İzmirde çürüyen mahsuller ( İzmir Muhabirimiz yazıyor | İzmir (Hususi) — Türkiye - mizin en mühim ihracat iskele- lerinden birini teşkil eden İz - mir şehrinin milli ticaret nok - tai nazarından haiz bulunduğu ehemmiyet malümdur. Dünyanın dört köşesinde Iz- mir denildiği zaman en evvel ha tıra gelen üzüm ve incirdir. Hal buki Eğe iktisadi mıntakasının feyyaz topraklarında yetişip ge- ne dünyanın dört köşesine serpi len ve her yerde ayrı ayrı ve bü- yük rağbetlere mazhar olan top rak mahsullerimiz yalnız bu iki maddeye münhasır değildir. Izmirde yetişen ve Maalesef memleketimizde ehemmiyet ve- rilmeyen daha pek çok mahsul- ler vardır ki, bunların vasıf ve husüsiyetlerini yazmak her bi- rinin iktisadiyat ve ticaretimiz - de işgal eylediği mevkii tama - mile izah edebilmek, oldukça u- zun tetkikata mütcvakkıf bir me seledir, Evet; üzüm ve inciri ihracat eşyasinın ilk saflarında bulundu ran ve bugün bu iyi mahsulünü istihlâk piyasalarına gönderdik ten sonra senenin bir kaç ayını ticari bir atalet içinde geçiren İzmir; İzmirin ticaretini yalnız bu iki madde teşkil etmez.. Baş- ta tütün olmak üzere palamut, afyon, zeytin yağı hububat ve zehair, hayvan ve orman mah- sulleri, pamuk ve saire gibi da - ha pek çok mahsulleri yetişti - rir. Bunlardan pek çoğu, memle- ket için mükemmel birer varidat membar teşkil kedeceği gibi memleket dahilinde binlerce ki- şinin refah ve huzur ile geçin - melerini de temin edebilecektir. İzmir ticaret ve zahire borsa- sının elime geçen eski bir bülte ninde şunlara tesadüf ediyorum: mazi, gene başka bir yerde tesadüf et tim; defne yaprağı.. Tetkikat ve tahkikatım netice sinde anlayorum ki, orman mah sulleri meyanında zikredilen bu dört kalem eşya ihraç edilirmiş. Bunların ayrı ayrı ihracatile uğ - raşan ticarethanelerde varmış.. Hattâ bunlar hüdai nabit mah- sullerden olmalarına Tağmen oldukçada pahalı maddeler imiş Alâkadarlardan birinin anlat - tığına göre mahmuze denilen ve bir kökten çıkarılan siyah sa - kız rengindeki bu madde al- tın para zamanımda dukası on Hraya kadar satılırmış. Demek ki, sermayeye mütevakkıf olma- yan ve yalnız el emeğile alınabi- len bu madde tabiatin toprak - larımıza bahşettiği bir define - dir. Bu talep vaki olmadığından değil, nihayet ufak tefek barı i- dari müşkülât yüzünden çıbkarı- p işletilememekte ve bunun i - çin topraklar altında çürümek - tedir. Ve memleketin bu yüzden larını gizlemek için pek ustalık la kullandıkları ve alâkasızlıkla karışık hoşnudsuzlu — göste - ren kederli bir tavurla dinledi. Memlekette — İspanyolların hü- küm sürdüğü çağlarda köle o- lan bu adamlar, Mısır fellahının çehresinde görülen o hâli kay- betmemişlerdir. Sorel cevab olarak — ilk önce, ezbere bildiği bütün saygı söz- lerini sraladı. Bu boş — sözleri, çehresine has olan sahtelik — hattâ hilecilik diyeceğim — ha- lini bir kat daha artıran . ace- mice bir gülümseme ile tekrar ederken ihtiyar köylünün ka- fası durmuyor, bu kadar ehem- miyetli bir kimsenin Julien'i, bir işe yaramaz oğlunu yanma almak istemesindeki sebebi a - raştırıyordu. Julien'den hiç haş- fud değildi, M. de Rönal de ona 'yılda üç yüz frank gibi umulma KİIRMIZİ VE SİYAH İZMİR MEKTUBU kaybettiği şeyler — büyüktür. Kitre ve mazr da aynişe- kildedir. Bunlar mahmuzeden da ha kolay istihsal edilebilen or - man mahsullerindendir. Bütün idari müşküllere rağmen bunla - ! BORSA 27 NİSAN Cumartesi PARALAR Açılış — Kapanış Stertin 60d.— Büdmm Vi 25 20 Pransız Frangi 1i 60 20 Liret 20 Belçika Frangı 20 Drahmi rın isimleri henüz piyasada geç- | — 20 İsviçre fr mektedir. Ve ara sıra bunlar ü- | Fn e zerine iş yapıldığı borsa bülten- | — 20 Çek Kuron lerinde görülmektedir. — * ŞEErr e V Hele mazı denilen mahsul o âır“l £ 2 kadar berektli ve toplanması o ü b &i kadar kolaydır ki, her hangi bir ğ.lıı ::: îâ: çoban koyunlarını otlatırken de | — YLDinar BU M günde mühim bir mikdar mal !Aıım Kuron ,£— ae toplayabilir. Maalesef orman i- a e #i daresi bu gibi hüdayi nabit mah | — Bankneı ae Ü sullerin toplanması hususunda Zyleığırşanhrlmymuçturki. ÇEKLER öy kahvesinde ve cami avlusun Açdı Kapanış da işsiz oturan köylünün yarım SA saat ötedeki ormana gidip çü - | — Kene, Kra — Gisis rümeğe mahküm olan bu mah « | — Paris 12,06 120575 sullerden istifade etmeği hatırın Babel ge ü dan bile geçirmesi ihtimal dahi- 3"" ı;g:: ı:m: ç l Tükkelikinr ba 4 |: SEZMRE CD ğın yetiştirilmesi vakit ve pa - .';[:_'__ * aa 'fğş: raya ve mahsulünün tamamile nıı:âııa î:ı;:; '5.:7;5 alınarak istifade edilmesi el eme a n ğ ği kadar tabiatin müsaade ve :ıhm ıfı:: ıg;ğ lâtfuna mütevakkıftır, Halbuki | — Bökres kir a KĞN ea orman lleri içi 6i İ ae e ae W Huba dokal sâklir ' Stokkolm 32125 322018 Mazı mahsulü bugün pek az ESHAM mikdarda istihsal edilmekte ve ihracatında görülen güçlüklere Acılış Kapanış Tağmen gene bazı ticarethane - | — 15 Nankası Mü. ŞAF lerce mübayaa olunmaktadır. - - Mazının, çivit, beyaz ve siyah " nınılıı-ılekıı üç ıı:ıvı vardır. Çivit A:A-u' !'L . T mazinin kilosu İzmir piyasasın- da 35 - 40 kuruş arasında satıl - | — Bomomi - maktadır. =' İ Sermayeye tevakkuf eden ve | — Reji in bir çeşit tehlikeye maruz bu- | — Aslan Çimento 1090 1055 lunan incirlerin kilosunu vasati | — Önmanlı Bankası — ** S MNDN TETTRRKTUERT 35 - 40 kuruş arasında satılması feyyaz topraklarımızın sinesin - Açin — Kışına de yatan tabii zenginliklere va - | — Türk Borcu 1 2030 20475 zih bir delil teşkil eder, ea BN ne Abidin Oktay | genii Ce — — N— İstikrazi Söm —— Söim— Gümüş fiyatleri tü Londra, 27 (A.A.) — Gümüş | 52 . piyasasının yükseliş hareketi ber devamdır. Külçe hailnde gümü - şün, peşin fiatı 34 7/8 pensten, ons başımna 36 1/2 pense çıkmış- tır . Gümüş fiatının birdenbire vük selmesi, piyasayı en aşağı, ons başına bir dolar 29 sente çıkar - mağa matuf olan Amerika siya- sasına mürabahacıların itimadı- nı göstermektedir , Maamafih, Amerika hazinesi namına mühim miktarda alım halledilmeyeceğinden, bazı ma - hafil, hükümetin gümüş fiatını yükseltmek için dünya piyasa - sına bizzat müdahale etmekten- se, mürabaha muamelelerine mi STENDHAL dık bir para vereceğini, onu ye- dirip içireğini söylüyordu; üs- tüne başına bakmağa - bile razı olmuştu. Sorel babanın bir deha eseri olarak birdenbire ileri sür- düğü bu üst baş işini M. de Rönal hemen kabul etmişti. /— İhtiyar Sorel'in parayı, yiyip içmeyi oğlu icin yeter bulmayıp bir de giyecek sözüne kalkışma sı, belediye reisini kuşkulandır- dı. Kendi kendine: “Benim tek- lifimin Sorel'i çok sevindirmesi lâzımdı; umabileceğinden pek fazlasını buldu. Mademki yine mırınkırın ediyor, demek ki ona başka yerden de bir teklif ol - muş. Bu da Valenod'dan başka kimden olabilir?,, M.de Rönal hemen bir karar vermesi için So rel'i çok sıkıştırdı . ise de emeği boşa gitti : kürnaz ve ihtiyar köylü işi kesip atmağa bir tür- lü yanaşmadı; bir de oğluna da- TAHVİLAT y Açılış Kapanış Tramvay Tünel Rihtam Ansdole 1 4365 — a10 * g 4365 4410 Anıdola mümesell — SL3s —— sros levyorkta ham gümüş - fiatı dün yeniden dört sent tereffü e- derek, ons başına 981 sente çık- mıştır. nışmak istermiş... Sanki taşra - da zengin bir babanın, on para bile kazanmıyan oğluna danış - ması sadece âdet yerini bulsun diye değilmis gibi! Su ile işleyen kereste fabrika sı demek, çay kenarmda bir sa- laş demektir. Dam, dört iri tah- ta kazık üzerine tutturulmus catıva dayanır. Salaşın ortasın- da, sekiz on kadem yüksekliğin- de inip erkan bir bıçkı görülür; gayet basit bir makine de kütük leri bu bıçkının önüne iter. Onu harekete zetiren de, odunu” yas sı tahta biçiminde kesen brekı- vı inip crkaran da, su ile dönen bir carktır. K Fabrikasına yaklaşınca Sorel baba, avaz avaz Julien'e seslen- di ise de cevab veren olmadı. Yalnız büvük oğullarını eAraü- bu dev gibi adamlar, ellerine bi- rer tahta almış, bickıya gidecek çam kütüklerini düzeltiyorlar - dı. Odunun üzerine cizilmis ka ra Çizginin tam üzerine vurma- Ka gayret ediyorlar ve her vu- ruşta iri iri parçalar koparıyor- lardı. Babalarının sesini duyma İzahat Veremem! Ayağımın altında gıcırdıyan cilalı tahtalara, korka korka ba- sarak, kırmızı halı döşeli merdi- venlerden çıktım. Resmi kılıklı bir odacı, beni karşıladı: — Kimi dınızdı? — Mü göreceğim, dedim. Bu cesaretime hayret etmiş gibi, tekrar sordu — Müdürümü göreceksiniz? — Evet! müdürü... İstanbul Be- lediyesine bağlı lar idaresi müdürünü göreceğim!... Tan ga- zetesinden geliyorum.. Parlak düğmelerini çözüp i- likliyerek yüzüme baktı: — Öyle ise, biraz bekliyeceksi. niz? müsaade edinizde haber verelim.., — Peki... Bekledim ama, çok değil. Bir dakika geçmeden odacı mü- dürün yanından çıktı: Ve bana işaret ederek; önü - me düştü: — Buyurun!... Odanın köşesini kaplıyan ge- niş masasında orta yaşlı, şiş - manca bir zat oturuyordu. Yanına yaklaşınca, bana ilti- fat etti: — Safa geldiniz.. — Safa bulduk.. — Bir emriniz mi vardı? — Emir değil, rica.. İstanbulun umumi sular vaziyetini öğren - mek için bir röportaj yapmak istedik... Birden şaşaladı: — Affedersiniz, kiminle teşer - rüf ediyorum? — Ben Tan gazetesinden.... Sözümü bitirmek kısmet ol - madı, Hemen yerinden fırladı: — Anlaşıldı, Bayım.. anlaşrkd., | İşin içinde bir yanlışlık var. — Ne gibi yanlışlık? — Siz müdür beği görmek iste- diniz.. değilmi? 28 -4 - 935 KENDiİ KENDİMİZE ÇATIYORUZ Ne Dersiniz? Ucuz bilet meselesi Üsküdarda oturan bir okuyu- cumuzun yazdığıma göre şirke- tin perşembe günleri yaptığını gazetelerde ilân ettiği hafta so nu ucuz biletleri yalnız köprü gişelerinde sattilryorumş. Bu o kuyucumuz, ucuzluktan istifa- de icin perşembe sabahı erken den Üsküdar iskelesine gitmiş ve bu biletlerden almak iste - miş, kendisine gişeden bunun yalnız Köprüye mahsus oldu gunu ve gidip Köprüden alma- sını tavsiye etmisler.. Gülüne - cek şey değil mi?.. Diğer şaşılacak bir tarafı da şu ki: bu bileti Köprüden alan lar, Üsküdardan binecekler den daha fazla yol gitmektedir ler. Buna rağmen bu müsaade ve kolaylık - eğer bu bir kolay- lık ise - yalnız İstanbul tara- fında oturanlara mahsuntur. Her gün şirketin kasasına bin- lerce lira döken ve en kısa me- safeye en cok para veren zaval h ve fakir Üsküdarlılar bun - dan istifade edememektedir - ler. Tabif Üsküdar böyle olun- ca, Kuzguncuk, Besiktaş. Orta köy ve diğer iskeleler de aynı sekilde, Su halde bütün bunlar 'sine gelerek, bir iş hakkında i - zahat istemiş olsa, suçmu işle - miş sayılır?.. — Hayır... bilâkis... hatta, mem nuniyetle, kendisine izahat ver- mek boreumuzdur. Eğer, zatıâli. niz buraya bir müşteri - sıfatile (teşrif) etmiş olsaydınız; bütün arzularınızı yerine getirirdik... Bir şikâyetiniz varsa hemen söyleyin... Semtiâlinizdeki çeş - me akmıyormu yoksa? — Teşekkür ederim... Şahst hiç bir şikâyetim yok. Yalnız, benim de arzedeceğim şu ki, her müş - terinin teker teker arzularını ye- — Evetl — a a krine getirivarsunu# da, bir kac — (Müdür bey) de (zatâliriz) | bin müşterinin ohuduğu Li çe i, “bendeniz”e gönderdi. — Evet!... B — burada Ba- yım... Her ne kadar zahmet ise, (zatiâğlileleri) yine müdür beyin yanına (teşrif) edeceksiniz. — Niçin? — Çünkü.. (bendeniz) gazetele- re “beyanat”ta bulunamam! — Biz, sizden “beyanat” alma- ğa gelmedik. Havadis almağa geldik. Başını salladı: — Beyanat, havadis her ne ise, “bendeniz” tek kelime dahi söy- lemekten memnuum. Bunun üzerine: — Peki.. Yalnız, müsaadenizle size bir şey soracağım, dedim, sular idaresi bir umumi hizmet müessesesi değil midir? Bay müdür büyük bir neza - ketle sözümü kesti: — Ona şüphemi var, efendim.. — O halde, herhangi bir vatan- daş, bir umumi hizmet müessese Sorel baba salaşa doğru yürüdü; girince Julien'i, bıçkı başında bulunması lâzımgelen yerde aradı ise de bulamadı. Onu 5 - 6 kadem daha yukarıda gördü: Catı tahtalarından biri - ne âta biner gibi oturmustu. Ma kinenin işlemesini dikkatle gö- zetliyeceğine kitab okuyordu. İhtiyar Sorel'in en sevmediği, en kızdığı şey de bu idi; Julien- in, büyük kardeşlerininkine hiç benzemiyen ve kuvvet istiyen iş lere hiç te elverişli olmıyan za- yıf nahif vücudünü bir kusur say mıyabilirdi; fakat bu okuma sev dasından nefret ederdi, kendisi okuma bilmezdi. Julien'i iki üç defa çağırdı ise de cevab alamadı. Delikanlının, babasınm gürler gibi sesini duy mamasına sebeb bıçkınn gürül- tüsünden ziyade, elindeki kita ba dalms olması idi, En son So- rel baba, o ihtiyar halinde, bıç- kının kesmekte olduğu tahtaya, oradan da damı tutan çaprast kalasın üzerine hafifçecik sıçra- yıverdi. Vulien'in elindeki kitabı bir vuruşta çaya kadar uçurdu; zeteye izahat vermekten niçin kaçınıyorsunuz? Bay müdür, buna diyecek söz bulamadı. Fakat, nezaketini ge ne elden bırakmadı: — Affinizi rica ederim, İstir- hamlarımı tekrar ederim. Salâ hiyetim olmadığını arzederim.., Nezaketine hayran kaldığım, Bay müdürün yanından ayrılır- ken, kendi kendime düşündüm: — Bakalım, bir de belediye re is muavini Bay Hâmide baş vu rayım!.. Bay Hâmid, kendisine müra- caat edenlerden hiç birini boş çevirmez. Herkesin gönlünü al- masını, nabzına göre şerbet ver mesini bilir. Centilmen, ağır baş h, terbiyesi yüksek bir zattır. Beni de herkes gibi bin bir i- şi arasında dinlerneğe vakit bul- du. Kendisine anlattım: — Sular müdürü, sudan bir cevabla bizi atlattı.. Siz, bir e mir yerseniz de... delikanlının tepesine takke gi - bi geçiveren vine © kadar zor - lu bir sille de müvazenesini kay bettirdi., On dört on beş kadem aşağıda, işliyen makinenin ma- nivelaları arasına düşüp param parca olacaktı; fakat tam düşer ken babası sol eli onu tutu - werdi. — Tembel herif! seni bıçkı - nın başına birakınca sen hep böyle kitab mı okuyacaksın? Akşam papasın evine gidip vak tini boş işlerle geçiriyorsun; o- rada oku, bir diyeceğim olmaz. Julien, sillenin gücünden ser semleşmişti, ağzı burnu da ka- namıştı; ama yine bıçkının ba- şına, babasınn söylediği vere yaklaştı. Duyduğu acıdan ziya- de, pek sevdiği kitabımı kaybet- mis olmak gözlerini dolu dolu etmişti. — İn hele, hayvan, sana di- yeceğim var, Makinenin gürültüsü, Julien' in bu emri duymasına mâni ol- du. Artık inmiş olan babası tek Tar cıkmak zahmetine katlan - mak istemediğinden gidip ce » zor ise yaptırılmış bir kolay - lıktan istifade edecekleri, müm kün olduğu kadar azaltmak maksadile çıkarılan güçlükler- dir, Eğer böyle değilse, şirke - tin artık ticaret fikrine tama - men yabancı bir zihniyetle ida- re edildiğine inanmak icab c - der. Şehirlinin ve şehrin böyle en yakın işlerine deyen mese lelerde Şehir Meclisine, alâka- dar semtlerden seçilmiş üyele- rin hemen harekete gelmesi ne kadar beklenir. Lâkin hiç te böyle bir şey görülmez. Me selâ, şu ucuz bilet işinden, mah Tum edilen iskelelerin Şehir Meclisindeki azaları birleşip şirkete gitseler de vaziyeti su dediğimiz şekilde anlatsalar, şirketi yola getiremezler mi? Lâkin dediğimiz gibi bir türlü bu hareket görülmez ve onun içindir ki, secilenlerle, secen ler arasında intihaptan sonra artık her türlü bağlar kesilir.. Herkes kendi âleminde ayrı ya şar. Halbuki Sehir Meclisi, se- hirlinin bu gibi işlerini gör - mek için seçilmiş değil midir? Siz... Ne dersiniz?. Hâmid, hayret etti: — Tuhaf şey... Neden izahat vermedi acaba... Siz, bir kere, fen heyeti müdürü Ziyaya git - seniz atmmma, sahi ©o da yerinde yök.. Öyleyse, durun ben telefon - la konuşayım, sular müdirile.. — Bana sular müdürünü bu - dunuz! Biraz sonra, haber verdiler: — Sular müdürü — yerinde yok!... Ben de o sırada ayağa kalk « tım: — Demek, sular müdürüne telefonla söyliyeceksiniz... — Kut Vasina sralir cal mez. bana haber , verecekler.. Siz öğleden sonra doğruca Su - lar müdürüne gidiniz! İzahatı kendisinden alırsınız! Belediyeden çıktım, tramva- ya atlayıp Taksimde Sular ida- resine gittim. Müdür meşgulmuş. Beri ge - ne, o tıknazca zata gönderdi, tıknazca zat ta hemen, karşısın daki koltuğu gösterdi: — İstirahat buyursanıza, bey cağızım... — Af buyurunuz, dedi, biz Su lar hakkımda izahatı lâzıv -li bir cedveli, az evvel, Belediye reis muavini Hâmide gönder - dik! Malâmu fliniz ya, efendim. Makama merbut olduğumuz - dan... Bir gazetecinin, en küçük bir j için sırasında ne güçlüklere katlandığını yazıb kendi kendimize catmağı; daha kestirme buldum. Bilmem, siz ne dersiniz? Salâhaddin GÜNGÖR viz sırığını aldı ve bununla oğ - lunun omuzuna vurdu. Julien a- şağı iner inmez ihtiyar Sorel o- nu ite kakıştıra eve doğru sür - dü. Delikanlı icinden: “Tanrı bi lir ne yapacak!" diyordu. Kita- bımnın düstüğü çaya gamlı gamlı baktı; kitabları içinde onu, Me- -| morial de Sainte - Helene'i (1) gözü gibi severdi. Yanakları kızarmış, gözleri yere eğilmişti. On sekiz on do- kuz yaşlarında, hâli tavrı zayıf, yüzü pek güzel olmamakla be - raber bir kibarlık, bir naziklik hissi veren kartal burunlu bir delikanlı idi. Sükünlu anların - da düşünce ve ates dolu olan'i- ri kara gözleri şimdi en kor - kunc kinle parlıyordu. Pek aşa- ğıdan baslıyan kovu kumral saç ları alnını basıklastırmst; öfke- lendiği vakit te de bu saclar ona bir zalimlik hali verirdi. Saysız insan çehreleri arasında helki böylesi kadar göze carpan bir TArkası var) **(2) Napoleon'un hâtıratı. N. Atac