ULGAR Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi : 87Gün ğnî'a Odesaya Varmıştım İyi Kalpli çob;n/;e_l;m Hemşehrisi Olduğuma Kanmış ve Bir Sürüye eceyi bu adamın G geçirdiğimi söyı’fnıye li ih- Yok tabii. Kendimi bu iyi KâlP Uyara, Harkofa çal miş, fakat Bulg rışması üzerine İŞSİZ. mış bir Bulgar tanıtm garca bildiğim, N lisi hakkında bilgi lümat verdiğim İÇİN, ge- hazbe kar - Iıhı' iyi bul- ve hava- uygul'lml' bu adamca - gelikaya acımış, kardeşinin Ruslar tarafından tutulduğunu söylememiş tim. Sızılı yüreğimde gizlediğim bu hicranlı sır, Angelikanın her yü- züne baktıkça, tazeleniyor, içimi kemiriyordu. Söylemek ile sakla- mak hususunda bir türlü karar ve- remiyorı çok üzülüyordum. Odesa- ya vardığımın tam altıncı günü ak- şamı idi. Aleksandrla arkadaşları yine topl şlar Beni R ya- Çoban Yaparak Odesaya Göndermişti gun, bitkin vücudümü iyice dinlen- dirdim. rtesi sabah Tuna vapuruna bindim. Vapurdaki jandarmaya — sun- duğum iki Osmanlı lirası, vizeli bir pasaportun işini gördü. Vapurumuz Silistire iskelesine yanaşan son va pur olmuştu. Çünkü Rumanya hü- kümeti de büründüğü tereddüt kis- ğız sözlerime kanmıfı iyi ve ç Va bir adam olduğuma lamıştı. lime çok da acımış V? .Bbile va- Beni Odeşeya gönderme” adetmişti. Odesanın bulunduğum “î“iğ:_ trenl> Yeli el B . buçuk gün uzaklıkta a İ pasaportsuz, ve- î::z b GD ik zor bulundu- h Adamcağızın gö- Va myıbmişd' ğz::ün içine blh , kendime &- omplemanlar yapı- günü de ağılda, karşı- Jıklı sohbetle geçirdik. Akşam ü - zeri ağıla dönen sürünün başında- ki genç çoban yanımıza geldi. 'Te- miz bir Bulgar dilile: — Baba, dedi. Sordum. Aleksi- yeflerin çobanmna. Sürü yarmım sa- bah yola çıkacakmış. İhtiyarın yüzü güldü. Memnun- lukla bana döndü. Ve: — Bahtlı imişsin be delikanlı, de- di. Komşuların Odesaya büyük bir sığır sürüsü var. Hiç ta- salanma. Katarım seni çobanların ı_ı_r_şşmx.ngınız_çğmeüYm öldü- Bir hafta sonra, yani Moskova- dan hareketimin tam seksen ye - dinci günü akşamı güneş batar- ya geçirmenin son görüşmelerini yapıyorlardı. Bu adamların başın- da Odesanın eski balıkçılarından Kozma Çabaciyef adında ihtiyar bir deniz kurdu vardı. Bu namlı a- dam beni Tuna nehrinin ağızların- dan birine çıkarmayı üzerine al - mıştı. Hareket gün ve saati bile ka- rarlaşmıştı. Verilen bu kararın şe- refine babacanlara elimle şarap ik- ram ederken, birden açılan oda ka- pısının eşiğinde inatçı Gabayın sol gun yüzü ile incelmiş vücudü be - lirmişti. Gabayın bu ansızın gelişi yalnız Angelikayı değil beni de çok sevindirmişti. O gece tâ gün doğuncıya kadar Gabay söylemiş, biz dinlemiktik. Kurtuluşu şerefine durup dinlenmeden içmiş, eğlen - miştik. Bol güneşli, 1lık, tatlı meltemli bir günün akşamı idi. Karadeniz çır pınıp çi yorulan. mı- şıl mışıl uyuyan bir çocuk gibi ses- siz, sakin uzanmış yatıyor, nazlı bir eda ile çekilen güneşin tatlı kızıl- lıkları bayağı yol yöl denize ak- Vakit ilerlemişti. Artık ufkun tat- l1 esmerliği koyu kızıl menevişler- le harelenerek yavaş yavaş nefti- leşmiş ve nihayet her taraf kara- ken ben de Odesada, Aleksandr Sa- mefin sıcak odasında idim. Seksen yedigünsüx—eneıid.mw Tmaceranın yorgunluğu İle yıpra - nan vücudümü dınıendmwm rz ki, bu seksen yedi ınamiçmde,öı:i’nîmünm“m"mh ma bütün namertliğini sa> çar gibi biribiri ardına yüzüm? d': çi miş ve beni küstürmüş. p!;m mişti. Fakat ağla! bi metinliğim, tedbirlerim ONUP Ş tün kahbeliklerini önlemiş, yablik mişti. Bilhassa bu Rusyâ kuru talie ve teşebbüsmde atılgan - oyuncak olmaktan ancak lığım, girişkenliğim Sa tardığımı hatıralarımı okuya? Ö lerimize bir kere de şm"“ğ' bela dirmek, kendilerinden hayaâ”'” / | yürt ve millete karşi e fedakârlıkta beni ve ÖğÜleClN daima hatırlamalarını düemek terim. p “ı- Aleksandrın evi yine komite ğina dönmüştü. Benim muvaffakıyetle Odesayâ dönüşüm hü- Nihlistleri canlanı kümetinin amansız M% Miye yüz uttan komi! bayağı parlatmıştı. N ile isim- riyef, Matmazel adığım lerini şimdi iyi hatırlıyer cy. bazı sayılı elebaşılar hg;de gör - de toplanıyor, son tikamın! ak dükleri zulumlerin İN büs Ve mak için, yine kanlı Bu ara- hareketler hazırlıyor yar da benim de Odesadan RUT Cin. Ya kaçırılmam için çıfçlere re ben Yorlardı. Tabii bu görüşm” ' tine de karışıyor, çarlık ye karşı içlerinde aıwlen“w“:mıe İkntikam ateşini bütün ku örüklüyordum. nmekle P görü Ünmatki. — e L.aı Gde aştırır. | lara bürünmüştü. Fakat gök do - nanmış, birer ümit gibi ışıldıyan siyahlkılarını berraklaştırmıştı. Ka yığın içinde bir dertli durgunluğu ile boynumu bükmüş oturuyor, bi- ribiri ardına dalıp çıkan küreklerin denizin içinde peyda ettiği donuk parıltılara gözlerini dikmiş, düşü- nüyordum. Nereye mi gidiyorsun, dediniz? Rumanyaya sayın okuyucularım. Odesadaki dostlarımın yardıml vesinden sıyrılmış, İtilâf devletle- rine katılarak harbe atılmıştı. Bu havadisi Silistireden alan vapur kaptanı Rusçuk, Ziştoy. Niğbolu is- kelelerine uğramamak kararını ver mişti. İskele memurları da vapurdan hiçbir yolcunun çıkmasına müsaade etmiyor, yalnız vapura yolcu bin- diriyorlardı. Bu durumda da Os manlı altınının sihirli tesirine tek- rar müracaat mecburiyetinde kal- dım. Kesemde kalan son üç altın - dan ikisini de iskele memuruna sunmakla Silistire toprağına aya- ğımı bastım. Bir liradan başka param kalma- mıştı. Bir avucumdaki liraya ba- kıyor, bir de İstanbula kadar olan mesafeyi düşünüyor, kendi kendi - me gülüyordum. Bu züğürtlükle ta- bil otelde kalamaz, lokantaya so - kulamazdım. İskelede satılan üzüm leri görünce ferahladım. O geceyi, pek iyi bildiğim Silistire bağların- dan birinde geçirmek kararı ile yo- la düzüldüm. Bir bağın kenarında Üzüm ile karnımı doyurdum Buy- yudum. (Devamı var) B u sahnenin tâ başından seyir- cisi olmuş ve kendini güç belâ tutabilmiş olan Topal Viyolo- nist. Pastia hürmeti ve nezaketi bir tarafa fırlatarak, birdenbire Don Castillo'nun karşısıma dikildi. “— Senin hizmetçi kızı gebe kaldı diye onu sokağa atmak ha!?, Sen aklını mı şaşırdın? İşte bir kadın ki odalarımı süpürmek, otu- raklarını taşımak, senin mobilya- nm tozunu silmek gibi saçma sa- pan işlerde hayatını çarçur eder- ken, birdenbire bu külüstür işlere sırtını dönmüş, kendi saadeti ve kendi hedefi olmiyan, ve kendin - den çok daha öte olan bir hedefe doğru yol almış. Dünyadaki insan- ları çoğaltmak, artırmak, ve öte - letmek için analık işine girişmiş, yeryüzü yepyeni bir beyin doğur - muş. Onun bu cesaretine hayran kalacağımıza, bu kadındaki o çıl- gin yaratmak isteği ve kudreti kar- şısında, onun namına şükran şarkı- ları söyliyeceğimize, ve “Bizlere bir çocuk doğurdu!,, diye sevinçle hop hop hopliyacağımıza, tıkımna- cağımız iki buçuk hüsusi lokma uğruna uydurduğumuz o ördek ba- caklı badibadi fikirlerimizle, do - ğuran ananın karşısına dikilmiş, utanmadan, arlanmadan haysiyet maysiyet diye cart curt ederek ona ne biçim ceza biçeceğimizi ta- sarlamağa koyulmuşuz. Bir ka- dmmın bu doğum işinde kendisi kendinin umurunda değil, senin eski fışkı gibi eskidikçe kıymetle- nen o asaletinin onun gözünde ne yeri olur? Yeni bir kafa doğurdu be! İsterse evvelce doğmuş olan- ların milyonlarcası çarçur olmuş, MX?J*"JEHE?ŞÜWGJİ“&; asevi;;s'x_ parozuna koyulmuş olsun. Onlara bedel işte yeni bir kafa doğdu di- Yazan : LOKM OĞU AN lHdEK İMİN KADIN NEDEN ÇÖKER? Yeni doğan çocuğun karnı ilkin yusyuvarlak olur. Sonra yavaş yavaş düzelir ve insan yirmi beş yaşını geçtikten Ssonra yeniden ile, bu sabah hazırlığımızı bitirmiş tik. Aldığımız bir hayli yiyecek ve içecek ile ambarını döşediğimiz mi- nimini bir balık kayığına binmiş, a- rasıra yaptığı haşarılıklarla adını karartan Karadenizin kararan koy- nuna girmiştik. İşte üç de kürek cenuba doğru ilerli - Kozma Çabaciyef gerçek- ten kurnaz bir deniz kurdu oldu - ğunu gösterdi. Denizi gözliyen ak gözlülere göstermeden. sezdirme - den kayığımızı bir sansar sinsiliği ile Odesa limanından sıvıştırmak yolunu bulmuştu. Karadenizin kahbe kadere uya - rak yaptığı oynaklıklardan, bize çektirdiği azap ve ıstıraplardan bah setmiyeceğim. Yalnız şu kadarcık söyliyeyim ki, küçücük bir kayık 'İle bu büyük gezintiye çıkmak cü- retinin acılarını çok çektirdi ve de- nizi kadırla benzeten şairlere ger- çekten hak verdirdi bu acuze bize. Odesadan hareketimizin on do - Bu seyahat bana iki yüz Osmanlı altını ile, Karadenizin kudurmuş dalgaları arasında, bir çöp parça- sı gibi kalan kayığımızda, tam do- kuz,gün aç, susuz kıyranmıya mal olmuştu. Köst in iki kilomet re kadar şimalinde, gizlice karaya ayak bastığım zaman. Allah bili - yor ya, elime ne geçerse dişteyip yutacak kadar açtım. Bir arabaya jatladım. Doğru Karasuya gitim. Bi- ğe temayül eder. Ağaç- lar kökleştikçe kalınlaştıkları gi- bi, insanlar da babayiğit oldukça karınları büyür... Dört ile yedi yaş arasında bir çocuk güzel güzel yiyip — içerek, koşup oynarken bir aralık neşesi kaçar, huysuz olur, yemek iste- mez, göz göre zayıflar. Karnına bakarsanız ortası çök- müş, karnı kayık gibi oyulmuş di mührünü kaybetmiş, bir türlü bulunamamış, sonra hamamrdla şişman kadı'nın göbeğinden çık- miş.. Bazılarında - en çok bayanlar- da - dümdüz olur. Karnın içinde bir ur bul hatıra gelmeli dir. - Minimini cocuklarda göhe- ğin dışarıya çıktığı vardır. O za- meon sacuğun karnında küçücük, fakat ince barsağından bir parca- sinın geçeceği kadar bir yarık ol- duğu düşünülmelidir. - Karın ke- narı gevşek bayanlarla pek ihti- yar erkeklerde de göbek dışarıya olduğunu görebilirsiniz. —Bunu — fırlıyabilir, gene bir karın yarıl- enjit hastalığından gelmiş ol- d karın zarının arasında masına ihtimal vardır... Çocukl su l dan da göbek fır- rın - hele zayıfladıkları vakit - karınlarına sık sık bakmakta ve biraz çökük görünce hekime gös- termekte ihmal et lidir... Çocuk olmıyanlarda da karın çökebilir. Pek züğürt olanlarda yemeğe doyamamaktan, karınla- rını doyurabilenlerde de kara humma gibi ateşli ve devamlı bir hastalıktan yahut pek hızlı giden verem haatalığından. Fakat bu hastalıklardan hiçbiri bulunma- dan, çoktanberi midesinin bo- zukluğundan rahatsız olan birin- de karın çökmüş, kayık — şekline girmiş olursa mide yolunda bir darlık yahut bir tarafta kanser olabileceği hatıra gelmelidir. Bazılarında karnın her tarafı birden çökmez de yalnız bir kıs- mı içeriye doğru çekilmiş bulu- nur, O lmalıd Karın zarının orada iltihabı iyi ol- ıııı: deme::lkıı... arına lırken göbeğin şekli de şüphesiz göze çarpar. Öyle ol- masa bile dünyaya gelmeden önce dokuz aylık hayat esnasında c0o- cuğu anasına bağlıvan, o kadar üddet içinde inin kanı ile beslemeğe vasıta olan kordonun bu bakiyesini selâmlamak lâzım- dır. - Göbek çocuklarda tahit ola- rak biraz yukarda olur, sonra git- tikçe karnın tam ortasıma gelir. Hafif bir çukur şeklinde olduğu halde pek şişmanlarda kuyu gibi derin olur. Meşhur hikâyeyi hatır- İnmmemeere Feki zamanda kadı efen- hyabilir; siroz hastalğında oldu- ğu gibi... Karnın büyümesi çökmesin- den daha ziyadedir. Bayanlarda gebelikten büyüdüğü — anlaşılınca merak edilecek bir şey değildir. Fakat şismanlıktan, yağdan bü- yüyünce kadın olsun, erkek olsun can sıkar. Yağlar çoğalın ta kar- nın derisi katkat olduğu vakit gercekten çirkin olur. Fakat şiş- manlıktan büyümüş karnı küçült- mek te güçtür. Bazısında karın, şişmanlıktan değil de, midede yahut barsaklar- da çok gaz toplanmasından bü- yür. Bu türlüsü kolay belli olur. * Kemik hastalığı olan çocukların da karnı büyük olur. Bir de mini- mini cocuklarda gene gaz toplan- masından karın büyür. Karın her tarafından değil de yalnız bir tarafından büyürse, ©- nun nereden geldiğini ancak he- kim muayenesi meydana çıkarır. O muayeneyi yaptırmakta da ge- cikmemelidir. Kar karnınızın tâ yukarısında, göğüs tahtasının bittiği ve iki taraftaki kaburga kemiklerinin birleştikleri yerde hasıl olan zaviyeye dikkat etmeği unutmamalısınız. Bu zavi- ye kadınlarda tabii olarak, dar- dır. Erkeklerde zaviye çok geniş olur. Bir erkekte zaviye dar olun- ca akciğerini muayene ettirmesi pek te lüzumsuz olmaz. , e M ”4 $ LA MORENİTA Halikarnas Balıkçısı ye cünbüş edelim. Yoksa kürei ar- zın tekâmül eforu tükendi mi? Artık düşünülecek ve tatbik edile- cek nizamlar hep kuruldu, ve ge- lecek nesillere kala kala, insan gi- bi değil fakat ancak dolap bey- giri gibi, o nizamı mihverinde dön- dürmek mi kaldı? D on Castillo: «— Ben uzun lâfa gele - mem, kızı şimdi defedeceğim., Diye bağırdı. Pastia: “— O zaman kadını ben alırım ve evime götürürüm. O şimdi yar- dıma! hürmete! tebrike muhtaç - tır. Bunları sizin mukaddes aile - nizin tavanı altında bulamaz. Dünyalığı kıtça olan bir artistim ama, yine onun ihtyacı olan şey- leri ona verebilirim. Hem sevine sevine!,, dedi. vxx * x- Eski Firavnı Mısırın mabetle- rinde Allah'tır diya-tapılan — kâ peklerin, öküzlerin şu iyiliği var- dı ki, karmları doyurulunca kıv- rılıp zıbarırlar, ve yalnız her der- de devadır diye hap edilerek yu- tulan mukaddes fışkı hasıl ederler- di. Fakat Don Castillo yuttukça yutkunan, tıkındıkça acıkan, ve mütemadiyen havlamağa, hırlama- ğa, toslamağa, saldırmağa, parça- lamağa ve yırtıp yakmağa ihtiya- ci olan takımdandı. Bundan dola- yı Franko isyanından biraz evvel, kendisi İspanyol Afrikasına geçti. * Harp esnasında La Morenita, Pastia'nın evinde oturuyor- du. Gerek gündüz bombardıman - larından kurtulmak, ve gerek$e çocuğa hava aldırmak için sabah- ları şehir haricine çıkıyor, ve ak- şam geç vakit dönüyordu, Çocuk akşama kadar güneşte ağaçlıklar - da oynuyor, yanaklarında renk har lıyor, gökü, bulutu seyrediyor. Ku- şu ırmağı dinliyor, çimen üzerinde perende atıyordu. La Morenita bir gün eve dö - nünce evin bir kısmının tayyare bombasile tâ sabahtanberi hasara uğramış olduğunu gördü. Pastia yerlere serili idi. Sıcak havada nâ- şı çarçabuk ağırlaşmıştı. Arı ko- vanına girip çıkan arilar gibi, ağ- zından kara sinekler uçuyordu. Birkaç gün sonra Frankocular şehir kıyılarına yanaştılar. — Her- kes kaçıyordu. Kadın çocuğu bağ- riına basarak, sokakta köpeklerin arasından koşup gidiyordu. Kö - pekler sokakta yatan insan leşle- rile karınlarını doldurmakla, ve insan kellelerini kıtır kıtır kemir- mekle o kadar meşguldular ki dö- nüp de kadına havlıyacak vakitle- ri yoktu. adın çocuğu göğsüne tuta « rak günlerce dere tepe koş- tu. Üstü başı paramparça olarak, hududa yaklaştığı gündü. Nabzı başma variyoz gibi vuruyordu. Sanki beyninde binlerce telefon, fonoğraf çalmıyor, ziller çıngırak- lar çıngırdıyordu. Işık gözlerini ya- kıyordu. Gözlerini kapadı. Göz ka- paklarının içinde, kızıllıklar, kara kara isli dumanlarla karmakarış harlayıp savruluyorlardı. Göz ka- paklarının ardında vahşi bir hır- çınlığın çalkanışını görüyordu. San- ki tam tren kalkacağı zaman, te- lâşlı t_elâşıl öteberiye.koşu"n' b lunu ite kaka açan, birbirinin üze- rine tepine tepine yol almağa sa- vaşan bir mahşer. Bir sürü infilâk- - lar oluyordu. Parçalanan, kelleler bacaklar, kanlı bir volkan püskür- meleri gibi, dört tarafa saçılryor- du. Bu kuduran, anıran, böğüren, hırlıyan cehennemin içinde, renk renk opera komik üniformaları giymiş, başlarına püsküllü papak- lar, tüylü hotuzlar takınmış, bir takım insanları vazıhan ayırdede- biliyordu. Bunlar kadına yeşilli, beyazlı, kırmızılı, bir hap yuttur- mağa çalışıyorlardı. Kadın hapın her nasılsa zehirli olduğunu anl- yarak, yutmayınca bu sefer zor- la hintyağı içirmeğe çalışıyorlar « dı. Kadın çabalıyor, debeleniyor, ellerinden güç belâ kurtulup ka - çıyor. Koşuyor, taşlara çarpıyor, yıkılıyor, ve göz kapaklarının iç yü zündeki o cehennemden kurtul « mak için gözlerini açıyordu. akat gözlerini açınca, açık gözlerinin önünde gördükle- ri kapalı gözünün içinde gördük « lerinden farklı olmuyordu. Çocu- ğu bağrına daha sıkı basıyor; ko- şuyordu. Gördüklerinden kurtul - mak için gözlerini kapayınca bu sefer önüne, kaz adımlarile marş marş yürüyerek gelen tabur ta- bur insanlar dikiliyor. Birbirinin üzerine uzatılmış dört beş bonfi- leden ibaret, dört büklüm kat « merli enseler üzerinde oturtul - muş dapadar matruş kafalar ta- şıyorlar. Sanki dar yakalarının tazyikiyle kafalarının üzerinde ben ve ur şeklinde ceviz kadar et to- murcakları pırtlamış bulunuyor « du. Hoyratlıklarile ikmarak Söz- leri yutamadıkları lokmalar gibi gırtlaklarından kusuyorlardı. Ço- cuğü kadının' r ; ğa, çizmeleri altında çiğnemeğe uğraşıyorlardı. Kan oturgunu mos mor yumruklarını, badem şekeri dir diye kadının gırtlağından içe- ri tıkmağa, ve hap diye yutturma- ğa çabalryorlardı. Kadın “Bunu görmektense, gözlerimi açayım bari,Yakarlarsa yaksınlar! Kör olayım bari! Ne gözlerim açıkken ne gözlerim kapalı iken görme - yeyim.,, dedi. Gözlerini açtı. Yine kendini kapkara bir kalabalığa ka- tışmış buldu. Yanan gözleri sanki kızgın iki kor, kızgın iki demir çu- buk oldu da beynini cayır cayır yaktı. Artık göremiyordu. Bağrım- daki çocuğu el dokunuşiyle bulu- yordu. Onu bağrma daha ve daha sıkı bastı. Kanıyan ayaklariyle, kendi topraklarında kandan iz- ler bırakarak, koşuyordu. Bir ara- lhik omuzunu bir avuç kavradı. Ona tanımadığı bir lisandan konuştu: La pauvre, elle est folle, “Zavallı çıldırmış,, deniliyordu. uduttaki Fransız kadmları - nım biri, çocuğu emzirmek için Morenitanın kolları arasından almağa kalkıştı. Fakât çocuğun çoktan ölmüş, mosmor kazık kesil- miş, hattâ kokmağa başlamış ol- duğunu gördü. Çekildi. Morenitanın her tarafı tir tir titriyordu. Erimişti. Sırtındaki pa- çavralar, bir iskeletin üzerindeki çürük kefen gibi sarkryordu. Bir aralık çocuğun her tarafını sığaz- ladı, okşadı. Deliliğine rağmen tâ özündeki insan n sevgisi, ve kalkmış mucizesile bir an için şuura kadar irkildi. Çocuğunun ve taş kesilmiş olduğunu, ve her ne kadar kuru kemik olsa da, eli- nin verdiği nur gibi tatlı, analık okşayışına, çocuğun artık ebediy- yen cevap vermiyeceğini anladı. Görmiyen kör gözleri söze gelmez bir dehşetle yuvalarından fırladı- lar, Bağrından göklerin hassas mavilerine bile cız ettiren müthiş bir çığlık yırtıldı. Kör gözlerini açık olarak çocuğun etlerine daya- dı. “Çocuğum seni görmiyecek mi- yim!,, diye bağırıyordu. Tırnakla- riyle memesini yırttı. Bir eliyle (Lütfen sayfayı çeviriniz) ÇŞĞ