16-1. 1939 Güzellik ve sıhhat için ilk şart Sabah, öğle ve akşam her yemekten sonra Kullanmaktır. Radyolin ürkler Aha yurtta evvelâ tü- feği sonra da topu icat ct - mişler ve bu iki müdafaa ve taar - ruz aletini batıya doğru getirmiş- ler ve başka milletlere tanıtmış « Jardır. Ateşli silâh, ateşli boru adım da olan bu âletlerin ne vakittenberi Ordularda kullanıldığını riyazi bir katiyetle isbat edecek vesikalar he müz elimize geçmemiştir. Hülagü'- sün Bağdadı fethederken kalenin içine fındık mermi) atan ateşli bo rular ve 1233 yıllarında Türklerin Çinlilerle yaptıkları muharebeler- de ve 1241 Valştat meydan muha- rebesinde ateşli silâhlar kullandık larını tarih bize kati bir dille anla- tayor, Fransız tarihçisi Guer 1747 de Pariste basılan (Türklerin örf ve âdetleri) adlı eserinde Osmanlılâ- rın İkinci Murat zamanında top kullanmağa başladıklarını söylü - yorsa da Osmanlı Türklerinin ta Orhan gazi zamanındanberi baru - tu ve ateşli silâhları kullandıkları bugün tarihi bir hakikattir, ayrullah efendi tarihinde Mu rat Hüdavendigâr zamanın da Kosova meydan muharebesin - de toplar kullanıldığını ve şehza - de Yıldırım Beyazıdın kumanda - derken de toplar kullanmıştır. Şu halda Boğaz ilk top sesini Fatih za manında Rumelihisarı yapıldıktan sonra değil altmış yıl daha evvel duymuştu. Solak zade Yıldırımın İstanbul muhasarasındaki Türk top Jarını tasvir ederken der ki: “Yıldırım han İstanbula varıp Galata canibinde bilfiil berkarar ve binası istüvar olan kalei azime- yi yaptırdı. Ol kaleden nice günler İstanbulu dövüp topları afaka vel Fatihin İngiltere Müzesindeki Muazzam Topu Yazan: Ibrahim Hakkı Konyalı Lİ emmi vele #aldı..... Toplar kaleyi kütakiit dövmeğe mibaşeret eyledi (1),, Tee topçuluğa Fatih dev - rinde büyük bir İnkişaf ver diler, topu buş silâhlar arasına al- dılar, Fatihin tarihcilerinden Krituvo- los Rumelihisarını tarif ederken (2) bu hisara yerleştirilen muazzam topların Boğazı nasıl kapattıkla - rını ve kalenin sağına kurulan top larla sol tarafı ve sola kurulan top larla da sağ tarafı ve tepedeki top larla da Boğazın tam ortasını na - ml dövdüklerini ve eğer sektirme zel canlandınyor, Ayni tarihci İs. ballbmasa SARAR 1 Ulm mömekkc kas 32 lâhlarını da anlatırken der ki: “Kaleyi dövmek için o zaman İ- ent olunan taş atıcı makineler da- bi vardır ki işitilip de inanılmaya- cak derecedr şayanı hayret olup tecrübe ile ehemmiyet fevkalâdesi tebeyyün eden bu misüllü makinc- ler işin neticesini husule getirdi.,, atih Rumelihisarım yaptır - 'dıktan ve yirmi kadar top yerleştirdikten sonra Edirneye dön dü. Orada İstanbulun Fethi için ha aarlıklara başladı. “Tacüttevarih,, & göre burada yılan tenli ejder ağız- şa dökmüştü (3). Bir tarihte de bu toplar hakkında şu maldmatı gö - rüyoruz “Fetihi Kostantiniye için ” yapılan büyük top on iki karış Kulrunda ve on kantar sikletinde taş gülle atar ve elli çift sığır ile tebdili me kân ederdi. Hizmeti için yedi yüz kişiye ihtiyaç vardı. Edirnede İcra olunan ilk tecrübesinde münadiler vasıtası İle topun atılacağı evvelce ahaliye ilân edilmiş ve topun sada- #ından derunu şehirde camlar kı - tıldığı ve bazı eski binalar yıkıldı. ğı gibi dumanı dahi bütün beldeyi ihata etmiti Böyle hir topun misli tarihte görülmemişti (0). Sahif . ül. Ahherde (ua. bile YÜ) Enirnede Böfula paşata rafından 300) kantar ağırlığında bir top döküldüğünü o vekte ka - dar bu ayarda bir top dökülme - diğini kaydeder. Tarihci Lütfi paşa da (5) bu top ların Edirneden nasıl getirildikle- rini şöyle canlandırır: “... Boğuzkesen Hisarı bina et &i, Geri Edirneye gelip toplar dök- türüp mübatiğa leşker o cemedip gazayıekberdir deyup İslâmbolun üzerine yürüdü ve topları arabaya bindirip toplara niçe ökliz koşup yanınca urganlar takıp bumca bin adamları urganlı tiniye üzerine yapışıp Kostan ıp koydu,, natkârlarının ellerinden çıktığımı söylüyorlar. Yalnız tarihei Ali E- dirnede Saruca paşanın top döktü- ğünü anlatırken “Zümrei küffar,, dan birisinin de Fatih adına 300 kantar ağırlığında top yaptığın söylüyor. Bu adamın adı da Künh- ÜL - Ahbar'inin yazma ve basma nushalarında Dü, Dünam ve Dü - nan şeklinde gösteriliyor. Avrupalı müverrihlerden Dükas daha eski biç bir türk “menbamda rastlamadığımız bu acayip adlı a - damın Urban isminde bir Macar ouduğunu söylüyor. Bu isim daha sonraki garazkâr Avrupa tarihle - rinde de yer almıştır. Din ihtirası gözlerini bürüyen garplı tarihciler asırlardanberi - önlerine gelen or- duları eriten - Bizansin barikulâde surlarını hâk ile yeksan eden Türk toplarını görmezler de Avrupanın döktüğü ve tecrübe edilirken de parçalanarak kendi hayatı ile be « raber bir çok Türkün canlarını da heder eden topunu bir sanat şahese ri gibi gösterirler. Fakat fazileti düş marların da şehadet ettiği bir şey- dir. Türkün büyük ve milli bir düş manı olan Güstav Şlomberze “İs- tanbulun muhasara ve zaptı, geninde, İstanbula sp ken hakikati şu şekilde itiraf et - mek mecburiyetinde kalıyor: “Sultan Mehmet sani tarihte ha- topçu parkına malik olmuş olan birinci hülkümdardır.. Şark hiristiyan âleminin bu o muazzam payitahtı bilhassa bu yeni doğan âleti harbinin müthiş tesiriyle bir tesadilf musllâ olarak sukut eden hirinei belde oldu (6,, pe İstanbul surlarının önün de bugün fen âleminin par- maklarını ağızlarında bırakan mu azzam toplar döktüğü gibi Arna - vut İskenderiyesini döğerken top çıkarılamayan yüksek dağların te pelerinde de izabe furunları kur- Dişleri, Dişler çehreyi güzelleştirir Radyolin Dişleri, Dişler mideyi sağlamlaştırır. RADZOLİN dişleri temizler ve parlatır, mikropları Yüzde yüz öldürür. Diş etlerini besliyerek hastalanmalarına mani olur, ağız kokusunu keser, simens se eş Sabah, öğle akşam her yemekten sonra dişlerinizi frrcalayınız NEVROZİN Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma; Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızi derhal keser, İcabında günde 3 kaşe alınabilir. (KEM SUV üye EU rev Fatihin topçulukta yirminci as - rın tekniğini bile hayretlere gar - keden en büyük eseri şimdi Lon - dra müzesinde bulunan Çanakka - le topudur. Bu top Çanakkaleden götürüldüğü için bu ad verilmiştir, Dökmecilik ve topçuluk sanatımı- zın bir harikası olan bu eşsiz de - de yadigârını Abdülâziz İngiliz kraliçosine hediye etmişti. Top, ta şınmasını kolaylaştırmak için iki parçadan müteşekkildir ve yivler- le birbirlerine geçerler. Namlusu - nun üstünde: “Yardım et Yarab - Sultan Meh met han bin Murat, Recep 868,, Yazısı vardır 240 okka gülle a- uzunluğunda ve 13 dadır. Yiv yerinin kutru © eninde 19, dışında 25 pustur, Kraliçe o va kit cemile olmak üzere küçük bir modelini döktürerek Türk hükü - metine hediye etmişti. Bu model de Askeri müzede teşhir edilmekte - dir. ton ağı (i) — Solakzade tarihi, Sayfa 62, 05. (2) Tarihi Sultan Mehmet Han sani Sayfa 23 ve 50. (3) Tecüttevarin, Cüç 1, sayfa 419 (4) Tarihi Devletiiliye, GN 1, sayfa 153, (5) Tarihi ÂM Ozmen. Sayfa 173 (6) İstanbulun muhasara ve zapb, Sayfa 85, (7) Solakzade tarihi, Sayfa 257. me a RR a sa N h Demek istediği şunu diyemedi: — Biliyorum, sesin de güzelliğin gibi kaybol- muş. Güzelliğin nasıl - onunki gibi - çizgilenmişse sesin de pürüzlenmiş. Şu farkla, onunki henüz pü- rüzsüZ. Boğazına bir şey tıkanarak teşekkür etti. — O seni bilmiyor. O seni sevmiyor. O senden uzaklaşıyor. Fakat hiç tasalanma, Sen kalbinin ada- mısm. Nakarat: Seveceksin. Ağlasan da, bırakılsan da, ölsen de seveceksin. Çok iste ki, sana dönmesin. Döndüğü gün her şey ters döner, Fakat o dönmiyecek. Ve sen kalbinin adamısin. Nakarat: Seveceksin. Ağlasan da, bırakıl- san da seveceksin. — Çok güzel, Teşekkür ederim. Dedi ve gözü küçük şişeye kaydı. Yirmi doküz- luk şişe bir şarkıda bitivermiş! Gece yarısına daha dört saat var. Oraya aklı ba- şında gitmek gerek. Tereddütleri, endişeleri, heyecanları bir aralık durmuş, yerine bir melânkoli gelmişti. Acaba demin- ki şarkının tesiri mi? Burnunun deliklerine kadar sokulan lâpa lâpa karın altında Degüstasyona uğra- dı. Hiçbir tanıdığa, dosta rastlamamak istiyordu. Ne çare ki, bu havada mutlaka bir yere sığınmak lâzım. Nereye gitse tanılabilirdi. Ev aklına geldi. Evde bu- nalıyordu. Çıkınca girmek, girince dönmek ihtiyacı. Evler de sevgilere benzer. Uzaklaşınca barışmak, ba- TEFRİKA No. 14 rışınca darılmak ihtiyacı. — Bari Çallıyı bulayım. Ondan başka karşı kar- $iya oturucak, anlaşacak kimsem yok. Onun dünya- Yı vız geçtiliği altında ne derin, ne ince bir dünyayı benimseyişliği vardır. Her alayı çok lezzetli bir mey- vadır, ki çekirdeği safi zehirdir. Her zehirli cümle sinin bir acılığı vardır ki, safi şekerdir. Dolaştı durdu. Çallı bü gece bir yerlerde yoktu. Fakat bu yokluğundan da faydalandı, çünkü sast on buçuk olmasına yardım etmişti. Arlık tam zamanıy- dı biraz çakıştırmanın. Aklı başında bitmenin doğru olmıyacağını aklı başında olarak hissetti, Belki bu sayede heyecam da biraz yatışırdı, Madam Periklese uğradı. Bir genç ka- dın harp çalıyor ve iki yabancı erkek Amerikan bü- fede hizmetçi kızla şukalaşarak viski içiyordu. Bu- rasi ne tuhaf bir evdi. Bar değil, gazino değil, ran- devu evi değil, Sadece zengin kocasından dul kalmış Madam Periklesin öz, kendi evi. Buraya gelen mi- safirler ancak tanınmış dostlardır ve yiyip içtiklerine hiçbir şey ödemezler. Diyorlar ki madam nişanlan- ma, evlenme işlerinde samimi tavassutlarda bulunan iyi yürekli bir kadındır. Muvaffak olduğu hayırlı iş- lerden aldığı hediyeler yemekle tükenmez. Görünüş de onu gösteriyor. Kendisine bile kaç defa teklif et- anişti: — Metr! Seni evlendirelim. Niçin inat ediyor- sun? Hiç olmazsa nişanlandıralım. Nişanlanmak ül- tra modern evlenmenin yarısı demektir. — Mersi şer madam, bina vergilerinin biraz çok olduğunu söylüyorlar, onun için bir ev sahibi ol- masını İstemem. — Öylesi değil — Neylesi olduğunu bilmiyor, anlamıyor deği Jim, sözü değiştirmek için böylesini konuşuyorum. Bu ayak üstünde, kadeh elinde iken bile madam teklifinden vazgeçmiyor: — Metr, şu piyano çalan bayan Yelda yok mu? — Nasıl yok, işte karşımızda durup duruyor. — O sana iyi bir nişanlı olabilir. — Ben evlenme meselelerinde nişanlanmaların sleyhindeyim. Ya bir cemiyet vardır, nizamlarına riayet eder, ya yok. — Filozofi yasak burada! Politika gibi. — Yine görüşelim. Şöyle bir uğrayıp hatır sor- mak istedim. Kalamam. Bayan Yelda ile sonra tanı- şınz. Saat on biri yirmi geçiyor. Yanan yüzüne çarpan kar parçaları hoşuna gi- diyor, Kafası olgun değil, fakat Jüzumü kadar tütsülü. Heyecanı artıyor. Taksim meydanını İırdolanırken olacak, başı hafifçe dönmektedir. Apartman kapısı. nin önünde durduğu vakit karlı havadan korkmıya- rak ağzını aça aça derin bir nefes alıyor. Soğuk ha- vay ciğerlerinde tutuyor. Kapı açılıyor. İhtiyar ka- pıcı kadın yol kesiyor gibidir. Anlıyor, bir gümüş ellilik toka edince asansörün antre,nin, merdivenle rin lâmbaları hep birden yanıyor. Gözüne vuran bu çiy aydınlık içinde ayağı yerden kesiliyor, bir ince, sağır gırıltıdan sonra aşağıya doğru sarsılıyor. Na- zifa Hanimefendilerin kapısı önündedir. Zile basar, basmaz., Anlıyor ki kalbinin zilinede basmıştır. Bütün heyecanları durmuştur, Artık içi ile değil, dışı ile hareket edecektir. Kapıyı açan beyaz smokinli uşak, ortadan biraz daha eksik bir ihtiramla şapkaşmı, paltosunu sağın bu derece ibtiramda hakkı vardı. Çünkü yeni gelen misafir çok gelen, çok oynayan, çok balışiş ve- ren takımından doğildi. Böyle salonlar Avrupanın lüks otellerine benzerler, onlarda da seyyah bahşişe göre kolaylık ve hürmet görür. Hattâ beynelmilel şifreleri bile vardır. Seyyah valizlerine yapıştırılan o tel, bagaj yaftalarının birer köşesine gelenin cömert mi, cimri mi olduğu İşaret edilir. — Hole açılan büyük kapılar birer ışiklı duman perdesile örtülmüş gibi. Içerdeki insanlar hayal me- yal seçiliyor. Binayı yapan mimâr ev yapmasını bil- mediği için sigara dumanlarının, Nefes kokularının nereden ve nasıl çıkacağını kestirememiş. Ya pen- cere açılıp sert bir cereyanls bronşit gelecek, ya şim- di başka bir uşağın yaptığı gibi Filit şulumbasile ko- lonyaya biraz çamlı ül karıştırıhp salonların pis havasına püskürülecek. Bu çam limon kokuları da fena değil. ; Nazife hanımefendi bezik masasında doğrularak #tifat ediyor: — O! Hangi rüzgürlar attı, Kar fırtınası desem, siz o kadar sıcâksınız Ki. Kalkamıyorum, pardon! Bir diziye üç robikon oldum, kalkacak hal bırakma- dı şa Selim, — Rahatsız olmayınız hanımefendi, ben şöyle bir dolaşıp kendime bir yer bulabilirim, Teşekkür €- derim, viski içmiyorum. Her kes işine dalıyor, Herkes kendi âleminde karşı köşeki grup, bu Yıl portakalların ekşi olduğunu boleye ii konuşuyor. Bir briç “aresi müna- kaşa ediyor. Sağdaki salonda bakara var, Bir şişman kadın ayakta kalmış, herkesin omuzundan masaya sarkıp ayakta kalmış, herkesin omuzundan masaya son üstü çeşit İçki kadehlerile dolu bir tepsiyi sağa, sola dolaştırıyor. Vurgun bir bardak su kadar durgundur. Bunun la beraber işini bitiriyor, acele etmiyor, her masanm başında bir iki dakika duruyor. Radyonun düğmesini bile biraz kurcalıyor, rastgele imiş gibi dip salona gi. riyar. Girer girmez de sol köşedeki poker karesinde çımacının kızı gözüne çarpmıştı. o ÇArkası var'