l ii | | | | | ! Mi ) . fi İ cini li 4 i May p Karınız fena halde hasta yatarken, be- ri yandan ödenecek borçlarınız bulunur- Sa, şu güneş denilen melün insanı he de rahatsız eder?.. Her yeri, meselâ rengi stmiş küçük hah, havı dökülmüş panta- lonunuzu nasıl da projektör gibi ışılda- Con Haley, yorgun gözlerile pencere- den bakarken aklından bunları geçiri- yordu. Daha bir saat evvel doktor evden çikarken: | — Mister Haley. demişti, Bu hastalığı önliyecek, iyi edecek bir adam var, oda Londradadır. Amma, vizitesi o yüksektir. | 100 liradan aşağıya gelmez. İ 100 Hira. az para miydi bu?,. Biraz ev- vel yazdığı mektubu titriyen ellerile ha. | vaya doğru kaldırdı. Beş altı satırını o- kudu, Her kelimesi, kızgın bir kor gibi gözlerini kavururcasına yakıyordu. İçin- de şöyle diyordu: «... İşte sevgili kardeşim biric!k karı- Mu kötürüm olmaktan kurtarmak için yegâne ümidim bu doktorda, Halbuki yüz Hradan aşağı gelmezmiş. Yüz liradan geç- tim, beş liram bile yok. Bana paraca yar- dım edemiyeceğini biliyorum. Fakat ge-| ne de verdiğim bir kararı sana anlatmak isterim. Kâhyalığını yaptığım binanın ta- miri için, ehvardaki sıhhatli insanlardan topladığımız bir iki yüz lira para benim yanımda duruyor. İçinden 100 lirasını a- larak, doktoru getireceğim...> Con birden yeise kapıldı. Mektubu ye- re fırlattı. Adets buhran geçirir gibi ol- du. Evet. ne hakla, kendisine gid olmi- yan bir pyrayı kullanmaya kalkışıyor-| du?, Amma, ortada hayatı kurtarılması! Jâzım gelen bir insan, karısı vardı... Ye-| Miyecek, içmiyecek, dişinden tırnağından arttıracak, kimseye sormadan aldığı bu Parayı ödiyerek yerine koyacaktı.. Acı acı çalan saatın sesle kendisine geldi. Biraz evvel yere atmış olduğu ve kız kardeşine yazdığı mektubu aldı. Ace-' le scele bitirdi. Sonra, gene iane İstenil. kulâde. eski bir İngiliz sulu boya san'at. | hiç mi hiç mi hoşianmadı. Brant başını| — O halde müthiş surette zarar ettin mesi icab eden kimselerin listesini önüne ! kârının eseri. çok kıymetli bir şey. 200 | Kaldırdı. gözlerinde neşeli ışıklar tutu-| sevgilim... | lira eder, Satarsanız, ziyadesile memnun | $ârak konuştu: çekerek basmakalıb bir mektubu kaleme aldı. Zarfladı. Üstüne de: Mister Brant, Şehir. * Birkaç saat sonra garib bir yorgunluk düyan Con Haley artık çalışamıyacağını iye yazdı. «Son Posta» nın edehi romanı: 11 — Ne sefalet! Ne sefalet! Burada bin müşkülâtla bayram şerefine bir tatlı alınırken, iki üç adım ötedeki konakta para su gibi akıyor. Her sene olduğu gibi bu sene de şeker bayramının ilk günü Süheyfâ hanımefendi ahbabları- na ziyafet çekiyor. Davetlilerin hepsi İzmirin en zengin eşraf aileleri. Yarın dizi dizi otomobiller kapıya sıralana - cak, zengin esvablar içinde kadın ve erkekler konağın muhteşem salonları- nı dolduracaklar, sofralar kurulup kal- kacak, Hacı Osmen zadelerin serveti herkesin gözlerini kamaştıracak. Nejadın yarı ciddi yarı alaylı söy- İediği bu sözlere Nerime cevab verdi; — Evet, bir haftadır konakta hazır- İik var. Zavallı anneciğim gümüş ta - kımların, tdbak ve bardakların dolap- lardan çıkarılmasma yardım ederken öyle yoruluyor ki... Düşününüz bir ke- Te, senede bir lefa kullanılan bütün bu kıymetli eşya hep onun elinden bi- rer birer geçiyor. Allah vere de daha fazla hastalanmatsa! Meliha hanım piyanonun taburesi üstünde dönerek sordu: * — Annen misafirlerle berâber sof- Taya oturmıyacaktar değil mi? — Tabii... Misafir geldiği vakit an-| hem hiç bir zaman ortada olmaz. Öyle günlerde hizmetçiler de her vakitten fazla meşgul oldukları için ben mutfa- ğa İner, yemeğimizi bir tepsiye koya- râk odamıza çıkarırım ve ama kız bâş- Çeviren anladı, Arkasına yaslanarak gözlerini kapadı. Birden sokak kapısı çalındı. Bir lâhza olsun dinlenemediği için, söylene söylene kapıyı açan Haley karşısında ka- sabanın en zenginlerinden ve daha o sâ- bah kendisine mektub gönderdiği Brantı görünce şaşırdı kaldı. Misalirine yol ve- rerek odasına aldı. Brant şehrin tanınmış bir tüccarıydı. Kimse ile konuşmaz, kendi âleminde ya- şardı, Onun için, günün bu saatinde kâh- yanın evine gelişi-mühım bir hâdisenin vukua geldiğne delâlet ederdi. Brant, Haleyin gösterdiği iskemleye o- turunca, koyu mavi ve donuk gözlerini kâhyaya dikti. Son — Tuhafımıza gitti galiba. sizinle biraz hususi görüşmek istiyordum... dedi, Ar. kasından duvarda asılı duran ve bir man» zarayı tasvir eden bir resme uzun uzun baktı. Fazla merak etmiş gibi ayağa kalktı. Tablonun bulunduğu tarafa gide- rek tekrar seyretti ve: — Affedersiniz Mister Haley diye sor- du. Bunu nereden aldınız? Haleyin gözlerinde ölgün bir ışık yan- dı, söndü: — Hiç dedi. Tolebelik zamanımda, Lon- drada bir koltukçudan 3 liraya almış- tım, dedi. Brant cevab vermedi. Uzanarak tablo- yu yerinden çikardı, elinde tuttuğu per- tevsizle İnceden inceye resmi muayene- ye koyuldu. Haley şaşkın bir tavırla tüc- dara bakıyordu. Brant, birden Haley'e dönerek heyecanlı bir sesle konuştu: — Sizde böyle bir resmin bulunduğunu işitmiş, pek merak etmiştim. Hakikaten dedikleri kadar varmış. Sulu boyadan anlar mısınız?. Haley abdal abdal, hayır dermiş gibi başmı salladı. Brant sözüne devam etti: “San Pesta,, nın Hikâyesi “YSA, Kâr ve zarar EA A — Öyle mir, sahiden 200 lira eder mi?.. diye söylendi. İstifini bozmıyan Brant, adete haka; te uğramış bir adam gibi homurdandı: — Tabii eder. Seneierdenberidir, bu İş- le uğraşıyorum.. satmak İstersen çekin hazır... dedi. Beş dakika sonra, zengin misafırinin arkasından kapıyı kapayan Haley çılgın gibi karısının odasına koştu.. karıcığım, karıcığım. üzülme sen, merak etme. iyi olacaksın., diye söylendi. Londralı doktor gelip hastayı muayene ettikten ve şehre döndükten sonradır ki Con Haley kız kardeşinden mektubuna cevab aldı. Zarfı açıp ta içinden, mahud! kendi yazdığı ians mektublarından birile birkaç lira bulunca hayretten donakaldı. Hele şu satırları okuyunca da az kalsın aklını kaybedecekti. «... Sevgili Con kardeşim. İanene elim- den geldiği kadar yardım etmek maksa- dile sana birkaç lira gönderiyorum. Fazla göndermek isterdim amma, bütçem mü- said değil Maryon yengem nasıl, Bana yolladığın zaritan yalnız bu kâğıd çıktı. Başka mektub bulamayınca çok merak ettim...» Conu bir düşüncedir aldı, kız kardeşine yazdığı mektubu kime göndermiş olabi- Trdi?. Mektubları gönderdiği günü dü- şündü. Galiba yanlışlıkla kız kardeşinin mektubunu baska bir zarfa koymuştu. Peki amma kime yollamıştı?. Tam bu sırada pencereden giren bir güneş hüzmesi, Brantın satın almış oldu- ğu tablonun boş kalan yamah yerinde dalgalandı. Con oraya gözlerini dikti, içini çekerek: — Allahım. diye mırldandı. Yoksa 0- na mı göndermiştim?... * Branlın karısı, köhne ceviz. çerçeveli TL ( Baştarafı 7 incl suyfada ) Elime bir kibrit kutusu verdiler: — Haydi geliniz kuyuları gezelim! dediler, İbrahim Hoyi AMEMEBİNSE|“ çe otomobile tepelerden birine kac İder gittik. Ve işletilmeğe başlamış bir Ukuy yu ünde 150 ton çıkaran bir kuyu idi. Romanya geçen sene Hit buçuk mil - yon ton petrol istihsal etmiştir. Hesab ettim ve dedim ki: — Demek Romanyantn petrol istih - salâtı 50 tane «İyi kuyu» nun verimine muadildir. — Fakat hakikatte kuyuların adedi iki binden fazladır. Eğer petrol istih - sdline mâni olunmak istenilirse en a * şağı 1500 kuyunun imha edilmesi lâ - zımdır. 1500 kuyu mu? Onların dağmık bir şekilde işgal ettikleri sahayı düşünmek ibu işin ne kadar güç bir iş olduğunu anlamağa kâfidir. — Bu istihsal çoğaltılmak İstenilirse bu mümkün müdür? — O zaman şu kolu harekete getir - mek kifayet eder. Şimdiki halde istih- sal ihtiyaca göre yapılmaktadır. — Fakat demindenberi bir yerde bir parcacık olsun petrol görmedim! Dedim. z Fransız mühendisi ufak bir düğme çevirdi. Bir borunun (ucundan birkaç dam'a petrol aktı. — İşte dedi, sizin tutuşturabileceği - niz petrol budur. Ufak bir aleveik bir kibrit alevciği... Günlerce burada ya' - nabilir ve günler sonra da gene kolay - lıklar söndürülebilir. — Geçen sene bu mıntakayı harab e- den yangin... — O başka.. sondaj sırasında olan bir masanm üstüne bırakarak cevab verdi: — 3 lira cicim. Romanya petrolları ve Almanya İkaza ile bütün vadi petrole dolmuştük Çocuklar ateş yakmışlar. fakat emis olunuz ki başka kuyular ateş Almamış” © tr. — Peki 1916 da bu kuyuları istimal edilmez hale sokmak için ne yaptılar? — O zamanlar, bu kuyular başka tüf lü idi. Bugün #yni çare ile bu kuyulsf mahvedilemez. — Peki bugün ne yapılabilir? — Bugün bunları istimal edilemei bir hale sokmak için onlara (o mahsu$ olan mevaddı infilâkiye kullanılabilir. — Peki Romanya icab ettiği dıkikâ” da bunu yapmağa hazırlanmış mıdır? Muhatabım elile bir hareket yaptı ve bana: —Bu suali gidip Romanya hüküme “ mek bizim salâhiyetimiz haricindedik Biz kuyuların yapı'masile meşgul © * Yuruz, yıkılmasile değil Tosun isimli bir komedi filme alınıyor ! (Baştaratı 7 inci sıyfada) | Ertuğrul Muhsin üzerimden zırıl ar” akan suları görünce gülümsemekten ke dini alamıyor, ellerini havaya kaldira * rak: — Allah büyüktür diyor, benim inti" kamim alındı. cezanızı buldunuz! Vakıâ biz cezamızı bulduk amma, onun da resmini almış bulunduk, Şu halde ö deşmiş oluyoruz. Bunu kendisine söyliy& rek Allaha ısmarladık derken: — Güle güle diyor, memnun oldum! Gelişimize mi, gidişimize mi. yoksf baştan aşağı bir sıcak su banyosu alarak: resim alışımızın kefaretini Bdeyişimiz€ mi? Nusret Safa Coşkun — Hayır. hayır dedi. zarar etmedi yavrum. Hayatımda ilk defa olarak hak Sonra karısının ellerini tuttu. Onun) kile kazandım... inanmak istemiyen gözlerine uzun uzun baktı. Kadın kocâsının yanma yaklaştı. tatü şarak kavrulmakta olan kâğıda baktı. Kadın, neden sonra ağzını açtı, ve fi- | Kıvrılan mektubdaki şu satırlar dah? — Bu resim, harikulâde azizim. hari. tabloya baklı Bu münasebetsiz şeyden | sildadi: olacağım... | titriyen parmaklerile zengin adamın ko- unu yakaladı ve boğuk bir sesle: ve lik Yuvakı Yazan; GÜZİN DALMEN yemek ikimizi de öyle memnun eder ki aşağıdaki ziyafeti aklımıza bile getir- meden mes'ud oluruz. — Hakkınız v#r, zavallı yavrucak; Feridun beyin karşısında sofrada o - tursam benim midem donacak ve bir lokma yemek yiyemiyeceğim. Maamafih, hakikati itiraf etmek lâ- zım gelirse, yarın ziyafete davetli ol- sam pek hiddet etmezdim. Kimbilir ne nefis yemekler yenecek- Böyle zaman- larda bizim «İspartalıslar hasisliklerini belli etmeden fevkalâde şeyler yapar- lar; sonradan bu mafrafın acısını çi- karmuk için ortalığı eziyet ederler amma şimdi orasını geçelim! Ah, ne olurdu, Feridunnun milyon- ları bende olsaydı; hepimiz mes'ud 0- Turduk... Nerime gülmiye batş'adı. — Cebinizdeki ufaklıklarm ne kadar süratle eridiğini gördüğüm için bu mil- yonlarım da az bir zamanda yok olaca- ğına eminim. Bana kalırsa, ne Feridun bey kâdar hasis ne de sizin olduğunuz İgibi müsrif olmamalı; ikisinin ortasını bulmak lâzım. — Belki de hakkın var küçük kızım amma ben sarfetmekten, vermekten hoşlanırım. Parayı seklıyamam. Bu bizde babadan, büyük babadan kalma bir hastalık! Öyle sert sert yüzüme ba- kacak he var Nerime, yokes bena hak- isız bulduğunu mu söylemek istiyor - ! sun? — Doğrusu haksızsınız. Hepinizin başa yemek yeriz. Odamızda Süheylâ; çok müsrif olduğunuzu ve sağı solu hanımla Feridün beyin ve o kibirli düşünmeden para harceftiğini annem Nesrinin gözlerinden uzakta yemek de söyleyip duruyon, — Bu resmi görüyor musun Hilda, de- Aman Allahım neler işitiyordu?. Ha.) di 200 liraya aldım. ley, beyni duracak sandı. Zangır zangır) Kadın. dayanamadı, sordu: — Ne eder? Brant, bir kahkaha fırlattı. Tabloyu da tine sorunuz, dedi. Buna cevab ver * © pak okunuyordu: «... İşte sevgili kardeşim birle'k karım kötürüm olmaktan...» Brant, karısını hafifçe öptü. Ocağa doğ-| ru yürüdü, Cebinden buruşmuş bir kâğıd, bir mektub çıkararak düzeltti, sonra pek te istemiyerek çıtırdayan odunların içine | attı ve karısına başını sallıyarak gülüm-/ sedi: i Yarınki nüshamızda: Çapkın değilmiş! Çeviren: Hatice Hatib z “ 3 S lil MDZ — Bizim kusurumuzun başkalarına | şişmiş zayif ve biçare yüzü meydana | olduğunu zararı değil faydası dokunuyor, halbu-| çıktı. ki İspartalıların bankadaki milyonla -| — Hayır, kimse bir şey yapmadı, fa- Tı meye yarıyor? Bundan kaç kişi isti-| kat akşam fabrikadan çıkarken usta fade ediyor? Kaç kişi mes'ud oluyor? | başı artık yarın gelmememi, bana iş Sen bunları anlamak için daha çok| kalmadığını söyledi. Halbuki annem gençsin yavrum, birkaç sene sonra tam | hastadır; bize bakacak kimsemiz yok- manasile muhakeme O edebileceksin. |tur. Ne yapacağız? Nereden ekmek bu- Şimdilik bunları düşünme! lacağız şimdi? Hala, Nerimeye baktınız mm? Başına | — Sen bu fabrikada mı çalışıyordün? geçirdiği şu kukuleta ile, insanları zi -| Bu suali Nerime sormuştu Nejadla yarete gelip kendisini göstermek iste -| küçük çocuk: miyen bir peri kızına benzemiyor mu?| — Burada başka #dbrika var mı? — Keşki bir peri olsaydım da ana -| Gibisinden ona baktıktan sonra, zaval- cığıma iyi bir hayat hazırlayabilsey -İl yavrucak anlatmıya başladı: dim ve dünyadaki bunca zavallıya yar-| | Burada sabahtan akşama kadar dım etseydim! 1 iri çalışıp elli kuruş gündelik alıyordum; Fakat çok gevezelik ettim; hemen fakat son günlerde hem annem hem de gitmeliyim çünkü daha fazla geç ka -İo.ök lırsam Süheylâ hanımefendinin. bin bir arala evde ralli akik o sualine cevab vermek lâzım gelir. dum ve fabrikaya bir kaç dakika geç — Ne esaret, zavallı Nerimecik! Dur, | gittim. Ustabaşı bunu efendiye haber İzi si a çıkıyorum, seni kapıya| vermis, efendi de: rim, — Burada haylazla; kaj Paltosunu alarak küçük kızla beraber | dişarı edin... e ği erir çıktı, olduğu için paramı verirken ustabaşı vu da beni kovdu: Bu mevsimde gece pek erken geldiği i- | — Fakat annenin ve kardeşinin has- çin genç adamla küçük kız karanlık bah | ta olduğunu biliyor muydu? çede müşkülâtla yürüyerek ışıklı yola! — Evet, bütün bunlar defterde yazı- çıktılar. Tam sokağın başına geldikleri | idir amma mutlaka ustabaşı da ayrıca zaman, nereden geldiği belH olmıyan! bir şey söylemiş olacak... Şimdi ben bir hıçkırık sesi kulaklarında çınladı.! işsiz ne yapacağım? Annem de hasta Me durarak, konağın yan | yalıyor; bize kim bakacak? sokakta! uvarma dayanmış, ellerini! Çocuk tekrar ağlamıya, hınçkımıya yüzüne kapıyarak boğuluyormuş gibi | başladı. Kendi sefnlet ve acısfle zaten sarsıla sarsıla ağlıyan bir küçük çocu-| müteessir olan Nerimenin de gözleri ğu Nejnda gösterdi: yaşardı ve #melenin sert eMini tuttu. — Bakmız bu çocuğa, zavallıcık ni.| — Zavallı yavrucak! Bu defalik seni çin ağlıyor acaba? affetmesi için efendiye yafvaratak bi- — Dur, heman soralım. risini fabrikada bulamadın mı?” Nejad büyük bir merhametle küçük | — Hayır efendim, hiç kimse yok; ol- oğlana yaklaştı: Nerkme de pek müte-|5# da ona yaklaşmağı kimse cesaret essir bir halde onu takfb etti. edemez. — Niçin ağlıyorsun yavrum? Bir ye-| Nejad başını sallıyarak çocuğum s62- rin mi acıyor? Seni birisi mi &övdü? (|lerini tasdik etti: Çocuk ellerini indirince, ağiameklen | — Hakkın var yavramı bunun böyle herkes bilir. Ne yapalım, sen de başka bir fabrikada iş bulmy gayret et. Küçük tekrar ağlamıya başladı. — Beni kim yanına alır? Yaşım of iki amma çok zayif ve gösterişsizim.« Nerime birdenbire büyük bir karaf # oni ö bi vi vermiş gibi başını doğrulttu ve bir bü” “ yük adamın ağzına yakışan şu sözlet ağır bir ciddiyetle dudaklarından dö“ © küldü: — Ben gidib Feridun beyle görü şeceğim ve sizi affetmesini yalvatra€8” ğım. Nejad hayretle bağırdı: — Sen mi böyle bir şey yapacaksi” Nerime? Deli mi oldun? Alacağın © vabtan biç korkmuyor musun? Feri” dun bey senin ricanı kabul etmiyecek ve bundan şu çocuk bir şey yacak amma sen zarar göreceksin. — Ziyanı yok; ben bir defa yalvar” rım; belki merhametli bir gününe rast” lar da ksbul eder. — Merhamet mi? O mu? Şaşarım” sana yavrum, Feridunu tanımadığın 7 kadar belli... O adamın hiç kimseye 8 Adığını şimdiye kadar görmedim. Kef” di hesabıma ben böyle bir mü yapmıya cesaret edemem doğrusu. — Niçin “korkacakmışım? Ferid bey beni yatacak deği! ya; olsa olsa * na acı sözler sövliyecek,. yahud kolu” dün tutup kapi dişarı edecek. Ne o" muş? Fakat, kehdi cesaretini arttırmak İS tekrarladığı bütün bu sözlere rağ”. cif Zİ Nertme geniş merdivenlerden Feridun beyin yazıhanesine giden kö, ridora geldiği vakit korku ile tif © titriyordu. Ömründe ilk defa ayak ” tığı bu dairenin duvarları, kapıları ©“ döşemeleri bile insanda büyük bir *” ku vardtmıya kâfi geliyordu. il (Arkası var)