e e a a Şehrin #â ortasında bir yol.. Bir ucu Kasımpaşa iskelesine dayanıyor, bir ucu Pangaltı hamamının arkasından çıkarak tramvay yolunda nihayet buluyor. İstanbulun içinde bu kadar uzun bir mesafeyi bir hattı müstakim halinde ta- kib eden yollar pek âz bulunur. Fakat yol dedimse, bu yolun hakikaten bir yol olduğuna da pek fazla itimad et- meyiniz. Burası yol ismini biraz da bizim büsnüniyetimizden kazanmış oluyor. İs- keleden başlayıp Kasımpaşanın ortasin- dan geçen geniş sokak bir müddet sonra kaldırımdan mahrum ve medeni bir şeh- rin belediye hududları içinde bazı arazi aksamına sokak İsmini verdiren bilâmum evsaftan ari kalıyorsa da genişliği ve müstakim bir hat Üzerinde devam edip gidişine halel gelmiyor. Yolun Kasımpaşa iskelesi tarafından başlıyan kısmı İstanbulun zengin olmi- yan diğer semtlerine benziyor, Sokağın ortasında basma entarileri soluk, ağızla- rı sakızlı, ayakları takunyeli kız çocuk- ları ip stlıyor, sokağın ortasındaki dere- nin üstünü kapayan yolda çıplak ayak- Yarı, tozdan kurşun rengine girmiş erkek çocukları bir deynek parçasımi ik: bacak. ları arasına almışlar, bir deynek parça- sile havayı kamçılıvarak: — Deh!... Dehh!... Diye koşup duruyorlar. Kaktırımarlda kolkola gırmiş genç işçi kızları dolaşıyorlar. Üzerlerinde çiy renklerden, yahud dallı basmalardan ya- pılmış fazla süslü elbiseler var. Saçları taranmış, omuzlara döğru (salıverilmiş. Bu saçların arasında ufak kır çiçekleri bulunuyor. Kaldırımda kendileri gibi do- Taşan kıvırcık saçlı, bol pantalonlu kü- çük delikanlılar kendilerine dirsek vu- Tarak geçerlerken, genç kızlar kahkaha. ler atıyorlar ve bu kahkahalar sakız çiğ. memeğe alışık ağızlarda yayvanlaşıyor. Sokağın bir kenarında bir çınarm al- tında tahta parmaklıklarla çevrilmiş bir kahve var, Kahvede bitişik binanın du- Yarının içine garib bir şekilde yerleştiril. miş bir radyo çalıyor, Cadde Pazar günü gezmeğe gidenlerin kalabalığı ile dolu. Arada içi saksı, saksı ortanca, küpe, sardonya ve şebboy saksı- ları, topraklarile dolu arabalar, şık bir bayanın son moda Şapkası gibi renk renk Şiçeklerin! teşhir ederek geçip gidiyorlar. Yolun bozulduğu noktada 301 tarafta geniş bostanlar var. Bostanların içi marulların, salataların, taze sebzelerin vesilliğile örtülü... Kasımpaşada Pazar günleri nasıl geçer? Daha ileride bir ağacın altına salıncaklar kurulmuş, çocuklar salıncakta salla- nıyorlar. Bu eğlence yerinin yanında asri küçük arabalı dondurmacı ile, an'anevi macuncu rekabet ediyorlar. Dikkat ebiyorum, kızlar dondurmaya rağbet edi- yorlar. Bir de pis bir tavanın içinde köfte kızartan bir satıcı görüyorum amma, Kunun, akşamın beşinde burada işi ne? Yazan: Suad Devriş Kasımpaşadan bir görünüş Sağ tarafta tepeye doğru sınırları bir- birleri içinde kaybolan küçük evler, kü- çük kulübeler birbirlerine dayana daya- na Beyoğluna doğru tırmanıyorlar, Bostanların açık kapılarından küfeleri marul yüklü, beygirler çıkıyor, beygirler marulların yükü altında ihtiyar kadınlar gibi öfleye, püfleye yürüyorlar ve ayni yerde sağ taraftaki bir arsanın çöplükle- ri ârasına oturan sıska bacaklı, sapsarı yüzü çocuklar görüyoruz... Bu çöplerin arasına atılmış yeşil salata kabuklarını gübrelerin arasından çekerek yiyofler. Daha ileride bir ağacın altına salıncak- lar kurulmuş, çocuklar salmcakta salla- tayorlar. Bu eğlence yerinin yanında asri küçük arabalı dondurmacı ile, an'anevi mâcuncu rekabet ediyorlar. Dikkat ediyorum. kızlar dondurmaya rağbet ediyorlar. Küçük delikanlılar ara- sında mecuncuyu tutanlar var... Bir de pis bir tavamın içinde köfte kızartan bir satıcı görüyorum amma, bunun akşamın beşinde burada işi ne? Anlıyamadım. A- caba köftelerin! kime satıyor... Cadde çoktan bişti, hududları Belediye tarafın. dan değil, hak tarafından çizilmiş olan yol devam ed'yor. Kenarda ne yaya kal. dırımı, ortada ne bir kaldırım tası var "Tam manasile bir arsa... Fakat kuruluş larında nasıl bir intizama ve projeye tâbi | oldukları meçhul olan binalar buraya taşmamışlar. Giden gelen ayaklar bura- da silindir vazifesi görmüşler, Biz de bu *şaretleri takib ederek ilerliyoruz. Evvelâ yolda tiksindirici bir koku, son- ra kirli bir su peyda oldu. Dikkat ettik, Pargaltının,. Kurtuluşun kanalizasyonla- rından akan çirkeflerinin herhalde . bir yerde patlamiş bir kısmı buralara doğru geliyor. Allah acışa da bunların ucü bos- tanlara Kadar uzummasa... Acaba bu taraflardan Belediye müfet- tişleri hiç geçmiyor mu? Nereden weçsinler!... Öyle sapa bir yer ki.., * Yolun ortasında toz duman birbirine karışıyor, kalkan tozların bulutu arasın- da iki köpeğin ve bir çocuğun boğuştu- ğunu görüyoruz. Küçük çocuk pek mini- mini bir şey... Annesinin yesin diye eline tıkıştırdığı ekmeği köpeklere kaptırmış! Köpeklerin ikisi ve kendisi tam bir mü- cadele halinde yerlerde yuvarlanıyorlar. Üç, üç buçuk yaşından fazla büyük ol- miyan koyu esmer vüğudünün alt kısı tamamen çıplak olan bu küçük oğlandı ım Köpeklerden korktuğu yok. Köpekle rin boğazna kadar elini daldırarak kap- tıkları ekmeği boğazlarındam geri çikar. mağa uğraşıyor. Biraz daha yürüdük. üstleri teneke kaplı iki kulübenin önünde iki kadın kav- ga ediyorlar. Ortada akan lâğımın ya- nında iki aska at otlüyor, Bir kısım ço- cuklar uçurtma uçuruyorlar. Uçurtmaları olmıyan bir kısım çocuk ta bu uçurtma- ları delmek için taş atıyorlar. Etrafı bir duman, bir balık kokusu ve bir şarki sesi kapladı: . «Emine, Emine Çakır Emine» Diye öten ve en meşhur hanendeleri. mizi bile kıskandıracak kadar tatlı ve kıvrak olan bir kadın sesi işittik, bir el şakırtısı... Başrmızı yana çevirdiğimiz zaman, bir Sürü çingene kadınları gördük... Alçak evlerinin önüne maltızlarını çı- karmışlar, maltızların üstünde birer ta- va... Tavanın içinde pis bir yağ ve yağın içinde kızaran palamut balıkları ve pa- lamut balıklarının “başında, başlarına dal, dal mor salkımlar takırış şen çinge. ne kadınları... Şarkıyı söyliyen, İzmitte teşhir edilen tablolar gibi değil, hakika- ten müstehcen bir güfteyi, hiç sıkılma. dan bâğırıp duruyor. | Tozları çıplak ayaklarile dağlta, dağı. İta şiir şakır oyniyan on, on iki yaşında bir çingene kızı.. ve bir de oturmuş el çır. pan bir #htiyar acuze... Arada bir sert bir sesle kıza bir şeyler söylüyor. Arkadaşım: — Galiba bu eski bir bale hocası! dedi. Şimdi bir küçük çarşıya geldik. Pembe bir kilise, kapalı bir iki dükkân, İyi yüz. Tü, şişman bir Kadın palamut satıyor, Kı- sa boylu zayıf bir erkek palamut satıyor. On beş yaşında çil yüzlü bir çocuk pala. mut satıyor. Ve ilerde küçük bir maltızın üstünde palamut kızartan bir seyyar aşçı onların dilimini yüz paraya satıyor. Biz palamutun hâkim olduğu bir di- yara gelmişiz... * Yol sonuna yaklaştı. Biraz evvel çok ilerde gördüğümüz büyük apartmanlara yaklaşıyoruz. Şimdi sırt biraz daha dik- leşti. Bütün apartımanların kiri, çöpü buralardan m dökülüyor?, Bu yol artık yolluktan da çıktı Kalorifer külleri, mutfak çöpleri dökülmüş muazzam bir mezbele oldu... (Devamı 11 inci sayfada) tavuk Cins tavuk ve yerli davası Geçenki yazımda tevukçuluğumuzu La leri götürmek için, ber şeyden önce elde- ki tavukların yabancı cinslerle değiştiril- mesine lüzum görenlerin, fikirlerile, bum- ların yanı g)ra, yerli tavuklarımızı büs- bütün atmaya kıyamıyarak, sadece cins tavuklarla roelezleştirmeye taraftar olan-| ların fikirlerini anlatmıştım ve en son demiştim ki, bu iki şekli de beğenmiyen, «— Hayır, hayır! Bize en elverişli cins, o beyenmediğiniz yerli tavuklerdır» diyen bir grup vardır. Bugünkü yazımda işle © grupun #fkirlerini tetkik edeceğiz. Yeri tavuk taraftarları «hiçbir tavuk cinsi kendi yurdundan gayri menleket- ler için ideal olamaz» diyorlar. «Çok yu- murtladıkları, iyi semirdikleri söylenen cinsler, bu neticeyi ancak yurdlarındaki belki şartlar altında vermişlerdir. Esas yurdundan ayrılan her tavuk cinsi, tiği yerde mutlaka aksamış, sağ ve rimli kalabilmek için türlü ihtime muhtaç Olmuştur. Bizde tavukların bilmediği düşünülürse; yabancı ırklarla ne de! e vallak olunacağı takdir edili bunların şöhretlerine aldanarak ür girişenlerin 9o doksanı inkisara ramışlardır: 4) Ekseriyetin ilk karşılaştığı mü cins tavukların, bizim memleketin iki İle barışarmamasıdır. Bu yüzden yâ has talanmış, ya mahsullerini azaltmış, ir da bir iki nesil katlandıktan sonra s0ye* teredâiye (- yozlaşmağı) başlamışlar dır Her bölgesi ayrı bir iklim arzeden memleketimize bunları yaymak, belki s- matörler için hoş görülecek bir şey ola- bilir. Fakat iktisadi manada üretilmesini istemek, hüsrandan başka bir netice ver- mez. İzmirde, Gaziantebde, Bursada, An- karada, Yalovada alınan tecrübeler bunu isbat etmiştir. Halbuki yerli tavukları- mız, iklimin türlü mihnetine katlanmak- ta eşsiz bir kabiliyete maliktizler, b) Cins tavukların iklimimizle uyuşa- maması, onların bedeni mukavemetleri- ni de asgariye indiriyor. Ana yurdların. da şu ve bu hastalığı kolayca atlatabil. dikleri halde - ihtimal ki sıhhi şeralt bu. lunmadığından - çarçabuk (kırılıyorlar. Bilhassa civcivlerinin beyaz ishalden. ye- tişmişlerinin koleradan kırılması bu cüm- ledendir. Salgın bir hastalık zuhurunda asilzadelerin hemen ölmesine mukabil, yerlilerin sapasağlam kaldıkları, yahud da cüz'i telefat verdikleri datma höyret ve takdirle görülmüştür. Eğer böyle ze- manlarda katlanabilmişler varsa, bunlar da mazhar oldukları fevkalâde ihtimamla bu vartayı atlatmışlardır. ©) Cins tavukların bizde çokluk üretil. meğe çalışılan Legorn, Rodeyland gibi örnekleri, küçük yumurta verirler, Ra- kib memleketler iri, taze ve temiz devşi- rilmiş yumurtalarla piyasaya çıkarken, bizim bu ufarak yumurtalarla müşteri bulmamıza imkân var mıdır? Halbuki yerli tavukların ekserisi ve bilhassa Af- yon, Bolu, Denizli gibi tipleri iri yumur- ta vermekle tanınmıştır. Bugünkü ihracat nizamnamesi de bunu istiyor.. d) Cins tavukların ekserisi, memleket- lerindeki çeşidi yemlere, hem de ayak. larına getirilmiş hazır yemlere alışkın: dırlar, Muhtaç oldukları gıdayı serbestçe gezip srayacak yarağılışta değildirler. Halbuki bizde, ne çeşidli yemler kolayca kabili tedariktir, ne de daha böyle bir lü- zuma köylümüz inanmıştır? O, tavuğun. dan kendi yemini kendisinin bulmasını bekler. Binsenaleyh cins tavuklar bizim için masraflı tavuklardır. Halbuki yerli tavuklarımız fevkalâde cevval ve bece- riklidirler. Bu halleri dolayısile de kuv. vetli bir hazma ve iyi yumurtlama ikti. darına maliktirler.» Hülâsa diyorlar: «Ne Legorn, ne Ro- deyland, ne Minorka? Bunların hepsi © idenler “imek elde değildir. | maz nümuneler belirir ki, bö; Kümeslerimizde beslediğimi. tavuklardan ikisi kendi yerlerinin tavuklarıdı fenni bir yetiştirme ve ıslah nahallerinin ideal tavuğu Ol n memleketimizin ideal ta mizdedir. Lâzımsa onu ıslah edelim, o t&* nınmış cinslerin birer benzeri yapalım. h) Mele; e gelince; bu tezi göt ıyorlar, Dü ki gibi melez ferd banın kızıma, kocs reya oğlun anasına koca olmasına (yan? kürabeti demeviyeye) meydan veren bi şıboş bir melezleştirmede umulduğu gibi iyi netice alınmaz. Bilâkis içinden çıki” ikle elde* ki iyi tavukları da berbad elmiş oluru Atlarda, sığırlarda, biraz âa koyunlardt bu mahzurun önlenmesi mümkün Olu” amma, tavuklarda - hele bizdeki şeklile * bu imkânsızdır. Binaenaleyh o melezleri mizde çarçabuk bir kırılma (ademi vw kavemet), bir gerileme (tereddi) baş gö” terecektir. Nitekim iki senede bir yep" yeni damızlık babalar getirmiyen Lego veya Rodeyland melezcilerinin: «— Şira tavuklardan pek farkı yök? Hettâ kötülÜr yorlar bilet» demeleri bunu teyid eder v) Bu tezin müdafileri diyorlar ki; Me lezleştirme filhakika birçok memleket” lerde almış yürümüş bir usuldü. Fakat bugün iflâs etmiştir. Polonya gibi kü yetli tavukçu olan bir memleket (Yi ayak) dedikleri yerli bir tipi benims#” miş, yabancıların topuna birden veda et tiği gibi melezleştirmeye de yanaşmamI#” tır. Bugün külliyetli yumurta ihraç Bulgaristan; Legorların, Viyandotlafı” hiç te kendisine elverişli olmadığı neti€#” sine Varmış ve melezleştirme yolile g yerli tiplerin bilâkis soysuzlaşmakta 'duğuna şahid olarak münhasıran (Si; Şumnu) ismindeki yerli tavuğu basmış bulunmaktadır. Bu örnekler meydanda dururken bizi” en kötü şartlar altında dahi yumurta # racatımıza imkân veren yerli tavuklar mizi ihmal etmemiz hoş görülemez. yeri tevuklarımızın bir kusuru varsa, on ziyeti vardır. Usulünde bir ıstıfaya ve B€ Je fenni bir bakıma mazhar kılınmal kusurların yok edeceği gibi, meziyet! rini de bir kat daha arttıracaktır.» Sözün kısası (İlle de yerli tavuk!) yorlar.» Şimdi okuyucularımın: ; — Peki Tarımman! diyeceklerini uy yorum. Her üç grupun iddialarını da © ledik, Sen bunların hangisine hak veri yorsun? — Ben babgisine hak verdiğimi sö miyeceğim. Yalnız diyeceğim ki, bU tezin müdafileri arasında yüksek rs sahibi olan, bu işden sahiden anlar adil lar vardır, Eğer küçük çapta bir koni toplanmasına imkân verilir de, tecr ler, tetkikler, iddialar ortaya dökülÜmu haklı ile haksız ağırd olur ve mem tin tutacağı en selâmetli yol kestir ye tılır, Aksi halde kimin hakh, kimin zeri? sz olduğunu, eyi veya fena neticö ancak zaman gösterecektir. Tarımın0 dj lar gibi