atımızı Türk ekonomisinin kurumun- da yaşıyoruz. Bu silâhsız cenk- leşmede — açık görür, açık ko- nuşursak — bütün ulus binbir fedakârlığa, yararlığa, yoksul - luğa katlanarak — amacını çe - lenklemeğe uğraşıyor. Bu yolda sonsüz bir güçle çalışıyoruz. Sanayileşme programımızın ateşini kurulan fabrıkaların ba- Her şubede hattâ yiyim, giyim işlerinde bile ilerledik. İhtiyaç. ların çoğunu yurddaş yürttan a. lıp, veriyor. Kumaşların eski dü. şüklüğü kalmadı. Desenleri gü- zel, duruşu iyi,.. Cihan piyasa - larında — muayyen — olan pek meşhurları istisna edilirse — yerimiz yüksektir. Bir taraftan da himaye siste- yavruladığı milli ser - vet büyüyor. Bazı sermaye biri- maddeleri calarından savurmağa başladık. | Artırmalıyız dir. Fakat bizim cihan piyasa - larmı karıştıracak vaziyetimiz yoktur, Piyasamız dar olduğun- dan azı çok ve çabuk duyar. Faz la istihsal yüzünden malımızın satılmamasından korkulmaz. Bi | ze bolluk getirecek ihracatımızı di_inyı istiğılâki duymar bile... Biz haricim: muhtaç -olduğu ilk daima — verebiliriz. Memleketimizin bu cephede ve- rim kabiliyeti müsaittir. Top - rak servetlerini yetiştirip işleye- bilmekle arsıulusal piyasalarda mütedavil sermayeye çevirebi - liriz. Bu, buhranlı yıllarda ko « lay olmasa da, mümkünsüz de- gildir. Beynelmilel piyasadan maliyet masrafımız — aşağı ol - dukça malımızı satabiliriz. Sat- tık ta... İşte klering mukavele- leri de meydanda, İstek çıkarışı mızdan fazladır. Maliyet fiyat- kintileri bir Amerikan tamahını bile toklaştırır. Dağınık parala- rın bir araya toplanması mem - leket zenginliğini — göstermese | de, bir kaç yüz, bir kaç bininin- | kinin bir yere nakli mekânıdır, Fakat sermaye topluluğu büyül işlerin başarılmasını kolaylaş - tırır. Öyle de olüyor. Yabancı - ya para vermiyoruz, vermiyece- ğiz de... Dahili sana; izin gelecek günlerini düşünürsek ülkümüze | erişmeğe daha epeyi var. Kuru- lan fabrikaların işlemesi, yanın- da— iğrenç bir hırs ve rekabet- le değil ihtiyacın tesiriyle — ay- ni malın eşini yapan bacaların fışkırdığını görmek refahın öl « çüsü sayılabilir. İhtiyacı daralt- maktan ise kazancı — arttırmak daha doğru usüldür. — Haricten mal almamak iyi, fakat dahil - den de alamamak ta çok kötü - dür. Bu kötülüğü gidermek te iç piyasaları genişletmeğe, tek- lerin alım kabiliyetini çoğalt - mağa bağlıdır. Vakıa esas tek değil heptir, ama hep olur. Bu nesil, yurdu uzun yılların sefahetinden, iç, dış kavgaların- dan sonra eline — alırken krizin kara günü ile karşılaştı. İmara muhtaç ülke ile beraber orta yerde kalan para meydanda... Nüfusumuza bu yekünu dağıt- sak şahsa düşen milli servet â- hâd hanesinde sayar. Bu mik - tar da ne bugünden sonraki a- macımızı doğurur, ne de yarının | emelini büy » O halde ülkü - müze ulaşmak için ne yapmalı - yız? Bu sorgunun cevabı bir cümle ile kısaltılabilir: Arsrulu- sal piyasalardan para çekmeli - yiz. Biliyoruz; biz eski mirasye- | diliği, onlar murabahacılığı ele almadıkça para vermezler. Za - ten hiç bir şey verilmez, alınır. Dünya fiat düşüklüğü, — şaşkın rekabet, hattâ artık iktısat tari- hinin sayfalarına karışmağa baş | layan dampingler, sonra da gümrük dıvaralrı, kontenjanlar, kleringler, takaslar — para alıp, vermemekten doğmuş şeyler - . 20, bahtiyarlığa dayanamadı. Bayı- liverdi. Odasında ayılıp kendi- ne geldikten sonra herkesi di- şarı çıkardı. Derin bir hayret içinde idi. İçinden: “Yoksa ben bu Juli- en'i seviyor muyum?” dedi. İçinde böyle bir his bulmak, başkta herhangi bir anda olsa, madame de Rönal'e vicdan aza- br verir ve onu son derece sinir- lendirirdi; şimdi ise ona adeta garib ve kendisi ile ilişiği olmu- yan, ancak dışardan seyrettiği bir şey gibi geliyordu. Kaç gün- dür çektikleri ile mecalsiz düş- müş olan ruhunda artık ihtiras- lara gösterilecek kadar hassa- siyet kalmamıştı. Madame de Rönal çalışmak istedi ise de derin bir uykuya daldı; uyandığı — vakit içinde duyduğu korku hiç de böyle bir zamanda duyması gereken bü- larını da indirmek — dünkü her hangi rasyonalize — şekillerinin | tatbiki ile elde edilemez. Hükü. metin nâzımlığına ihtiyaç var- dır, Unutmayalım ki, hükümet otoritesinin — kanunları libera - lizm ekonomi kaidelerinin yeri- i aldığından beri de ihraç sana- yi ulusal bir politika işi olmuş- tuür, Sidreddin Enver Ticaret odaları Azaltılacak 21 mayısta Ankarada topla- nacak ticaret odaları kongresi | için ayrı ayrı yerlerde hazırla - nan raporlar Ekonomi Bakan - |lığında toplanmağa başlamış- tir. Ekonomi Bakanlığı bu kon. £greye çok ehemmiyet vermek- tedir. Çünkü bundan evvelki tü- tün köngresinde olduğu gibi bu rının da kanun tedir, Bugün Türkiyede 150, ticaret odası vardır. Bunlardan bazıları memurlarına maaş vermekte güçlük çekmektedir. Odalar bir çok yerlerde oldu- ğu gibi sa ret kalmıyacal Bunut için sayıları azaltılacak ve vazifele- ri birleştirilecektir. Ekonomi Bakanlığı, — deniz servetlerinden de azami istifade edilmesinin teminini — kongre ruznamesinin başta gelen işleri arasına koymuştur. Bakanlık deniz servetlerinden istifade e - dilmek için lâzım gelen serma - yeyi elde etmek üzere kıymetli raporlar hazırlatmış, bu iş üze- rinde etütler yaptırmıştır. Bü- tün me!larımızı dış piyasalar- da iyi karşılanması için standar- dizasyon işine büyük bir ehem- miyet verilmesi konuşulacak mevzulardan biridir. Kongrede görüşülecek mese- gece bir isimden iba- | — BORSA 11 MAYIS Cumartesi PARALAR Batış Sterlin Bd Dolar 20 Fransız Frangı 167— 20 Liret 202— 20 Belçika Prangı 83— 20 Drahmi İ 20 İsviçre ir. 801.50 20 Leva Böem Florn 20 Çek Kuran Avusturya şilin Mark Zloti Kroş 20 Ley 20 Dinar Yen İsvec Kuron Altın Mecidiye Banknot ÇEKLER Kapanış Fransts Frangı İngilir lirası Dolar Liret Belga v ami İsviçre Frangı Leva Florin Çekeslovak kuronu Avusurya Poreta Mark Zioti Pengo Ley Dinar Yen Cernoveta Tsveç kuronu 120. GIZ.I5 TOAZ.SO 9.06.50 ESHAM Iş Bankası Mi e a " ö Anadolu ?4 60 kğid ee KİK Şirketibayriye Tramvay Bomonti - Nektar Terkos Reli Aslan Çimento Merker Rankası Osmarilı Bankası 'Telefon Tttihat değirmencilik TAŞ. Şark Değirmenleri —a Sark merkas eczanesi n AD 1ISTİKRAZLAR 1 ——— 30.58 28 85 29,40 9— Bi gö 'Türk Borcu I L DA i nr Ergani ©“ -Ertaram Tatikrazi dahil TAHVILAT 10.60 43,10 . E dö— Anadolü mümeesil 5)20 ——— alâkadar edecek olan umumi mağazaların tesisi meselesidir. Umumi mağazalarla İstan- bulun transit vaziyetinin de dü- zeleceği ınlışnmzktadı_r, Eko. nomi Bakanlığı, umumi mağa - zaların açılmasında en üygün ekli kestirmek için kongrede bu meselenin konuşulmasına ka - rar vermiştir. Kongreden sonra ilkönce şeh Rihta Anadolu TI l — 12-8-055 ENi —- ESKİ ANA-KIZ inden gürbüz ve neşeli üç erkeğin ve endamından sıh- hat fışkıran zeki bakışlı bir kı- | zın anası olan Behireye sor- — Düşünce na verilmek istenmemesinden.. İzah edeyim: Ben, bir Amerikan mektebinde okurdum. Hocala- rım beni... Ve arkadaşlarımı da tabit... her fikri serbest serbest söylemeğe, münakaşa etmeğe alıştırmışlardı. Faraza, biz, bir az yetişkin kızlar, ne olmak is- tediğimizi, hayat hakkmdaki düşüncelerimizi, nasıl bir erkek- le yaşamağı daha ziyade zevki- mize uygun bulduğumuzu açık açık konuşabilirdik. Halbuki mektepten eve döndüğümüz va- kit işin rengi, şekli hemen de Jört çocuk anası Behire ğişiverirdi. Haddin varsa ağzını açıp: ,Eilân beyin ağlı.bpgün: Annenin kaşları derhal çatıl daya kal eteğinden çeker “A kız o nasıl lâf? Başımıza taş | mı yağdıracaksın? Bir kızım ağ- zından erkek sözü çıkar mı? Aman allahım ne günlere kal- dık?,, diye başlardı. — Serde toyluk var.. “Besbel- li, kız kısmı erkeklerden bahse- derse terbiyesizlik oluyormuş demek..,, diye hemen kızarır, bozarır ve tekrar mektebe dön- düğümüz vakit pısrıklığa başlar- dık. Bu sefer de Misi'n ceresi açılırdı: “Ayol Behire! - derdi » Sen de ama budala bir kız ol- dun artık.. Fikirlerini söylemi- yorsun? Ağzını actığın yok. Ne oldu sana?,, Sonra, gene ha varsa şöyle biraz şıklaşmak, gü- zelleşmek iste, Sokakta, tram- vayda, vapurda, trende kocaka- rı varsa hepsi işini, gü”-.ü br- rakır, seni haşlamağa başlardı. rimizde açrlacak olan Uumumi mağazalar, sonra diğer büyük lelerden biri de şehrimizi çok KIRMIZI VE SİYAH STENDHAL yük korku değildi. Öyle bahti- yardı ki hiç bir şeye kızmıyor- du, Bu bönce ve masum taşralı kadın hiç bir zaman, duygula- rında veya uğradığı felâketler. de yeni beliriveren — küçük farklara karşı bir parçacık has- sasiyet koparmak için ruhunu işkenceye — sokmamıştı, — Juli- en'in gelmesinden önce, taşra kadınlarının hayattaki payları olan iş yığınından başka bir şey düşünmiyen madame de RE- nal'in aşk hakkındaki fikri, bi zim piyango hakkındaki fikri- mizden farklı değildi: kaybı muhakkak olan bir oyun ve an. cak delilerin arıyacağı bir bah- tiyarlık. Yemek çanr çaldı; madame de Rönal, çocuklarla beraber dönen Julien'in sesini işitince kıp kırmızı oldu. Kalbine sevgi gireliden beri biraz kurnazlık da - şehirlerimizde de açılacaktır. öğrenmişti, kızarmasını tabii göstermek için başının fena hal; de ağrıdığından şikâyet etti. M. de Rönal kaba kaba gülerek: — Kadın kısmı işte hep böy- ledir, dedi. Bu makinaların dai- | ma tamir edilecek bir bozukluk- ları olur! Bu neviden nüktelere alışık olmakla beraber, kocasının se- sindeki eda madame de Rö- nal'in betine gitti. Kendini avut mak için Julien'in yüzüne bak- tı; Julien dünyanın en çirkin er- keği bile olsa o anda yine ken- dini beğendirirdi. Saray adamlarının adetlerini taklide pek ehemmiyet veren M. de Rönal, baharın ilk güzel günleri gelir gelmez, Vergy'ye taşınır; bu köy, Gabhrielle'in acıklı macerası ile meşhurdur. Eski gotik kilisenin seyrine do- yulmıyan harabelerinden bir- | kaç yüz.adım ötede M, de Rö- dır; Tuileries sarayının bahçe- si gibi düzeltilmiş olan bahçede hemen her tarh, şimşir ağaçla- rı ile çevrilmiş, yılda iki kere | nal'in dört kuleli bir şatosu var- | mi yemezdik? Küfür işitmezdik? Şemsiyele: budanan kestaneler arasından yollar açılmıştır. Yanında, el. ma ağacı dikili bir tarlada ge- zilip oynardı. Yem'ş bahçesi- nin ta ucunda sekiz, ou tane şanlı ceviz ağacı vardı ki bu! tiın yemyeşil dalları belki sok- sen kadem yükseğe çıkard M. de Rönal, onları pek beğenen karısına; — Bu devrilesi cevizl rin her ,biri bana, yarım feddar mahsu- lüne mal oluyor, dedi; onların gölgesinde buğday yetişemiyor ki! Madame de Rönal köye ge- lince, hiç görmediği bir manza- ra ile karşılaşır gibi oldu, o ka- dar hayrandı. ki içi içine sığa- | mıyordu. İçine can getiren his ona bir zekâ, bir beceriklilik veriyordu. Vergy'ye taşındıkla rıram ertesi gün M, de Rönal, belediye işleri için şehre dön: düğünden madame de Rönal kendi hesabına birkaç rether ge- tirtti. Julien ona, yemiş bahçe- sinde ceviz ağaçları altında dö- (Arkası var) N. ATAÇ YAZAN : mi kaldırmazlardı? Hele o kırı- lası çenelerinin dedikoduları.. Öyle ateşli konuşuyordu ki, bir an daha evvelki neslin, yani bugünkü büyük anne halinde yaşıyan neslin bu ateşle yanıp tutuşmasından (*) korktum ve sözünü keserek sordum: — Görücülerle aranız nasıldı? — O da bir dertti. Amerikan mektebinde “Esirliğin nasıl or- tadan kaldırıldığını oku, sonra kendi evinde seni gelsinler bir esir pazarında cariye satınalır gibi, dişlerini, kaşlarımı, gözleri- nin ve cildinin rengini birer bi- rer muayene ederek ve üstün" üstlük “Yook o kadar ağırlık veremeyiz,, “Mihri müeccel yüz elli altımdan on para fazla ola- maz!,, diye bir de çekişe çekişe pazarlık ederek kocava arasın- lar... Artık tahmin edersiniz ta- bif ne 'ra'lere girdiğimi? Görücü geldi dediler mi, alimallah bey- nimden aşağı buzlu sular dökül- müş gibi olurdum. Hoooş.. O rastıklı, çifte kaşlı, kara dişli görücüleri defetmenin yolunu da bulmuştum va... — Ne yapardınız. bayan Be hire? — Ne mi yapardım? Kiminin karşısına yanaklarımı gaz bezi ile kırmızı boyıyarak, gözlerimi çarpıtarak çıkardım, “çirkin,, der kaçardı kiminin üstüre kah- | veyi dökerdim “eli sakardır,, di- ye düşünür, bir daha semt'mize uğramazdı. Uzun lâfın kısası azizim, evlenmek bütün bir ha- yatı bir adama vakfetmek de- mekti benim kafamda.. Ve ka- famdaki adamın portresi, bu ha- nımların resimlerini bana gös- terdikleri al yanaklı, kıvrık bı- yıklı, tiknaz ahçı tiplerine hicbir zaman uymazdı. Ben erkeğin suratında kıl görmeğe taham- mül edemezdim, şimdi de ede- Bir tek koca ile yirmi dört sene yaşıyabilmiş ve memlekete dört | çocuk yetiştirmiş olmakla da görücülüğe karşı olan isyanı- mın doğruluğunu şimdi kendi kendime ispat etmiş bulunuyo- rüm, Ve güldü: — Analarmı din'eyip görücü ile evlenen eski arkadaşlarım bu yirmi dört senenin içinde ne rekorlar kırmışlardır. bilseniz. İçlerinde ayni adamla dört defa boşanıp tekrar evlenenleri ve başka başka sekiz kocaya var - mış olanları vardır. — Ya yeni nesilde ve kendi kızınızda ne hatalar görüyorsu- nuz? — Ha.. Bak sana söyliyey'm çocuğum.. Ben anamı kendim için en yakın arkadaş sayar''ım. Halbuki demindenberi söyledik- lerimden anladığınızı tahmin ediyorum ki, benim anamım ka- fama uygun pek az tarafı vardı. Yalnız o muhakkak ki iyi bir insandı. Kendimi tartıyorum, ben hiç de kızıma fena bir arka- daş olamam. Böyle olduğu hal- de yıllardır çalıştyorum. bir tür- lü onu kendime arkadaş edeme- dim. Kızımın arkadaşı olama- | mak pek acı geliyor bana. Bu bir. Sonra, size açıkça söyliye- yim ki, yeni nesil küstah ve lâ- ubalidir. — A anne., Reddederim o na- sıl söz? Bu biraz şiddetli bir sesle söy- lenen cümle, bir saattenberi kâh bize kulak kabartarak, kh biz! dinlemez gibi gözükerek resimli ir gazetenin yapraklarını karış tıran Nermin'in dudaklarından çıkmış, ve kız o anda atı'gan bir jestle ayağa kalkmıştı. Be hire başını sallıyarak; — Gördünüz ya.. - dedi - Ko | nuşma hürriyetime bile taham- mülü yok. Trpkr annemin bir eşi.. Ve, itiraz kabul etmez, hâkim () “Thrakı binnar” dilmiş olma- sından, NİZAMEDDİN NAZİF bir eda ile devam etti: — Biz hür düşünürdük ve n kadar geri kafalı olurlarsa ol sunlar büyüklerimizin ve herke sin düşüncelerine hürmet eder dik, Halbuki bunlar.. Sönen sigarasını yakmak iste yişinden istifade ederek kızıni baktım — Yasiz annenizin neslin nasıl buluyorsunuz? — Gayet geridirler.. Bu bir ve... hiçbir şey bilmezler.. Bu di iki. Başka ne söyliyeyim? Ha bir de gayet —müstebittirler Gençlerin bir fikri ortaya atma: larma 'tiç tahammülleri yoktur. — Annenizin ingilizceyi iyi bildiği anlaşılıyor. Siz bir lisan öğrendiniz mi? — Evet, faansızra bilirim.. Bu sefer de Behire atı!, — Palavra.. Onun bildiğine lisan bilmek demezler. Üstünkö- rü konuşur işte. Buna genz kız, kızararak şöy- le mukabele etti: — Ya sizin piyano çalışınıza piyano çalma denilebilir mi? O la üstünkörü.. Bir defa meto- Kızı Nermin dunuüz yok. Notasız da çalıyoı sunuz.. TORYOYSUN DENNN DF Titt olmadığını? — Sizi dinliyerek. — İşte bu tuhaf.. Ben düne kadar benim kızım Nesrin'in musikiden hicbir sey anlamama- sına teessüf ediyordum. Acaba dündenberi beni tenkit edecek kadar musikide üstat mı kesil- din? Müdahale ettim: — Nesrin hanım, piyano ça- lar mısmız? — Hayır efendim.. — Notaları okuyabiliyor mu sunuz? — Kız gene boynunu iğdi: — Hayır efendim.. — © halde hangi bakımda tenkide kalkışıryorsunuz anne nizi? — Bizim musiki hocası istik Vâl marşını annem gibi calmıyor: Hele marşın son parçasını pefi başka türlü çalıyor da.. Behirgnin yüzünde bu son vap acı bir tebessüm işledi Ve — İşte azizim.. - dedi - Bani kızım fikir diye bunları söylefi de onun için tahammül edemci Bu musiki faslımız.. Buna £ lince daha neler neler? Barzaf arkadaşları ile konuştıkları 03" leri dinlerim. Ne cevherler Y! murtlarlar bilseniz.. Maamafi ne yalan söyliyeyim, şimdil mekteplerde veni şeyler de öğ retiyorlar. Diyebilirim ki bu: * rı filim yetiştirivorlar, ama fikil siz vetiştiriyorlar. Maama Nesrinle uzunt konuşunca Behirenin hakikat'? ri biraz da görmemeğe calıst! | neticesine vardım. Zira bütü | tahsilini cümhurivet devr” #eçirmiş olan kızın kafası hiç boş değildi. Yalnız onda ek$ olan ve annesinin isyanına sebfi olan şey; annesinin dahi anc') zaman ile tamamlıyabildiği © di. Yani ufacık bir noksani — Hayat ve tecrübe..