m” ga (Fransız kadın gazetecilerinden Marcelle Prat Sudan yolundan Ha- beş hududuna kadar uzanarak, gör düklerini anlatıyor. Bu günün vak'- aları içinde Fransız gazetecisinin yazdıkları dikkate değer.) Altı milyon OLancashireli İngiliz pamukçusu, Habeşistandaki Tsana gölünün etrafında ve civarında yaşı- yorlarmış. Hem de nasil? White kumpanyasının eski kontr- metr'i iyiden iyiye öksürdükten son- tra anlattı: “.— Bunda anlaşılmıyacak bir şey yek. Mavi Nil diye bir ad işitmişsi- nizdir. İşte bu su Tsana gölünden çı- kar ve büyük Nile katılır. Fakat bu mavi Nil bir mucizedir. Geçtiği ye- rin İki tarafındaki topraklarda sene- de üç defa ekilir ve biçilir. “Habeş sınırı ile Hartum arasında 'bin kilometre mesafe vardır, Mısıra kadar uzanımız, hep pamuk tarlala- rı göreceksilz. Lankasbire'm pamuk- larını veren tarlalar. Bu sözler bana geçen yıl, Sudanda gezdiğim pamuk tarlalarını hatırlat tr Çin mürekkebi gibi simsiyah, çıp- lak, iri vücutların bembeyaz pamuk dalları üzerinden atlayıp geçerek bi- ribirlerile şakalaştıkları gözümün önüne geldi. Bu iri, katrani adamlar beyaz demetleri yakaladıkları gibi, havaya atıyorlar, sonra duş yapar gibi demetlerin altma atıyorlar ve bu eğlenceden terli terli çıkıyorlar. Misafirlerden biri ilâve etti; — Bütün bunlâr işin en eğlence Yi tarafıdır. Bereket ki bunu yapıyor- İnr. Yoksa hepsi verem olup gider- ler. Altı milyon insanım ekmeği Sözü kesilen contremalitre anlattı: — İtalyanlar, isterlerse Habeşista- mi alsınlar, Hiç şüphesiz ki, bütün bu mucizeli suları yeni müstemleke- lerine çevireceklerdir. Elbette ki fe- #ihlerini boş brrakseak değillerdir. Eğer böyle olursa Sudan ölmüş de- mektir, syni zamanda da İngilterede. ki altı milyon insanım ekmeği kesil- miş demektir. Köntrmaftre alşını kaşıdı: — Bunlar öyle anlaşmazlıklardır ki, benim görüşüme göre işi derle- yip topliyabilmek için, “kan dökük ek lâzımdır. Sonra ilâve etti: — Kan. dedi, biliyor musunuz, kandan artık korkmuyorum, o kadar #leştem ki. Mukaddes göl Gözlerim © yuvarlaklaştı, dikilip doğruldum. Bu söylediklerini daha İyi ve etraflı anlatmasını istedim. O da anlattı: — Dinleyiniz, dedi, evvelâ Tsana denilen bu göl, Habeşlilerin mukad- des bir gölüdür. Habeşistanın bütün büyük imparatorları bu gölün bir kenarına gömülmüşlerdir. Bu gölün esrarlı kıyılarında bircok mabetler yapılmıştır. Bu kliseerde papazlar sabah akşam öd yakarlar. Kadın kıs» mıhın bu taraflara yanaşması yasak- tır. Hatta o kadar ki disi hayvanları bile kovup çıkarırlar. Tavuk, inek gibi mahlüklar bu mukaddes toprak- Tara ayak basamazlar, Bu gölün dört bucağında çek ip- tidat bir halde yaşıyan kabileler var- dır. Bu kabilelerin içinde en önemli“ si Veto kabilesidir. Bu kabilenin ken- dine mahsus an'aneleri vardır. Mese- Vâ bir adamın bu kabileye girebilme- si için, hiç olmazsa bir gergedan öl- dürmesi lâzımdır. Gölün içi bu yüz- den gergedan ölüsü ile doludur. Davul çalınca, genç nişanlı papi- *üsten mamul sandalına biner, nişan bediyesini aramağa gider. Kerkedanı yerler Ay ışığında, bu mucizeli suların Halgaları üstünde, eğer önüne bu iri mahlfiklardan biri veya birkaçı çr karsa, erkekliğin şanındin olyrak, birini de, birkaçını da gebertmek mecburiyetindedir. Bu esnada aşire- tin bütün adamları kıyıda raksede- vi nişanlının zaferle dönüşünü bek- erler. Kadmlar rslığa benziyen say- halar koparırlar. Erkekler elleri ar- kasımda, omuzlarını şayan hayret bir süratle titretirler. Sonra gene mütemadiyen omuzlarını titreterek, diz çökerler, sırtlarını arkaya verir» Ter, bu sırada etraftan nefeslerin ve- Üştiği kadar, yaşa ve alkış mika mında müthiş bir veveylâ kopar. Bir kaç saat sonra nişanlı gelir, önünde de iki üç tonluk hir gergedan. Ev- velâ şunu söyliyeyim ki, Habeşli bir defa iyi nişancıdır. Attığını vurur. Nisarilr ganimetini getirince, bü- tüâ Bu insanlar, hâlâ ibtizar geçiren bu et dağının üzerine atılırlar, kılıç- İarını ve bıçaklarını çekerek, havva- nım neresine rasgelirse saplarlar, hayvan da ihtizarmdan vazgeçer ve ölür. Sonra nisanlı kızın akrabasma sıra gelir. Bunlar, âdet mucibince ; ölü hayvanın sırtına otururlar, tırnakla tmm tahammülü derecesinde, ncka- .Ardullahı Vasia. T Habeşistanda Neler Gördüm? AN dar et koparabilirlersc koparırlar ve çiğ çiğ yerler. Ortaya dir mezinha kokusudur yayılır. Galip delikanlı, (nişanlısına ayrı bir hediye vermeğe daha mecbur- dur. O'da bizzat giderek, vurduğu hayvanın oyluğundan o çıkartacağı gözdür. Bazan bu gözler, daha ken- dilerini kolayca vermezler ve canlı- Uklarını muhafaza ederler. Nişanlı kız, müstakbel kocasından aldığı bu hediyeyi güzel güzel yer. Bunun ös | şu sebebi vardır: Genç kız, nişanlısı nın vurduğu Hayvanm gözünü yer- se, aile saadeti bozulmazmış. Hele hayvanm gözü adamakıllı kendisini adan... Bütün bunları adam bize güle gü- le anlattı: — Affedersiniz, dedi. r Bütün bu anlattığı şeyler sapıki hiç bir şey değilmiş gibi, boyuna gülü- yor, gülüyor, kahkahaları arasmda da gırtlağını okuşuyordu. Nihayet ilâ ve eti v4 — Arladmız yı, Tsana gölü ke- 'natında insanın canı arkılmaz. © Afrikalı zenciler, Amerikalr zenciler | İHartuma Amerikali zenciler geli- yorlar. Kimdir bunlar? Herkes şüphe İçinde... Herkes biribirine soruyor: — Kimdir bunlar? Bu adamlar hakkmda birçok şayla- lar dönüyor. En nibayet İntelligence Service bu adamların hüviyetlecini tesbit ediyor. Ve alman malümat gu: Bu adamlar, meşhur Amerikak zenci imparator Garvan'ın adamları imiş. Bu zenci İmparator yeryüzün- deki bütün zencileri parasının kuv- vetile himaye etmek istiyor, Acaba neden adamlarından birka- çını buraya gönderdi? Herkes işte bu sırrı anlamak merakında. Bir sabah Gordon müzesini ziyaret ediyordum, siyahinin biri yaklaştı ve selâm verdi. Beyaz dişlerini gös- tererek, tatlı tatir gülümsedikten son- ra: — Allo, prenses! dedi. Niçin prenses? Orasım pek anla- madım. — Siz beni tanımadınız mı? diye sormaz mi? Verdiği karta bakıp ismini oku- dum, Ne uzun isim, Olduğu gibi ya- zıyorum: Miralay Lincoln Washington Mis- ses Vtihe İmparator Garvan'ın yave- ri. Altında da iki şehir ismi: Newyork, Harlem. Bir süküt fasılası oldu : — Efendim, niçin hatırlamıyorsu- muz? Harlemde bir bara geldiğiniz zaman, size sigara ikram eden ben de ğil miydim? Siz oraya sanki niçin gelmiştiniz?.. Düşündü, düşündü: — Evet, evet, dedi, şimdi hatırla- dım. Harlemdeki zenciler hakkında bir anket yapmağa gelmiştiniz. — Peki ama, siz buraya niçin gek diniz? Baş parmağını, .iki iri solucana benziyen dudağına koydu. Sonra bir sır söyler gibi iğilerek anlattı: — Ben “Habeşistan dostları cemi- yeti, nin buraya gönderilmiş bir ada- muyım. Biraz daha sesini kıstı: — Niçin mi buraya geldim? Suda- nim başimamını, daha doğrusu Meh- dinin oğlunu görmeğe geldim. — General Gordon'un emirindeki eftadın öldürdüğü oğul mu bu? Evet, lâkin bu hâdiseyi şimdi- lik ortalığa yaymamak lâzımdır. Zan- nederim ki, İngilizler bizim burada bulunuşumuzu çekemiyorlar, buraya ne yapmağa geldiğimizi bilmiyorlar, hele aramızda bir ittifak olmasından son derece çekiniyorlar. — Siz hakikaten gözünüze aldığı- nız bu işi yapacak mısınız? Efitrede yerleştikleri Asmara | şehri — Elbette! Bir defa, yahut bilaç defa tecrübe edeceğiz. — Fakat Mehdinin oğlunda biç- bir nüfuz yok zannederim. İngiliz. ler onu bir kenarda kalmağa mecbur ediyorlar. * — Evet, onu da biliyoruz. İngiliz. ler kendisine 500.000 ffank gelir, bir çok emlâk ve bir de Sir lâkabı ver- mişlerdir ve bütün bunlarla bazreti uyuttuklarını sanmaktadırlar. Fakat bana inanınız ki, Mehdinin oğlu bu- ralarda, kimsenin zannetmediğinden daha çok kuvvetli bir nlifuza sabip- tir, Mehdi için herkes titrer. Tam o sırada sivil bir adam bir- denbire mlizenin içine girdi, İmpara- tor Garvan'ın yaveri acaba bir şey- lerden mi korktu, İğilerek kulağıma fısıldadı: — Muhakkak İntelligence Service- den bir adam. Deha iyisi burada hiç bir şey konuşmıyalım. Beni evimde görmeğe gelmez misiniz! Yeni dostum pm kaçtı, Göl kenarında hususi bir köşk Birkaç gün sonra, tekrar kendini n. Kimdir bu büyük imam diye dehşetli bir merak hâsıl ol içimde Muştu. Mavi Nil kenarmda hususi bir köşk.. Perdeler örtülü, diğer pence- relerin pancurları kapalı, sessiz, se- dasiz bir köşk. Hem. de ne muhteşem köşk. Miralay Lincoln arka bir kapıdan köşke girmek içir ilerledi ve kolum- dan dürterek dedi ki: — Çabuk olalım, sizi benimle be- raber görmesinler. Başlarına köpürtülmüş kaymak gi- bi beyaz garler sarmış Sudanlılar bize “yürüyünüz!,, gibi işaretler ver diler, Arkalarından İoş ve eski camlarla süslenmiş geniş bir hole girdik. Miralay Lincoln pabuçlarını gıcır- datarak yürüyor, ben de kediler gibi arkasından seğirtiyorum. İçimde, İn- telligence Sceyice'in gözü, sanki ba- şımızın üstündeymiş gibi bir his var. İki siyahi, ellerinde tüy süpürge, karşımıza çıktılar. Acaba camic gi- ter gibi ayakkabılarımız çıkaracak mıyız diye düşündüm? Hayır! Siya- hiler, tüy süpürgelerile pabuçlarımı- zın tozlarını aldılar. Şimdi küçük bir salondaydık. Dan- telâlarla, çiçeklerle, on beşinci Louis üslübu doğramalar ve kaplamalarla süslü, buduvar gibi bir salon. Gül ağacından bir masanın üzeri” ne çay geldi. Üzerlerine tac işlenmiş gilmüş takımlar. Acaba İsigiliz hü- kümetinin hediyöleri mi diye düşlin- düm. Şüphesiz! Bakınca gördüm. Gümüş üzerine altın yaldızr sörül- müş tabaklarda pastalar, yenilmeğe amade, bekliyorlar, Mehdinin oğlu Bir kapı açıldı. İki siyahi yerlere iğildiler. Peygamber Mehdi içeriye girdi. Arkasından gelenler, ayakları» nın bastığı yerleri öpüyorlardı. ber iri; beyazlara i anoz suratlı birisiydi. Hiç ses çıkarmadan on sekizinci asır islübunda bir berjere kuruldu. Miralay iki ayağını selâm vaziyetine geçti. Peygamber Bir hizmetçi taba'ıma (şekerli ta- vuk koydu. Bu sessiz, iriyarı adamın Kkâdiseler “hakkında neler düşündüğünü merak ettiğim için hemen suallere geçtim. Fakat o, sanki sualleri işitmemiş gi- bi, bana feminizmden babtetmeğe başladı. Dedi ki — Ben Kur'anda ıslahat yaptım, talâk halinde zevcenin ve çocukların himayesi ne suretle temin edilebilir? Bu bahis, sizi alâkadar eder mi? Sonra benim hoşuma gitsin diye, ndie vapurunun büyüklüğünü içinin güzelliğini anlattı. Ben de dinliyor, fakat dalma bir puntunu kolluyordum. En nihayet şu beyanatı koparabildim? — Eğer İtalya ile Habeşistan ara- sında bir yaabasaka Gree bu muhas rebe bir İtalyan - Habeş muharebesi olmaktan çıkacaktır. Bu sefer bütün zencilerin beyazlara karşı harbi baş- lıyacaktır, Bu o muharebeden müs temlekeci milletlere karşı bir savaş kavılern: fışkıracaktır, Dünyanın dört köşesinden, en son zenci İmparatora karşı hürmet ve muhabbet telgrafla £r geliyor. İcap ettiği zamanda bütün varlıkları ile yardıma geleceklerini de bildiriyorlar. Mehdinin gözlerine dikkat ettim. Kuvvetli, manyatizmah gözler.. Hal- ka karşı şöyle durup bir bakışı, ira desini yerine getirmeğe kâfi gelecek. Ay dağlarma doğru Hartum valisi Stuart Symes dedi — Bir kadın mı? Memnu Sudan mntâkasına bir kadını, İstesse gaze- teci olsun, kat'iyyen kabul edemem. — Eğer siz izin vermezseniz, ben nasl Habeşistanda, Ay dağlarındaki kraliçe Sabanın meşhur altın maden- lerini görebilirim? Eğer İngiltere yo- lu kaparsa, Habeş imparatorunun şu- radaki imzasının ne manası kalır? Vali bir iki saniye düşündü: — Hayir, dedi, olmaz, memnu mıntakaya kimse giremez. — Peki, bu mmtaka niçin böyle memnudur? — Memnudur, günkü sebepleri vardır. Evvelleri (o Habeşistandan bir kısım kabileler kalkarlar, bizim topraklara (o saldırrları. En nihayet mecbur olduk. En aşağı bin kilomet- relik bitaraf bir mıntaka tayin ettik, şimdi de Almanlar, Habeşistana ka- çak silâh geçirmeğe başladılar. Tabi- dir ki dikkatimizi ve tedbirlerimizi Habeşistandan bir manzara 5 Yürüyoruz, Yürüyoruz, Kilometre- lerin Arkası Gelmiyor - Tsana Gölü Kenarında Bir! i o Köşk-Maden Sahibi mi, Silâh Tüccarımı? | birleştirerek | hafifçe başını iğerek selâmı İade etti. | daha ziyade arttırdık. En nihayet vali ibramlarımıza ve ricalarımıza dayanamadı, izin verdi. Ben de Ay dağlarına erişmek acele- sile hemen Bave hazrıladım. Karmone'den sonra Cehennem güneşi altımda bitmiyen yollar. O kadar kötü yollar ki, saat- te 25 kilometre ya gidiyoruz, ya gi- demiyoruz. Sağımızda, solumuzda güneşin altında yanmış" ovalar. Ara sira bu, kavrulmuş ovaların içinde küşük küçük lekeler gibi biribirine katlanmış ve renklerini kaybetmiş yabani otları, bambuları, kamışları görüp çi. Son İngiliz merizili olan Karmon'a geldiğimiz zaman, zabitlerden biri Naggrados adlı Habeşli bir kervancı- atime verdi. Beyazlara bü- iyah sakalları ile yarı hay- duda, yarı masal kralarına benziyen bi: bir geyler söylemek istediği- ni halinden anladım, fakat söyliye- medi, sustu. Sordum: — Herr Sehmit'i tanıyor musun, maden sahibi. Beni oraya götürebi- Tir misin? — Kibette.. Bana söyidiklerine göre Herr Sehmit ayni zamanda silâh ticareti de yapan birisiyikiş. Akşam sebize doğru Nazgrı/os geldi: — Madam, dedi, yola çıkabilir mi- ? — Böyle geceleyin mi? — Neden olmasın? Bu güneş di- yarında seyahatler hep gece serinli- ğinde yapılır. Acaip bir yel çıkışı. Kalbim ürpe- tir gibi oldu. — Fakat bu saatte hududu nasil geçeceğiz? aggrados kahkahalarile güldü, As Habeş imparatorunun muhafaza kumandanı tırla en aşağı üç gün gitmek lâzım- dır. Kimsenin işine yaramıyan kilo- metro ve kilometrolarca yol gittik. Şimal hududundan itibaren, impar: torlar impsratournün memleketi bö- ürtlenlerin kapladığı yabani mah- İiklarım sindiği, derin bir sükâta dalmış topraklardır. Hepsi o kadar... Geceleyin sırtlarğar bu ucu bucağı görünmez çölün içinde ulurlar, ulur- Jar, ulurlar... İnsanın açlıktan ve su- suzluktan Bebileceği yerler... Maden sahibi mi, silâh tüccarı mı? Naggrados bağırdı: — Geliyoruz, o geliyoruz, Schmit'in madenine geliyoruz, — Nereye geliyoruz? Karıtda bö- in kümelerinden başka bir şey yok. — İşte orasıdır, işte orasıdır. Az sonra bellerine biçak geçirmiş baki pantalonlu insanlar karşımıza çıkti. Aralarında beyaz bir kadın Herr görünce, adeta tevahhuş ettiler. Bu gelişime en çok hayret eden Almanlar mı oldu, yerliler mi oldu, By pek iyi anlıyamadım. Almanlara madeni #iyarete geldi- Zimi söyledim. İlk karşıma gelen üç Alman, bu ziyaretten hoşlanmadıklarını anlatan bir sıkıntı geçirdiler. , Burası bir dağm eteği.. Sağda sol- da dört beş baraka var. Barakalar silâhh Habeşlerin nezareti altında.. Sordu: — Bu barakalarda kimler var? — Bu barakalar bizim lâboratuvar- larımızdır, dediler. — Girip görebilir miyim? — Hayır, olamaz. Birden kargısının ucuna beyaz bir mektup zarfını saplamış bir sai çıka geldi. Üç Alman ular, mektubu beraberce okudular ve beraberce sa- rardılar, Benim orada bulunuşumdan hiç de memnun olmadıkları yüzlerinden iyice anlaşılıyordu. Bir şey | ikram edemedikleri için özür dilediler ve kendi çadırımda yatarsâm, dha mü- da karşımda bekliyen ve tek tük gilizce anlıyan kervancı ile konuşu” yorum; — Herr Schmit pek tuhaf adam, dedim. Buraya kadar geldim, ban& bir türlü madenlerini göstermek İs temiyor, Kafası kazık; siyah bir adam gü lümsedi, bağını sağa sola çevi Maggrados'un yanımızda olmadığını anlayınca: — Hanımefendi, dedi, hangi ma denden bahsediyorsunuz? gen biraz daha bana doğru iğik 3 . — Bu adam bezirgândır, dedi. — Ne bezirgânr? — Silâh satar? Sanki maden sahi- biymiş gibi görünür. Halbuki yar lan! Ne madeni var, ne bir şey! Karşımdaki adam biraz daha yak" Jaştı: — Herr Schmit bir yerliyi adam makıllı ımıştı. O da gidip her şeyi haber verdi, İngiliz zabitleri şi“ malden hududu sıkı tuttular. Güya erzak taşıyan bir kervanı çevirdiler. Küfelerin içinde ne çıksa beğenirsis niz? Alman ve Japon silâhları.. Sonra sesini daha alçaltarak ilâve etti: — Ne bileyim? — Ben bilirim. Yeni tüfekler gelk yor. Siz bile buraya kaçak tülek ge- tirdiniz. Maggradosun eşyalarımızın Arasma birkaç tüfek sıkıştırdığını tee bil farketmediniz. Şaşırdım. Bağıracaktım. — Aman susunuz! dedi, sonra be- ai öldürürler. Çünkü onlar yüzde yüz para kazanıyorlar, İşlerinin bozuldu- ğunu isterler mi? — Peki 'ama, Habeşliler aldıkları tüfekleri neyle ödüyorlar? — Altın tozu ile. — Altın tozu mu? Nereden bulu yorlar bu tozları? — Mendi de? Altın tozu dolu çuvallar Mendi havalisinde oturanlar iki şey yaparlar; Üniforma yetiştirmek için singer malcineleri ile dikiş bir, altın bulmak için derelerin diplerini karıştırmak iki. İnsanlar görürsünüz, hepsi iki büklüm olmuşlar, mütemadiyen altın tozu arıyorlar. — Altın. Altın. Çünkü Heri Schmit tüfeklerini ve gaz maskeleri. ni pek öyle ucuza satmıyor. O ci- varın, yani o civarın dediğim, Valle- ga vilâyetinin valisi Fitivari (hem de miralay) bu Almandan nekadar kas çak silâh getiriyorsa hepsini alıyor, hepsini alıyor. İşte bunun içindir ki, iki büklüm insanlar derenin içine çömelerek dur- madan altın tozu arıyorlar. Bu-altın tozları torbaları Herr Sehmite tal © dım edniyör, Sonradan öğrendim ki, bu adam- ları buralara gönderen bizzat Hitler dir. Düşüncesi şudur: Habeşliler ne kadar mukavemet akerlerbe, Malyan- lar da o kadar kuvvet göndermeğe mecbur olacaklar, bu suretle de İtal- ya » Avusturya hududundaki Bremer geçidi açık kalacak. , Seyahatimin neticesi böyle mi olacak dersiniz? ingilterenin Fransaya sorgusu Paris-Soir'dan: Londra nim resmi çevrenlerinde beyan edildiğine göre, bundan sekis gün evvel İngiltere yalnız Uluslar Sosyetesi paktına riayet ettirmek için Akdenizde bulunmakta olan Ingiliz gemilerinin, İtalyanın bir tecavüzüne uğradığı takdirde İngilterenin, Pran- sanm müzaheretine güvenip güvenemiyeceğini sormuştu. Buna dair verilecek cevap ne olacaktır? Londra gazeteleri bu cevabı daha ev- velden milisait bir şekilde veriyorlar. Günkü Fransa Uluslar Sosyetesi pake tında gösterilen vecibelere iştirak et» meği Cenevrede taahhüt ettiği gibi Sir Samuel Hoare da Fransa Dış Ba- kanlığına verdiği son notada İngilte- renin, Uluslar Sosyetesinde aza olan her devlet için 16 mcı maddede gös terilei hükümlerin tatbikinden başka, ne fazla ve ne de eksik hiçbir şey yapmıyacağını tasrih etmişti, Demek oluyor ki, İngiltere ilerde yapacağı harekette yalnız kalmıyaca- ğı hakkında Laval'den teminat iste- mektedir. Bununla beraber Fransa evvelden her türlü taahhüde girişmeği redde- decektir. Bu da İngiliz siyasasının ruhuna uygundur, Habeşistandaki Arapların sadakati Le Temps'dan: 200 Yemenliden mürekkep bir he- yet, Habeş İmparatoru tarafından hu #ura kabul edilmiştir. Bu heyet impa- ratora: “Biz müslümanız, fakat Ha- beşistanda yaşadığımız için, onun için ölmeği de biliriz.” demiştir. Imparator heyete teşekkür etmiş, kendilerine birçok hediyeler ve ri şanlar vermiştir. Habeş müslümanlarından yüz ka- bir şey nasip bir şey yapmış olacağımı ilâve ettiler, . Konserve kasasının üzetine otur- dar kabile reisi imparatora sadakat» lerini ibraz etmişler ve hefistiyanlar- Ya beraber vatanın müdafaasmda ça” lışacaklarını söylemişlerdir.