al 6 GORUŞLFR izmir - istanbul Son İzmir gezisinden dönüşünde Naci Karacan, bir yandan Ege bölge- sinin natirce zenginliğine hayran olurken, öbür yandan da bü zengin Pârçanın kalbi olan İzmirin sönüklü. düne şaşmış. Arkadaşımızın eski Iz- miri tanıyıp tanımadığını bilmiyoruz. Bundan yirmi yıl önce doğu Akdeniz- de İzmir 300 bine yaklaşan nüfusu ile, işlek ve çok kazançlı ticaretile, her türlü kaynaşmalarile güzel ve ile- ri bir şehir idi. İzmirin Kordonboyu, Akşamları Akdenizin koyu mavilikle- rine neş'esini boşaltan on binlerce in- sanın kahkahasile çınlardı." Türkiye- nin diğer şehirlerinden aşki > Istanbul bile o tarihlerde İzmir dar canlı, zengin ve eğlenceli iri Bugün ilk defa İzmiri tanıyan bir yolcu, burayı yine büyükçe bir şehir e fakat eski günlerin ve Sebdebesini bilmediği için bu erk şehrin neler kaybetmiş olduğu kendisine anlatılırsa üzüntü içinde kalır. İzmir, şimdi eski nüfusunun yarısını, eski işinin yarısını ve eski neş'esinin mühim bir kısınnı kaybet- miştir, Büyüklük ve önem bakımından İz- mirden önce gelen İstanbul da ayni halde değil midir? O da nüfusunun ve işinin en az yarısını, hayat ve ha- teket kaynaklarının mühim bir kısmı- nı kaybetmemiş dik bileli, Galatasarayda kiralık dük- kânların aylarca tutulmadığı, limanm yanıbaşmda ve piyasanın içinde ma- aza ve yazıhanelerin, kenar mahal İelerdeki evlerden daha ucuza bile müşteri bulamadığı bir devreyi hatır- İamalıyız. Istanbul ve İzmir, yani Türkiyenin batıya doğru açılmış iki büyük kapı" 81, son on beş yirmi yıl içinde yarı yâ- rıya zayıflamış, ele ve küçük müştür. Hepimizin içinde yaşadığı kısa bir tarihe mal olan bu hâdise karşısında bir yandan sızı bil beraber, öbür yandan düşünm. kendimizi alamıyoruz: kola e iki şehrin büzülüşü, önüne geçmek eli mizde olan birtakım sebeplerden mi doğmuştur; yoksa bu durum köklü olan birtakım tesirlerin bir sonucu mudur, ve bu iki şehir mukadder bir göküntüye mi doğru gitmektedir?. Acaba bu iki büyük şehir, insan top- Yuluğunun yarattığı küçük kadrolu şehirler haline mi girecektir; yoksa bugünkü halleri geçici olup kısa bir #aman sonra eski vaziyetlerini bula caklar mıdır? Hepimizin kafasında zaman zaman düğümlenen bu sorgulara cevap ver- mek için eski İzmir veya İstanbul ile yeni İzmir ve Istanbul arasında geç- miş yılların dünyada neler yarattığı. nr kısaca görmek gerektir. Yalnız tek başma yirmi yıl evvelki coğrafya ile bugünkü coğrafi şartları karşılaştır. mak yetişmez; asıl bu ilki devrin tari- hi şartlarını mukayese etmek icap eder, İzmir ve İstanbulun parlak olduğu bundan yirmi yıl önce ile şimdiki ara- sında dünyada ve Türkiyede ne bü- yük değişiklikler olduğunu hepimiz biliyoruz. Dünya o zaman, arsrulusal tecimin ve mübadelenin doğurduğu iki cepheye ayrılmıştı: Endüstrileş- miş batı memleketleri, endüstriden mahrum tam ve yarı sömürgeler ve açık pazarlar.. Türkiye bir açık pazar: İzmir ve İstanbul da bu açrk pazarda bir yarı sömürgenin bütün vasıflarını göste ren iki merkez idi. Birinden batınm endüstri eşyası ve spekülâsyoncu ser- mayesi girer, ötekinden de yurdun ham maddelerinden birçoğu çıkardı. Bütün bu işler, Avrupalı denilen in- sanların elinde idi, Bu insanlar kimlerdi? Bunlerm içinde hakiki Avrupalı olanlarla yurdun tecim ve mütevas- #tlek işlerine karışmış ve bu izlerden esan ve teferruat itibarile birçok branşlarını ellerine almış olan yerli gayri Türk anasır vardı. Her ikiside yerliden kendini ayırarak Avrupalı is- mi altında bir sınıf teşkil etmiş gibi idiler. Avrupalı tipi, gayet karakte ristik bir şeydir. Bu, kendisini yerli- den her noktadan üstün bulur; yerli- nün dilini, yaşayışını, kıyafetini, ma- Ballesini kendisininkinden ayırır. Ba- Sermayesi : TÜRKİYE iŞ BANKASI Telgraf adresi midir? Kendimizi bil- . bası, büyük babasr ve hatta onun ba- bası İzmir veya Istanbulda doğmuş ve yaşamış kaç aile vardı ki, bunlar bir tek kelime türkçe bilmeden yüz yıllarca içimizde yaşamış, iş görmüş ve para kazanmıştır. Tersine olarak bir Türk onların dilini bilmeden ken di topraklarında çalışmak imkânım: bulamazdı. Avrupalı, ekonomik nüfu- runu çoğultmak ve kuvvetlendirmek için politik bir üstünlük temin etme- gi de ihmal etmemiş ve kapitlilâsşon- e kendisini her zaman korumuştur. ri kapitülâsyonlardan istifade eden Di diğeri imtiyazsız iki sınıf, Avrupalı ve yerli, bulunması tam ve yarı sömürgelerin başlıca vasfıdır. Demek bundan yirmi yıl önce, Türkiyenin gösterdiği manzara, ka- pitülâsyonlarla bir açık pazar olmak, Avrupanın endüstri kayıt ve şartsız memlekete sokmak, buna mu- kabil de kendi ham maddelerini Av- rupaya satmak şeklinde bir yarı sö- mürge çebresi idi. Memleketin itha- Mit ye İhracatı ile büyük tecim ve fi- nans işleri, Avrupalı denilen karışık bir smıfın elinde idi. O zaman dün- yanın ekonomik kuruluşu da buna dayanmış, bütün dünyada arsrulusal mübadele ve tecim son, hadgini bul- muştu, Şimdiki vaziyeti, kısalttığımız bu durum ile karşılaştırırsak, neden İs- tanbul ve İzmirin bugün bu bale düş“ müş olduklarmı anlarız. Dünyada bu sömürgeci ve liberal kapitalizmin Umumi Harpten sonra, büyük bir kriz geçirdiğini ve bunun neticesi olarak arsıulusal tecimin çok daraldığını ve her memleketin kendi kabuğuna çekilerek, sıkı bir himaye- cilik tatbikine başladığını görüyoruz. Arsrulusal mübadele eski miktarının üçte ikisini kaybetmiştir. Bu kadar köklü bir değişiklik göstermiş olan İberal kapitalizmle beraber, tam ve yarı sömürgelerde Avrupalı denilen sınıfın ve onlara bağir olarak o ş6- hirlerin çök şey kaybedeceklerine şüphe yoktur. Halbuki Türkiye, liberal kapitaliz- min bu son buhran devresinde, bü- yük bir devrim hareketine geçmiş bir memlekettir. Bu bakımdan İstanbul ve İzmir gibi açık pazar memleketle- rindeki şehirlerin küçülmesine sebep olan artıulusal tesirlerden başka ken” di bünyesinin o değişmesi dolayısile müstemleke şartlarını tasfiye etmiş tir. Kapitülisyonları kaldıran, siyasi ve ekonomik bütün istiklâlini kaza- nan Türkiye, kuvvetli adımlarla sa- nayileşmeye başlamıştır. Eskiden en- düstri eşyasını sokan ve yalnız ham madde yetiştirerek ihraç eden Türki» yenin ekonomik btinyesi büsbütün de- Zişmüş, endüsül eşyacırr hemdi önsik sal €den ve ham maddelerinden ço- ğunu da kendi istiblâk eden bir du- ruma geçmiştir. Bu gidişin normal bir sonu olmak üzere de İzmir ve İstanbul gibi, iki açık kapi kapanmış ve buraların işi azaldığı gibi, Avrupalı denilen bir sr- Drf ta işsiz kalmıştır. Türkiye, kendi inkılâbını Hberal kapitalizmi koruya- rak yapsa idi ve endüstrisini bu yol- la kurmağa çalışsa idi, İstanbul ve Iz- mirde işsiz kalan ve Avrupalı denen sınıf, derhal bu sahayı istilâ edecek ve memleket bunlarm sömürgeci ka- rakterlerinin damgaladığı kötü du- Tumdan kurtulamıyacaktı. Fakat Tür- kiye, kendi inkılâip davasını liberal kapitalizmine değil, devlete bıraktı. Devletçiliğin esasen en büytik bir in- kılâp davamız olması sebebi de bu- dur. Bundan dolayıdır ki Avrupalı denilen sömürgeci sınıfı tasfiye et- mek ve devlet tarafından kurulan ve idare edilen büyük endüstri ve tecim işlerinde ulusal krediyi kullanmak işinde bu düzmece #rnda asla yüz vermemek mümkün oldu. İşte İstanbul ve İzmir, sömürgeci sınıfı tamamen tasfiyeye yol açan ve bir ucu dünyanm yaşadığı rejimdeki gökün“üde, öbür ucu da Türkiyenin MISIRİS bimited 100,000 Türk Lirası Merkezi * ANKARA — Şubesi : ii İTHALAT, İHRACAT, | EMANET İŞLERİ YAPMAKTADIR. | #SKEN İSKENDERİYE'de satılmak üzere emaneten mal gönde- İİ Trenler, hesabımıza, TÜRKİYE İŞ BANKASI şubelerinden | avans alabilirler. En iyi fiyatla, en az masraf ve komisyonla emin bir surette iş görmek istiyenlerin MİSİR İŞ LİMİTED'i tercih etme- leri kendi menfaatleri icabıdır. MISIRİŞ — İskenderiye — — 6605 geçirdiği büyük inkılâpta olan tarih şartları dolayısile küçülmüşlerdir. Bu itibarla da işsizliğe ve krize rağmen, zarurı bir ışstıfanın gönül açıcı ve te. miz ferahlığı içinde mes'ut ve müfta- hiriz, A. Hamdi BAŞAR tarafından tesis edilmiştir. KOMİSYON VE tr la Büyük elçi Ruşen Eşrefle Ekonomi Pired. —iğ— Telefonu elime (alıp, yarım kol boyu aralığından: — Alo, Türk Sefarethanesi mi? — Efendim. — Orası Türk Sefarethanesi mi? — Anlamıyorum efendim. Yine ayni sual, — İşitmiyorum, bağırm. — Efendim, ağzmızı telefona yapıştırın da söyleyin, anlamı. yorum. — Ağzımı mi yapıştırayım? Mersi, Derken Hüseyin göründü. — Geç kaldınız da merak et- tim, dedi. Hemen telefonu ona uzattım. Lâkırdıları transit geçirmeğe başladım. Kapıcı benim telefo- na sokulamadığımı görünce, va- ziyeti kavradı ve telefonun ağız tarafına gelecek yerini söküp tathirata başladı, Telefonu bi- raz daha yaklaştırarak konuş- liyerdule. Tuufum— Ueriglisr yOl konsoloshane imiş. Sefaretin numarasını öğrendim. Ve yeni- den güçlükle telefonu açarak, sefarethaneyi buldum. Geldiği- mizi haber verdim ve döndüm. Bota atlıyarak kotraya geldi- ğim zaman, arkadaşlar denize girmişler, ellerine aldıkları sün- gerlerle kotranın dışını temiz- liyorlardı. Güverte yıkanmış, | pirinçler uğulmağa başlanmış, | kamaralardaki dağınık eşyalar | dolaplara, bavullara konarak yerleştirilmişti. Mükrim, denize girmekten vazgeçerek, traşmı olmuş, temiz elbiselerini giymişti. Kravatını da itina ile çekip iki dirhem bir çekirdek güvertenin bir tarafına kurularak yine derinden, öksü- rür gibi, sağa sola mutat emir- lerini vermeğe başlamıştı: — Necmi oğlum, eline biraz üstüpü al da kaportanın sarrları- nı temizle, — Basri Reis, bizim sancak direkte küçük görünüyor. Şunun İ bir büyüğünü bulsak ta daha ke- yiti sallandırsak, Derken, arkasından görünme- den gelen Niyazi, araba vapu- rundan denize düşen büyük bir eşya dengi gibi, yanrbaşmdan gömlekleme denize atlayıverin- || ce, kendi cesametinde yukarı çı- kardığı su birdenbire Mükrimin başından aşağı geçmiş ve za - vallıyı o anda kovadan henüz çıkmış bir tahta bezine çevir- mişti. — Amman! diye yerinden fır- ladıktan sonra, dönüp öldüre- cek gibi yukardan aşağı Niyazi- ye bakarak: — İşte buna Sululuk derler, || dedi. Niyazi: — İyi buldun. Tam manasils Ö esnada bir ninni bestesi tutturarak: Mükrim Beyin suyu da var Ah nede tatlı huyu da var. Diye hep bir ağızdan feryada başlıyan arkadaşlar, aralarmdan zavallının hiddetine iştirak ede- cek bir tek taraftar bırakmadı- AN ——I1STANBULDAN PİREYET iPAR YOLCULARI! ie. Yazan: Mahmut BALER. Aziz Kaptan Azizlik Yapıyor: Ip Atayımda Arkamdan Gelin ! MA Şüphe Uyandıran Bir Himaye den bir yol değil, bir kuru tesel Bakanlığı müsteşarı Faik Kurdoğlu le Kotrada lar. Zavallı Mükrim, arkasında ıslak izler bırakarak söylene söylene kamarasına indi. Pireye Varıncıya kadar yukarı çıkmadı. Bu alayla temizlik faslı kıs- men bittikten sonra, kat'edece- ğimiz bir saatlik mesafede işin kalan kısmına devam edilmek üzere, tam onda (Gulyalmeni)- den hareket ettik. İstanbuldan perşembe günü çıkmıştık, Bir hafta sonra yine perşembe günü Pireye varıyor- duk. Proğram mucibince on birde Pirede bulunması lâzım- gelen, gelirken Marmara Adası önlerinde gördüğümüz, İzmir vapuruna on beş, yirmi dakika sonra yine bu yolumuzda tesa- düf edecektik. Ve tahminimiz gibi biraz sonra (Glifada) önle- rinden geçerken İzmiri arkamız- da gördük. Vapurun sancağma geçerek yakımımızdan geçmesi için vaziyet aldık, Otuz, kırk metre ara ile yanı- mızdan m? — İs tayın a TN mana erken eee yn, Diye bize lâtife eden Aziz Kaptani ve arkadaşlarmı yine direklerde, iplerde mendillerle, ceketlerle 'selâmladık. Yarım dakika kadar birlikte gidebil- dikten sonra bizi bıraktılar ve uzaklaştılar, Pire limanının ağzma geldi- ğimiz zaman saat on bir olmuş- tu. Motorla gelip kotramıza ya- naşan kılavuzu, durup içeri al- dık. Yelkenleri indirip sardık. Motoru işlettik. Ve motorla li- mana girdik. Bize Romanya ve Yugoslavya mektep gemilerinin arasında yer ayırdığını söyliyen krlavu- zun delâletile rıhtıma bağlı olan bu gemilerin arasına s0- kulmağa başladık. * Ö esnada karşımızda görünen bir istimbottan eski sporculuk heyecanını bütün zevkile ruhun- da taşıyan çok kıymetli, sport- men sefirimiz Ruşen Eşrefle, sayın sefaret erkânı, o esnada Atinada bulunan Ekonomi Müs- teşarı Faik Kurdoğlu ile ticaret ataşemiz ve diğer arkadaşlar be- raberlerinde oldukları halde kotraya yanaştılar ve çıktılar. Hepimizin ayrı ayrı ellerimizi sıkarak bizi tebrik ve taltif et- tiler. Sağımızda ve solumuzda bi- rer kale duvarı gibi yükselen koskota mektep gemilerinin arasında bir mandalina çekirde- i gibi küçücük kalan cefakâr par; kendinden iki üç misli bü- yük, korkünç dalgaların üstün- den bir ceylân çevikliğile sekip geldiği cakasını içinde gizliye- rek, rıhtım üzerinde biriken halkın yanıbaşına 8€ssizce ya- naşıverdi. İzmir vapurunun muayenesin- den sonra kotramıza gelecek! ha olan sıhhiye, liman ve polis me- murlarmı beklerken, arkadaşlar bizi karşılıyan aziz misafirleri- mize fırtmada geçen tehlikeli Çevişmeler lee Tekirdağından B. Akgün imzasile: "Bir dairede sekiz senelik memur- ken ummadığım bir teklif karşısında kalarak başka bir şirkete çok iyi bir memuriyetle geçtim. Bu şirketin mü- diri beni ancak bir !ki defa gazinoda görmüş ve tanımış bir adamdı. Bekâr olan müdürle birkaç ay içinde son derece samimi dost olduk ve birkaç kere zevcem ve ben onuf tarafından yemeğe bile davet olunduk. Bir iki kere de biz onu evimize çağırdık. On- dan sonra bu adam bize sık sik gel: meye başladı. Aradan aylar gecince bu müdirin karmı birkaç yıl evvel sevmiş ve ailesinden istemiş olduğu» nu, kabul edilmediğini öğrendim. Ka- bul edilmemesinin sebebini, bunu ba» na haber verenler de bilmiyor. Mese- leyi zevceme sordum. inkâr etti. Be- 3i şüpheye düşüren bu adamın bir görüşmeden sonra bana yaptığı iyilik ve beni himaye etmesi, vonra bugün sezmeğe başladığım behanelerle ai- lem arasına sokulmak istemesidir. “Bana verilen haberin doğru olup olmadığını kat'iyyetle öğrenmeme im kân yok. Fakat iki üç haftadanberi artık rahat çalışmaktan mahrumum. rum ki ben ken evde zevcem şirketin müdiri ile baş başa dır. Bu endişe ile şirketten ayrılma” yı bile düşünüyorum. Fakat bu be nim için hiç de kolay olmıyacak, ya- samak güçleşecektir. Evvelki memu- riyetimden ayrıldığıma çok pişman oldum, Buyün ne yapmalıvım İt ein. hemin ve bana verilen haberin doğru ölup olmadığını anlıyayım ve bu va- ziyetten kurtulayım?, , Bir iki kişi tarafından verilen ha- bere bu derece güvenmek doğru ol mamakla berâber madem ki bir kere içine kurt girin A ie be DİŞE MERE, e Yere kım behanelerle yanıma çıkmaktan çekinsin, Sonra sizi korkutan temas- Döküm olup olmadığını gizli kon- trollarla anlayınız ve nihayet. eğer devam ederse bir gün bir fırsatını kolhyarak onun muhitinden kurtulun. Adapazarmdan erniy ek Ara imi za atan bir genç kızını geldi. Gemiye pratika verildi. Büyük bir misafirperverlikle; — Pasaport muameleniz bi- lâhare yapılır, siz çıkabilirsiniz, dendi. Bir arkadaşımız: — Gümrüğe de uğramıyacak mıyız? diye hayretle sordu. — Hayır, lüzum yoktur, de- diler. Çantalarımızı omuzlayıp, ka- pımızın önünde otomobilden inerek evimize girer gibi, dışarı gikrverdik. Ö gün öğle yemeğine İzmir vapurunun centilmen. süvarisi | mız Aziz Kaptana davet edildik ve hep beraber İzmir vapuruna gi- dü orada yedik, Gece yeme- gini de bize çok yakın ve can- dan en e Sefirimiz Ruşen şerefimize ter- tip ettiği mükellef bir sofrada, İparla avdet etmek için bilhas- sa Atinaya gelen dört sporcu arkadaşı da aramıza alarak (Giifada) da yedik. Çok tatlı hasbihalleri ve mebzul iltifatla- rile bize» ta ii e geceyi yaşatan muhterem sefi- rimizin bu nezih sofrasından çok mütehassis günlerden parça parça anlatma- ga başladılar. Biraz sonra sıhhiye memuru Ertesii sabah İparın ve bizle- rin müteaddit resimlerimizi ilk sahifelerine basan Atina gaze- 6.10-935 gz İet bekliyor: “Bundan on beş gün evvel İstar zaman genç yanımdan uçmuş, gitmi m. Taksimde bir arkadaşımla ge çerken evvelce kendisini başka bi yerde görmüş olduğum bir gene tasgeldim. Bu genci çok beğenmiş tim. Peşimden gelmesini bir nime olarak bildim. O gelirken, ben arka daşıma belli etmiyerek arkama bak tım ve gencin takip etmesini teşvil ettim, Derken arkadaşım birisini gör mek Üzere benden iki dakika ayrıl dı. O sırada genç yanıma yaklaştı Şu adresi alır mısınız? dedi. Sevinç ten ve heyecandan o hale geldim k iki saniye kımıldıyamadım. Başk yere bakıyordum, Başımı çevirdiğim zaman genç yanmdıan uçmuş, gitmiş ti. Karşıda bekliyordu. Biz arkada» şımla yoldan kayboluncaya kadar bu güzel çocuk arkamızdan baktı, bak- tr. Beni selâmladı, selimmi aldım ve bir daha göremedim. Bu gencin ha- yali gözlerimin önünden gitmiyor ve onu seviyorum. Önü sevmem doğru mudur? Yoksa hepsi boş mu? Fakat ben ölsem.de onu un cağım sanıyorum. Ne dersiniz? Allah aşkına bana teselli verin... Bir daha görmekte ümidiniz yok. sa onu sevmeniz silik bir fotoğraf sevmekten farksızdır. Bizden teğelli beklemeyin, Size onu, sizin gibi bir iki görüşte çılgın gibi sevdiğini sanan gençlerin en hüyük teselliçisi zaman verecektir. . Ev kadını fakat.» Bursadan “Mavi kalem, soruyort “İstanbulda doğdum, büyüdüm. Orada birkaç kızla evlenmek Üzerey Yan Vişmet olmadı. Otuzbeş yaşım köylerinden birinde tesadüf karşıma Bursalı bir kız çıkardı. Bu garip kız Ja tanıştık. Konuştuk: Evlenmeye kö- rar verdik. Ailesinden istedim. Razı oldular. Fakat kendisinden ayrılarak şehr: döndükten sonra düşünmeye başladım. Bu kız çok terbiyeli, na- muslu, ev kızı, şu eski tabirle hanım hanımcık olduğu halde; kiç 'dünya ,örmemiş, cahil bir kızdır. Bir gün İstanbula gidersem ve kendisini dün» ya içine çıkarmıya mecbur olursam mahcup olmaz mıyım? Siz haşkaları için değil, Kendiniz için evleniyorsunuz. Düşüneceğiniz şey, mes'ut olur muyum, olmaz mi yım? sualinin cevabı olmalıdır. Ma- dem ki seviştiniz ve beğendiniz; ter- biyesinin, ev kadınlığının hayrânısı- niz, evleniniz. Sizi düşündüren müa- şeret usulleri, genç bir kızın öğrene- miyeceği şeyler de değildir. teleri bu mevsimde esen muha- lif rüzgârlar dolayısile yapılma- sı çok güç olan bu seyahatimi- zin muvaffakıyetini takdirkâr cümlelerle uzun uzun yazdılar. Avdette daima rüzgâra karşı gitmeğe mecbut olan İpar gel- diği yolu asgari on dört, on beş günde dönebilecekti. İşlerimiz « den on beş gün daha ayrı kal maklığımız imkânını bulmadığı mızdan maalesef bu tatlı ve he yecanlı seyahatin dönüşünü, İs tanbuldan hareketimizde yersiz lik yüzünden aramıza mız arkadaşlara bırakarak kimi miz tayyare, kimimiz de vapurla acele İstanbula döndük. — BİTTİ — | Deniz yolları IŞLETMESİI Acenteleri: Karaköy Tel. 42362 — Sirkeci Mühürdar. sanay zade Han. Tek 22740. yayaya) iskenderiye yolu EGE 8 Birinciteş- rin SALI günü saat 11 de İS. | KENDERİYE'YE kadar 16186