D L A SAA GK AĞ SON POSTA Sayfa 9 Nedir bu çorap mo- dası salgırı?.. Dün « yanın her köşesin « den, hattâ — elektı Ziyasının henüz gir « mediği bucakların » dan bile ayni terant- Yi Işitiyoruz: «Çorap- lar, ince, daha ince olmalı, bakanlara &. Yakta sanki hiç yoke tuş, âdeta giyilme - Miş hissini vermeli!» Hakikaten bugün Biyilen o incecik tül €bi çoraplar, artık &ski rağbetini kay « betmiş bulunuyor * lar... Kadınlar, şim « di onları ters yüz & derek giyiyorlar, ya- Tan konçları aşağı dü. Yük bir surette ayak- larına geçirmiyecek- leri ne malüm .. Bugünün genç, gü- zel, fıkırdak daktilo- ları, her yerde erke- Üe rakib olan Havva #namızın — torunları, Mevzun, göz alıcı, bar taklarını, onlara hay« Tan gözlerden sak « lyabilmek - fedakâr. liğma — katlanabilir « ler mi?,. Asla... Halbuki — eskiden hiç te böyle değildi. Bacağa zerrece e « _unı_vu verilmez. di. Eski kraliçeler, hanedan — kadımları, kalın taftadan, fani « an yapılma, ve ço- Fabi andıran şalva - Kadın çoraplarının resimle tarihi Tımsı şöyler giyerlerdi. Sonraları şiş ör -| hinde, yeni yeni med ve cezirler oldu.| me şeytanının sözlerine kandılar. Amma, Küsü çoraplar meydana' çıktı. Hikâye meşhurdur: din ayaklarını süsledi, Zaman geldi, yarım konçlu çoraplar, ka. daha — sonraları ln_m]lm kraliçesi Elizabet bu şiş ör -| dantel çoraplar moda oldu. Sporcu zihni- Rüsü çoraplardan o kadar memnun kâl-| yetlerini dalma muhafaza eden Avrupa Mıştı ki, nedimesi çorap örmeğe yetişemi- | kadınları, İskoç deseni, şimdi gözümüze Yor, netice itibarile de kendisine sevgisini | çirkin rünen çoraplarla dünyanın en #öylemek istiyen âşığının sözlerini din - şik varlıkları olduklarını tddia ottiler. iye vakit bulamıyordu. Ne yapacağı- Lâkin 20 inci asrın başlangıcı büyük Bi şaşıran âşık, dâhiyane bir buluşla, ço- | bir inkılâb yarattı. İpek çoraplar mey - Tap makinesini icad etti de, sevgilisini bu | dana çıktı. İlk önceleri, şık bayanlar | gene de daha şık görünsünler diye ço- rapların yüz taraflarına dantelden sül- ler eklediler. Bir ara çorap tarihinde irlica baş gös- terdi. Eski, çizgilileri moda oldu. Amma bu da çok sürmedi. . Bugün ise dünün çorapları bir daha hortlıyamaz. Fakat yavaş yavaş o şeffaf, ipince çorapların da yerlerinde yeller e- secek, Zira tabir caizse, onlar da buhar Zahmetten kurtardı, ve emeline de nail| ipek çorapları bir bid'at diye saydılar. U-| gibi uçuyor, eriyorlar, 'ak onunla evlendi. zun müddet giymeğe cesaret edemedi - Öyle sanıyoruz ki, asrımız çorapsızlar Çorap makineleri çıkınca çorap tari - |ler. Fakat, kadın kaprisi denllen süslen- | asrı haline gelecek. (| Romanyada inanılmıyacak bir vak'a —| Vahşi hayvanlar arasında onlar gibi büyüyen kız Köylüler kendisini ormanda yakalayıp şehre getirdiler, tedavi edi'di, konuşmayı yeniden öğrettiler, evlendrdiler, fakat bütün bunlar günün birinde kızın tekrar ormanlara kaçmasına mani olmadı anıııyıdı cereyan eden ve Rumen Rüzelelerinde büyük yer verilen hariku- bir vak'a her tarafta derin bir alâ- ka Uyandırmıştır: Vak'a Transilvanya dağlarında — cere- etmiştir. Bundan üç sene evvel or - lan odun tedarikinden avdet etmek- Olan köylüler çalılıklar arasında ga - 'kil bir insana rastgelmişlerdir. Bu Tahlük köylüleri görünce hemen dağlara iştır. Köylüler kendisini yakalamak İçin Uğraşmağa başlamışlar ve nihayet rına muvaffak olmuşlardır. Ğjmıu bu avlarını Susag şehrine ge- şlerdir. Susag zabıtası tedkikata ko- UŞ, bunun on sene evvel esrarengiz Sürefte babasının evinden tagayyüb ©0 Joana Mandria olduğu tesbit edil - ö İr. Kız tamamile konuşmağı unut - t '““'dukundııı sorulan suallere komur- € cevab vermiş, homurtu. arasında ki kurd Bibi sesler çıkarmıştır. Bu su- '"”i:mn bu on seneyi ormanlarda hay- arasında geçirdiği tahakkuk etmiş * Kız tahtı müşahedeye alınmış, dok - Bir *di torlar çalışmışlar, nihayet kız gene ko - nDuşmağa, yazıp okumağa, hayatın zevkini almağa başlamıştır. Bundan pek az bir müddet evve! Joan Petroviçi adında bir delikanlı ile ev - lenmiş, tam manaşile mükemmel bir ev kadını olmuştur. Fakat yeni kurulan bu mes'ud yuvanın ömrü kısa sürmüştür. Bundan bir ay evvel delikanlı genç ka - risile birlikte ormanlarda gezmeğe çık - anış, epey dolaşmışlar, istirahat etmek üzere bir yere oturmuşlardır. Birdenbire civar çalılıklardan birinden bir kurd se- İhracatçılar piyasadan halı satın almıya başladılar Almanya bu yıl geçen yıllardan çok fazla Türk halısı almağa karar vermiş ve bu hususta şehrimizdeki halı ihra - catçılarile temaslara başlamıştır. İh - racatçılarımız piyasadan Almanya içi: mühim miktarda halı satın almaktadır- lar. Diğer taraftan Rumen firmaları da son zamanlarda halılarımıza fazla rağ- bet göstermektedirler. Ramanyaya da mühim miktarda halı ihracatı yapıla- tağı tahmin olunmaktadır. si duyulmuş, bu sesi duyan genç kadın bir şaşkınlık devresi geçirmiş, ayağa kalk mış, tuhaf tuhaf etrafına bakınmış, ko- cası da ayağa kalkarak karısının koluna girmiştir. Fakat kurdun sesi bir daha du- yulunca genç kadın kocasının kolundan &ilkinerek büyük bir hızla ormanın içine kaçmıştır. Delikanlı kendisini yakalama- Ka muvaffak olamamış, hemen Susaga âvdet etmiş ve vak'ayı zabıtaya anlat » mıştır. Köylüler ormanlarda taramalar yapmışlarsa da şimdiye kadar hiç bir ize tesadüf edememişlerdir. Ticaret ve zahire borsasında dünkü satışlar Dün Ticaret ve Zahire Borsasında tiftik ve yapak satışları hayli hararet- lt olmuştur. Kilosu 135 - 137 kuruştan 137 balya tiftik, kilosu 50,5 kuruştan 347 balya yapak, kilosu 50,5 kuruştan 9 balya keçi kılı satılmıştır. Son kavgalı edebiyat vak'ayı nasıl Pazar günkü sayımızda Beyoğlunun imatut bi lakantasında iki maruf edib a- rasında sunturlu bir kavga cereyan etti- ğini yazmıştık. Buna da sebeb: Bermutad edebi bir münakaşadır. Ahmed Mithat E- fendinir kalın şemsiyesinin Said Beyin kafasında ikiye ayrıldığı gündenberi biz- de edebi münakaşaların kalemden sopa - ya, sayfadan silleye intikal etmesi bir nevi an'ane olmuştur. Bunun için İzmail Habib ile Ahmed Hamdi bizdeki edebiyat münakaşalarına son senelerin tipik bir nümunesini vermekten başka bir şey yap- mamışlardır. Lâkin edebiyat âlemimiz - deki malüm hareketsizlik bu hiç te şa - şılacak bir hâdise olmıyan kavgayı gü - nün meselesi haline getirmiştir. Hâdise nasıl oldu? İsmail Habibin bir arkadaşımıza anla » tışına bakılırsa kavgaya Ahmed Hamdi sebebiyet vermiştir. Bir masada Ahmed Hamdi, heykeltraş Zühdü ve refikası, diğer bir masada İs - mail Habib, saylav Damar, doktor Rus - çuklu Hakkı oturmaktadırlar, İki muharrir de masadan masaya yek - diğerlerine seslenmekte ve lâtife etmek- tedirler. Bir aralık Ahmed Hamdi, İs - mail Habibe «Edebi Yeniliğ'miz» isimli e- serine niçin kendisini almadığını sor - muştur. Bunun üzerine İsmail Habib şu cevabı vermiştir: — Bin eser üzerinde konuşur bir âda- mım! Kitaba geçecek eserin olsaydı sen- den bahsederdim elbet!. Bu cevab İsmail Habibin ifadesine göre Ahmed Hamdiyi kızdırmış. Ve bazı ağır sözler sarfetmesine sebeb olmuştur. Söz silleye müncer olmuş, ikı edib bir- birlerine girmişler, bir kaç masanır mec- ruh, bir kaç bardakla tabağın maktul düş- mesile neticelenmiş, bir ekzersiz. sonun- da arkadaşlarının müdahalesile yatıştırı- söner görünen münakaşa ve kavga, İs mail Habibin yerinden kalkarak Ahmed Hamdinin masasına doğru kalkışını Ahmed Hamdinin yanında bu « lunan heykeltraş Zühdü ile refikasından özür dilemek maksadına matuf olduğunu söylüyor. Fakat Ahmed Hamdi bunu hiç Ha kavgayı tazelemek istediğine hükmeserek üzerine atılmış, bu sırada İs- mall Habibin iddiasına göre ayağının al- tında bulunan üzüm mü, domates mi ne olduğu bilinmiyen bir nesne ayağının kaymasına sebeb olmuş, derhal araya gir- mişler, böylece ikinci defa kavgayı inki- taa uğratmışlardır. İsmail Habib ne diyor? Müuallim ve muharrir İsmsil Habib hâ- dise hakkında gazetelere vaki olan tahriri beyanatında şöyle demektedir: «Cuma akşamı evime eski dostum Ada- DA meb'usu Damar geldi. Misafirimi lo- kantaya götürdüm. Oradan da sinemaya gidecektik, Girince Jokantanın sağ tara- fındak! masada heykeltraş Zühdü ve re- fikasile oturan Ahmed Hamdi beni bütün bir neş'e ve şeltamet içinde masalarına da- vet etli. Misafirim olduğu için bunu ka- bule imkân yoktu. Biz lokantanın sonun - de dalma oturduğumuz birinci masaya geçtik, Arkadaşım doktor Rusçuklu Hak- kı da orada idi. Ahmed Hamdi ile arka - daşları «Siz bize gelmediniz, biz size ge. lelim!» dediler. Masalarını bizden sonra- ki ikinci masaya naklettiler. Masadan ma- saya konuşup — şakalaşıyorduk. Farla neş'enin bazan netameliliği olur, Lâf ara- sında kitab meselesi geçmeğe başladı. Bu mesele -zaten Kuzguncuktaki ziyafette da Açılmıştı. Ahmed Hamdi yazılarını bir ki- tab halinde toplamadı. Hepsi gazete ve mecmualarda kaldı. Ben kendisine bir cild sahibi olmasını söyledim. Hattâ bu - nu edebiyat tarihinden ziyade bir sene- dir hazırlamakta olduğum Avrupaya ve bize sid büyük eser için söylemiştim. «Fakat lokanta gecesi bu kitabdan ziya- |de «Edebi Yeniliğimiz» e lâf açmıştı. Tabii şaka ya) de: «Kitab sahibi ol koyayım:» diyor - dum. Masadan masaya konuşulduğu için uşlardır. — Böyl layak : porlarina. oturtulböuşlürdir. . Biy * İyamımdaki doktor ve meb'us arkadaşla « ilerlemes!le | yeniden alev almıştır. İsmail Habib bu| te böyle tefsir etmemiş olacak ki, İsmail | münakaşasının hikâyesi 'Edib Ismail Habib ve Ahmed Hamdi anlatıyorlar? (E İsmatl Habib rime girdiğini söyledi. Ben de bunun se bebini anlattım. Arkasından hiç münase- beti yot” — hilmem kimin benden «Sü - peryör» -—uğunu söyledi. Ben de «0 benden Süperyörse senden nedir anla ar« tık: yollu bir şey söyledim. Biz lokanta« ya yeni gelmiştik. Onlar epeyce zaman. dır oturuyor olacaklar, Anlaşılan âsabı da bozulmuş bulunacak, Ahmed Hamdi uzun müddet sanatoryomda kalan bir has- tadır. Hastalığına hep acıyorduk. Hattâ bir ay evvel gen Zühdü ve refikasile lo « kantanın bir masasında otururken bir « bir ay evvel gene Zühdü ve refikasile lo- kanta halkının ödü kopmuştu. İşte o has« talığın verdiği sinir zâfı olacak, bu kadar neş'eyle şakalaşıp durduğumuz halde bire denbire beni tahkir edecek bir şey söyle- di. Dedim ya! Masadan masaya konüşü. luyor. Ben de <eğer beni tahkir ediyor -« san...» diye şarta bağlı bir şey söyledim. Vay tarziye vermeli imiş. Yoksa gelip iki tokat atarmış! Gel dedim, kalktı, bizim masaya geldi, rım şahiddir. Bir santim bile yerimden ki- ınıldamadım; yalnız dimdik gözlerimi göz lerine dikmişlim. Ayakta mıhlana kaldı Ne söz, n& hareket; bir iki dakika durdu, durtu, dönüp masasına gitti. biz zaten yemeğimizi bitirmiştik, be- nim gibi iki arkadaşımın da canı sıkıl « mıştı. Gidelim dediler. Kalktık Paltola« rımızı giydik. Giderken birden kendimi topladım, anların masalarında muhterem bir kadın vardı, hem ona itizar edeyim, hem de o nâhoş havayı düzeltip de öyle çıkayım dedim: Benim sözüm onun tah- kir şartına bağlıydı. O şart yoksa benim sözüm de yoktu. İşte bunu anlatmak ve işi düzeltmek için masalarına gittim, Fa: kat, besbelli benim bu gelişimi kendi » sine fiili mukabelede bulunacağımı sas nan Ahmed Hamdi Tanpınar canhavlile |beni göğsümden itti. Ben o itizar sözleri. ni söylemek için eğilmiş vaziyette, ve ikinci masayla üçüncünün arasındaydım, Allahtan, lokanta bu ya, yere bir üzüm mü, bir damates parçası mi düşmüş, ne, ayağım kaydı... 'Talihimin bu lütfü kadar hiç bir şeye şükredemem; eh, öfke baldan tatlı, ya a yağım sürçmeseydi de onun bu fiili te « cavüzüne karşı ben de elimi kaldıraydım, ımaazallah, maazallah; bir tokat, bir silleş bin kere maazallah. Onun fizyolojik hali- ne göre o arkadaşla galibane bir kavga yapmak için, ne sporcu, ne pohlivyan, ne öyle çok kuvvetli olmağa ihtiyaç yok - tur. Fakat onun ne-olduğunu bilen bir kimse dünyanın en kuvvetli adamı da öle sa ona el kaldıramaz. O arkadaş dövülme- ğe karşı en sağlam bir sigortayla mücehe hezdir. Gel de şu şanssızlığa şaşma. Bütün ha- yatımda hiç kimseyle kavga etmedim. Çünkü ne şerefe tecavüz ederim, ne et- |tiririm, ilk defa karşıma, hem de hiç den- gim olmıyan bir şahıs çıkıyor. Fakat ona el kaldıramıyarsun! İşte meselenin bütün aslı faslı bundan ibaret. Ben bu incir çekirdeği doldurmaz işin kendisinden ziyade onun dallanıp budaklanarak, gazetelere aksetmesine sı- kıldım. Hem Allah aşkına, benim pehli - vanlığım da nereden çıkarılmış? Fikir a melesi olmak istiyen'bizler için öyünüle- Bundan başka 4,25 - 5,5 kuruş ara-|lâfların hepsi iyi anlaşılamıyordu. Am -|cek başka bir şey kalmadı mı? sında 420 ton da buğday satılmıştır. ma; bilmem kimin de kitabı yökken ese- (Devamı 10 ncu sayfadat