Kazaklar Üstümüze Geliyorlardı Hemen Olduğumuz Yere Diz Çöktüm, İlk Kurşunda Üstüme Gelen Kazağı Yere Serdim, Karşıya Atladım Mütecavizlere- hadlerini — bil- dirmek, silâhların nası! atıldığı- nı göstermek sirası gelmişti artık. İrmağın kenarında gözüme ili - şen yüksekçe bir yığıntı üzerine çıktım, uzandım. Bulunduğum yer- den biribiri ardına üç kere tetiğe dokundum. İki adam ile bir iri köpeği yere sermiştim. Dördüncü kurşunum daâ, kopardığı yaygara ile bu felâketi başımıza getiren Yahudinin ağzını kan ile doldur- muş, olduğu yere oturtmuştu. eşinci ve altıncı mermilerim bizi takip edecek ayak bı- Takmamıştı. İki kişinin ardına ka- tılan köpek sürüsü çiftlik binaları- na doğru kaçarlarken, Gabay ile Hüseyin çavuş ve Mustafa, ölen hayvanların üzerinde bağlı bulu - nan yamçılarla yiyecek torbamızı sökmiye uğraşıyorlardı. Ben de, e- cellerine kavuşanların üzerlerini a- raştırıyordum. Ömrümde para için can yakmadım ve yaktığım canla- rın paralarını almadım sayın oku- yucularım. Bu heriflerin de paralarına do- kunmadım. Fakat işimize yarayıp yaramıyacağını düşünmeden cep- lerinden, cüzdanlarından nüfus vesikalarını aldım. Arkadaşları topladım Nehrin kenarındaki saz - lıklar arasından suyun akıntısını takibe başladım. Durup dinlenmeden yaptığımız altı saatlik hızlı ve zikzaklı bir yü- rüyüşle, hâdise mahallinden — bir hayli uzaklaşmiş, hele izimizi bu- lunup takip edilemiyecek bir şekilde müzıü kaldığımız yerlerde altimi- za serip üstümüze örttüğümüz çul, çuval, kebe gibi eşyamızı kaybet - miştik. Fakat, biraz İaydaları ile beraber bir çok sebeplerden dolayı da bize ayak bağı olan hayvan - lardan kurtulmuştuk. Memnun - dum ben. Bu suretle çok hafıflen- miş, yürüyüşümüzü süratlendir - miştik. Daha fazla yol alıyor, sığa- bildiğimiz herhangi bir kovukta sessizce barınabiliyorduk artık. 5 gün süren uzun bir yürüyüşte sonra Harkofa altı saatlik yolumuz kalmıştı. İçine girmiye cesaret e- demediğimiz bir köyün açığından geçiyor, bahçeler ve tarla'ar için - den yürüyorduk. Çok da yorgun- duk. İlerimizde görünen ağaçlıklı bir tepeyi — tutmak için kendimizi bayağı zorluyor, biribirimizi teş - vik ediyorduk. Tepe ile aramızda iki yüz metre kadar bir uzaklık kal- mıştı ki, içinde yürüdüğümüz a- ğaçlık birden bitmiş, önümüze bır Yyol çıkmıştı. Yoldan sonraki ara- zi de tam istediğimiz gibi çok sık bir fundalık, ilerisi de koru deni - lecek kadar sık ağaçlık idi. olun kenarına vardığımız zaman rahmetli Hüseyin ça- vuş ile Mustafa yere çökmüşler, lâ- tife yollu, bir adım daha ileri gi- demiyeceklerini söylemişlerdi. Yol kenarında oturup dinlenmenin mü- nasip olmıyacağı hakkındaki söz- lerime de alaylı bir tarzda gülinüş- lerdi. Mak kal k. tlarının ş ş yol yorgunluğunu unutturmak olduğu- nu ben de biliyordum. Fakat, bu yerşiz ve tedbirsiz duruşun, biraz uzunca süren şakanın cezasını he- men o dakikada, hem de pek acı ve acıklı bir tarzda oracıkta çek- tik. Solumuzdaki dönemeçten ka - labalık bir yolcu kafilesi, arkasın- dan da üç kazak süvarisi ansızın çıkıvermişti. Aramız yüz metre bi- le yoktu. Kazakların bizi görmesile kılıç çekerek hayvanlarını mahmuzla - ması bir oldu. Üzerimize bir yıl- dırim hızı ile geliyorlardı. ?ıı'lun— duğumuz yerde hemen diz çöküp a- yeşe başladık.Ben ilk kurşunumla, ü- zerime saldıran kazağı yere yık - mış, iki sıçrayışta şosenin karşı kenarındaki kayalığı tutmuştum. Gabay da bir ok hızile fırlamıştı. Arkam sıra kayaların arkasın a- tlmış, silâhına sarılmıştı. Ne yazık ki, on saniye b:le sürmiyen bu za- man içinde ıki kazak bizim Hüseyin çavuşla Mustafanın başına çullan- mışlardı. Gabay ile attığımız kur- şunlar, zavallı arkadaşlarımızı kı- lıç darbeleri altında can vermek - ten kurtaramamıştı. Ancak dördün- cü ve beşinci mermilerim'z kazak- ları yere sermişti. Asker edilmek üzere zorla Harkofa götürüldükle- rini öğrendiğimiz köylüler bu es- nada, saçma sağanağından kurtu- lup sevinçle uçuşan bir çil yavrusu gibi dağılıp kaçmışlardı. Zavallı arkadaşlarım aldıkları kılıç yaralarının tesiri ile o an- da ölmüşlerdi.İk'sinin de kanlı yüz- lerini, gözlerimden akan yaşlarla yıkayarak öptüm ve Gabaya dön- düm. O da dövünerek ağlıyordu. On dakika sonra ölen iki kazağın kalpaklarını başımıza, kaputlarını, yamçılarını elbiselerimizin üstüne geçirmiştik. Silâh ve cephaneleri- ni takmış, takıştırmış, sülün gibi hayvanlarına atlamıştık. Bahtsız arkadaşlarımıza yaşlı birer veda bakışı fırlattıktan sonra oradan ay- rılmış, garba doğru uzanmıştık. İki saatte bir on dakika mola ve- rerek süratli ve dörtnal yürüyüş- lerle, iki saat garbe ve bir saat ce- nuba doğsu yol aldıktan sonra şark cihetine dönmüş ve bü sekiz saat- lik yol esnasında hiçbir köye uğra- mamıştık. Akşam geç vakit vardı- Tamız Grersd adlr Kai K li î.f,ckğxd__.e lanmış, ağırlanmıştık. Her gün takip ettiğimiz istika- metleri değiştirerek, zikzaklı yü - rüyüşlerle Harkofun garp tarafla- rındaki köylerde dört gün kadar dolaştıktan, biraz dinlenip kendi - mizi topladıktarı sonra tekrar u- zun, yorucu ve şaşırtıcı bir yürü- yüş yaptık. Harkofun cenubundan garbe dönerek yedi günde Dniyeper nehrinin kenarında bulunan Çer- kasi şehrine yaklaştık. O gece ne- hir kenarında Şoviz çiftliğinde ba- rındık. Arkadaşım Gabay, vaktile asker- lik yaptığı bn havaliyi gayet iyi bildiği için Dniyeper nehrinin hay- vanla geçit verdiği yerleri tanıyor- du. Sabahleyin, gün doğarken biz de Krizofiç ismindeki köyün gar- bından nehre dalmıştık. Gabayın gerçekten çok kıymetli olduğı_mu istiyor, ısrar da ediyordu. Kaderin bir felâkete namzet yaptığını, mu- sibet kemendini boynuna doladığı- nı anladığım bu arkadaşı bir türlü fikrinden raydıramıyordum. Halbuki bende de, bu tarzda yola devam ettiğimiz takdirde her hal- de bir felâketle karşılaşacağımız kanaati hasıl olmuştu. Uzunca ve biraz da çekişerek yap tığımız bir görüşmeden sonra bul- duğum tarzı Gabay da hoşnutlukla kabul etmişti. Ben saç ve sakalı- mı kestirecek eski kıyafetime gire- cektira. Gabay kazak neferi kıyafe- tinde kalacak ve beni ellerim bağ- h olduğu halde tutulmuş bir as- ker kaçağı gibi yanında yürüte- rek götürecekti. Köy berberinden aldığımız bir ustura ve tarak ile ben saçı sakalı kesmiş, kıyafetimi değiştirmişt'm. Akşam ortalık kararınca, Gabay i- le hayvanlara atladık, köyden ay- rıldık. O gece sabaha ve ertesi gü- nü akşama kadar, seyrek dinlen- melerle cenuba doğru devamlı bir yürüyüs yaptıktan sonra, rastladı- ğzmiz ağaçlık ve otluk bir yerde uzun bir iple hayvanımı bağladım. Tüfeği terkesina astım, yamçıyı, battaniyeyi eğerin üzerinde kapat- tım. Beni oraya kadar taşıyan hay- vanın gözlerinden öptüm. Yem- torbasını başına takarak ayrıldım. Görenleri aldatacak, fakat icap et- tiği zaman sıyırıp çıkaracak şekil- de elime sardığım ipin ucunu Ga- baya uzattım ve bir suçlu gibi ya- (Devamı var) I üneşin batacağı — sırada hiç siz, düz bir yol üzerinde yü- rüdünüz mü dostlarım? Eğer yü- rümedinizse, muhakkak — tecrübe etmelisiniz. Bu anlatacağım hikâ- yeyi daha iyi anlar ve bana hak verirsiniz. Tecrübe ederseniz, güneş bata- cağı sırada arkanızı dönünüz ve öyle yürüyünüz. Alçalan kaybolan güneş muhakkak arkanızda kalsın Ağır ağır ellerinizi arkanıza bağ - layarak, önünüzdeki uzun gölge - nizi takip ediniz. Amma gölgenize çok pek çok dikkat edin.. Ah! İşte benim size söyliyeceğim de bu. Göl ge; aman yarabbi akşamın bu sa- atinde ne kadar unzundur o; siz o- nun arkasından yürürken gurur duyarsınız. İçinizde müphem bir his uyanır. Acaba ayağımı uzat - sam gölgemin neresine kadar ba- sabilirim diye düşünürsünüz. Lâ- kin dostlarım merak — etmeyiniz, pek tabiidir ki gölgenizi çiğnemek güçtür.. Adımlarınız sıklaşır, göl- geniz uzar, uzar., Derken içinize bir üzüntü girer, elbette bu üzüntü - nün sebebini bilemezsiniz. Zaten ben de bilmem. Böyle hislerinizle uğraşırken birdenbire her şey si - linir, görünmez olur, çünkü güneş batmıştır. İnsan vardır arkadaşlarım, sa- dece hayatında gölgelerinin saba- hını yaşar. Onun için ömrü olduk- ca güneş doğudadır veya iki adam boyunda yükselmiştir; içini sabah meltemleri doldurur, yüzünü kızıl lıklar boyar. İnsan vardır arka - daşlarım, sadece hayatında günle- rinin akşamını yaşar. Onun için ömrü oldukça güneş batıdadır. Yü- zünü daima gölgeler boyar, içini k l doldurur, ve ben . B nab çok severim, Çünkü böyle kimse- Deniz Kenarında Ot€urabilir mi? Bu mevsimde düşünülecek şey değil ama, sayın okuyuculardan, sadece Mehmet diye İmza eden bir zat, nöbetle gelen nefes darlı- öi (esünü)! hastaliğr ürürüre nxuü bir sual listesi tertip etmiş, nedir, nereden gelir v. s.. En sonunda da, Karadenizin sahil şehirlecrinde oturabilir mi yim, diye soruyor. Sayın okuyucunun sorduğu şey- lerin hepsine cevap yazmak on gün sü ğind. kendi ö layı olacak ki Karadenizde Tuna nehrinin deltası - umumiyetle lo- dosa karşı olmadığı için - nefesi dar olanları hiç Trahatsız etmez. O tarafta oturan halkı astma has- talığma karşı şerbetl miş diyen hekimler bile vardır. Bu okuyucu- muz da Karadenizin ©o tarafında oturabilirse orada rahat edeceğini tebşir edebilirim. Karadenizin baska sahilleri başka okuyuculara nefes darlığı şuracıkta itiraf etmek b tinde bulunduğum kılavuzluğu ve altımızdaki kuvvetli hayvanların yüzmiye alışıklığı sayesimje kof’ nehri kazasızca geçmiş, dört gün sonra da Obviopol şehrine yakın bir köye sinmiştik. Bulunduğu.- muz yerden Odesanın en çok bir hafta süreceğini söyliyen Gabay se- vincinden çocuk gibi sıçrıyor, Ve beni de sıçratıyordu. Dediğine ba- kılırsa, Odesa ile Moskova arasın- daki mesafenin ond;ı dokuzunu kestirmiştik. Artık bize iki kıy - arkadaşa mal olan bu hay- vanlarla kazak kıyafetleri, ba;an aç, açık kalarak bazan da dî en bir misafir gibi ağırlanarak bu - raya kadar getirmişti. apma kazaklık oyunu-” a D tadında birakmak, u- saç Ve sakallanmızığışt a ke;:ıî:- afetimizi değiştirip yo :ln:rıîmkı:'tmek fikrinde idim. Çün- kü Odesaya bu kadar yaklaşlıktan sonra, son suçumuzun canlı ve can- sız delilleri olan al.tımxzdıkl hay - vanlar. elimizdeki silâhlar, sırtımız- daki elbiselerle tutulmak elbette çok acı olurdu. Fakat Gabay bir türlü sözümü dinlemiyor. Odesa - nın şarkı şimalisinde bulunn Tili gölüne kadar olsun, kıyafet ve iye- metli hayvanlarımızı muhafaza etmemizi v korktuğum — için, sorgularının arasında kendisi icin en mühimi diye tahmi ettiğim deniı M ı t hah deceğim. Bu bahis, sayrları pek de az olmıyan, nefesi darlardan hepsine alâka vereceğinden cevap büsbütün şahsi de olmiyacaktır Y Ş peşin söyliyeyim ki nefesi dar — olan herhangi bir zat olup da bu gazete yazısından kendisine bir destek ararsa boşuna umutlan - mış olur, çünkü o vakit kendisi- nin işine resmi hekim karışır. Hiç bir idare böyle gazete yazısı üze- rine adamını şuraya yahut bura- ya göndermekten, tabildir ki, vaz geçemez. Onun icin benim bura- da söyliyeceklerim ancak İstedik- Jeri: yere gilmel Kai nin ei içindir... Zaten bu astma hastalığı ile denizin münasebetleri epeyce ka- rışık bir ledir. Eski d olduğu gibi insan bir gemiye bi- nip de pupa yelken, yahut şimdi olduğu gibi bir motörlü kayıkla çata çata dolaşabilirse, ©o vakit nefes darlığmın pek de sık gelmi- yeceği tahmin edilebilir. Fakat bu da insan kendisi gemici olmayın- ca, her kesenin harcı olamıyacağı gibi, keselerine elverenler için de dayanılacak hayat sayılmaz, , Deniz kenarında, oturmağa ge- lince, İstanbulun lodosa karşı o- lan semtlerinde nefesi dar olan - ların rahat etmediklerini buradı veya simale karsı oldukl rma göre, nefes darlığı üzerine başka başka tesirler ederler. Ka- radenizin girintisi ve çıkıntısı - yi- ne umumiyetle - Akdenizinkiler- den pek az olmakla beraber o sa- hildeki şehirlerden her birinin va- ziyeti şüphesiz ayrıdır. Meselâ Ri- ze ve Ho bu hasta- ler başlangıçla sonunu - birleştir - meyenlerdir. Size anlattığım gibi gölgelerinin arkasından koşanlar, gölgelerinin silindiğini görenler - dir. Hattâ zavallıların buna, bu sır ra eremediğinden mesutturlar. Evet dostlarım eğer tavsiye et- tiğim veçhile bir kere gölgenizin arkasından yürümediniz ise bilmez ve bu anlattığım şeyleri anlamaz - sınız. Her ne ise nasıl başlayalım bilmem bizim candaşın hikâyesi - ne.. O zamanlar yine bu odada o - tururduk. Onun kısa bir bo- yu vardı. Şu görmüş olduğunuz köşesine çekilir; karyolasına uza- nırdı. Pek çok siyah ciltli güzel ki- tapları vardı. Başucundaki rafa on- ları dizer, birer birer okurdu. Ben de bazan kendisine uyardım. Evet arkadaşımın sadece kitap okumak tan ve üniversitede bazı derslere girip çıkmaktan başka işi yoktu. Ben heykeltraş olmak istiyordum. Amma dostumun ne olmak heve - einda aldıuğdunu milmezseniz hil . miyordum, hâlâ da bilemiyorum di yeceğim. Sormağa emin olun cesa ret edemedim. Okuduğu kitaplar- n l Yazan: Samim KOCAGÖZ —'JI bağırdım. Omuzlarını silkerek; «.— Sen de pekâlâ bilirsin.. Sen- den ne isteyebilirim?,, dedi. O cümle ne diyordu bilir misi- niz? “Hayalinizin kazandığı mu - vaffakıyeti kırmayınız; tahkir et- meyiniz.,, Sonra yaptığım eser müsabaka- da kazanamadı. Ve kasa içinde oda mıza geri gelen bu alçı külçesini; arkadaşım kırmak için bana yar « dım etti. n Hiç unutmyacağım. Soğuk kar - lı bir geceydi, Odamızda çok şükür yakacak kadar odunumuz vardı. C gece sobayı gözetmek sırası bende idi. Hoş arkadaşımda da olsa yine bana düşerdi ya; çok çok tenbeldi o hiç bir işe yaramazdı. Yarardı da galiba kendi kendine hiç bir işe ya- ramayacağına kanaat getirmişti. İşte o gece uyumak için yatak- larımıza girdiğimiz halde onun vaz geçtiğini gördüm. Mumun ışığın - da yorganının üzerine oturup; O â- na kadar hiç görmediğim bir yı - ğın kâğıdı karıştırmaya — başladı. Derken baktım yavaş yavaş ye - rinden kalktı. Sobaya doğru yürü- yordu. Sobanın kapağını açtı son - ra karyolasının üzerinden aldığı bu kâğıtları birer birer ateşe at - mağa başladı. Meraktan çatlaya « caktım, dostlarım. Yanan kâğıtla- rın alevi sobanın açış kapağından duvara vuruyordu. Ve onun gölgesinin koskoca - man kızıllıkların içinde teres« süm ettiğini görüyordum. Hatırı - ma beraber kırmış olduğumuz hey kelim geldi. Sicak odaya; kalınca örtülerime rağmen yattığım yer - de titremeğe başladım. Dişlerim bi birine çarpıyordu. Nihayet sabre - demedim. Bağırarak yattığım yer- den firladım. Deli misin Allahaşkı- na; diye elinde kalan son kâğıt par çasını ateşe atacağı sırada kaptım. Halime uzün uzun güldü, “Peki k mı ettin, oku, okuman da « dan girip çıktığı derslerden de ni- yetini anlayamıyordum. Bazı günler cömertliği tutardı. Gider siyah cildli kitaplarından bi- Fini satar beni tiyatroya davet e- derdi. Böyle geceler ben bilirdim ki eve dönmiyeceğiz; fotinlerimin altına eski lâstiklerimi giyerdim... Böylece hayatımız sakin geçi - yordu. Benden pek hoşlanmazdı. Lâkin bir gün; “seni artık affet - tim; sana hak veriyorum artık se- nin gibi geveze oldum,, diye ilâve etti. Maksadını anladım. Teşekkür ettim, Maamafih kendisini teselli et - tim. Fakat dostlarım bana inanı - nız ki aşktan bahsetmekten başka gevezelik ettiği yoktu. Gevezelik demiş olduğu hareket bundan iba - retti, bunun için çok utanırdı. Ve sık sık bana derdi ki: “Ah arkadaşım sevgiden söz açıldığı zaman; sadece senin ya - nında kendimi tutamasam ne ise.. Fakat sevdiğim kızın yanında yılı- şık görü k çok fenama gidiyor,, pa hğa iyi gelebileceğini - burad tahmin etmek ne kadar mümkün olabilirse o kadar - tahmin edemi- yorum. Fakat Trabzonun üstün - deki Soğuksu semtinde astmali- lar rahat etseler gerektir. Cenup rüzgârları çok toz getirirler, onun için nefesi dar olanlar İmkân ol- duğu kadar şimal rüzgârma açık yerleri seçmelidir. Deniz kenarında bulunan şeh - rin toprağının kireçli yahut kaya- lk olmasının da bu hastalığa te- siri başka başka olur. toprak en çoğuna İiyi gelir. Bay Mehmedin gideceği yerin toprağı ne cins olduğunu kendisi bilirse , ne kadar iyi! Herhalde, astmalı olanl l ziyade, tozu az olduğu için, yük- sek yerleri ııilıkbîviuiı-leı. Oralar- H a da da ağaçl sa- kınmak şartiyle... Şu kadar ki bu hut böbreği bozuk olduğundan, on- lara da yüksek yer dokunur. Görülüyor ki aranılacak — şey gerek rüzgârca, gerek — toprakça kurak, tozsuz, güneşe karşı bir yerdir... Oturduğunuz odanın ha - TTİ vasını çten geçirdikten son- herkes bilir. Zaten cenup rüzgâr- ları hiçbir yerde bu türlü hasta- Tase rahat ettirmezler. Ondan do- ra teneffüs etmenin yolunu bulur- sanız, istediğiniz yerde oturabilir- sİniz, Ben onun yılışıklık demiş olduğu harekete şaşırdım. Bu hareketi sa- dece sevdiği kızın yanında durgun olmasıydı. Bazı geceler uy dan gözle- ha iyi. Ateşe attıklarım aşağı yu- karı buna benzer,, dedi. Elimde ihtimamla tutarak mu- Mmumun ışığına yaklaştırdığım bu kâğıt, ne ümit ettiğim gibi herhan gi bir cins eserin son sayfası, ne de beni tatmin edecek bir şeydi. Bi liyormusunuz; bu satırlar bir aşk mektubuydu. O zaman başımdan aşağı bir kaynar su döküldü. Uta- narak kâğıdı arkadaşıma uzattım. Halimden çok iyi anlardı. Yüzüne dağılan saf bir tebessümle tekrar okumamı rica etti. Sonra birden yüzü değişti. Gözleri dolarak yor - ganı başından aşağı çekerken. “Hey kelini kırarken sana yardım etti « ğim için beni affet. Hiç olmazsa sen benim eserimin bir parçasını kurtardın. Sana karşı çok mahcu- bum,, dedi. O mektubu sabaha kadar mü - mun altında bilmem kaç kere oku- dum. Fakat emin olunuz içinde ka tiyen güzel bir şey yoktu. Hep bil diğimiz şekilde; arkadaşım tipin- de bir adamın sevgilisine yazabile- ği satırlardı. Yalnız şu var ki, bu satırları siz veya ben yazmış ol. sam muhakkak gideceği yere git- ini isterdik. rini - sırf benden utandığı için - yumardı, Hattâ yorganını başın - dan aşağı çekerek ağladığını his - sederdim. Şunu da söylemeden ge- çemiyeceğim. Kendi kendine ağ - l fakat izce ağl bilmeyenler kuru insanlardır dos larım! * Bir gün büyük bir hayalin e - teklerine sarılmıştım. Alçı- dan bir müsabaka için model yap- makla meşguldüm. O bermutad kar yolasına uzanmış kitap okuyordu. Bir aralık benim hararetli hara - retli çalışmamı seyre başladı. Son- ra uzandığı yerden dağrularak, e - lindeki kitabı almamı işaret etti. Ve altı çizilmiş bir cümleyi oku - mamı rica etti. Göstermiş olduğu yere şöyle göz gezdirdim. Üzeri - me fena bir hal geldi, peki söyle benden ne istiyorsun! diye yüzüne Sözüme başlarken ne yapsanız gölgenize basamazsınız demiştim. Emin olunuz tecrübe etmiş olsanız yine basamazsınız, Fakat görüyor- sunuz ya ben bastım — dostlarim. Gölgem de güneşin batmasiyle si - lindi. Artık şu gördüğünüz karyo- la onun için Boş... Ve odada yaşa - yan heykeltraş öldü. Hayatta mek- tubunda yazdığı gibi mesut olan adam onu öldürdü. Ve rahatca o- nun yerine geçti. Çok şükür dün- ya gailesine düşen o taşcıyı içimde öldürebildim. Şimdi ümit ettiği - m_.îzden ziyade mesudum. Sırrıma hürmet edersiniz değil mi dostla - rım. Artık beni yalnız bırakın bu a_kşam size epeyce boşboğazlık et- tim. Görünüşüm, halim, sözlerim n'e kadar çirkin değil mi? Zaten biz insanlar böyleyizdir. En büyük va_rllığımızı yine kendimize ver -