| KÜLTÜR BATI EDEBİYATLARI Tenkid Üzerinde Tenkit, batı dillerindeki ilk manasiyle, “Ayırt etme,, ve *“Karar kılma,, demektir. Ayırt etmek ve karar — kılmak mı akıl, sonra bilgi işidir. İşte bu bakımdan, yani akıl ve bilginin muhassalası — olmakla, tenkit modern batı kültürünün özü sa- yılabilir. Rönesansa medeniyetin yeni- den doğuşu diyerek orta za- mancıları incitmektense, bu dev- ri tenkit görüşünün başlangıcı saymak daha doğru olur. Çünkü © gün bugün batı zekâsınin yap- | tiğıiş, şeniyeti aklın tenki- dine sokarak didik didik etmek olmuştur. İnsanlar göçen ilâhla- rın yerini tutmak ister gibi, ken- dilerine gittikçe daha fazla gü- venmişler, bütün evreni aklın süzgecinden geçirmeğe, bütün yapıları yıkıp yeniden kurmağa, bütün bütünleri ayırıp birleştir- meğe (tahlil ve terkibe) yelten- mişlerdir. Descartes ve Kant'ı her şeyden önce birer münekkit saymak gerektir. Yeni ilim bu iki kafadan doğduğuna göre tenkidin asıl manasr, bütün batı kültürünü içine almaktadır. Fa- kat ben yalnız edebi tenkitten konuşmak istiyorum. Rönesanstan sonraki batı ede- biyatlarının en büyük hususiye- ti, hemen hepsinin tenkitle bir- | likte başlamış olmalarıdır. Her yeni kuruluş Boileau ve Les- sing gibi bir münekkit tanımış- 'tır. Bilhassa Fransada tenkit hiç bir edebi hareketten ayrı kalma- mış ve edebiyatı mütemadi bir koöntrol altında bulundurmuş- tur. Zaten özünden “akli,, olan fransız edebiyatı tenkidini ken- di yapan, yani yaptığını bilen bir edebiyattır. İbdamı kontrol etmiyen bir fransız şairi yok gi- bidir. On dokuzuncu asra kadar ba- tı tenkidi tamamen doğmatikti we üç ideal namıma çalışıyordu; Akıl, Tabiat ve Eskiler. Bu üç çemberin dışında güzellik yok- tu. Bütün varlığına rağmen bu tenkit, edebiyatın inkşafına en- gel olmamıştı: Racine şaheser- lçtini hiçbir kaideyi örselemek- sizin yaratabiliyordu. Esasen kaide ve.kalıplar dahi san'atkâr için zannedildiği kadar sıkıcı şeyler değildir. Bilâkis fazla serbestlik san'at için daima za- rarlı olmuştur. Herkesin kendi- ne göre kalıplar araması tekni- ğin ilerlemesine mânidir. Fran- sız klasizmi dar bir tenkidin yarattığı teknik birliğine çok şeyler borçludur. On sekizinci asır bütün akide- lerle beraber doğmatik tenkidi yıkmış fakat yerine bir şey koy- mamıştı. Tenkitte yenilik ro- mantizmle başlar. Bu mektep “Geçmişi yeniden — yaşamak,, zevkini getirince, tenkit çabu- cak tarihileşti ve edebi eserleri müstakil olarak değil genel bir oluş içinde gördü. Bu hareketin başında bir kadın, Mme de Sta- el bulunmaktadır. “ Del Allemagne”, edebyatı tesir ve neticeler içinde gör- mekle yeni tenkidin kaynağı sayılabilir. Ön dokuzuncu asır tenkidinin yaptığı iş edebiyatı zaman ve mekâna yerleştirmek olmuştur. Artık münekkitler eser hakkında hüküm vermez- den evvel yaratanın şahsiyeti, hayatı ve devri hakkında hesap vermek ve bunun için de tarihi, içtimai ve ruhi bilgiler edinmek mecburisetinde idiler. Netekim ardı ardına gelen büyük münek- kitler edebiyatı gittikçe çoğaları müspet bilgilerin ortasına yer- leştirerek izah etmeğe koyuldu- lar: Sainte - Beuve tenkide “edebi şahsiyet,, araştırmasını getire- rek eseri sahibine sıkı sıkı bağ- ladı. Renan tarih ve dilcilik ba- kımından yeni vesika ve izahlar getirdi. Taine edebiyatı, “Irk,, “Zaman,, ve "Muhit,, in mahsu- lü olarak gördü: “Edebiyat can- l bir ruhiyattır,.. Brunetiğre tenkide tekâmül- cülük fikrini sokarak eserleri bi ribirine zincirledi. Gittikçe afâ- kılqen.ıenkit_ nerede ise, asıl gayesni unutarak Mmüspet bir ilim olacaktı. Fakat müspet ilim artık fazla gelmişti: Reaksiyon hış_lıdı. Lemaitre'le ansızın en- füsileşen tenkit, san'at hareket- | lerinin peşinden giderek, şahsi intibar öne sürdü ve tenkitle edebi eser arasında “doğrudan doğruya temas,, başladı. Bu ha- rekete karışan Anatole France iyi bir. münekkidi, “ruhunun şaheserler arasındaki macerala- rınt anlatan adam,, diye tarif eder. Yavaş yavaş kendine bir istiklâl edinen tenkide Faguet oynak bir. mantık ve fikirleri plâstik yapılar halinde toparlı- yan bir zekâ getirdi. Artık ten- kit doğruluktan çok güzelliğe Öözeniyor ve münekkit, şairlerle birlikte ilham bekliyordu. San- atkârın renkler, sesler veya ke- limelerle yaptığını münkkit fi- kirlerle yapacaktı: “Münekkit san'at güzelliklerini yeni bir malzeme ile başka bir dile çevi- rendir,, (Oscar Wilde). Bütün bunlar anarşi kokuyor, diyeceksiniz; ben de ayni şeyi söyliyecektim. Gerçekten, yir- minci asırda san'atkârdan çok münekkit türemiş ve san'at âle- mi, halkından çok polisi olan bir şehre dönmüştür! Faguet bu münekkit bolluğu- nu anlatırken der ki: “Delikan- lıların kalplerinde artık aşk şi- irleri yerine İbsen hakkında ten- kitler çarpıyor.,, İşin daha gari- bi şu ki münekkitler, Souday- le beraber, kendilerini — san'at- kârdan üstün görmeğe başladı- lar. Böyle olunca müneekkitle- rin sayısı kadar tenkit tarzı tü- reyeceği tabit idi., Netekim bu- gün bile bütün tenkit telâkkile- ri bir arada yaşamakta, bir ne- batat sayıfası kadar kuru, yahut bir dedikodu kadar sulu, Fran- sız akademisi kadar ağırbaşlı yahut bir kadın methiyesi kadar coşkun... v, b. türlü türlü tenkit- lere rasgelinmektedir. Yeni ten- kidin mahiyetini arıyanlar bir sürü suallerle karşılaşıyorlar: Bir ilim mi? Bir tarih mi? Bir san'at mı? Bir zevk meselesi mi? Bir makale mevzuu mu? Bir reklâm mı?.. Fakat her anarşi yeni bir ni- zamın müjdecisidir. Netekim bir kaç zamandanberi estet ve mü- nekkitler bir disiplinin lüzumu- nu hissetmişler ve tenkidin ala- cağı yeni istikameti aramağa başlamışlardır. Tenkit için genel bir usul ve bir teknik teklif eden- ler bile var. Bunları başka bir yazıma bırakıyorum, Doçent Sabahattin Eyiboğlu Seyahate davet Kaçsam! Alıp başı kaçı Kuşların bilinmiyen köpükle sında — bulunmaktan sarhoş olduklarını içimden duyuyorum. tem - Mallarmd... Yola çıkmak isteğini, bilinmiyen, iklimlerde dolaşmak ihtiyacını duy- miyan kim vardır? İçinde yaşadığı- mız bir şehre © kadar alışıyoruz ki, bir an geliyor, gözümüz, önümüzde açılan panoramanın hayalini alamı- yacak kadar duygusuzlaşıyor. En gü- Macaristan çağırıyor zel kokular, en parlak renkler, en kıvrak şekiller, hatta tanıdık yüzler bile, azar azar görüş çevremizden si- iniyor ve bütün bunlardan ancak ku- ru, şemalar kalıyor. Alışkan- lık bizleri, iplerini günlük ihtiyaçla» rın eline veren birer kuklaya çevir- miştir. Duygularımızı, dış dünyamar. zın çevresini daraltmıştır. İç dünya- miz “birteviye ,, liğin baskısı altın. dadır. Seyahat, işte bu.birteviyeliğin baskısı altında bunalan zengin iç dünyamızın dış dünyayı fethetmesi. dir. Bavdel, penceri oluk akarak odayı demir çubuklu bir zindana döndüren yağmur, bu birte- viyeliğin Spleen'i, bu başımızı alıp kaçmak için yanmamız ve nihayet yolculuğun bütün bu susuzluğu kan- dıracağını ummamız hep alışkanlığın dar kalıplarına sığamıyan iç hayatı- mıuzın özgürce taşmak ve dış dünya- cansı. den oluk İtalyaya davet yı kendine Tametmek istemesinden ileri gelmiyor mu? Seyahat, daha geniş, daha dolu bir hayata doğru yollanmaktır. Yol- culuk, itiyatların körlettiği duygula- ra bir ziyafet çekmektir. Yolcu, öyle özgür bir yaratıktır ki gözü yerliden gaha renkli görür, kulağı ondan da- ha müziksel İşitir. Zengin ve renkli bir duygu haya. tına, özgürlüğü adayan ynltulugıy:ı küçüklüğümüzde Jules Verne'in say- falarında başlamışızdır. 19 uncu, he- le 20 nci asrın edebiyat ve resminde kiraz ve krizantemlerin memleketin- den, pagodalardan, Ganj'dan, Sey. lan'dan, Haiti'den birer davet vardı. Nihayet büyük endüstri, — insanların bu ihtiyacını da geniş ölçüde organi- ze ediyor. Transatlantik, yataklı va. gön kumpanyaları, yer yer toplanan büyük otel tröstleri, seyahat ajanm ları, hatta resmi ofisler, bin bir çare. ye başvurarak, şehtinde, evinde ı dini itiyatlarının mekanizmasına rakmış insanlara seyahat zevkini aşı- hiyor. Yapayalnız, alıp başını - uzaklara giden, her adımda heyecan verici bir macera İle karşılaşmak istiyen sey- yah tipi yavaş, yavaş kayboluyor. l Yolculukta yalnızlığın yerini kalaba» A B PRATİK PSİKOLOJİ Seyahat Ve Afiş oraya.. | lık, tehlikenin yerini sürpriz, tedir- kelr ara- | gi ğin yerini konfor, başıboşluğun yerini de program alıyor. Yirminci asrın gezgini yorgun ve tembeldir; vakti azdır. Yirminci asrın en verim- Hi bir endüstrisi olan turizm de işe, seyyahı anlamakla başlıyor. Gezginin yolculuktan umduğu şey, Baudelaire'in “Seyahâte davet,, inde- ki Düzen, gü: Lüks, huzur ve şehvet.. kelimcleriyle ve bütöü bu mefhurmların * büründükleri sürprizle hulâsa edilebilir. Gezginin psikoloji- sini bilen turizm örgenleri de her ta- rafa bu bakımdan düzenlediği propa- ganda ağını — gazetc, kitap, risale, afiş, sinema, radyo, v. $.. — kurmüşe tur. Cassandre'ın gu — afişine bakıniız. Masmavi bir gece ortasında trene yol Kösteren kırmızı, yuvarlak bir işa- Tet.. Ressam bu basit çizgiler ve renklerle, seyahatin en çekici unsuru olan sürpriz ve huzuru stilize etmiş- tir. Yirminci asrın adamı, dikkatini gekmek üzere yapılmış allk yeşilli, ko- caman ve teferrilatla dolu afişlere du- dak büker. Çünkü bu gibi afişler, kendisinde bir güvensizlik uyandırır ve kafasında “acaba,, nın işareti çen- gellenen adam, artık evinden kımılda- mak istemez. Bugünün gezginine en iyi tesir eden afiş, onda “hemen ba- şarı alıp gitmek,, isteğini uyandırabi- lecek basit birkaç çirgiden ibaret ola- caktır. Elverir ki ressam, uyandırmak dilediği isteği bilsin ve bu isteği, ür. kütmeden, şubheye düşürmeden u- yandıracak bir motifi stilize ede- bilsi. Bugünün afişi, seyire rinin muhayyil tamamlanan ve çekici Tarihi bir köşe: Piza de bulan canlı bir şema mahiyetinde- dir.Cassandre'ın — afişi bu bakımdan, gezginin tahayyül ettiği “düzen, güs zellik, lüks ve huzuru,, nekadar sade, fakat nekadar candan vadediyor. Gergini tabiatin güzelliğine, san'at gehirlerine, tarihi köşelere, hatta plâj ve kaplıcalara çağıran afişlerde de ge- ne ayni sadeliğe bürünmüş bir dina- mism, şarttır. Süleymaniyenin en iyi çekilmiş bir fotoğrafı, bu ulu Türk eserini, seyahate hazırlananın içinde- ki bütün istekleri kavramıyacak ka- dar küçültür. Halbuki Süleymaniye- nin, seçilmiş birkaç motifle yapılacak bir stilizasyonu, seyyaha bir bakışta ilk çevreyi “ambiance,, yaratacak ve ilk huşu ürperişlerini duyurtacak ka- dar kuvvetli ve içten bir tesir yapabi- lir. Adı bilinmiyen bir İtalyan afişçisi. nin fırçasından çıkan şu Siçilya, enli we dikenli frenk inciri yapraklariyle, mavi ve lekesiz deniziyle, süslü ve boyalı bir Siçilya arabasiyle ve niha- yet birkaç çizginin canlandırdığı Et- na'siyle, seyyaha “aradığın huzur, güzellik...., buradadır demiyor mu? Aliş, çizgi ve renk olmuş bir psi- kolojidir ve afişçi, her şeyden önce, seyyahı tanımak ve onun henüz be- lirsiz isteklerine şekil, istikamet ve gerçeklenme kudreti vermek mecbü- riyetindedir. Gene afişçi unutmamalı- dir ki psikolojisini — gayet geniş çiz- gilerle çizmeğe çalıştığımız gezgin tipi, ulustan ulusa, iklimden iklime değişiklikler gösterir. Sınıf, kültür, yaş, cinsiyet, v. «, farklarının da bu değişmelerde rolü vardır. Fakat bü- tün bunlara lâzıgelen önemi verme- den sadece ve her ne değerine olursa olsun dikkati çekmek istiyen afişçinin alir, yeşilli bir kılıkla sokağa - fırla- mış bir soytarıdan farkı olamaz. Böy lelerine ancak dudak bükülür ve ge- çilir. Sabri Ander Psikoloji ve Terbiye Doçenti Pöğumu ileri sürer. Â e B af Pu :$ 30 5.- 935 — n | li İ Sicilyaya davet Jean-Jencgues Rousscau'dan beri çok yayılmış olan mistik bir natüra- Ham tabistta her — şeyin güzel oldu. Bunun en parlak örneğini, on dokuzuncu asırda, Jöhn Ruskin'in şahsında gördük... Alaba gerçekten tablatta her gey güzel midir? Veya güzel gey var mı- dır? Bu soruya cevap vermek için ta- biatin bizde uyandırdığı his ve heye- canların ne olduğunu araştırmak lâ- zım. Her şeyden önce tabiat, uzviye- timize tesir eder, Bir yaz günü zerrelerimiz saatlar. ça güneşi içtikten sonra bir ağaç ah tında arka üstü yatmış, yeri noktalı« yan yapraklar Üzerinde gözlerimizi bir örümcek — sessizliğiyle dolaştırı- yoruz; gölgelerle örtünen bir rüzgâr, saçlarımızı hafif hafif okşuyor.. Böy- le bir anda, geniş bir neles alarak, bangimiz “ne güzel yer!,, dememiştir ve içi tatlı bir zevkle titrememiştir. Fakat bu zevk, midemizi doldurur- ken dinlediğimiz musikinin verdiği zevk gibidir, tamamiyle uzvidir. Dağ- Tarın, ormanların çekmesine tutkun olanların çoğu onlardan sağlık ve meşeden başka bir Şşey beklemezler. İstedikleri, kanı kırbaçlıyan - sert ve temiz bir hava, bu havanm verdiği rahatlık, geniş ufukların, iyodlu de- nizlerin ruha döktüğü neşe, tatlı bir yorgunluk getiren sporlar, adaleleri Tâstiğe çeviren, —kuvveti gösteren şiddetli yükselişlerdir. Büyük şehir- lerin gü ünden ve bozuk hava- sından kurtulduğumuz nispette bu uzvi zevk artar. Uzun zaman kapalı yerlerde yaşıyan kimseler için temiz havadan, bol ışıktan, rüzgür ve de- nizden daha zengin bir heyecan kay- nağı yoktur, Bazan da tabiat — Amerikalılarda olduğu gibi — sadece ruhun tecessü- sünü doyurur. Tabiat yalnız yorgun uzuvları dinlendirmekle, — tecessüsü doyurmakla kalmaz, sessizliğiyle 18ti raplı ruhları da avutur. Romantik şairlerin — söylediklerine ve yazdıklarına bakılırsa, dağlardan, göllerden ve ormanlardan ziyade ruh. İara teselli veren bir kucak daha ta- savvur olunamaz. Bunlardan başka tablat, tatlr hatıraları uykularmcan uyandırdığı için de ruha yeni heye- canlar getirir. -İçinde çocukluğumu- zun geçtiği yerleri görmek, tatlı güne lerimizi hatırlatan tanıdık bucakları tekrar gezmek bizim için büyük bir zevktir. Bazı kimseler de tabiat kar- şısında bütün şeylerin birliğini göste. ren panteistik bir heyecan duyarlar. Bunların hiçbirine güzellik heyeca- nr denemez. Güştllik bir yaratma işi- dir, şekille ifadenin biribirine tam uygunluğudur. Bu ise ancak san'at eserinde gerçeklenir. Bu ahengi, ta- biatin bazan vücuda getirdiği olur. Mesclâ batı vakti, rüzgârla sürükle- | ESTETİK Sanat Ve Tabiat nen renk tenk bulut yığınları gökün maviliğinde bir tablo canlandırabilir. 'Tablatten bir köşe bütün nüanslariy. te bir Corot'yu Hatırlntir. Hatışlatır. diyoruz... Çünkü — güzelliğin tabiatta anlaşılması, daha doğrusu bulunması ancak san'atin yardımiyle mümkün- dür. Tabiatta gelişigüzel vücut bulan ahenk bedil olmiyan (ine hötigue) unsurlarla karışıktır. Bu — unsurların atılması, ahengin arınması ancak san« at kültürü ile gelişen muhayyilenin işidir. Sürekli biz surette san'atin öze deşliğinde yaşıyan, — geçici nüansları yakından görmeğe alışan gözler ane cak tablatta güzellik bulur; onu teta- düfen vücuda getiren âmilleri, esaslı unsurları kolaylıkla seçer, diğerlerini de iştiyerek gölgede bırakır, ve güzele liğini yaratır. Sana't kültürümüze göre, tabiattan bir yer (Watteaujnun, veya (Thâo- dore Rousscau) nun gözleriyle görü- lür. Bir kadın çehresi eski Yunan ve Orta Zaman san'at telâkkisine göre beğenilir. Rüzgârların altüst ett.ği bulutlar (Ruysdacl) 1, büyük şehirle- tin dumanı (Turner) i hatırlatır. Ben, (Karlı bir günde yol) u, Sis. İeyin, (Yeldeğirmenleri) ni Jacob Maris'in gözleriyle görürüm; tarla- ların batıdaki güzelliğini (Millet) in yardımiyle duyarım. Tabiatteki gü- Zzellik sana'ttaki güzelliğin bir yane kusundan başka bir şey değildir.San- at kültürünü beş kuruşluk kartpos» tallardan kazanan kimseler bile, son parıltıları sularda yanan güneşe ba- karak: “Ne güzel, tesim gibi... Tas- vir gibil,, kelimelerini. söylemekten çok defa kendilerini alamazlar. Kim demiş, san'at tabiati taklit edi. yör, san'at tabiatin aynasıdır? Bu gibi formülerin boşluğu ve yan- lışlığı çoktan anlaşıldı, modası çoktan geçti. O formüllerin teraj doğru! Ta: biat san'ati taklit ediyor, tabiat san- atin aynasıdır. Duygularımizla temaşa olunan ta: biatı, hafızamız san'atla çerçeveleme- dikçe tabiatta güzellik ve güzellik be- yecanı yoktur. Tabiatin temaşasından doğan güzellik heyecanı san'at kül- türü ile artar. Eşyanın çehresi o kül- tür nispetinde güzelleşir. San'at insanr yarattığı gihi tabiati de yaratıyor, çünkü asıl tabiat güzel- likle örtünen tabiattir. Biz, şimdi on deokuzuncu asırda yaşıyanlardan çok daha iyi (Oscar Wilde) 1 anlıyoruz, ve (Dorlan Gray) in portresini yapa» nin: “Ressamlar — tablolarında (Tay- miş) nehrini sisli olarak gösterdikle- ri zamandanberidir ki (Taymis) üze- rinde sis vardır.,, Sözlerini hiç de alayla karşılamı" yoruz. Estetik Doçenti Suud Kemal Yetkin a.. aGa........!...!................. . .£.....