İSTANBUL - MOSKOVA - TAHRAN Moskovada İlk Geceyi Nasıl Geçirdim oskovada otele indikten bir saat sonra yeniden sefarethaneden yollanılmış 0- lan bir otomobile binerek Se- firimizi ve kıymetli eşini ziya- rete gittim. Çünkü beni karşı lamıya gelmiş olan sefaret kâ- tibimiz, Sefirimizin eğer ister- sem beni kabul etmek lütfun- da bulunacağını bildirmişti. Bu fırsattan hemen istifade et- mek benim için büyük bir zevkti. Şimdi, otomobilin içinde geniş caddelerden geçiyor ve Moskova #okaklarını bir defa daha seyret- mek imkânını buluyordum. Sokak- lardan durup dinlenmeden bir tram- Yay, otobüs ve troleybüs seli akı- Yor. Halk, durak yerlerinde arka, arkaya dizilmiş, ilk gelen yolcunun hakkını yememek için ikinci gelen Ölün arkasınti” Üçütcüsü; -dördün- “lis de sıra ile biribiflerinin arku- Tarıma geçmiğler. Kaldırımlardan ta- $an halk içinde başka memleket- lerde görmiye alışık olduğumuz gi- bi elegant kadınlar, çok iyi giyin- Miş erkekler yok. Halk içinde yine başka memleketlerde görmiye ali- #ik olduğumuz gibi çok fena giyi- Benler, üstleri, başları yırtık, pir- tık olanlar, ayakları çiplak bulu- hanlar yok. Herkes, gayet basit, fakat hepsi &yni şekilde giyinmiş... adınların hemen, hemen hep- sinin yüzü pudralı, dudak- Yarı ve yanakları boyalı. Yalnız kaş- larını almış olanlar başka memle- ketlere nisbeten sz... Elbiseler 937 Avrupa modasına tamâmile uygun değil. 917 senesindenberi geçen mo- daların hemen hepsinden bir iz var, bu basit elbiselerde. Güzel bir şap- ka göremiyorum. Bilhassa ayak- kabılar, hele çoraplar hiç te iyi değil... Ince ipek çorap, zarif bir iskarpin seçemiyorum. Halkım ek- #eriyeti başaçık geziyor... Dükkân camekânları içinde her 8ehirde alışık olduğumuz gibi gü- >el kürkler, güzel kumaşlar, şap- Kalar, iskarpinler, hattâ yüzükler, küpeler, bilezikler var. Ev eşyaları kitaplar, çiçekler ve bilhassa ço- cuk eşyası, çocuk oyuncakları... E- vet, camekânları en çok Ssüsliyen €ğyalardan biri de çocuk oyuncak. ları... Karşıda büyük bir binanm üs- tünde Stalin yoldaşım küçük bir ço- cuğu kucaklıyan kocaman bir res- Akşam şehrin üstüne inmiye baş- ladı, şehrin ışıkları birer, birer ya- hıyor. Otomobil, sefaretanenin bah- «6 kapısından içeri girdiği zaman Ortalık artık alaca karanlık... efaretane binası eski rejim- de hususi bir konakmış.. Harikulâde güzel bir antresi, bil- hassa bronz işlenilmiş çok nelis par- Maklıklı bir merdiveni var. Sefirimiz Bay Zekâi Apaydm ve <ok nazik ve çok sevimli eşi beni büyük bir samimiyetle karşıladılar. Bir insan için memleketinden bu ka- dar uzakta olduğu zaman kendi se- faretanesinde böyle büyük bir mi- Suat Derviş safirperverlikle karşılaşmış olması en büyük zevktir, Gurbet denilen iç açısı, bir dakikada silinip gider. Se- faretanemizi terkettiğim zaman kendimi Istanbulda gibi hissediyor- dum. Bir anda yalnızlığı, Jisannı bilmediğim bir memlekette tek ba- gıma olduğumu unutmuştum... telde ikinci katta bir odam var. Hayır... bir buçuk odam ve bir de antrem var. Odam çok ışıklı, çok sevimli, geniş bir yazı masası, koltuklar, kanape, tuvalet masası, dolap-ve yanda bir perde ile ayrilmiş ufak bir köşede. bir karyola ve karşısında sıcak ve 80- ğuk suyu akan muslukları ile yerli bir livabo var. Bir saat kadar dinlendikten son- ra, galiba sekiz, sekiz buçuğa doğ- ru akşam yemeği için otelin resto- ranına indim. Otelin restoranı geniş iki salon, duvarlardaki ve tavandaki tezyinat ve resimler bu binanın ih. tilâlden çok daha evvel yapılmış ol- duğunu gösteriyor... Otel restoranı bomboş... Beyaz gi- yinmiş garsonlar ilerde blifenin ö- nünde durmuşlar aralarında konu. şuyorlar. Benim, masalarm birin- de yer aldığımı görünce, içlerinden bir tanesi yanıma yaklaştı. Rusça ve.. tabil ingilizce konuşuyor. Bir Histe istediğimi anlatmak için metr- dotelin yanımıza kadar gelmesi İ- cap etti. Listenin fransızca, ingiliz- ce ve almanca kısmı var. Bt ye mekleri, tavuklar on rubleden a9 ğı değil... Tatlılar beş, altı ruble, sebze dört, Salata ve diğer hors d'oguvre'ler beş ile on iki ruble &- rasında... Yanımda İntourist'in - kuponları var, Hem ben Voks'un da davetlisi- yim, Onun için henüz para da boz- durmadım. Rublenin bizim pâra mızla ne kıymette olduğunu bilemi- yorum. Esasen Istanbuldan çıkar- ken döviz müsaadesi alamamıştım, yanımda yirmi beş lira çıkarmakirr ğıma müsaade vardı, Ben tam va” pura girerken beni teşyie gelen kar- | deşime yanımda daha fazla para var zannile - kaçakçılık yapmamak İ- çin - yanımdaki paranm bir kısmı” Bı iade ettim. Yanlışlıkla yanımda yirmi beş liradan da az bir şey bi- rakmışım.. Ge ilk yemeği getirinei- ye kadar restorana benden başka bir kişi daha geldi. Bu adam güzel, uzunca boylu esmer bir #- damdı. Yakm bir masaya oturdu. | O da metrdotelle almanca konuşu" | yor, Almancayı telâffuzundan anlı yorum. Kendisi de bir Alman. Fa- e "asar, ya SEYAHAT NOTLARI : 3 Yazan: Suat Derviş. | Restorana otelden girilen kapı tekrar açıldı. Başımı çevirdim. A- merikan filmlerinde “hsin adam, rolünü yapan, ince biyıklı, artistle- re benziyen sarışm bir genç içeri girdi, âdeta bir kadı gibi kırlar rak yürüyor. O da gitti, karşında bir masaya oturdu. Çorba, nefis bir Borç. Hem insannın yorgunluğunu da alıyor, son kaşığı daha içmeden, testorâ- na dışardan iki kişi girdi. Bunlar. dan biri etrafı işlemeli bir Rus blu- zu, siyah kilot pantalonu ve siyah çizmeler giyiyor. Yanmdaki adamın lâcivert kostümleri var. I- lerde bir masaya oturdular. Votka içiyorlar, konuşuyorlar... Beş da- kika sonra Çinli bir çift, üç Çinli çocuğu İle solds geniş bir masaya oturdular, Fakat geniş salonlar, Yine pek boş kaldı. Çinli kadın, Çin ipeğin- den dar, uzun bir elbise giyiyor. Bu elbisenin uzun kolları ve iki parmak genişliğinde dik bir yakasi var. E- teklerinin iki tarafındaki yırtmaç- tan çök yüksek ökçeli iskarpinler görünüyor, saçları kesik bu Çinli bayanım... Yüzü de bir Avrupalı ka- dın gibi boyalı, dudaklarımda ve ya» naklarmda kızıllık, gözlerinde sür- meler var, sat onda hesibi yaparken metrdotele restoranda mü- zik olup olmadığını sordum: — Sant on ikide başlar, diye ce- vap verdi, — On ikide mi? —Evet.. Çünkü burada herkes tiyatrolardan, konserlerden sonra yemek yemiye gider. — Dans olur mu? — Evet. Saat dörde kadar. Bu akşam kalmak istemez misiniz? — Çok yorgunum, diyorum.. Bir başka akşam... Ve uzun bir tren yolculuğundan pek yorulmuş olan vücudümü ba- caklarım üzerinde âdeta zahmetle taşıyarak odama çıkıyorum. Kemalpaşa Belediye Reisi Ankarada M. Kemalpaşa, (TAN) — Belediye Reisi İbrahim Oray Ankaraya git miştir. Orada, kasabamıza getirilme- si düşünülen Sarpdere suyu ve elek- trik tenviratı işleri hakkında temas- larda bulunacaktır. Belediye Relsi, elektrik meselesi için icap ederse İs- tanbula da gidecektir. M. KEMALPAŞADA PAZAR YERİ M. Kemalpaşa (TAN) — Eskiden beri hükümet yakasında çay boyun. da kurulmakta olen pazar, belediye- nin kararile mezbaha yanımdaki Sü- yük meydanlığa kaldırılmış ve ora- da kurulmağa başlanılmıştır. Geniş ve elverişli olan yeni pazar yerinin etrafma ileride duvar çekile- cek ve burası daha düzgün bir hale | konulacaktır, kat neden esmer! Acaba Alman Musevisi mi? Pasaportunu çıkardı, bir şeylere bakıyor. Yakınımda oturduğu için pasaportunun bir Alman pasaportu olduğunu görebiliyorum. Adana Sporcuları Samsuna Gidi; Adana, (TAN) — Sporcularımız. dan mürekkep bir kafile otuz ağus- tosta Samsunda bulunacaklar ve ©- rada üc mac vanacaklardır. TAN 1Saat Tayyarecil Şimdi İstanbul Üstünde Canlı Bir Harita Çiziyor ve Hızla İlerliyoruz Ss Icak bir yaz günü... Herkes serinlemek için pazardan is- tifade ederek deniz kenarına ko- guyor. Uçuş arkadaşım Bay Basri ile beraber biz, herkesin aksine 0- larak, ısınma tedbirleri almakla meşgulüz. O, kürklü bir deri pelto giyiyor. Ben de onun aynini yapı- yorum. Onun gibi ben de başıma kürklü bir başlık, ellerime kürklü eldivenler geçiriyorum. Bunlar lâ- ım, çünkü birazdan yükseklere u- çacağız, yazdan birkaç dakika için- de kışa geçeceğiz. Fakat uçma teçhizatımız bu ka- darla kalmadı. Gözlerimize birer uçuş gözlüğü bağladılar, sırtımıza da birer paraşüt geçirdiler, Para- şüt tayyarede şilte gibi üzerine o- turulan neviden... Ucundaki koca- man kopçalı şeritler omuzumuza ve bacağımıza bağlandı. Şimdi uçuş için hazır bir halde- yiz. Fakat yürümek ve tırmanmak için hiç te öyle değil.. Tayyarenin yanıma yaklaşmak, yayi kapakla kapanan basamakları bulmak, pi- lotun yeri arkasmdaki rasit yering tırmanmak, epeyce zor bir şey ol- du. Yerime yerleşince Koltuğuma belimden bağladılar. Tayyare, askeri bir mektep tay- yaresi olduğu için hem önde, hem arkada kumanda tertibatı var. Ba- na tarif ettiler: Şu gaz kolu, şu İş- tikamet dümenleri, şu irtifa dilme- ni... Bunların hiçbirine dokunms- mak lâzım... B' arada motör işletilmiş, #- sınmıştı. Harekete geldik. Çimenler üzetinde hızla koştuk. Sonra havalandık. Mall vaziyette bir, iki dönüşle irtifa aldık. Bu sı- rada yerdeki her şey, tayyarenin bir tarafından çok yakın, diğer ta- rafından çok uzak bir manzara al- dı. lik tayyareye bindiğim zaman buna çok ürkmiştüm. Pilotun be. ni korkutmak için şaka yaptığını sanmıştım. Şimdi bu dakikayı ürk. meden bekledim. Yerde karınca gibi görünenlere veda için elimi sallamak istedim. 200 kilometreye yakın süratte bir hava cereyan: kolumu içeriye doğ- ru atti ve aklımı başıma getirdi. Yer âleminden başka bir âlemde ol- duğum hatırıma geldi. Fakat oturduğum yerin sahanlı- ğından dışarı Çıkaramadığım bu el. leri ne yapayım? Resit yerinin ke- narlarını tutayım, dedim, Hava ce- reyanı parmaklarıma Vuruyor, kürklü eldivenin içindeki bu per- makları sızlatıyor. İşsiz ve istinat. ız kalan bu ellerle, bu irtifa dü- menine, gaz koluna sarılabilsem iki elim de daima meşgul olacak... Fa- kat kumanda kollarile benim aram- da esrar dolu bir âlem var. Akim bütün icapları ve emirleri, ellerin şu birkaç santimetrelik mesafeye uzanmamasi İÇİN sıkı bir fren vazi- fesini görüyor. en yerime alışmıya çalışırken tayyare yol alıyor. Şimdi Istanbulun üstündeyiz. Canlı bir harita seyrediyoruz. Işte Saray- burnu denilen küçük çıkıntı, Boğa» ziçi dediğimiz dar su yolu... Ko- ca Üsküdar, sahile sıkışmış bir- kaç küme ağaçlı evden ibaret gö- rünüyor. Arkasmda koyu renkli bir ağaçlık şeklinde Karacaahmet, sonra boş arazi var. Bu arazideki yollar, karıncaların açtığı izlere benziyor. Sağda deniz, ortasma intizamsız şekilde dökülmüş toprak yığınları. na benziyen Adalar... Büyükada, sırtsırta gelmiş iki Kaplumbağaya benziyor. Büyük Tur yolu, harita Üzerine ince bir kurşun kalemle çi zilmiş bir çizgiyi andırıyor. Büyükadadan sonra deniz üstün- de yol alıyoruz. Kendi kendimi yok- luyorum... Bundan evvelki uçuşla- rımdan çoğu kapalı tayyarelerde ol- duğu için tamamile normal bir hal- AAA EN : Yazan: , sAh e Ahmet Emin e ; Ya'man MAR , , ) saatlik “Bir tayyareciliğine,, hazır vaziyette Başmuharririmiz de değilim, Açık bir tayyare ile ka- patlanıp, nihayetsiz hava boşlukları içinde uçmak, yere nisbetle mual- lâkta bulunmak tabii gelmiyor. Vaziyetimin tam zevkine varam yorum. Açık tayyarede uçuş için elime nasılsa geçen bu fırsattan son hadde kadar zevk alamamak yazık olacak.i. endi kendimle vaziyetin bir bilinçosunu yapıyorum: Be- Bi ne ihtimaller bekliyor? En uzağı ve en fenası kaza İhti- mali: Bu yerde giderken de ber 2- dımda var. Nereden geldiği hiç bi- inmeden birdenbire insanın karşi” sına çıkabilir. Zaten netice biraz ev- vel veya biraz sonra ayni yere va- racak değil mi? Fakat uzak kaza ihtimalinde bile hayatla aramda bir köprü yok de- gil... Bu hava gemisinin her iki yol- cusunda birer tahlisiye sandalı var. Kapalı yolcu tayyaresinde seyahat edenler henüz bundan mahrumdur. Tahlisiye sandalımız, üstüne 0- turduğumuz paraşüttür. Fena bir ihtimal olursa kendimizi boşluğa atacağız. Kalp hizasma gelen kul- pu.sağ elle çekeceğiz. Paraşltün çantası açılacak, evvelâ küçüclük reh ber paraşütü havalanacak, arkadan kocaman ipek şemsiye açılacak, in- san bu şemsiyeye asılmış bir min- der üstünde etrafa baka baka, mu- tedil bir süratle yeryüzüne yakla- şacak, sağ ve sol iplerini çekerek biraz dümen tutacak, sonra yere yaklaşmer sadmenin ayak üstüne gelmemese dikkat edecek, Çok uzakta duran kaza ihtima- inden başka fena ihtimal olarak, yan veya aşağı yukarı istikamette biraz sallanmak, küçük boşluklara düşmek, rüzgâr sağnaklarile çarpış- mak var. Bunlar ani sarsmtılar yapsa bile yere ayak basınca hiçbir izi kalmıyacak. Geriye galip ihtimal olarak, kuş gibi havada uçmak, dünyayı her an değişen bir sinema şeridi halinde seyretmek, tayyare siratile düşün- mek, zevk duymak var.. > ihtimallerle bu he- saplaşma; yaman bir tesir yapıyor. Korku ve rahatsızlık da- marları tamamile uyuşuyor. Emni- yet, yürek genişliği, zevk duygula- Tı hâkim vaziyete geliyor. Şimdi 7 kuş gidi uçmanın zevkini tamamile duyuyorum. Yalova sühilini aştık. Iznik gölü üzerinde yol alıyoruz. Sağda Ulu- dağın karlı tepeleri, uzakta Bilecik sırtları var. Altımızda ufak, ufak bulutlar, yapılacak ciddi bir işleri varmış gibi, ciddi bir tavırla rüz- gür istikametinde ilerliyorlar. Çocukluğumda bir bitirip bir baş ladığım bir kitabı hatırlıyorum. Bin bir geceye nazire diye elfünnehar ve nehar, yani bin bir gün adral- tında neşredilmiş bir masal kita- bi... Bu kitaptaki masallardan birin- de bilgi sahibi bir adama tabiatin kuvvetlerine söz geçirir bir hakim rolüoynatılıyor. Bu hakim galiba Toni Ali Sina... Masalda memleketinden, sevgili- sinden uzak düşmüş bir genç var. Bu gencin bir an evvel yurduna ka» vuşması, fena kuvvetleri ezmesi lü zım... Bunun için tayyare süratine ihtiyaç var. Fakat tayyare yok. In- sanların hayali mükemmel surette bu boşluğu dolduruyor. Ibni Ali Sina, havsdr uçan bü- lutları durduruyor ve soruyor: — Ey bulut, ne tarafa gidiyor» sun? — Filân diyara... — Hayır için mi, ger için mi? — Hayır için... — Öyle Ise, bu yiğit genci bera» ber a), oraya bırak... imdi aşağıda hallaç pamuğu gibi dağılmış bulutlar üze- rinde masal kahramanları doleğinle yor. Fakat biz bulutların üstünde uçuyoruz ve istediğimiz istikamete te yol alıyoruz. Arık yerime alışmıştım. Ellerim- le tutunacak birkaç yer keşfettim. Yalnız bir derdim var, rüzgâr seyrine rağmen 200 kilometre süs ratinde bir hava cereyanı bir dü- züye tepeme çarpıyor. Kürklü baş- Lik tepemi muhafaza edemiyor. Ba- şımı rüzgâr seyrinin hizasına ge- tirsem mesele kalmıyacak, fakat 9 zaman da etrafı göremiyecoğim: Has Time gilkrediyofiri* Ya uzun boylu olsam ne yapardım? Fakat, bu ufak arızaya rağmen rahatım. Gaz koluna, dümenlere el sürmiye hakkım yok, Fakat vakit vakit önümdeki âletleri gözden ger girerek kendi kendime bu hava ge misinin bir ikinci kaptanı süsü ver» meme kimse mâni olamaz. Motörün devir adedini gösteren âleti vakit vakit kontrol ediyorum: Motör, hep 1825 devir üzerinde uslu uslu vazife görüyor. Zaten devir ade dinde ufak bir fark olsa kulak fars kediyor. Deniz sathma göre, 1600 metre yükseklikte uçuyoruz. Yerden yük» sekliğimiz araziye göre değişiyor, Öİ Süratimiz 170 ile 180 kilometre 8x rasında... Rüzgüri arkadan alsak İs ki yüzü geçeceğiz. Fakat rüzgür karıdan esiyor, yolumuzu bir dis züye Kesiyor. Otuz kilometre sira» “8 timizi çalıyor. Biraz da bizi sallı yor, fakat çok hafif. Bu kadar sale lantı da olmasa insan havada oldu» Zunu duymıyacak. , ilecik hizasını geçince, açik bir tayyare içinde uçmakta, gittikçe zevk duyuyorum.* Tepems süratle çarpan hava cereyanı, dis Si mağıma şu düşünceleri ilham eği- yor: — Masa başında çalış, Hayatla temastan mahrum bulun. Ara sirâ tayyareye nisbetle kağnı arabası na benziyen şimendifere, vapura iii binerek şuraya, buraya git. Gâze“ tecilik mi bu? Genç bir gazeteci ols sam meslek hayalim şöyle oldunduz gi Bu gaz kollarını, dümenlerini kuleoğii lanmayı öğrenirdim. Dünya yüzüs gil nün neresinde vaka, hareket varsa Si tayyareme atlar, oraya uçardım, SN Masa başındaki makaleyi kim İse terse yazsın, ben hareket ve vaka; gazetecisi olurdum... a Ozon dolu saf bir hava teneffüs ederken birdenbire tayyareye böziii zuk bir hava gelmiye başladı. Ufka baktım: Eskişehirin üstüne gelmiş tik. Biraz ötede şeker fabrikasımınii bacaları tütüyor ve fabrika pancar? küspesi kokusunu etrafa yayıyopaji du. Motörün devrini gösteren yavaş yavaş 1825 devirden a (Lütfen sahifevi irinizi” çor va EDE ga i