ve “Bizlere bir çocuk doğurdul,, diye sevinçle hop hop hoplıyacağımiza, tikma- cağımız iki buçuk hususi lokma uğruna uydurduğumuz o ördek ba- caklı badibadi fikirlerimizle, do - ğuran ananın karşısına dikilmiş, utanmadan, arlanmadan haysiyet maysiyet diye cart curt ederek ona ne biçim ceza biçeceğimizi ta- sarlamağa koyulmuşuz. Bir ka- dının bu doğum işinde kendisi kendinin umurunda değil, senin eski fışkı gibi eskidikçe kiymetle- nen o asaletinin onun gözünde ne yeri olur? Yeni bir kafa doğurdu bel İsterse evvelce doğmuş olan- ların milyonlarcasi çarçur olmuş, arlaryış, gönüllerinin. sev b Ukğuluş, VE para am parozuna koyulmuş olsun. Onlara bedel İşte yeni bir kafa doğdu di- KADIN NEDEN ÇÖKER? Yeni doğan çocuğun karnı ilkin yusyuvarlak olur. Sonra yavaş yavaş düzelir ve insan yirmi beş yaşını geçtikten sonra yeniden yükselmeğe temayül eder. Ağaç- İar kökleştikçe kalınlaştıkları gi- bi, insanlar da babayiğit oldukca karınları büyür... Dört ile yedi yaş arasında bir çocuk güzel güzel yiyip | içerek, koşup oynarken bir aralık meşesi kaçar, huysuz olur, yemek İste- mez, göz göre zayıflar. Karnına bakarsanız ortası çök- müş, karnı kayık gibi oyulmuş olduğunu görebilirsiniz. o Bunu menenjit hastalığından gelmiş ol- masına ihtimal vardır.. Çocukla- rın - hele zayıfladıkları vakit - karınlarına sık sik bakmakta ve biraz çökük görünce hekime gös- termekte ihmal etmemelidir... Çocuk olmıyanlarda da karın çökebilir, Pek züğürt olanlarda yemeğe doyamamaktan, karınla- rını doyurabilenlerde de kara humma gibi ateşli ve devamlı hir masa bile dünyaya gelmeden önce dokuz aylık hayat esnasında c0- cuğu anasına bağlıvan, o kadar müddet içinde annesinin kanı ile beslemeğe vasıta olan Okordonun bu bakiyesini selimlamak lâzım- dır. - Göbek cocuklarda tabii ola- tikçe karnın tam ortasına gelir. Hafif bir çukur şeklinde old halde pek şişmanlarda kuyu gibi derin olur. Meşhur hikâyeyi hatır- We Feki zamanda kadı efen- di mührünü kaybetmiş, bir türlü bulunamamış, sowra hamamda şişman kadı'nın göbeğinden çık- miş Bazılarında - en çok bayanlar. da - dümdüz olur. Karnın içinde bir ur bulunması hatıra gelmeli. dir. . Minimini cocuklarda göbe- ğin dışarıya çıktığı vardır. O z2- man saruğun karnında küçücük, fakat ince barsağından bir parca- sının kadar bir yarık ol- duğu düşünülmelidir. - Karın ke nari gevsek bayanlarla pek ihti. yar erkeklerde de göbek dışarıya fırlıyabilir, gene bir karın yarık masından, karın zarının arasmda su toplanmasından da göbek fır- şerri siroz hastalğında oldu- Karnın büyümesi çökmesin. den daha ziyadedir. Bayanlarda gebelikten büyüdüğü anlaşılınca merak edilecek bir sey değildir. Fakat sismanlıktan, yağdan bü- yüyünce kadın olsun. erkek olsun Bazısında karın, sişmanlıktan midede yahut harsaklar- toplanmasından bü- dır. Erkeklerde zaviye çok geniş olur, Bir erkekte zaviye dar olun- ettirmesi ca akciğerini muayene pek te lüzumsuz olmaz. Halikarnas Balıkçısı ye cünbüş edelim. Yoksa kürel ar- zın tekâmül eforu tükendi mi? Artık düşünülecek ve tatbik edile- cek nizamlar hep kuruldu, ve ge lecek nesillere kala kala, insan gi- bi değil fakat ancak dolap bey- giri gibi, o nizamı mihverinde dön- dürmek mi kaldı? BS Castillo: “-— Ben uzun lâfa gele - mem, kızı şimdi defedeceğim., Diye bağırdı. Pastia: *— O zaman kadını ben alırım ve evime götürürüm. O şimdi yar- dıma! hürmete! tebrike muhtaç - tir. Bunları sizin mukâddes aile - nizin tavanı altında (bulamaz. Dünyalığı kıtça olan bir artistim ama, yine onun ihtyacı olan şey- leri ona verebilirim. Hem sevine sevine!,, dedi. » i Misirin mabetle- sa dayi, va kapi rinde ve peklerin, öküzlerin şu iyiliği var dı ki, karınları doyurulunca kıv- rip zibarirlar, ve yalnız her der- de devadır diye hap edilerek yu- tulan mukaddes fışkı hasıl ederler- di. Fakat Don Castillo yuttukça yutkunan, tıkındıkça acıkan, ve mütemadiyen havlamağa, hirlama- Ea, toslamağa, saldırmağa, parça- lamağa ve yırtıp yakmağa ihtiya- cı olan takımdandı. Bundan dola- yı Franko isyanından biraz evvel, kendisi İspanyol Afrikasına geçti. e” H»» esnasında La Merenita, Pastia'nın evinde oturuyor. du. Gerek gündüz bombardıman - larından kurtulmak, ve gerekâe çocuğa hava aldırmak için sabah- ları şehir haricine çıkıyor, ve ak- şam geç vakit dönüyordu, Çocuk Akşama kadar güneşte ağaçlıklar - da oynuyor, yanaklarında renk har ıyor, gökü, bulutu seyrediyor. Ku- şu ırmağı dinliyor, çimen üzerinde perende atıyordu. La Morenita bir gün eve dö - nünce evin bir kısmının tayyare bombasile tâ sabahtanberi hasara uğramış olduğunu gördü. Pastia yerlere serili idi. Sıcak havada nâ- p çarçabuk ağırlaşmıştı. Arı ko- yanına girip çıkan arılar gibi, ağ- zından kara sinekler uçuyordu. Birkaç gün sonra Frankocular şehir kıyılarma yanaştılar. o Her- kes kaçıyordu. Kadın çocuğu bağ- rına basarak, sokakta köpeklerin arasından koşup gidiyordu. Kö - pekler sokakta yatan insan leşle- rile karınlarını doldurmakla, ve insan kellelerini kıtır kıtır kemir- mekle o kadar meşguldular ki dö- nüp de kadına havlıyacak 'vakitle- ri yoktu. adın çocuğu göğsüne tuta - rak günlerce dere tepe koş- tu. Üstü başı paramparça olarak, hududa yaklaştığı gündü. Nabzı başma variyoz gibi vuruyordu. Sanki beyninde binlerce telefon, fonoğraf çalınıyor, ziller çıngırak- lar çıngirdıyordu. Işık gözlerini ya- kıyordu. Gözlerini kapadı. Göz ka- paklarmın içinde, kızıllıklar, kara kara isli dumanlarla karmakarış harlayıp savruluyorlardı, Göz ka- paklarının ardında vahşi bir hır- çımlığın çalkanışını görüyordu. San- ki tam tren kalkacağı zaman, te- lâşlı telâşıl öteberiye Yunu ite kaka açan, birbirinin öze, rine tepine tepine yol almağa sa- vaşan bir mahşer. Bir sürü infilâk. « lar oluyordu. Parçalanan, kelleler bacaklar, kanlı bir volkan püskür- meleri gibi, dört tarafa saçılıyor. du. Bu kuduran, anıran, böğüren, hırliyan cehennemin içinde, renk renk opera komik üniformaları giymiş, başlarına püsküllü papak- lar, tüylü hotuzlar takınmış, bir takım insanları vazıhan ayırdede- biliyordu. Bunlar kadına yeşilli, beyazlı, kırmızılı, bir hap yuttur- mağa çalışıyorlardı. Kadın hap her nasılsa zehirli olduğunu anlr- yarak, yutmayınca bu sefer zor. la hintyağı içirmeğe çalışıyorlar - dı. Kadın çabalıyor, debeleniyor, ellerinden güç belâ kurtulup ka - çıyor. Koşuyor, taşlara çarpıyor, yıkılıyor, ve göz kapaklarının iç yü zündeki o cehennemden kurtul - mak için gözlerini açıyordu. pe gözlerini açınca, açık gözlerinin önünde gördükle- ri kapalı gözünün içinde gördük - lerinden farklı olmuyordu. Çocu- ğu bağrına daha sıkı basıyor; ko- şuyordu. Gördüklerinden kurtul - mak için gözlerini kapayınca bu sefer önüne, kaz adımlarile marş marş yürüyerek gelen tabur te- bur insanlar dikiliyor. Birbirinin üzerine uzatılmış dört beş bonfi- leden ibaret, dört büklüm kat - merli enseler üzerinde oturtul - muş dapadar matruş kafalar te şyorlar. Sanki dar yakalarının tazyikiyle kafalarının üzerinde ben ve ur şeklinde eeviz kadar et to murcakları pırtlamış bulunuyor « du. Hoyratlıklarile Ykmarak $öz- leri yulamadıkları lokmalar gibi mer yumruklarmı, badem şekeri dir diye kadının gırtlağından içe- ri tıkmağa, ve hap diye yutturma- ğa çabalıyorlardı. Kadın “Bunu görmektense, gözlerimi açayım bari. Yakarlarsa yaksınlar! Kör olayım bari! Ne gözlerim açıkken ne gözlerim kapalı iken görme » yeyim.,, dedi. Gözlerini açtı. Yine kendini kapkara bir kalabalığa ka- tışmış buldu. Yanan gözleri sanki kızgın iki kor, kızgın iki demir çu- buk oldu da beynini cayır cayır yaktı. Artık göremiyordu. Bağrın- daki çocuğu el dokunuşiyle bulu- yordu. Onu bağrma daha ve daha sıkı bastı, Kanıyan ayaklariyle, kendi topraklarmda kandan iz- ler bırakarak, koşuyordu. Bir ara- ık omuzunu bir avuç kavradı. Ona tanımadığı bir lisandan konuştu: La pauvre, elle est folle. “Zavallı çıldırmış, deniliyordu. uduttaki Fransız kadmları « nm biri, çocuğu emzirmek için Morenitanın kolları arasından almağa kalkıştı. Fakat çocuğun çoktan ölmüş, mosmor kazık kesil. miş, hattâ kokmağa başlamış ol. duğunu gördü. Çekildi. Morenitanm her tarafı tir tir titriyordu. Erimişti. Sırtındaki pa- çavralar, bir iskeletin üzerindeki çürük kefen gibi sarkıyordu. Bir aralik çocuğun her tarafını sığaz- ladı, okşadı. Deliliğine rağmen tâ özündeki insan analığının sevgisi, ve kalkmış mucizesile bir an için şuura kadar irkildi. (O Çocuğunun ve taş kesilmiş olduğunu, ve her ne kadar kuru kemik olsa da, eli- nin verdiği nur gibi tatlı analık okşayışına, çocuğun artık öbediy- yen cevap vermiyeceğini anladı. Görmiyen kör gözleri söze gelmez bir dehşetle yuvalarından fırladı lar. Bağrından göklerin hassas mavilerine bile cız ettiren müthiş bir çığlık yırtıldı, Kör gözlerini açık olarak çocuğun etlerine daya dı. “Çocuğum seni görmiyecek mi- yim!,, diye bağırıyordu. Tirnakla- riyle memesini yırttı. Bir eliyle (Lütfen sayfayı çeviriniz) ki kN