” tutuyorlar... Marciananın pembe dam- Gamlanan gözlerini ona kaldırdiğı zaman birden şaşaladı. Marinin güzel yüzünde bir sevinç ve sükünet bulmuş gibi rahat, hattâ nerede ise neş'eli de- nebilecek bir ifade belirmişti. Çünkü tam o anda, Napolyonun yav- , ilk defa okurak, karnında oyna- ış, kımıldanmıştı. «ELBE» ADASI, (1815) Ruha haşmet telkin eden bir yer bu- rası, Dağın tepesinde eski bir — Jüpi- ter (!) mâbedinin harabesi var. Uçsuz bucaksız bir denizle, gözün alabildiğine ufku seyreden tam bir kartal yuvası. Bütün ada, çağlıyanları, ormanları, *yer yer bağları, yolları, limanları ve bir yandaki çorak yüzlü toprağile, ka- bartma bir resme benziyor... İmparator; Bak hava aydınlık ta, tâ ö- telerden İtalya gözüküyor... dedi. m gözlerini gün doğusuna çevir- di. Gökyüzünün maviliğini bir nokta- da oldukça vuzuhla kesen gümüşi bir Çzgi var, Toskana işte orada, Daha ar- da Arno vadisi, Floransa olacak. itün bu topraklar, ne yakın gibi üküyor! Oralara varılması göze ne geliyor! Amma İtalya bu... Fransa, çok daha uzaklarda kalıyor. Mari ile Napolyon, ikisi de at üstün- Me, adanın zirvesi Monte - Giove'den inzivagâha giden dar geçidin yolunu ları, portakal ağaçları arasından seçi- liyor... İmparator neş'eli. Sevgili Marisi, bir e evvel, gizlice adaya ulaşmanın yolünu buluncaya kadar geçen gün- lerde yüzü hep çatkın kalmış olan Na- polyon, sanki birden, gene söylemek, hareket etmek, bir şeyler yapmak ih- tiyacı içinde. Uyanır uyanmaz, Mariye hemen gi- yinmesini sövlemiş ve mis kokulu' da- Ba cıkıp tâ tepeden ona (adasını) gös- termek istemisti. Mari, ilk karşılaşmalarında, Napol - yonun fazla teheyyüce uğrıyacağını ona kimmhilir neler söyliyeceğini ummuştu. Halbuki böyle olmadı. Oğlu Alek - sandr'ın yüzüne sevinçle baktı, çocuğu da, anneyi de öptü ve yeryüzüne yeni Sarlman (2) gibi inmiş olan bir in- , böyle kuvvetsiz, kudretsiz bir an prensi mevkiine atan, «impa - rator> ünvanından başka elinden nesi| var nesi yoksa çekip âlan, ve bütün dünvayı altüst etmiş © müdhiş hâilenin (3) kurbanı sanki kendisi — değilmiş, () Roma esatir tarihinde Saturne ile Rh- Banın ol'u, yer ve gökyüzü NAhı diye tanılır. işık, semari hüdisat ve ziraat tlmsall adde- dilirdi (Charlemagne) malüm aldu- , orta çağ tarihinin en seçkin bir şahsiyetidir. Romanın — inkırazından sonra Avrupada İlk büyük imparatorluğu kuran adamdır. Fransısların hükümdarlık tarihin- de Birinci Şari diye de anılır. Şari Martet'in torunlarındandır. Babası 2 nef Pepindir. 142 de doğmüş, 814 de ölmüstür. Tam 16 yıl gevketlü bir İmparator haysiyetile Avrupa - da nüfuz yürütmüştür. Şarlman, yarısını bizzat idare etmek şartile altmış muharebe yapmış ve büyük zaferler kazanmıstır. Lor- bardivanın da Prank hükimlyeti altına gir- mesinden gonra İtalyayı ele geçirip, orada yeni bir krallık kurmuş ve Idaresini oğulla- rından — birine vermiştir. Şarlman'ın putpe- rest Saksonlara açtığı harb 30 sene sürmüş- tür. Hülâsa Islâvlarln, Avarları da yendikten Bönra, Papa ücüncü «Leonsun ÜÖnünde, göküp başına altın tac giydirdiği ve Avgustas, fân ettiği «Mukaddes İmparator» diye anı- yüksek tanıdığı slma- Okuyucularımın, muhakkak ki çoğu- pek iyi bildiki , son faslımız- be adas ürünceye kadar, Napol- r ne kadar Mari Va - Jevika romanı çerçevesine alınmamışsa da- kaydetmeden gecem ğimte, Bon — derece, mübim, ve bu büyük Insanın yıkılıp devril - gies mül olmuş acı bazı hâdiseler geç - Mişti. Kısaca hülâsasımı yapmağı — muvafık Bulüyor, ve bir kaç dakika için karilerimi Tercüme eden: Mebrure Sami Tahtsız ve tacsız imparator Mari Valevska Napolyonun oğlunu doğurduktan sonra sanki hiç böyle musibetler vuku bul -| ratorunun kolları arasında, buradâ öl- mamış gibi gurib, kayıdsız bir sesle bin | dü.) türlü şeylerden bahsetti. Hakikt dostluğun, daima kadrini bil- İşte şimdi de, mabeyn müşürü Bert-| miş olan Napolyon sade bu kadarla da rand, biraz uzaklarından, at üstünde onları saygı ile takib ediyor. 1813 de Wurtzende, Reichenbach'a karşı yapılan bir çarpışmanın sonunda düşman güllesi ile vurulup hükümda- rın kolları arasında ölen Düronun ye - rinde artık bu zat bulunuyor. (Napolyon bu sadık dostun yaralandı- ğını haber alınca çok müteessir - olmuş, hemen, yanına koşmuştu. — Kolenkur (Caulaincourt) hatıratında hâdiseyi söy- le anlatır: «Çok can acım çoken, iztirab içinde kıvranan yaralı, imparatora lerini dikmiş ve: Allah aşkma. biraz af yon!» diye yalvarıyordu. Napolyon, Dü- royu birkaç kere kucakladı. sonre da e- Tni tuttu, avucunda sıktı şıktı... Kolumu yakalamış sendeliye sendeliye dışarıva çıkarken: «Ne feci yarabbi! Ne feci! Vah benim zavallı, aziz Düro'm! Ne büyük kayıp bu benim için!» diyor. Bir yandan da gözlerinden akan yaşlar ceketinin ö- nüne damlıyordu. Sessizce ordugâha dön- dük. İmparator Mackersdorf'daki bu top- yak parçasını satım aldırdı, oraya bir âbi- şu ibarenin konmasını emretti: (İmpara- ral Düro dük dö Frioul, bir düşman gül- lesi ile yaralanarak arkadaşı olan impa-” Mari Valevakanın aşk romanından ayırdı - Bim için özür dileyorum. Malfım olduğu üzere, Napolyon 1810 yılı başlarında Marle Lülz'le evlendi ve 20 mart)| 1811 de, ondan doğan oğlunu da Roma krah diye ilün ettli. Bu işleri yaparken, Rusya ile tekrar bozusmuş ve Almanya üzerinden Moskovayı hedef tutarak yürümeğe koyul- u. Bu harb, Ruzların bir çok mağlübi- e uğramalarını, hattâ — Moskov: zaptedilmesini intac etmekle beraber Nu - polyon için bir felâket oldu. Sotuk, Fransız mskerlerini düşmandan fazla hırpalamıştı; ve o büyük ordu kar fırtınaları, açlık elinde kırıla kırıla küçük bir fırka halini almıştı. Rusların yeniden, dört yandan mukabil ta- Arruza geçmeleri ve Prusyalıların da düş - man vaziveti almaları Üzerine galib Napol- yon, mağlüb bir kumandan gibi — çekildi, Pransaya döndü. Bu dönüş, o kadar güvenerek andığı parlak yıldızının bir"sönüş başlangıcı oldu. (1812) Arkadan Rusya, İngiltere ve İsveçle birleş- ti, Prusya dan bunlara katıldı, FPransa üzerine büyük kuvretler gönderilmeğe başlandı. Napolyon, Moskova dönüşünden beri artık ona İnanmıyan, imanı kırılmış bir ordunun başında, yeniden müttefik kuvvetleri karşt- ladı. Lutson ve Bavtzende raferler kazan - dıktan sonra 18 teşrinlevvel 1813 ed Leip - ziz de tekrar felükete uğradı ve Napoli kralı bulunan kayınbiraderi Müra gibi bir yakınm da alçakça hiyanetine kurban gitti. Bu ada- min, sırf kendi tahtini, kralbıiğini kurtarmak kaygılle 22-23 gteşrinlervel gecesi düşman generallerinden Avusturyalı Kont De Mierle yaptığı gizli bir konuşmayı müteakib, Napol- yonü yüsüstü bırakıp gidivermesi ve Fransız ordusundaki Saksonların da öbür ta tihâk etmeleri üzerine, ric'ata mocbur dı. Bir yandan müttefikler Fransaya doğru Herliyorlardı. Napolyon son bir müdafaa te- kalmamış, generalinin dul karısma ve kızına yıllık varidatı 200 bin frangı bu- lan Frioul dükdüğmı WVırakmış, hattâ Saint-Hdleine adazında yazdığı son va- siyetnamesinde bile bu vefalı eski silâh arkadaşının ailesine mühimce bir pay a- yırmağı unutmamaştı.) Uzletgâhın kapısında, kestane a - ğaçları arasında kaybolmuş gibi daran bu külübe azmanı küçük şeyin önün - de, Mari hep o eski tüy gibi hafifliği ile, Napolyon da ağırlaşmış, hamlaş - mış bir halle eğerden atladılar, Ata binmek artık onu yoruyor, epey- ce şişmanlamış, göbeği, üniformasının beyaz kazmir yeleğini geriyor. Yüzü daha sarı, âdeta balmumu gibi bir renk almış. Saçları seyrekleşmiş, amma de- rin gözlerinin bakışlarına yumuşaklık, tatlılık veren o eşsiz gülümseyişi hiç değişmemiş. Maride-de çok başkalık - lar var, Artık 26 yaşında, 1808 yılında, Toze finin endişe dolu gözlerle süzdüğü şi- mal perisi değil o, Kırılacakmış, zede- |de dikilmesini üzerine de elile yazdığı | lenecekmiş gibi bir his veren o eski in- celiği gitmiş... Yanakları dolmuş, çiçek İtor Napolyonun mabeyn müşürü Gere-|tenli yüzü, menekşe gözleri başka bir ciddiyet, mânalı bir olgunluk hali al - mıs. (Arkası var) şebbüsünde bulundu. Fakat gösterflen - ve el'an Pransızların iftiharla andıkları - bütün gayrete Tağmen 50000 askerlik bir ordu ile 300.000 den fazin düşman kuvvetleri karsı- Bında, tam İki ay Paris yollarını müdafaa ettikten sonra ve kazandığı mucize nevinden zaferlerle İtalya seferi günlerini bir kere daha hatırlattıktan sonra nihavet dayanamadı, yenildi ve 30 mart günü düşman Parise girdi. Napolyon Fontenbin garayına — çekilmişti. Orada da gençlik arkadası mareşal Müar- montla en yakın dostlarının hiyanetine u- rıyarak, kendi elile yükselmiş, gün görmüş bu bir sürü inaanın Adeta çaladurdukları baltalarln, ulu bir ağaç gibi kökünden ke- silto devrildi. Karşısına dikilip: — Haydi bakalım, artık bu işi bitirmek )â- zım... Yazın vasiyetnamenizi... ordunun itimadı kalmadı size... diyen, mareşal Ney'in önünde, silâh arkadaşlarının hodgümlığı, nankörlüğü e büsbütün yenilen bu çılgın ruhlu, ele avnca sığmaz İnsan, kendi yüzün- den memlekette bir de dahil! harb çıkmasın diye, senatoya istifanamesini yazdı, Pransa imparatorluğu, İtalya krallıfı haklarından feragat etti. (1819) — £ O gece dehşetli bir ümldslizlik ve ıztırıb nöbeti içinde tâ 1808 denberi (düşman eline esir düşerse sağ kalmamak için) boynunda taşıdığı, muskada saklı şiddetli bir aehiri içti fakat sancıya dayanamayıp inlemeğe başla- yınca, gece yarısı bu sesi duyan Konstan odasına koştu. Bir yandan kıvranıyor, bir yandan da: « — Son darbey! de o kadar gev- diklerim Indirdi bana ha...» diye İnliyı Acele çağırılan doktor Yran İmparatora zorla bir panzehir içirdi ve Glümün elinden böylelikle kurtarılan Napolyon, işkencesi daha uzun sürecek bir ölüme — atılırcasına, müttefik devletlerin kararile Elbe adazında ikamete mecbur edllerek. sürgün cibi yola çıkarıldı. — M. 8. citeşrin 2 Hitlerizmin esaslarını ortaya atan kimdir? (Baş tarafı 7 inci sayfada) lıkla ileri sürdüğü nazariyelerini ted - kik etmek gerektir. * Her Hitler eski Prusia — siyasetini tekrardan başka — bir şey yapmıyor. (1913 mart) tarihli şu gizli resmi ra - porda en koyu bir Hitlerizm buluyo - rüz: «Yeni askeri kanunumuz Alman as- keri terbiyesinin tevsiinden başka bir şey değildir. Babalarımız 1813 de da - ha büyük fedakârlıklar yapmışlardı. E- limize verilen kılıcı kendimizi koru - mak, düşmanlarımızı yere sermek için bilemek borcumuzdur. Halkın zihnine, silâhlanma siyasetimizin Fransız silâh- lanmasına bir cevab olduğu fikri yer - leştirilmelidir. Her şey öyle idare edil- melidir ki harbin patlayışı, siyasi ger- ginliğin, silâhlanma kudretinin, tüzlü fedakârlığ iri altında, halka 1870 deki gibi arkasından sulh ve refah ge- tirecek bir kurtuluş müjdesi şeklinde görünmelidir.» Bunun gibi 1914 de Alman İmpara- torunun söylediklerini de unutmama- hyız: «Kim olduğunuzu hatırlayınız. Ben Alman imparatoru sıfatile «Mukaddes ruhus temsil ediyorum. Allahın vası - tası, kılıcı, mümessiliyim. Arzuma kar şı geleceklerin vay haline! Kahrolsun Cermen düşmanları! — Allah hepsinin mahvını istiyor. Arzusunu yerine ge « tirmenizi benim vasıtamla emrediyor.» Yıllar evvel, daha 1900 de Çine sev- kedilen kuvvetlere de Alman impara- toru ları söylemişti: «Bin sene evvel Attilânın idaresin- deki Hün'lerin şiddetleri nasıl dünyayı tuttüysa Cermen adı da Çine tıpkı öy- le yayılmalıdır. Tâ ki bundan sonra hi bir Çinli hir Cermene yan bakamasın.» Ne olmak istiyorlardı, ! Edehi bir mesele Bizim ne oldular ? (Baş tarafı 9 uncu sayfada) gözümde büyütür, doktorluğu en şerefli meslek, en paralı iş diye her şeye tercih ederdim. Bu hevesle Tokadda ilk mektebi bitir- dim. Riyaziye muallimimiz olan bir Zeki Bey vardı, Bana ve yanımda bulunan di- ger iki arkadaşıma, ne olmak istediğimi- zi sordu. Ben: — Daktor, cevabını verdim. Onlar da: — Erkânıharb zabiti ve vali, dediler! Bu vak'a, insan iradesinin hayat! ne- ticeler üzerinde ne kadar müessir oldu- ğuna dair güzel bir misaldir. Hakikaten, ben doktor oldum. İki arkadaşım da de- diklerini yaptılar: Vali ve erkânıharb Yabiti oldular! — Kimlerdi bu arkadaşlarınız? — Biri Bay Vehbidir ki binbaşı idi. Diğeri de, eski posta, telgraf umum mü- dürü, Kütahya valisi Nazif. Bu muvaffakiyelimiz, bana, 0 zaman yalnız emelimizi sormakla kalmıyan; ay- ni zamanda teşvik edici sözler söyliyen hocamız Bay Zekinin güler yüzünü ha- tırlatır. İşte, bu hevesle İstanbul- Sultanisine girdim, orayı bitirince de Tıbbiyeye... — Peki, ihtisasınızı neden bevliyede yaptınız?Bu tercih dahi iradi mi, yoksa bir tesadüf eseri mi? — Bevliye şubesinin, o zamanlar, bi- zim memlekette yeni teessüs ettiğini gör- düm, Hem bevliye hekimi azdı, hem de inkişaf sahası genişti. Bu sebeble, bevliyeyi diğer — şubelere tercih ettim. Avrupaya gittim, çalıştım. Bu suretle emelime kavuştum. Sabih Alaçam Sinema: Amerika halkının tapındığı tahtadan rdam (Baştarafı 7 nci sayfado) hemen san'atkârları çağırtmış ve onlar- la bir mukavelename yapmıştır. | 17 kânunuevvel 1938 tarihinde müdür | Rudy Vallee radyonun mikrofonu önüne geçmiş ve onları halka hararetle takdim etmiş. İki arkadaş ta bundan sonra emsalsiz bir muvaflakiyet kazanmışlar, Bu san'atkârların bu muvaffakiyetini haber alan Hollywoodu bir telâştır. kap- lamış, vaktile kendileri jle istihza eden film kumpanyası müdürü bu sefer onla- rın peşine düşmüş. Nihayet onlara haftada 12.000 — dolar teklif etmişler, İki arkadaş film kumpan- yaları ile bağlanmaları radyo şirketi ile olan anlaşmaları üzerine hiçbir tesiri ol- maması şartile bu teklifi kabul etmişler. | Şimdi her iki taraf ile mukaveleler vat.| dır... Emsalaz muvaffakyetleri devam edip gitmektedir. 0.T. Bir romorkör bir motöre çarptı Liman İdaresine atd 13 numaralı romor- kör Ne Şile ilmanına kayıdlı ve Hasan kap- tann idaresindeki Erol motörü arasında Galata yolcu salonu açıklarında bir çarpış- ma almuştur. Müsedeme netlcesinde motö- rün ön kısmı hasara uğramış, romörkörün de direği kırılmıştır. Nüfusça zayiat olma- mıştır. Klâsiklerimiz var mı? (Baştarafı 8 inci sayfadı) lerle temastan sonra Osmanlı musiki « sinin seyri değişmiştir. Bilhassa kilise müsikisine doğru sürüklenmiştir. Fa - kat sonra o da bir çok istihaleler ge - irmiş, tabildir ki gittikçe dahâ zevkli, daha âhenkli bir şekil almıştır. Mese- lâ Itri'nin besteleri çok klâsik olmak - la beraber bugün derin bir zevkle din- lenmektedir. Sonra (Dede Efendi) gel miştir. Musikiye harika addedilebile - cek bir yenilik getirmiştir. İhtimal ki valsin ne olduğunu bilmediği halde mezürü üzerinde enfes şarkılar bes - telemiştir. Bugün bunları — dinleyen Avrupalılar hayretten kendilerini a - lamıyorlar ve bir Türkün garb texniği ile ortaya bü kadar yüksek eser koy - masını takdirle karşılıyorlar, Resim de büyledir. Vâkıâ bizde min: yatürcülerden başka çok yüksek res - sam yetişmemiştir. Böyle olmakla be raber Topkapı sarayında yüz el- li, iki yüz sene evvel yapılmış resim - Jere tesadüf ediyoruz. Bunlar iptidat bir haldedir. Fakat tekniklerine dikkat edilirse klâsik görüşler, klâsik tasvir- ler, klâsik zihniyetler vardır. Mimari - miz de aynen böyle... Topkapı sarayı- nı gezerseniz orada muhtelif devirler- de yapılmış olan odaların — içinde eski Türk nakkaşlarının yaptığı — tabloları görürsürüz ki bunlar da klâsik birer eserdir. Gene edebiyatımıza dönelim. Yakın çağlara gelinceye kadarki ede - biyatımızda pek âlâ klâsikler — vardır. Hem bunlar bir iki tane değil, bir hayli çoktur. Nusret Safa Coşkun Bir doktorun günlük notlarından Gene inkibaz Mesetesi Bütün tbbi ve sıfihi tavsiyelere rağ- met bir çoklarımızda barsak alaleti ve yahud karaciğer nâtamamiyeti sebebile inkıbaz derdinin mevcud - olduğunu ve devam ettiğini itiraf etmek lâzımdır. Halbuki bu mesele her yaşta ve her ne şekilde olursa olsun mutinka izalesi lâmm gelen çok esaslı bir — derddir. Ve muhakkak ki ciddi ve devamlı tedbirler- le bu İnkıbazdan kurlulmak mümkün - dür. Sabahları çay kahve yerine limonata içmek, mevsim Jcabına göre kayun ye - mek, portakalları, elma — veyahud diğer meyvaları aç karnına yemeklen kork - mayınız. Aç karnina pek âlü meyva ye- nilebllir. Yalmz iylce — yıkanmış olmak şarttır. Meyvaları iyice yıkadıktan s0n- ra sabahleyin kahvaltıda bol bal yemek çok faydalıdır. Çünkü bir taraftan kara- ciğeri ve safra ifrazını teshil eder ve diğer tarâftan da havi olduğu sellülor faz lalığı dolayişile barsaklarımıznı harekete getirir. İnkıbazdan mutlaka kurtulmak V4 « zımdır. Bizi vaktinden evvel Ihtiyarlatan muhakkak Ki kalın barsaklarımızdır. İd- rar ve mevâddı galtanın terakümüi bati bir sehirlenimeyea sebebiyet verir. Cevab isteyon — okuyucularımızın — posta dirde blekleri mukabelesiz kalabilir.