: p ! | g İ ğ : t İ İ Serser 'Yeni Laval hükümeti, şu son birkaç gün içinde, ne Flandin'in, me Bouisson'un, ne Pistri'nin ve hatta bu arada ne de bizzat La- val'in bile parlâmento içinde bulamadıkları bir emniyet ha- vasile karşılandı. Laval ulus vekilleri karşısm- da samimi konustu; orlarımı önüne hberkese itimat telkin edebilen çalışma arkadaşlarile cıktı. Ve kendisinden evvel bir rüzgâr gibi gelip geçen kabine- lerin ve hatta eski Cumhur Baş- kanı Dowmergue'in bile mazhar olamadıkları geniş bir emniye- tin şahidi oldu; Parlâmento ge- nelerdenberi kimseye karşı ver- mediği geniş salâhiyeti Laval- den esirgemedi. Bu, Fransız parlâmento tarihinde görülen çok nadir bir şey, adeta bir ha- disedir. Çünkü demokrasiyi ve ığ“"* hakimiyetini her şeyin üs- tünde tutan Fransada, saylavla- rin halktan aldıkları kuvveti, bizzat kullanmaksızım, — velev kısmen bile olsa — açık bir bo- no halinde kabineye verebilme- leri çok ender görülebilen vazi- yetlerdendir. Laval, şimdi bu geniş salâhi- yeti frangın istikrarında, spekü- lâsyona karşı mücadelede kul- lanacak ve bu arada devlet büt- çesini tanzim edecektir. Fakat Fransız devlet adamının, evvel- | ce 1928 haziranmda yapıldığı gibi, ortalığı derhal süt liman haline getireceğini tasavvur ve tahmin etmek te hata olur. “Geniş salâhiyet” tabiri, va- kığ kuvvetli bir şeydir. Fakat bunu, devlet finansını, ekonomi- yi bir tek manevra ile düzelte- bilecek sihirli değnek zannet- memelidir. Bunun için muayyen i'.a:ı şartların bulunması gerek- tir. Vaziyet çok naziktir. Filha- kika Layal, bir hafta içinde de- frangı asla ellemiyeceğini, rmetten düşürmiyeceğini te- it etmiştir. Bu vaat ve bu te! şayiaların renksiz kuvvetinden bile nem kapan frank için iyi bir başlangıçtır. Fakat şurasını göz önünden uzak tutmamak lâzım- dir ki, bir işte menfi bir yola s#apmatmak, o işin daima müspet ia.hadı yürümesi demek değil- dir, Hele ekonomik ve finansal alanlarda bunun birçok tecrübe- ieri, misalleri görülmüştür, Evet, bugün Fransada altın boldur. Bangue de France dü yadaki altın 1stokunun en m ’I'_ı'::” ĞT.','E mahzenlerinde e! r. Ve işte yarı buradadır. Çünkü alın, babse, dildiği zaman tıpkı kalese ko- nan bir bülbül gibi yaşıyamaz ve ölür. Eğer ölmezse, muhakkak kaçacak bir delik arar: ve bu de- liği bulur bulmaz sıvışır gider, “Tarihten misal alalım: t Amerika keşfedildiği zaman No : 50 FİNANSAL KRONİK m vaziyet şu idi; Altın “eğri bir dpm üzerinden akan yağmur gi- bi” İspanyaya hücum ediyordu. İspanya gırtlağına kadar altına Bterlin SD ea b » Dolar I boğulmuştu. İspanyollar bunun | yypr . D ği yalnız israfa yarayan bir madde | — 729 Türet t olduğunu zannettiler. Onu se-| — 2? Belçika Frangı l *20 Drahmi 2 mereli işlerde kullanmadılar. | 20 İsviçre # Nihayet altın yavaş yavaş hap- ;'ı';:" sedildiği yerden sıvıştı. ve ken- | — 30 Çek Kuren disini endüstride ve buna ben- zer hareketli sahalarda kullanan Zloti Fransaya yerleğti. el Sön dünya krizi esnasında da | — 20 Dinar iş böyle oldu. Bircok yerlerde f_î’_'v Te endüstri faaliyeti felce uğramış- Altın tı. Dünya paralarında bir istik- | — Tekkr raraızlık vard. Altın ocalarda sızmtıya uğradı, korktu ve en emin para telâkki edilen Fran- sız İrangına iltica etti. Bugün spekülâsyon neticesin- de, Fransadan kaçan sermave, Dola; şayet bu spekülâsyon olmasa Li bile, arsıulusal güvensizlik dev- | — Bea | resi geçince muhakkak yine bic- |ı—uîı_ır Frangr eva ret edecektir, Buna kat'i nazar- la bakmak gerektir. Çünkü “al-| — Çeködevik kuronu tınm tabiati böyledir. İşte bun- | — Aitetuna dan ötürüdür ki, altma karşi yal | — Mark tüz. “devaluation,, yapılma- ,z,';';_ yacağı vadi ile değil, belki, haki- Ley ki ve sağlam tedbirlerle bir fren | Ş” koymak lâzımdır, Çünkil birin- | — Çernovets ci fren muvakkat ve sum'i, ikinci | — İvviste kuronur fren ise devamlı ve tabiidir. ESHAM Bu fren de şudur: Altını ha- | — rekete geçirmek... Iş Bankası Mü. Neden Bangue de Francc'ın B AAA bodrumlarında 80 milyar altın | — Anadolu $4 6 uyuklarken, Fransa otüz üç ay- y €. 100 da, 46 milyar frank borç etti? Sirketihayriye Bu borç şüphesiz, senelerce sü- | — Trammvay ren bir israfın cezasıdır. Bo ENE Fransa, altına gömülü bir pa- | — »ej şa gibi yaşarken, dünyada nice istihsal vasıtaları — yaratabilen birçok fabrikalarda parasızlık- tan, elektrik kuvvetleri bile şmuştur. Halbuki, neleri çekebilecek, mıntakalar — vardır. nice iller, Dünyada | “yalnız garp —Avrupası, veya 'l'xı.'k Bâ:zu ılx?(upîy. K:“ 2820 Amerika, endüstri imtiyazmı| — » M , » 2005 elinde tutacaktır” diye bir kal- ::_ı;_;' Bi M de yoktur. Asyanın bilmem ne- resi de pek Âlâ bir endüstri yur- du olabilir. Büunüun için uluslar arası teşriki mesai lâzımdır. Çi Altınların üzerine bir kuluç- Mümtaz FAİK ka gibi yatan Fransa, o sari ma- dene icap eden harareti vermez- | Almanyaya se işin sonu cılk çıkar. Fransa ketndisini ve kendisi- le beraber birçok devletleri sı- kıntılı. vaziyetten kurtarmak | için altını kredi açmakta kulları- | malrdır. Bu sayede: —MMMM————— ——— ve spekülâsyona kaçması bu ka- Yumurta çıkatımız için ayırdığı 500 kentallık hazi ran köntenjanı Üzerine yapılan yumurta çıkatımız 12 Haziran Çarşamba PARALAR Avusturyu şilin Mark ÇEKLER Fransız Frangı İngiliz aai Aslan Çimento Merker Bankası Osmanlı Bazkası Telefon , İttihat değirmencilik T. A.Ş. rir Değirmenleri ISTIKRAZLAR idenin bir tezahürüdür. Almanyanın yumurtalarımız (ihracatı - XKN mail Zühtü anlatıyordu: Hem Fransa rahat eder. muz) 5$00 kentalı bulmuş ve kon Hem istihsal vasıtası yapan | tenjan dolmustur. k fabrikalar iş bulur, Son günlerde Yunanistan Hem dünyada yeni endüstri | da birinci kalite yumurta alma- merkezleri kurulmuş olur. ğa başlamıştır. Şimdiye kadar Meşhur sözdür : boş kalan | Yunanistanın aldığı yumurtalar adam gerseri olur, derler. Boş | hep ikinci kalite yumurtalardı. kalan altının da serseri olması, — KIRMIZI VE SİYAH — Vaktile Sacr& - Cocur kızlar mektebinde okurken Tanrıyı â - deta ateşle sevmişti; şimdi ise ondan öylece korkuyordu. Korkusu — düşünceden, mu- hakemeden doğmuş bir korku olmadığı için gönlünü parçalıyan ıstıraplar büsbütün şiddetli oluyordu. Ju- Hen bir parçacık olsun muhake- me yürütmeğe kalkışmanım Ma- dame de Renal'i yatıştırmak şöyle dursun, daha çok sinıılcn_- dirdiğini bu yoldaki tecrübeleri ile anladı; Madame de Rönal öyle sözleri cehennem dili kar- şıliyordu. Julien de küçük Sta- nislas'ı çok severdi; bunün için- dir ki onun hastalığından bah - settiği vakit sözlerini dinletebi- hiyordu. Hastalık ağırlaştı. Ar- tık Madame de Rönal, dinmek, #yuşmak bilmiyen vicdan azabi Şüzünden uyuyamaz olmuştu; STENDHAL hep Susuyordu ve bu susmasın- da korkunç bir hal vardı: bir tek | kelimecik söylese hiç şüphesiz | bu günahmı Tanrıya da, kulla- | ra da itiraf etmek için olacaktı. Julien ornunla başhaşa kalın - — Allah aşkına kimseye bir şey söylemeyin, diyordu; çek - tiğiniz azabı bilen bir ben ola - yım. Beni hâlâ biraz olsun sevi. yorsanız kimseye bir şey söyle- meyin: söyliyecekleriniz Stanis las'çığımızın ateşini geçirmez ki ! Fakat Julien'in sözleri kâret- miyordu, Madamce de Rönal an- cak Julien'den nefret edebilirse Tanrı'nın gazabımı yatıştırabile- ceğini, yoksa oğlunun öleceğini aklına koymuştu; Julien bunu farketmiyordu. Madame de Rö- nal'in asıl üzüntüsü de, aşıkın- dan nefretin imkânsız olduğu - Ç Yenicami Aavlusunun arkasımndaki kuşçu çarşısınm gösterişsiz. küçük dükkânlarında dünyanın belki en gü- e ü kuşları kafes kafes sıralan- mışlar.. - Uzak yerlerden — şakırtıdarı geliyordu. Kanaryeler, sakalar, iske- teler, güvercinler, furyalar, neler yöktu bu kuşların içinde... Daracık bir kafes içinde kmalı bir keklik gösterdiler. — Güzel öter mi? diye sordum. .« dediler, onun da kendine güre ötüşü vardır. Kulak veedim, daraçık hapishanc- sinde, zet acı söyleniyordu: — Kakava... Kakava... Kakava... Eti bu kadar lezzetli olan kokliğin, meğerse ne zevksit bir sesi varmış. Derken bu ara İstanbulun en eski kuşçusu, İsmail Zühtü dükkâna geldi. Kuşlara dair konuşmağa başladık. Ts- — Memleketimizde yetişen ötücü e. m yerli kanarye çeşitlerimiz | daha çoktu. Cermen kanaryelere rağ- | bet başladıktan gonra yerli kanarye- derimizin cinsleri bozuldu. Yüksek kanarye ırkınm nümünele- ri, antak benim gibi birkaç merakir- nn elinde kalmıştır. Nerede o çift kanatlı ahraçlar, nefti tepeliler, düz sarılar, düz sarı kendinden tepeliler, kula tepeliler, limoniler, kesme küy: ruklar? Kuşçuya sordum: — Bizde bulunan kuşlarm en gü- zel öteni kanârye midir? — Hayır! Bülbül kanaryeden de, öteki kusların hepsinden de önce ge- lir, Biz, bülbülü kuşların usta- st biliriz, Bundan dan aldığımız öği alıp satmayız. — Demek, bülbüli var? — Olmaz mı? Tanıdıklarımdan ba- lıp satanlar da zt meraklılar, bülbülü kalese koyup 0 e nistana gönderilen ekstra yu - murta 878 küçük sandık olmuş tur. Bu tutarım daha artacağı bek Haziranın başındanberi Yuna nu anlamasından geliyordu. Bir gün Julien'e: — Beni bırakıp gidi Allah aşkına bu cvden oğlum, siz buradasınız diye öle- cek. ü Sonra yavaş yavaş, kendi kendine söylenir gibi: — Allah beni çarpıyor, dedi, doğru; adaleti yerini bulacak; ben çok büyük günah işledim, hem de hiç bir vicdan azabı duy- muyordum! Allah'n gözünde artık yerim kalmadığını bun- dan da anlamalı idim: şimdi iki | :: tcza görsem yinc hakkım- dedi; Bu sözler Jnlien'e çok dokun- du. Riya ve mübalâğa olmadı- ğını görüyordu. “Beni sevmekle oğlunu öldürdüğünü sanıyor, a- ma zavallı kadmcağız yine de beni oğlundan çok seviyor. İçi- i kemiren, öldüren azab da hiç iphesiz işte bu; kuvvetli, bü- yük his buna derler. Ama ben, bu kadar yoksul, terbiyesiz, . bil- gisiz olan ben, hazan en büyük kabalıklar eden ben, nasıl oldu da böyle bir aşk uyandırabil- lenmektedir. arşı, Adamoğlu, Bülbülü de Kafese Koydu! Kuşçu Çarşısında, Sıralanmış Kafesler İçinde Dünyanın Belki En Güzel Kuşları Var: Keklik- ler,Kanaryeler, İspinozlar Ve Muhabbet Kuşları! beslemeği tecrübe ettiler ve muvaflak | Teğumuz çok gerilemi; ta oldular. — Kafeste bülbüll öter mi? Pazar... KN AASRA el tir. Bununla beraber başta kanarye olmak Üzere, flurya, ispinoz, saka gibi kuşların en — Mevysimi gelince öter cibette... | güzel cinsleri bizdedir. Gelibolu, Bo- Ama çok firaklı ölue bu ötüş. Bülbül, malüm ya, âşık hayvan,.. Serbest ya- şamağa alışmış. İstersen altın kafese koy, “Ah vatanım!” diye haykırır, dürur . O sırada kuşçu İsmail Zühtüye bir hasta kanarye getirdiler. Hayvancık şakır şakır öterken birdenbire ötmez olmuş. Kafesi içinde minik gözlerle bakan kanaryeyi, kuşçu Ismail gözlü- günü takarak bir hekim gibi muaye- | na: neye başladı. İlk teşhis: — Senla bu kanarye beş yaşmda! — Doğru, beş yıl oldu alalı... — Gagası da iyi kapanmıyor... Eline küçük bir nişter alarak, naryeye oracıkta ktiçük bir ameliyat yaptıktan sonra sözüne devam etti: — Sen, bu kanaryeyi çok sıcak yer« de şillikler ver, Çilek, armut ta verebi- Tirsin, Ötmezse yine getir!.. Sonra bana döndü: — Hatırıma bir şey geldi. 321 ru- mi senesi martınm 4 ünaü günü, Pa- ris'te, Amerika'ya geçirilmek üzere, bir kafes içinde 100 tane kafarye ge- tirmişlerdi. Sabibi, bunları bana da gösterdi: — (50) si erkek, (50) si dişidir, dedi. Kuşları, küçük bir muayeneden ge- girdikten sonra yalzıır (44) tancainin erkek olduğunu anladım. Buna hepsi şaştılar: — Nereden bildin? diye soran sa- gana,... Hatbuki bunu, biz mektepte değil, ata ocağında öğrendik. Yalnız, gimdiki halde, kuş merakı, memleketimizde — gitgide — aralıyor. Yerli kuşçuluğumuz hesabına ben bu- ma üzülüyorum. Birçok Avrupa mem- lcketlerinde kuş yetiştirenlere mükâ- fatlar verilir. Meselâ, Marsilya'da 1900 senesinde tesis edilen Lpuis Chev& kuşçuluk kurumu, bükümetten her yıl 4 milyon frank yardım görür. | Bizde ise, kuş yetiştirenler kendi bütçelerinden başka bir yere dayanır- Jarsa, çabuk yıklırlar. Bu yardımsızlıktan dolayı, küşçu- İayer ve İzmir hayalarından İstanbul | boğazına her yıl 200 binden farla kuş hicret eder, sonra buular Rumeli- Iyı geçerler. Eski meraklıdar, bu mue hacır kuşlar içinden birçok cinleri ıvlıfw? yetiştirir ve üretirlerdi. Şim- di, İstanbulda dediğim gidi üç beş merakltıdan başka kimse kuş yetişlir. miyor. z En çok para eden ötücü kuş ka- ir. Sonra, flurya, ispinoz ve sa- ka kuşu gelir. Kanaryelerin fiyatı $ Hradan başlar, 50 - 100 liraya kadar kanarye alınıp satıldığı zamanlar olurdu. Şimdi en iyisi 25 liraya... Fluryalar içinde de makaraları kuv- vetli olanlar 60 « 70 liraya müşteri bulurdu. Adi keklikleri bile (15) lie raya seve seve alanlar vardı. . Tasinarlaradır $e Bunların en maköulleri öterkent “Hoca Ali.. Cafcaf Ali.”* diye haykı- rırlar. Hoca Ali.. Cafcaf Ali,, ispinozuna merakher için paha yetmez. Kendi kendimt : N — Demek, dedim, insanların oldu- Bu gibi, kuşların da cafcafı var, ve insanlarda olduğu gibi, kuşlarda da cafcaflık para ediyor! İsnail Zühtü, bana bunları anlatır- ken, kanaryeler de dürmadan şakıyor dardı. Kuşçu, bir aralık bunlara ku- lak vererek: —— Rica ederim, dedi, şu kanarye şakırtısmın yanmda en yüksek teno- run sesi kaç para eder? Erbabı kuş sesinden aldığı zevki, €n yüksek operadan almaz. Bilmem siz de öyle misiniz? Ömrü kuşlar arasında, kuş sesi duymakla geçen bu altmış yaşındaki en eski kuşçunun yanından ayrılır- ken, bizim yalnız düşünür sandığımız ispinozlar, en tatlı seslerile ardı arası kesilmez bir cafcafa başlamışlardı. Papağan karikatlrd yeşil muhabbet kuşları, gaga gagaya vermişler, sev- gisi süreksir adam oğluna kuş dilile aşk dersi veriyorlardı. RÖPORTAJCI dim?,, Bir gece çocuk büsbütün ağırlaşmıştı. Sabahın - ikisine doğru M. de Rönal onu yokla- mağa geldi. Ateşler içinde ya- nan çocuk kıpkırmızı kesilmişti, babasını tanryamadı. Birdenbi- re madame de Rönal kocasının ayaklarına — kapandı: — Julien onun artık her şeyi söyleyip kendi kendini mahvetmek iste- diğini anladı. ü Çok şükür ki bu garib hare- ket M. de Rönal'i rahatsız etti. — Adien! adieu! diyerek odadan çıkmak istedi. Madame de Renal, önünde diz çökmüş, onu durdurmağa çalışryordu. — Dinle, dinle beni, dedi. Sa- na her şeyin doğrusunu söyli- yeceğim. Oğlumuz hep benim ölüyor. Onu ben dün- yaya getirdim, dünyaya gözünü kapamasına da ben sebep olu- yorum. Allah beni cezalandırı- yor; ben onun gözünde bir kati- lim. Ben kendimi ayaklar altına atarkam belki Allah'ın gazabını. yatıştırırım. ğ M. de Rönal'de hayal denen şeyden bir parçacık bulunsaydı, bu kadarla da hakikati anlardı. Dizlerine sarılmak istiyen karı- sını iterek: — Nedetahaf düşünceler! dedi. Hep abuksabuk sözler! Julien, sabahleyin erkenden he- kimi çağırtın. Odasına, yatmağa vitti. Ma- dame de Rönal yine diz. üstü düştü, yarı baygındı; yardımma koşarı Jülien'i ihtilalcı hareket- lerle itti. Julien şaşırıp kaldı. İçinden: “Demek ki zina işliyen cid- den çarpılıyor! dedi... Papasla- rm, o kurnaz, hilekar papasla- rın... yoksa hakkımı var? O ka- dar günah işledikleri hâlde on- lar, günahın hakikatini anlrya— bilmişler mi? Ne garih şey!...., M. de Rönal çıkıp gideli yirmi dakikayı geçmişti; Julien sevdiği kadının, hala başı çocu- ğun küçük karyolasma dayalı, hareketsiz ve baygın bir halde olduğunu gördü. İçinden: “İşte yüksek ruhlu bir kadın ki beni tanıdığı için en büyük bahtsız- A lığa düştü!,, dedi. “Saatler hızla gelip geçiyor. Benim elimden ona ne yardım gelir? Bir şey yapmalıyım. Şim- di ben kendimi değil, onu dü- şünmeliyim. El alemnden, el ale- min bayağı yapmacıklarından bana ne? Bu kadın için elimden ne gelir?... bırakıp gitmek doğ- ru olur mu? Gitsem onu, içini kemiren ıztırabla yapayalnız bi- rakmış olacağım, Kocası deni * len © kukla gibi herifin iyiliğin- den çok kötülüğü dokunur. Ka- ba kaba söylenirken ağzımdan acı bir söz çıkryerir; kadıncağiZ çıldırır, kendini — pencereden atar. “Bıraksam, göz kulak olma* sam kalkıp kocasına işi anlata” cak. Kim bilir? belki herif d€ ihtiyar babadan kalacak mirasd bakmaz, bir rezalet çıkar!f-. Kadımncağız şu abb& Maslan de“ nen b.” a da her şeyi söyliyebir lir; o herif, altt yaşındaki ©0” cukçağızın hastalığını bahan€ etti, evden çıkmıyor; maksadınıf (Arkası var). N, ATAÇ 13.8 935 ——— v Masllka dip AMi