SON POSTA Mayıs 3 “Son: Posta, sin: Hiküyesi “MARMARA BARBA YORG A a, Yazan : Nezihe Muhiddin Barba Yorgi birer kaplumbağa yavrusu- na benziyen yamrı yumru parmaklarına dolaştırdığı eski balık ağını, havasında küf kokan karanlık meyhanenin tezgâh- tarına doğru uzattıktan sonra iri yuvar- lak burnunun deliklerini açarık etrafa yayılan keskin alkol kokusunu derin bir iştiha ile içine çekti. Tezgâhtar eline tutuşturulan eski ba- lık ağını gözden geçirdikten sonra bir kenara koyarak yanı başındaki fıçıdan doldurduğu irice bir yakı kadehini Barba Yorginin önüne doğru sürdü. İhtiyar balıkçı sarsak kolunu titrek bir hareketle uzatarak yakaladığı kade- hi, basık ve perişan yücudünü büsbütün titreten bir ihtirasla bir saniyede boğa- zana boşalttı. Kocaman, paslı ve şerha şerha dille, kapkara kabuk bağlamış çat. lak dudaklarını yaladıktan sonra örüm- cek bağlamış büzük gözlerini yalvaran bir bakışla kayıdsız ve dimdik duran tez- gübtara kaldırarak: — Bu kadarcık mı?! der gibi baktı. Tezgihtar ihtiyarın ne demek istediği: ni anlamıştı. Elni tezgâha vurarak; — Bu kadar! dedi, fazla etmez. Barba Yor3i ıstarın beyhude olduğunu bilirdi. Çünkü bu birinci defesi değildi. Boynunu bükerek yürüdü, yırtık ve ya» malı elbisesi demir iskemlelere takıla ta- kıla kapıdan çıktı. Oh panayamo! Üç ay evvel dünya yüzünde tek sevdi- ği, tek varlığı olan kızı Katinayı kaybet- mişti. Güzel ve temiz Katinacık nişanli- sının hiyanetine dayanamıyarak on do- kuz yaşında kara topraklara girince Bar- ba Yorgi şirin kızını mezara gömdüğü- nün ertesi günü bu perişan haline gir. Miş, ihtiyar olmasına rağmen dinç olan vüfudü birdenbire çökerek bir harabe olmuştu... O, eski sandalının hergün bir tarafını tamir ederken kollarında, sevgili Katina- sının güler yüzünden gelen bir kudret duyar, kıyılarda tuttuğu beş on balığı ye. şil taze yapraklarla süslediği sepetine di. zerek başma oturtur ve mahalle aralâ- rında tok sesile neş'eli bir şarkı söyler gibi bâlıklarına bir destan uydurarak sa- Artık ne hergün bir yeri kopan eski sandalını tamir edecek kuvveti, ne de «Son Posta» nın edebi romanı: 4 balık tutup satacak neşe ve ümidi kal- mıştı! Sığda yarı ölü bir hasta gibi yan yatan kaburgaları delik deşik emektar sandâlını sattığı gece titrek ayaklarının üstünde sendeliye sendeliye küf kokan karanlık bodrum meyhanesine dalmiştı. O gece Barba Yorgi sabah ışığına kadar kâh demir masaya kapanıp hıçkırarak, kâh içten bir taabbüdle şiş göz kapak- larını yumup istavroz çıkararak içti, içtii Sabahleyin sallana sallana izbe odasına döndüğü zaman onun sarhoş olduğunu gören alacaklı cadaloz ev sahibi kapının önünde cıyak cıyak bağırıp çağırarak ba- şına Üşüşen komşularının önünde, borcu- nu vereceğine meyhaneye para döken Barba Yorgiyi, eline birkaç voltasile yır- tık balik ağlarını verip pırtı yatağını alı- koyarak kapı dışarı etmişti. Komşuların hepsi şlacaklı ev sahibinin taraflısı olmuşlar, eline geçirdiği para- laris zavalh kızının mezarına Pazar günü çiçek götüreceğine içki içen bu ha'n ba- baya hep birden düşman kesilmişlerdi. Barba Yorgi kendini müdafaa etmeğe tüzum görmeden, eline tutuşturulan ağ» dımlarile yola düzüldü. O gece balık vol- talarına mukabil hem biraz içti, hem de geceyi meyhanenin peykesine kıvrılarak geçirdi. Bu, bir iki gün böyle devam etti, Yüre. ği her saniye taze bir yarn gibi yanıp ka. nayan ihtiyar bahkçı gündüzleri mahal- ledeki küçük kilisenin kapısında sevgili ve şirin Katinasının hasretile için için hıçkırarak büzülüp kalıyordu. Uğulda- yan çan sesleri, papazın ağır ve uhrevi duasını bukurlayan günlük kokusu, Bar- ba Yorgiyi üzerinde büzüldüğü kara top- rakların bağrından çekip, mukaddes urucu andıran mavi ve berrak bir âleme yükselterek hep sevgili Katinasının yü- züne benziyen beyaz kanadlı meleklerle çevreliyordu. Barba Yorgi için. kilise, mihrab, uruç ve bütün mukaddesat yal. nız Katinanın aziz ölüsüydü... ... Artık meyhaneye verecek voltalari- le balık ağları tükenince, bir gün kendi benziyen avucunu açıverdi. Büzüldüğü yerde açık kıllı göğsünü kabartan bıçki- rıklarla, kırmızı bir çiy yaraya benziyen / Bir iki saniye ana kız susarak kendi- Yazan: GÜZİN DALMEN Talihin ve iş bilirliğin yardımile, beş larla voltaları salaya sallaya titrek a-| de farkına varmadan, bir kaplumbağaya|- lerini dinlediler. İkisinin de acı düşün-İon sene içinde Hacı Osman serveti celer içinde ıztırab çektikleri belli idi. | dillere düşecek kadar artmıştı; Faket Biraz sonra Hatice hanım köşede du-| fakir bir aile çocoğu olan bu tüccar;! Tan küçük oymalı yazı masasına uzun| paranın getirdiği hin bir rahatlığı te-| Uzun baktıktan sonra birdenbire ken -|min edecek yerde son gününe kadar| dini toplıyarak büyük bir azimle kızına, hasis ve çetin bir ömür sürmüş, mil - döndü: yonlara baliğ olan servetini üç oğluna — Yarın gider, Mevhibe teyzeni gö-| bırukarak ölmüştü. rürsün Nerime, kendisine İzmire gidip| Babalarının ölümünden sonra üç kar- yerleşeceğimizi anlattıktan sonra, şim-| deş arasında nifak çıkmış, ikisi hisse - diye kadar bana ders ve iş bulmak için) lerini alarak ayrılmışlar, İstanbula git- yaptığı iyiliklere bir tane daha ilâve et-| mişlerdi. Yalnız Feridunun büyük ba - mesini, son bir yardım olarak bize bu| bası, bir çok müşkülâtla karşılaşmasına masayı satabileceğimiz namuslu bir! rağmen, imalâthaneyi işletmekte de - tüccar bulmasını rica edersin... Ne ya-| vam etmişti, palım yavrum, son hatıra olardk elim-| Fakat, «Hacı Osman zatleler> firma- de kalan bu küçük şeyi de satmak nasi-| sını asıl yükselten ve canlandıran, Fe- bim imiş. ridunun babası olmuştu. Bir çok se - Kızının ses çıkarmadığını ogörünce| beblerle İlerliyemiyen halı imelâtha- kendi kendine mırıldandı: nesi yerine bir dokuma fabrikası kur- — Halbuki bu küçük masayı satıştan | muş ve bu fabrikayı, tam manasile mo- . 1 örümeekli gözlerinden beyaz (sakalına damlayan göz yaşlarında, şimdi Katina. nın hasretinden ziyade günlerce süren açlığın dayanılmaz ıztırabı feryad edi- yordu. Fakat kiliseye gelen mahalle halkı kı- zının mezarını İhmal eden bu hain ve sarhoş babanın dilenen eline başlarını çevirip geçtiler. * Barba Yorgi uzamış sakalının ve peri- şen saçlarının beyaz uzun telleri ve elbi- sesinin sallanan yırtık parçaları Şubat rüzgârına karışıp uçuşarak mezarlıktan içeri girdi. Kalın sopasını dayanarak aç lığın verdiği son bir hamle ve şeytani bir zekâ ile etrafa yöz gezdirdikten sonra ihtiyar yüzünde feci ve korkunç bir gü- Tümseme ile mütevazı, ve küçük bir me- zarın başucuna yuvarlana yuvarlana ge- lerek çömeld: ve cebinden çıkardığı paslı ve kalın bir maden parçasile bir sırtlan gbi homurdana homurdana kızının me- zarını kazımağa başladı! Akşam meş'um bir karartı ile mezarla- rın arasına çökerken yüzünde âçlığın vahşi ıztırabı burkularak, ruhunun en mukaddes kâbesini kazıyan bu uğursuz ihtiyar baba, beşerin ne müthiş bir tim- sali idil, Barba Yorginin acıdan ve açlıktan porsuyan etleri, şimdi, ölümden korka İ Tak hayata yapışan o kudretli sevki tabii | nin verdiği hamlelerle adaleleşerek kızı» nın mezarma hücum ediyordu. Mezarın baş tarafı epeyce kazılmıştı. Şubat rüz- girmda uçuşan uzun saçlarının beyaz *elleri teriyen alnına yapışarak küçük Kstinanın mezarını didikleyen sırtlan bâ- banın omuzuna bir el çökünce iri basını kaldırdı!, Mezarlık bekçisi açlıktan deli- ren ihtiyarın kolunu tutarak sordu: — Ne yapıyorsun burada hortlak? İhtiyar balıkçı kolunu kurtarmak için İçırpındı ve burun delikleri canavar gibi soluyarak homurdandı: — Bırak beni! Bırak beni!, Kızımın me- zarını kazıyorum! Sonra göğsüne bir yumruk atarak: — Açım!.. Açım ben!.. diye haykırdı. Bekçi ürkerek sarsıldı: — Ölü eti mi yemek istiyorsun sırt- Jan!?! nakfa birçok değişiklikler yapmışlar, hattâ, kendi hissesini alıp İstanbula gitmeden evvel, Hacı Osmanın pek ho- varda ve müsrif olan bir oğlu, bu bü- yük bahçenin bir köşesinde, büyük çam ağaçları arasında, fevkalâde süslü ve İtinalı bir daire de inşa ettirmişti. Bü- yük masraflar ve emeklerle yapılmış olan bü arabkâri oymalı ve sedef kak- mal: dnirenin dışı gibi içi de fevkalâde güzeldi. Fakat sonradan, Feridunun ba- bası, daha ziyade maddi işlere, para ka- zenmak ve fdbrikayı yükseltmek işle- rine ehemmiyet verdiği için bu güzel evceğiz yavaş yavaş harab olmağa baş- lamıştı. Hacı Osman ağanın inşa ettirmiş ol- duğu konak İse, tam eski zdman siste- mi, geniş sofaları, büyük odaları, bir çok girdileri çıktılarile ucsuz bucaksız bir evdi. Ancak Feridunun babası bu evi, bu- gün oturulabilecek şekle sokmağa mu- v4ffak olmuş, sofaların arasına ve mer- diven başlarına bölmeler (yaptırarak ve büyük salamandıra sobaları koydu- yarak evi kışın oturulbilecek bir hale 'koybilmişti. Konağın heyeti umumiyesi gayet ciddi ve ağır bir manzara arzediyordu. Geniş ve yüksek pencereler, çift ka- kurtarmak Süheylâ gibi zengin bir ka- dın için ne küçük bir fedakârlıktı! Hain Ve mağrur kadın! Allahım sen bize merhamet et; sen lütuf ve inayetini bizim üstümüzden uzak etme! n Bugün «İspârta'ı» ismini taşıyan fa- kat senelerdenberi Hacı Osman zadeler diye tanınmış olam aile, seksen seneden fazla bir zamandanberi İzmirde yer - leşmiş bir tüccar ailesidir, Hacı Osman ağa, İspartadan ufak bir dern bir şekle sokmuştu. Hattâ harb ive yangın felâketleri bile onun fabri- | kasının vaziyetini bozmamış, onun ser- vet ve samanına dokunmamıştı. İşte, | babasının ölümünden sonra da, henüz yirmi üç yaşında olan Feridun, bu ce- sim fabrikanın yegâne âmiri olarak kalmıştı, <İspartalıs ların fabrikası, İzmirin bir banliğsü olan «Bayraklı» mevkiinde idi, Esasen Hacı Osman ağanın kurdu- Zu ilk hah imalâthanesi de orada idi ve yapılan bütün değişiklikler gene ayni sermaye ile İzmi”e gelmiş, burada, ev- | mevkide yapılmıştı. Hacı Osman ağa, velâ küçük bir halı imalâthanesi açmış, | zengin olduktan sonra, yegâne arzusu #onra yavaş yavaş bu İmalâthaneninlolan cesim konağı inşa ettirmişti. nadlı kapılar bu eve, hattâ esrarengiz bir hal bile veriyordu. Buna mukabil, dahilt tefrişat fevka- iâde mükemmeldi. Feridunun büyük babası bu geniş sofaları ve büyük oda- ları çok kiymetli eşyalar ile döşetmişti. Öyle salonlar vardı ki, en müşkülpe- send kimseler bile, burasım süsliyen seçme antika eşyaya hayran olurlardı. Dolablar ve vitrinler en kıymetli gü- müş, çini ve çeşmi bülbül takımlarla dolu idi. Perdeler ve döşemeler, her 0- da için ayrı renklerde ve birbirlerinden kıymetli kadife veya ağır ipekli ku- maşlardan yapılmıştı. Konağın her köşesi bu kadar nadide tezgâhlarını arttırarak işi ilerletmiştir.| Ondan sonra gelenlerin hepsi bu ko-İeşyalarla dolu olmasını rağmen, her Zonguldak Zonguldak (Hususi) — Halkevi köy- cülük şubesi tarafından otuz Nisan Pa- zar günü büyük bir köy gezisi tertib e- dilmiştir. Gezide şubenin üç aylık proğ ramıng giren Elvan, (Pazarcık, Çeğli, Hüsünler, Olukyanı, (o Taşmacıköyleri halkile temas edilmiştir. Bölge merke- zi olan Gaça Köyü baştanbaşa bayrak- larla süslermiştir. Köylerden akın e - den yüzlerce yurddaşla şehirden gelen kafilenin birbirile kaynaşmaları büyük bir bayram manzarası vermiştir. Sıhhat, kültür, bayındırlık, nüfus, ve- teriner, ziraat ve Ziraat bankası direk- törleri, tapu sicil muhafızı, orman çe - virge mühendisi, iş bölgesi Amiri, hu - kukçular, köylülere aydınlatıcı sözler söylemişler, aralarına karışarak, açık konuşarak derilerini, ıztırablerını din- İemişler, isteklerini, ihtiyaclarını s0 - Tup öğrenmişlerdir. Halkevi hekimle - ri 353 hastaya bakmışlar, parasız ilâc- larını vermişlerdir. Doksan evde 248 nüfusa tuz, sabun, 200 asker ailesine mektubluk kâğıd, zarf, kalem, 140 ta - lebeye kâğıd, kalem, defter, lâstik, ka- lemtraş, çocuk dergisi; çocuklu on beş aileye çocuk oyuncakları, iki yüz köy- lüye Ulus gazetesi (o dağıtılmıştır. Bir kısım Halkevi kolları o temsil, konser, spor hareketleri, yerli çalgılar; oyunla tabiat, tarih, folklor etüdlerile zengin faaliyet örnezleri göstermişlerdir. Ça - lışmalara bandonun çaldığı İstiklâl marşile bayrak çekme törenile başlan- mıştır. Kövcülük şubesi başkanı Ah - med Gürel köycülük çalışmalarının a- na çizgilerini, hedeflerini anlatmıştır. Halkevi başkan: Akın Karauğuz köy - ülküsünü aydınlatarak demiştir ki: «Köylüye hizmet ettikçe köycülük çalışmalarımız güzel neticeler verdikçe yüreğimiz sevinçle dolarken gözleri - mizin önünde Atamızın €bedi ve kudsi Halkevinin köy gezileri hayalinin tecessüm ettiğini, bize gü - lümsediğini göreceğiz.» Vali ve Parti başkanı Halid Aksoy Halkevinin köycülük şubesinin muvaf- #akiyetini takdir, tebrik etmiş ve: «Köy lerimize düzenlik, bolluk, refah, köy * lülerimize iyilik saflık, bahtiyarlık di- lerim.» demiştir. , Öğleyin köylü, şehirli bir arada Hal- kevinin tertib ettiği kır şöleninde top- lanmıslardır, Köylülerle konusan (o mütehassıslaf etüdlerinin sonuçlarını Halkevine bil - direceklerdir. Halkev'iler Gaça köyüne otomobil - ler ve otobüslerle gitmişler, akşam geç vakit emsalsiz kir muvaffakiyet neş * esi ve heyecanı içinde dönmüşlerdir. reezasizeeseneremrayroooisrsurelimesizen iv... Maliyo Vekâleti kırtasiye umum müdürü şehrimize geldi Maliye Vekâleti kırtasiye umum mü dürlüğüne tayin olunan Denizbank u * mum müdür muavinlerinden Hamdi di Emin Çap, dün Ankaradan şehrimi- ze gelmiştir. Hamdi Emin Çap, Deniz* bank işlerini devrettikten sonra yeni İ vazifesine başlamak üzere Ankarav? gidecektir. Yeşilay Kurumunun toplantısı On dokuz yıldanberi çalışan Yeşiley Kurumu ülküsünü yaymak ve fikir ar“ kadaşlarını bir araya toplamak gaye - sile önümüzdeki Pazar günü saat 14 te Fransız Tiyatrosunda bir toplantı tertib etmiştir. Beşiktaşta iki çocuk bahçesi yapılıyor Beşiktaşta çocuk bahçesi olark yeni” den tesis edilmekte olan Abbasağa me zarlığından başka, gene Beşiktaşta Viş- nezade semtinde münasib bir saha üze“ rinde 40 metre en ve 40 metre boyun- da yeni bir çocuk bahçesinin inşasmâ başlanmıştır. — a m ğe m ğe Barba Yorgi beyaz uzun saçlı iri ba- şını bir selvi kütüğüne çarparak inledi: — Onun!. Katinanın! Yavrumun!! Parmağındaki altın nişan halkasını çala- caktım!... iie Şimdi mezarlığın önünden geçen her- taraf fevkalâde temizdi. Feridenin bü- yük annesi gibi annesi de, içinde yaşa- dıkları evi bir aker (o gibi intizam ve sertlikle idare etmeği kendilerine pren sip ittihaz etmişler ve sayısız denecek kadar çok olan hizmetçilerin ve ev- Tâdlıkların vazifelerini taksim etmiş - lerdi. Herkes, günün muayyen saatin - de, muayyen işini görmekle mükellef - di ve bunun haricine çıkanlar en sert cezalara çarpılırlardı. Evin yanındaki dar, karanlık ve kal- dırımsız yolda, yüksek bir duvarın or- tasında büyük bir araba kapısı açılır ve buradan kumlu bir avluda geçilerek fabrika binasına girilirdi. Avludan, hu susi bir yol vasıtasile konağa geçmek kabildi; bu suretle —efendiler— günün her saatinde işi kontrol edebilirlerdi. Efendi... Ötedenberi fabrika amele - si, hattâ memurları, fabrika sahibleri- ne bu ismi verirlerdi. Senelerdenberi verilen bu isim, babadan evlâda inti - kal ediyor ve hiç değişmiyordu. Hattâ pek genç olmasma rağmen (Feriduna bile böyle diyorlardı. Fakat bu tabir - de, samimi bir ifadeden ziyade bir kor- ku gizli idi. Çünkü fabrikatla çalışan - lar, memur olsun, amele olsun, âmir - lerini sevmezler, ondan (o korkarlardı. Yüz seneye yakın bir zamandanberi bu yerlere hâkim olan «İspertalır ailesi, hemen bütün civar halkını fabrikalari- le yaşattıkları halde kenâllerini anla - ra sevdirmeğe muvaffak (olamamış - lardı. «İspartalislar hilkaten çok mağrur ve sert kimselerdi, İyilik yapmasını sevmezler, etraflarındaki kimseleri en di köleleri addederler, onlara bir insan muamelesi etmezlerdi. lerden bahsederken, yanındakllere şöy le demişti: — Bizde böyle bir şey olursa fabri - kayı büsbütün & kapatırım ve hiç bir kuvvet beni, kapılarımı tekrar açmağa mecbur edemes Feridun bir gün, Avrupadaki grev - kes, kapının önüne büzülmüş uzun beya? saçlı ve iri Kafalı, perişan kılıklı bir ib- tiyarın Katinamo... Katinamo! diye için için inlediğini görürler... Artık kimseyt avucunu açmıyan Barba Yorgi her sabah ve her akşam mezarlık bekçisinin verdiğ? birer dilim ekmekle karnını doyuruyor. Bu sözler, civar halk için büyük bir felâket müjdecisi demekti. o Binaena - Jeyh kimse ağzını açamıyor, memnun olanlar gibi olmıyanlar da fikir ve dü- şüncelerini söylemekten çekiniyorlar * dı. Feridunun ne kadar inadcı olduğu” nu ve demir gibi elinin, acımadan ve titremeden herhangi bir kimsenin Üze- rine, bütün ağırlığile ( düşebileceğini herkes bilir ve bundan korkardı. En küçük ameleden, en büyük me - mura kadar herkes obu genç «efendi» nin zeki ve kıyılcımlı gözleri karşısın” da boyun eğer, onun müteazzim bakış” ları karşısında bir çocuk gibi titrerler- di. Yirmi üç yaşında, henüz çocuk deni- lecek kadar genç olan Feridunun böy“ le zalim bir insan olmasına sebeb ba * bası ve bilhassa anası idi. Her hususta müstald olan bu çocuk ruhunda, onlar, fena telkinlerile, çok gayri insani bir takım duygular (o yaratmışlardı. Dahâ mekteb sıralarında iken, kendisinin in” sanlardan üstün bir zekâ ve kabiliyet€ sahib olduğunu, binaenaleyh insanlari bir koyun sürüsü gibi idare etmesi, on” lara acımaması lâzım geldiğini söyle © ye söyleye Feridunun kalbindeki bü #ün sevgi ve hisleri körletmeğe muvaf fak olmuşlar, onu tam manasile mad * di bir insan olarak yetiştirmişlerdi. Hele iyilik etmek, fakirlere yardı etmek, çocuklara ve ihtiyarlara acımâ* gibi duyguların onun kalbinde hiç y& ri yoktu. Feridun yalnız vazifesini bi ” lir ve yapar, herkesin de kendisi giDİ vazifesile meşgul olmasını isterdi. Eğer zavallı Hatice hanım bütün w tafsilâtı bilmiş olsaydı, zaten korku vE heyecanla ve bir tehlikeye atılı gibi geldiği bu yerlerden büsbütün ret ederdi. | (Arkas ver)