Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
Bugünkü Hindistan: intliler Bir Tek ğllet Olabilir ,,_,'Pİ? PEANaA/a indistanın edebiyatta insan tarafını en evvel Abdül- hak Hâmidin yazılarından tanı - dım. Meşrutiyetin akabinde İstan- bulda “Finten” i oynadılar. “Ledi Finten,, rolünü yapan cılız, ince sesli aktris, bir İngiliz asılzade ka- dından başka her şeye benziyordu. Fakat “Davalacirö,, rolünü yapan İiri yarı, sesi tiyatroyu çınlatan a- dam, kırmızı sarığiyle pekâlâ Hin- distanın hudut vilâyetlerinden gel me bir Coolie (1) olabilirdi. Dava- lacironun sevgilisini bulmak için gittiği gemi fırtınaya tutulmuştu. Uzun kollarını sallıya sallıya Hâ- Mit merhumun en kudretli parça- larından biri olan “Davalaciro,, hun tiradını söylüyordu. Bu tiradın Şu mısraları beni düşündürdü: “Öyle bir şiddeti tasmim ile çıktım ki yola, Karşıma çıksa eğer sen ki me- zarım dönmem! “Ben de tüfan gibiyim, yağ- dırırım mevtü hatar, Gözyaşım seylibelâ, âhü girivim sarsar, Zulmetin çak edip ey şeb, Salarım subha nazar Büu mısralar beni düşündürdü. Çünkü onların ifade ettiği ruhu, tahayyül ettiğimiz Hindistana hiç Uyduramadım, -römantik bir şai- geklü Lanibatt Uymuyan Dir hulyası diye telâkki ettim. Öyle ya.. Ken- ti mezar taşını yıkıp geçecek ka- dar hangi Hintli bir emele, bir mak sada bağlı olabilirdi. Esrar, masal Ve bütün hayatlarına hâkim olan gizli kudretlerin zulmetinden ya- kasını kurtarıp, yani gecenin ka- ranlık perdesini yırtıp sabahın yü- Züne bakabilecek bir Hintliyi ta- hayyül etmek mümkün müydü? imdi Hintliler ile temasımın masal, edebiyat ve kitap sa hasından hakikate inkılâp - ettiği devreye geliyoruz. Burada küçük bir istitrat yapacağım. Ecnebi bir memlekette birkaç ferdini tanıdığınız herhangi bir Millet hakkında toptan hüküm ver Mekten sakınınız. Hükmünüz ba- Zan doğru olabilir. Fakat ekseri- Yetle yanlıştır. Çünkü gurbette ya- Siyan adam çok zaman kökünden k'Jpax'ılmış, akan suların üstün- de yüzen yapraklara benzer. Onun Ş$ahsi olan bir hususiyeti size milli 8örünebilir; milli olan bir fazile- ti yahut kusuru size şahsına mah- Susmuş gelebilir. Hindistan çok a- &zim bir ülkedir. Harsı, zihni altüst &decek derecede karışık, engin ve Zit cephelidir. İlim ve tecrübe sa- ibi iki Hintli size bazan memle - ketleri hakkında biribirini nakze- den malümat verebilir. Halbuki İ- isinin de dediği doğru olabilir. De diklerinin nisbi ehemmiyetini, Hin- distanın hayatındaki mevkiini tes Pit etmek ve onları, memleketleri- hin heyeti umumiyesi ile telif et- Tnek çok müşküldür. ; Bunun için bizzat gördüğüm İntliler benim için keşfedilmemiş İr kıtanın biribirinden uzak ve ğŞka başka istikametler gösteren Tişan taşlarına benzerler. H intlileri en evvel 1909 da Portsaitten Londraya gider apurda gördüm. Birinci sı- yolcuları arasındaki kibar ör- heklerden ziyade aşağı tabaka İntliler zihnimi işgal etti. Bunlardan birincisi Hindü gar- hlardır. İngiliz garsonları ile yan ken * “_) Coolie - Hamal Yazan: Halide Edip ğ AA Tezat! v diyarı olan Hindistanda müthiş sefalet'er karşısında böyle muhteşem binalara çok tesadüf edilir.. Bir Mihrace fil ile “ gezinti yapıyor yana görünce birdenbire onların Avrupalılardan çok başka (psiko- lojik) ruhi bir vaziyete vâris ol- dukları anlaşılıyordu. Bütün bü- yük vapurlarda olduğu gibi gar- sonları ırklarının en yakışıklı ör- neklerinden seçmişlerdi. İngiliz a- lelâde bir garsondu. Hindü kıyafe- tini değiştirmiş yüksek sınıf bir mütefekkir olabilirdi. Fakat bun- lar hiç şüphesiz ki, yüzlerinin ifa- de ettiği hilkatte bir adam ola - mazdı. Olsa olsa suratlarının mâ- nası ecdattan tevarüs ettikleri bi- rer maskeden ibaretti. İnce çene- leri, muntazam fakat kısa dudak - ları riyazet ile yaşıyan, deruni ve sıkı bir inzıbata tâbi insanlar far- zettiriyordu. Gözleri cessur ve halimdi, adale- si ile değil kafası ve hulyası ile ya şıyan adamların sükünu ile dola - şıyor hizmet ediyorlardı. kincisi, gemicilerdi. Bun - ları inadına en çirkin ör - neklerden seçmişlerdi. Çarpık, ba cak, sıska, suratsız, kıyafetleri başka başka adamlar, sesleri bo - ğuk, hareketleri seri, beklemediği niz bir anda arkanızda, yanınızda, zannetiğiniz zaman direğin tepesin de bulduğunuz acayip mahluklar. Kaçar gibi, uçar gibi yürüyorlar, ayaklarını hiçbir millette görmedi- ğim şekil bir marifetle kullanıyor lardı. İçlerinde isimsiz bir korku hâkim imiş gibi görünüyorlardı. Burada Hindüların korkak' olduk- larını kasdetmiyorum. Onlar cesur lar cesuru insanlar yetiştirmiş ve yetiştiriyorlar. Bu gemicilerin sez- dirdiği korku bambaşka bir şey... Asırlarca ezilenlerin, cine, periye inananların, görünür görünmez her nevi kudretin oyuncağı olmuş talihsizlerin müphem korkusu. Hintlilerle asıl temasım Balkan felâketi esnasında, 1912 senesinde oldu. İstanbula doktor Ensarinin riyasetinde bir Hint Hilâliahmer heyeti gelmişti. Bunların hepsi müslümandı. Bilhassa doktor En- sari Hint müslümanlığının haki- ki mümessili addedilecek bir sima idi. Doktor hâricen çok değişme - di. Kırpık bıyıklı, biraz Hindüla- ri hatırlatan hassas ve ince ağızlı çok siyah ve kalın kaşlı bir adam- dı. Gözleri dikkati celbedecek ka- dar çukurdu. Gerek bu gözlerde, gerek bütün yüzünde ve tavrında hissedilen rikkat ve mülâyimete rağmen irade sahibi bir adam oldu ğuna hiç şüphe yoktu. Az konu - şurdu. Hindistandan nadiren bah - sederdi. O günlerde Londrada gi- yinir ve kıyafeti çok zarif ve şıktı. Hülâsa bizim o günkü meşhur doktorlarımızdan pek fark edilemi- yordu. Ve o günlerde başlıyan dost luk ölümüne kadar devam etti. 925 te Hindistan bana çok karışık bir memleket gibi görünüyordu. Londrada, Balkan Harbi günlerindenberi tanıdığım bir Hintli Müslüman, bana “Hin - distan büyük bir zindan, Hintlile- rin hepsi mahpus alayı,, demişti. Her gördüğüm Hindü mütefekkiri bana memleketinin sefaletinden, halkın fıkaralığından, açlığından bahsediyordu. O günlerde Hindista ni tetkik etmiş olan bir gazeteci bana Hindistan için müstakil ol - mak, bir tek millet olmak kabil olamıyacağını anlatıyordu. “Nasıl olur?,, diyordu. “Birkaç yüz lisan, birkaç bin caste var!,, (Devam edecek) Ankarada Ölen Mütehassısın Çok Acı Akıbeti rol araştırmaları Çok şen, canlı bir adamdı. ki hafta içinde ölmüştür. Bu ölüm, teessür uyandırmıştır. Sparksın ölümündeki acıklı taraf, karısını uzak bir memlekette yalnız bırakarak göçüp gitmesinden ibaret değildir. Adam- cağızda çoktan beri şiddetli bir arzu varmış: Toplu bir para ele geçirmek ve evbark sahibi olmak... Türkiyeye hareketinden biraz evvel Amerika- da yokbahasına iki parça arazi al- mıştır. Oralarda yapılan araştırma- J|larda araziden birinde günde 100 henüz evlendiği lemiştir: — Talihin istihzasına ha şiddetle yurmak içinmiş... BUT Maden Arama İdaresinin Petrol Grupu Nikro Peleontoloji lâboratu- varı için Amerikadan D. D. 'Sparks adında bir mütehassıs getirtilmişti. Bu mütehassıs Amerikada yeni ev- lenmiş ve memleketimize genç karı sı ile beraber gelmişti. Ciddi gayreti ile az zamanda herkesin saygısını kazanmış ve memleketimizdeki pet- için kendisinden çok hizmet bekleneceği anlaşılmıştı. Zavallı adam, geldikten iki ay son ra menenjit hastalığına tutulmuş, i- maden arama muhitinde derin bir A şağık| satırları, geçende çı- kan bir başmakalemizden mülhem olarak bir okuyucumuz yazmıştır. Okuyucumuz bu yazısi- le ki 1 Ü yana yakıla anlatıyor ve temiz o- tel İhtiyacının — halledilmesini, bir memleket meselesi olarak ortaya atıyor? ton, diğerinde günde 90 ton petrol veren iki kaynak bulunduğu anla- şılmıştır. Sparksın, ölümünden on gün evvel Amerikadan Ankaraya ge len bir telgrafta bu müjde bildiril- miş ve yokbahasına alınan arazi için otuz bin dolar bedel teklif olunmuş tur. Sparks ölümün eşiğinde gelen bu serveti acı acı gülerek karşılamış ve ölümünden evvel şu sözleri söy- uğradım. Beni evvelâ sevdiğim kadınla evlen- dirdi. Sonra bol paraya kayvuşturdu. Bundan birkac gün sonra da vata- nımdan binlerce kilometre uzakta canımı alıyor. Beni saadetin. yüksek liklerine çıkarması meğer yere da- B ir kaç gün evvel Tan gaze- tesindeki otellerimize dair yzınızı okuduğum zaman, bu mev- zu etrafında senelerden beri içim- de toplanan dertleri dökmek arzu- suna mukvemet edemedim. Bundan bir müddet evvel (7- gün) mecmuasında sayın Hüseyin Cahit Yalçın da Karadeniz kıyıla- rında medeni manasile otel bulun- madığından acı acı şikâyet etmiş- ti. Karadeniz sahilleri, Ege mınta- kası gibi, yurdun nisbeten en ma- mur bir parçası sayılır. Oralarda (Otel) bulamıyan sayın mu- harrir ile. Tan'ın o, makalesinde | aoi geçen, ELURUİ dustuumuz ) maazallah. çenup ve cenubu şarki vilâyetlerindeki otelleri görseler acaba ne derlerdi? Yıllardan bemi vazife icabı Ana- İlkbahar İçin Sade, fakat zarif son moda bir bahar kostümü dolunun orta, cenup ve cenubu şarki vilâyetlerinde dolaşırım. Bu vilâyetlerin en büyüğünde dahi hakiki mâna ve medlülile (Otel) denecek bir yere tesadüf edeme- dim. Gerçi bu vilâyetlerin çoğun- da (Palas) ve (Büyük otel) adını taşıyan yerler eksik değil, fakat bunların hiç biri, medeni ve temiz bir adamın barınacağı yer değil- dir: Ahşap ve çıplak bir odanın bir kenarına konulmuş eski demir- bir karyola, bu karyolanın üstüne uzatılmış yam yassı bir şilte ve bir yastık ve bunları örten rengi azmış buruşuk bir çarşaf, sonra o- danın ortasında bir saç soba... İşte bir çok şehirlerimizin mükellef palaslarındaki dekor bundan iba- rettir... Halâyi, lâvabo ve ha- mamı hiç sormayınız. Bunlar o ka- dar berbat ve iptidai şeylerdir ki, insan ayağını basmaktan ve elini sürmekten irenir. ı Bu oteller niçin böyle iptidai ve bakımsızdır? İki sebepten: 1) Otel işletenlerin çoğu, mo dern otelcilik hakkında en basit malümattan mahrumdur. Bunların Ülkizlik ve konfor mefhumile de bir alâkaları yoktur. Ve bunları öğ renmiye lüzum görmezler. Bir gün büyük bir vilâyetin en meşhur otel sahibine sordum: — Bu oteli açmadan önce örnek olacak bir otel gördünüzmü? — Elbette... Elâzize gittim ve ve oradaki otelleri gördüm.... 2 Belediyeler otellerin kon- for ve temizliklerile kâfi derecede meşgul olamıyorlar, Belediye ka- nunlarının bu işe taallük eden hü- kümleri, rahatsız edilemiyecekle- rinden emin olarak kitap sahifele- rinin derin sükünuna gömülmüş uymaktadırlar. Geçenlerde yine büyük bir şehir- de en mükemmel diye tanılan bir otele inmek zaruretinde kalmış - tım. Ziyaretime gelen memleketin sıhhat müdürünü elinden tutarak oteli gezdirdim. Müdür, gördüğü Bir Memleket Meselesi: Doğu Şehirlerinde "Palas,, Bolluğu Öyle Bir Facia ki!.. feci manzaralar karşısında hayret- te kalmıştı. Yukarda dediğim gibi Anado- luda senelerden beri otel işkence- sini çeken bağrı yanıklardan biri- de benim. Bu yüzden: (işimi gücü- mü bırakarak, varımı yoğumu sa- tıp şu büyük şehirlerden birinde medeni bir insanın barınabileceği küçük bir otel yaptırsam da bu di- yardan geçen vatandaşlara rahat bir nefes aldırsam) diye düşündü- ğün zamanlar çok olmuştur. Ya- zık ki buna ne mesleğim müsait ne de servetim. n ikrimce, Anadoludâki otel derdinin bir tek hal çaresi vardır: Devlet bir kanunla, belediye- leri şehrin nüfus ve büyüklüğüne göre 10-30 yataklı, her türlü kon- foru haiz birer otel yapmağa mec- bur kılmalıdır. Bu otelin altında bir de temiz gazino - lokanta ya- r Bapşalalı TI kammik eli bir Metre d'Hotel'e tevdi edilir. - Bu teklifin bir çok itirazlara he- def olacağını biliyorum. Her şey- den evvel denilecek ki: Belediye bütçeleri otel değil, - memleketin su, elektirik, park gibi daha lü- zumlu ihtiyaçlarını bile temine kâfi gelmiyor. Sonra denilecek ki: Belediyeler bu otelleri işletemezler, ziyan e- derler. Bu itirazlara kısaca şu cevabı vereceğim: T emiz bir otel ve bir lokan- ta, bir memleketin sembo- lüdür. Avrupayı gezenler bilirler- ki; Garpte en küçük kasabalarda, hatta köylerde bile insanı Trahat ettirecek temiz bir otel bulmak mümkündür. Hem uzağa gitmeğe ne hacet? Yirmi sene önce bizden ayrılan memleketlere bakalım: Şamda, Beyrutta ve Kudüste bu- gün en modern Avrupa otellerini aratmıyacak kadar mükemmel 0- teller yapılmıştır. Bizde otel işi - bilhassa 'Anado- luda - şimdilik şahsi teşebbüsle yapılacak işlerden değildir. Bu- nun devlet bütçesile de bir alâkası yoktur. Bu iş, doğrudan dağruya belediyelere düşer. Her belediye ne yapıp yapıp halime göre bütçe- sinden 10-15 bin lira kadar bir pa- ra ayırıp şehirde küçük fakat te- miz ve konforlu bir otel yapmalı- dır. Ve bunu bir medeniyet lâzi- mesi, bir memleket borcu olarak bilmeli, icabında ziyan.etmeyi de göze almalıdır. Size bir misal söy- liyeyim: Zevkiselim sahibi ve e- nerjik bir vali, Urfa'da belediye hesabına küçük fakat her türlü istirahat esbabını ihtiva eden gü- zel bir otel yapmıştır. Bir çöl ikli- mi ortasında kurulmuş bulunan o G e Ruprtali TI sevimli belediye gelip te bu otele inen her yolcunun ilk yaptığı iş, oteli yaptıran zate dua etmek olu- yor. Muhakkak bir şey varsa oda, bu otel derdi hal edilmedikçe memle- kete ne dışardan ne içerden hiç bir seyyahın gelemiyeceğidir. Zira seyyah, her şeyden önce zevkini ve istirahatini düşünen medeni bir adamdır. Dr. N F A ai ll ü dÜi AAA S ü Sürendelü önületren 1 j