2 Mart 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

v ae ' ——i A#SON POSTA Meşhur komiğin ö wdü Anaolu seyahati Kahvenin bahçesinde otururken adamın biri: “Ey ahali, İstanbulun meşhur komiği bu akşam sizi bolbol güldürecek. Nah işte kendisi de karşınızda oturuyor! ,, diye bağırmıya başlamaz — 31 — Ankaraya geldiğimizi duyan eş doöst daha o akşamı misafir kaldığımız evin salonunu doldurdular. Hemen ilk oyu- nu tek başıma orada verdim, diyebili- rim. Kiıymetli tavassutlarla işimiz sür'atle halledildi, kumpanyadaki gay- rimüslim kadımlarla İzmir turnesi yap- mamıza müsaade verdiler. İstanbula avdet eder etmez, esasen hazır olduğumuzdan hemen hareket edildi. Ben denizden pek fazla korka- rım, onun ıçin denizde katedilecek me- safe kısa olsun diye Bandırma yolunu tercih ettim. Arkadaşlar ( Mahmüud Şeviket paşa) vapurjle doğru İzmire, ben de kadın artistlerle (Gülnihal) va- purile Bandırmaya doğru yola çıktık. Bu tanınmış bir komik olduktan sonra yaptığım ilk turnedir. . İzmirde büyük reklâmlar yapılmıştı. İzmir gazeteleri de bu seyahate husu- si bir ehemmiyet vermişler, hakkımız- da teveccühkâr yazılar yazmışlardı. O aksam istirahat ettik. Ertesi gün arka- daşlar İzmirin görülmeğe değer yerle- Tini gezmeğe çıktılar, ben tiyatroya gittim. Gardropları yerleştirttim. De« korları hazırlattım. Öğle olmuştu. A- cıkmıştım.: | — Burada yiyecek olarak meşhur He vardır? Diye sordum. — Böreğimiz meşhurdur! Cevabını verdiler. Suflör Hulüsiyi gönderdim. Boğazı- na pek düşkün olduğu için, para da kendisinden çıkmuyacak, gitmiş iki okkava yakın börek almış... Naşid çok sevilen rollerinden birinde Biz o yorgunlukla biyr giriştik böre- ğe... Geç vakit elbise değiştirmek için o- tele geldiğim vakit midemde bir ağır- hk hissediyordum. Derken hafif tertib bir bulantı baş- ladı. Ehemmiyet vermedim. Oyuna iki saat kala derhal tiyatroya gelmem için adam koşturmuşlar... — meraklandım. Gidince bir de ne göreyim?. Tiyatro - — —: D erken, Şataret, yukarıya bir - koşu geldi ve aldığı tembihe binaen isim ve sifat söylemeksizin, ha- nımına misafirlerin geldiklerini haber verdi. - Bu esnada aşağıda, Beberühi fena - lıklar geçiriyordu. Kapıyı açıp da Ca- fer paşayı karşısında görür görmez, aklı, işkembesinin muhteviyatına ka - rışmıştı. İlk önce bunu feci bir tesadüf sanmış, korkudan dili tutulmuş, ne di- yeceğini bilememiş, gösterdiği şaşkın- hk yüzünden paşanın tekdirine uğra - Wnıştı. Lâkin derakap, zeki herif ayıl- miş, muammanın, kaç gündür, zihnini yora yora aradığı hallini hemencecik Jbuluvermişti. Şimdi, oturduğu yerde;, alıp veriyor- — Eyvahlar olsun! Kâfir karı yaptı yapacağını!, Herifi karısile karşı karşı ya getirecek; sonra da uzaktan kopa - cak hensâmeyi seyre koyulacak. Vay köpoğlu Rânâ, vay! Yahu, bunu şeytan bile düşünemez! İyi amma, sonu ber - bad! O Firavun, bunu Rânânm yanına bırakır mı? Hepimiz sürüleceğiz. Karib bir atide, topumuzun mahvı mukad - der.. bugünden, eşi dostu cenaze na -- mazına çağırsak, haniya, hesabsız iş görmüş olmayız. Vay, imanı b..lu karı, vay! Tuuuh!, azıcık cesaret edebilsem, merdiven başına kadar çıkar seyre ba- kardım. Neme lâzım? «Pat!'» diye bir haraza, bir çıngar koparsa, kısılır, ka- hveririm. İyisi mi? Oturayım, oturdu- ğum yerde. Yarm tafsilâtını bacıdan dinleriz, Bir şey değil: Paşanın yanında bir sürü de vyabancı adam var. Çalpıcı- lar da caba! Herif, önların huzurunda rTezil, rüsvay oldu, gitti. Aşkolsun, be Rânâ! Erkek karı imişsin! Beğendim. 'Koskoca, nüfuz sahibi, makam sahibi, vezir, vüzera herifin hakkından gel - din.. hele bir, ağız tadile, enfiye çeke- yim... Beberüiht söylene dürsun, yukarıda Rânâ, tertibatını tamamlıvordu. Câafer “Ah « mı ? Şapkamı kapınca kaçtım nun kapısı mahşerden bir nümune... Tiyatro dolmuş, halkı almamış.. bir kığım müşteriler dişarıda... İçeri gir- meğe uğraşıyorlar. Vaktinden evvel perdeyi açtık., Kan- tolar, düettolar bitti. O geceye mahsus olmak üzere ben Leblebici kuartetto - sunu oynıyacaktım. Midemde ayni hal devam ediyor.. yabancı bir muhitte ilk temsil heyecanı, aldırmıyorum.. çık - tım oynadım. Halk tam üç defa Leble- biciyi tekrar ettirdi. Sahnede, ilk gö- ründüğüm zaman uzun uzun alkışlan- mıştım. : İstanbuldan çok uzakta da ayni rağ- beti, takdiri görmekten doğan bir he- yecanla oyuna hazırlandım. Temsilin ismi (Çiftçi düğünü) idi, Perde açılmadan evvel midemin a- Bırlığı biraz daha artmış, bulantı faz- lalaşmıştı. (Çiftçi düğünü)nün birinci perdesi temiz bir şekilde oymandı, beğenildi. Perde kapandığı zaman yeleğimden terler dişarı çıkmıştı. Halki memnun etmek için çok çalışmış, yorulmuştum. Diğer taraftan da midem bana dehşetli ızttrab vermişti. Zannediyorum kâ, börek olduğu gibi midemin içinde bağ- daş kurmuş oturuyor. İçeri girer gir- mez: — Midem çok fena! Dedim. Gazoz tavsiye ettiler. O terle iki şişe gazozu birbiri ardına yuvarla« dım. Fakat sen misin yuvarlıyan.. ikin- ci perde Âsim efendi ile açılıyor, son- ra ben geliyordum. Asım efendi sözü- nü bitirdi, sahneye girdim. Fakat ne ba (Devamı 10 uncu sayfada) Son Posta'nın Romanı : 63 ygın bakışın var, - YAK : EWELKİ İSTANBUL ve onunla paşayı, birlikte gelen müs- lteşarı ve sair davet. lilerini — oturtmuş, sazı ahenge başlat v mış, hepsine üstüste rakı sunuyordu. Paşa: — Haniya yos - , malar?. Bizim müs- tesna ev tavukları ? diye sordukça: — Nerede ise ge- lirler. malüm ya? Onlar nazlıdırlar, paşacığım! Zatı dev- letiniz keyfinize baka durun!, Cevabını yordu. Arzusu, kafaların biraz — tütsülenmesi ve komedi - dramın ondan sonra baş * laması idi. Maksadı yavaş yavaş hasıl oluyor - du.. dillere hafif rekâket gelmeğBe baş- lamış, gözler ufalmış, bakışlar süzül - müs, sohbet insicamını kaybetmişti. İçeride de, «necabetli» lerin huzu - runa çıkabilmek cesaretini iktisab için, hanımefendiler de ufaktan ufağa ça - kıstırmakta idiler. Onlar da keyif ol - mus, cilvelenivor, finsirdiyorlardı. Vaziyetin arlık en müsaid ânına gel- diğini hisseden Rânâ, güya bir şey a - lacakmış gibi, öteki odaya girip, ka « dınlara: — Haydisenize! Ne duruyorsunuz? veri - Efendiler hazaratı (!) handi ise dut ke- Kapıyı açıp ta Cafer Paşayı karşısında görür görmez... silecekler. Eğlencenin, zevk ve safa - nın miyanesini kaçırmadan — cünbüşe siz de katılın, bakayım! dedi. Ve hanımları önüne katarak, kapı - nın önüne kadar götürdü, tokmağı çe « virdi, onları içeriye saldı, Peşleri sıra da kendi girdi. : —Â! —Â, â, âl. Â B A Nazırla müsteşar bir yandan, Rafia hanımla arkâdaşı öbür yandan, dona - kalmışlar, put kesilmişlerdi. O hayret nidaları, birbiri arkasından karşılıklı onların abızlarından çıkmıştı. Paşa a - yağa kalkmış, hareminin Üzerine doi Tu yürüyorken, müsteşar da, dudakları (— bi sene sonra alevlenen münakaşa | Abdülâzizin katledildiği iddiaları doğru mudur ? Mabeyinci Fahri Beyin evvelkilere benzemiyen üçüncü şekildeki ifadesi —3 Bundan evvelki kısımların hülâsası İstanbul gazetelerinden biri, Hafız- Meh - med Beyin hatıratını pek farklı surette nak- letmişti. Bu farklar yüzünden, bu tarihi ha- tıralar kıymet ve kuvvetini kaybeylemişti. Ayni zamanda, kanlı ölüm hâdisesinin ye- gâne şahidi olan Mabeynci Fahri Bey, ayrı ayrı ifadeler veriyor ve hâdisenin (intihar) - dan ibaret olduğunu iddia ediyordu. Halbuki bu karışık ifadeler, umumi fikir ve düşünceleri büsbütün karıştırıyordu (Yazı 'devam ediyor) Bu ifade karşısında da şu sualler akla gelebilir: 1 — Sultan Azizin üç defa abdest al - ması, muhitindekilerin nazarı dikkatle - rini celbetmemiş midir?.. 2 — Celbetmemek, mümkün olamaz... |Şu halde, oğlunun bazı hareketlerinden şüphe içinde bulunduğu iddia olunan Va- lide Sultan ile diğer muhitinde bulunan insanlar, bu ahiret hazırlığına karşı der- hal tedbir ittihaz etmek.. hattâ Sultan A- ziz şiddetle muhalefet etse bile, onun et- rafında sımsıkı bir tarassud şebekesi çe- virmek lâzım gelmez miydi?.. 3 — Sultan Aziz, makasla aynayı ala- rak odaya giriyor. Kapıyı da arkasından kilidliyor. Âlâ... Fakat, hiç kimsenin bu- lunmadığı bu odada, (Mıshafı şerifi açtı- ED) nı ve (Kur'ana nazarla fedayı can) ettiğini kim görüyor?.. Fahri Beyin üçüncü setildeki ifa”esi ' Bu kanlı vak'anın en yakın alâkadar - larından olan Damad Mahmud Paşanın henüz intişar etmemiş olan hatıratında |biraz daha tafsilât vardır... Bunu da ay - nen nakledelim: : (Pazar günü sabahleyın, sadrazam Rüştü Paşanın (Bebek) teki yalısına git- tim. Müşarünileyhin nezdinde, (Nemse elçisi. Kont Ziçni) vardı. Bulundukları eT sar Yeezeman geee “- ga zaml ee " .— / a YAZAN ERCÜMEND yaz şemsiyeli!, 5£ — Seni — kaltak! Seni fahişe!, Bura - da ne işin var?, Ey cemaat! Şahid olun! Karım olacak bu fa- cireyi talâkı selâse ile boşadım.. na - mussuz!, Rezil!.. Saz susmuştu. Pa. şanın — refakatinde gelmiş olan misafir- lerle beraber çalgı cılar da bu sahneyi/ için için eğlenerek seyrediyorlardı. Râ- nâ, sıkıştığı takdir - de kolayca kaçabil « mek için, — kapının dibinde, ayakta, ve ciddiyetini zorla mu hafaza ederek, el pençe divan duruyor- Rakı büsbütün başına vuran Cafer paşa iki adım atar atmaz yere yıkıldı. Müsteşar oturduğu iskemleden kımıl - dayamıyordu. Karılar, ellerile yüzleri- ni kapamışlar, köşeye sinmişlerdi. Kemanf Tatyos, şaşkınlıktan, yayı e- Iine alip bir taksime girişecek oldu. Ke. manın İnlltili sesi Cafer paşayı ayılttı. Oradakilerden birinin yardımile ayağa kalktı. Yüzü kireç gibi idi. Nazarları, Rânânınkilerle karşılaştı. O anda, o - nun gözlerinde bir gülüş, sonsuz haz - dan mütevellid bir gülüş sezdi. Daha fazla bakamadı. Keman hâlâ taksim ediyordu. Tat - odaya girmedim. Yandaki odada bekle - dim. Yarım saat sonra, serasker yaverlerin- den kolağası Osman Efendi geldi. Ha « kanı sabık Sultan Âziz hazretlerinin, bir makasla kendisini telef etmiş olduğunu ve serasker Hüseyin Avni Paşanın Orta- köy karakolunda olup, sadrazam Rüştü Paşanın da oraya gelmeleri için habes getirmiş olduğunu söyledi. Bunun üzerine, Kont Ziçni, müşarüni« leyhin (yani, sadrazamın) yanından çı « karak bulunduğum odadan geçti. Mütea- kiben Rüştü Paşa da gelerek birlikte gi- dilmesini teklif ettiyse de, arkalarından gelineceği söylendi. Müşarünileyh kayığa binerek açıldı. Ben dahi, müşarünileyhin ardınca kayı « ğıma binip (Fer'iye karakolhanesi) ne gidildi. Rüştü Paşanın bindiği kayık üç çifte ve benimki iki çifte aolmakla, mahalli mezküra tabil Rüştü Paşa daha evvel var« mıştı, Civarda bulunan vükelâdan daha evvel gelmiş olan Şeyhislâm Hayrullah Efendi ve serasker Hüseyin Avni Paşa ve Namık Paşa ve Veliyeddin Paşa ve Hamdi Paşa ve Damad Etem Paşa ve ma- beyn müşiri Nuri Paşa ve hekim Marka Paşa birlikte oldukları görülmüş.. ve, merhumu müşarünileyhin nâşları dahi |karakolda bir odaya naklolunduğu işitik miştir. Bu aralık Boğaziçinden inen vükelâ vapuru Ortaköy- iskelesine yanaştırıla - rak, erkânı devlet ve memurin, orays_ı gelmiş oldukları halde hakanın ikinel mabeyncisi olup, müşarünileyhin son ne- fesine kadar hizmetinde bulunan Fahri Beyi, sadrazam Rüştü Paşa, huzzarın içi« he celbederek, vak'anın nası! geçtiğini sormuş.. mumaileyh, vak'ayı şöylece take rir etmiştir: : İCuma günü: Topkapı sarayından, Suk tan ÂAziz merhumla birlikte gelinmiş. Be. raber bulunan başmabeynci Mehmed Bey, zabitler tarafından, içeri köyuverik memiş. Fahri Bey, kendisinin de bırakıl. (Devamı 10 uncu sayfada) yos, belli ki işin farkında olmamıştı.. Cafer paşa, âni bir kararla yürüdü. Misafirleri de kendisini takib ettiler, Kapıyı açtı, dışarıya fırladı. Hep bera- ber merdivenleri indiler. Taşlıkta kendilerini karşılayan Be « beruhi, yerle beraber temenna edereki — Safa geldiniz! Gene buyurun in - şallah!. Derken, suratına, nereden geldiğini anlayamadığı kuvvetli bir şamar yedi. Müsteşar, hıncını zavallı kanburdan a“ lıyordu. Onlar defolup gidince, yukarıda, ha- nımlar da Rânâya çatmak istemişlerdk Lâkin Rânâ söz, sitem, tekdir dinleyes cek halde değildi. Sofaya, arka üstü, boylu boyunca uzanmış, katıla katıla, zorlu bir sinir buhranı içinde gülüyor- du.. ; İKİNCİ KISIM -- V -. Mevsim yaz.. günlerden Cuma idi. O yılın müstesna sıcakları İstanbu “ lu, haftalardanberi kasıp kavurduğun- dan, halk, nefes almak, serinlemek vı; bir haftalık kuvvet tazelemek için me«s sire yerlerine ve bilhassa — Boğaziçine dağılmıştı. Sekiz çifte kocaman pazar kayıkları, donanmış alamanalar, ığrıblar, kadın « h erkekli iİnsan dolu olarak, — Boğazın ölgün suları üzerinde — süzüle süzüle, Küçüksuya, Çubukluya, Beykoza, Sütüe, lüceye, Sarıyere ve Yenimahalleye doğ, ru, sabahın erken saatinden itibaren as' kın ediyorlardı. j Beyaz perdeleri, her meltem nefesin: de, birer marti gibi havalanan açık yas li pencerelerinden, bezsin kadın ve ços. cuk başları bu alayı seyrediyor, bazanı bir kayığın baş güvertesinde, — ayakta çiftetelli oynayan bir maskarayı, yahud ki Boğazın aksisada kabiliyetini ölçeni bir zurnanın cırlak nağmelerini kah'kas halarla teşyi ediyorlardı. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: