. POo eşı “Son Posta,, nın Hikâyesi | ŞK BU — Gel bakalım Don Jan! — Hayır, bana artık böyle söyleme... — Niçin? — Çünkü birisini — O halde Remeo diyelim! " — Evet amma, sonumun öyle olmasını da istemem. — Her ne ise, anlat bakalım, kimi se- wiyorsun? Elini arka cebine attı, tabakasını çıkar. dı, açtı ve bana uzattı. — İçmediğimi biliyorsun! — Hatırım için... Derin bir nefes çekti ve söze başladı: — Şaka söylemiyorum. Onu gerçekten #eviyorum, azizim! Dün sabah anladım. Bizim sevgililere birer bayram — tebriki » Postahaneye gittim. Onları verecektim. Kutuya yaklaştım, fakat bir Ştürlü mektubları atamadım. Gözlerim.n önüne o geldi. — O kim? — İnel... Ben böyle diyorum ona... A- Bil adımı öğrenemedim. Öğrenmek te is- femiyorum. Çünkü bundan daha uygun bir isim olamaz. Belki gerçekten «İnci>- ** dir; fakat ya değilse? Sigarasından uzun bir nefes daha çek- *Hi ve devam etti: — Gözlerimin önünde hep (İnci) nin Hayali vardı. O mektubları göndermenin kendisine karşı ihanet olduğunu yüzüme “Vurür gibiydi. Durdum ve düşündüm. O- na hak verdim. Ben ondan başkasını sev- miyordum ki... O halde bu mektubları niçin yazmıştım? Yazmışsam niçin gön- deriyordum? Birdenbire kararımı — ver- dim, hepsini de yırttım, yırttım, köşede- ki süprüntü sepetine attım ve dışarı çık- ) tım. Demek ki gerçekten seviyorum o- Hu... Her tarafta onu görüyorum. Hep gerçekten — seviyo- $ onu arıyorum, Göremediğim gün - içim Ö burkuluyor: | — Vah zavallı! En sonra sen de yaka- landın ha!... E| — Fakat yemin ederim ki gerçekten X Sevmekten başka şey. Kendimi yirmi yaş küçülmüş ve on sekiz yaşıma dönmüş sa- Tuyorum! — Bu da geçer... — Geçmez... Geçse de delip geçer... Torik Takvora sordu: —]_ — Ne diyor? — Ne deecek? 'Tefkif olooruz.. — Gördün mü yediğin haltı? — Sen beğen - din ettiğini?. a Bi — İki —arkadaşın, komiser tarafın - dan verilen em - re tevfikan gö - Zaten müddeiumüminin tevkif mü- zekkeresi olmadıkta hapisaneye atıla- mazlardı. Hattâ mutlak hürriyetin hükümran bulunduğu İsviçre gibi bir memlekette herhangi bir ferdin mu- © vakkat bir müddet için olsun kendi iradesi hilâfına tevkifi caiz değildi. An- cak, o aralık Milletler Cemiyeti heyeti umumiyesinin toplantısı vesilesile şeh- re muhtelif diyarlardan bir çok yük - yordu. Bunların muhafazaları içinse bazı emniyet tertibatı alınmış ve bu — meyanda şüpheli eşhasın takip ve tev- kifleri hususunda zabıtaya geniş sa- lâhiyet verilmişti. İşte, Torikle Takvor bu salâhiyetin ikurbanı olmuşlardı. Bulundukları koğuşta daha önceden getirilmiş beş kişi daha vardı: Zambo- ki adında bir Habeş.. Çung-Fu adında bir Çinli.. Arjantinli bir beyaz kadın ta « Polonya yahudilerinden Birn - baum isimli bir serseri. bir de lımar - hane kaçkını Arnavud: Bayram Zolal. Bizim iki ahbap bunların arasına dü- ra kapının yanında bir köşeye büzül- müşlerdi. O beş kişiden dördü,. kendilerini lâ- türüp, hafifce baş keserek: — Tunya tiyeta! diye selâm vermişti. Ve sek ve muteber zevat gelmiş bulunu - Şünce etrafa bir göz gezdirdikten son- kayid karşılamış, yalnız Arnavud Bay- Tam, sağ elin; bektaşivari göğsüne gö- Sana danışmaya geldim. Nasıl yapayım da bu kıza aşkımı anlatayım. Onunla ev- lenmek. istyiorum. Zâten pek serseri ol- muştum bugünlerde... gibi bir konuşma bahanesi uyduramaz- miş! Hele aşkını onun yüzüne karşı söy- liyemezmiş! Eğer genç kız kaşlarını ça- tarak tersleyfverirse hemen ölmesi lü- zımmış! — On sekizinde ya var ya yok. Demek ki benden aşağı yukarı on beş yaş küçük. Acaba mes'ud edebilir miyim? — Yaş farkı çok değil. Yeter ki bu kud- reti kendinde bulasın. Bir karar veremeden Ankaraya gittim. Geçenlerde ondan bir mektub aldım. Heyecanlı ve darmadağın bir kafadan çıktığı nasıl da belli... Bu satırların için- de yarım kalan aşk hikâyesinin sonu var, Başlıca satırlarını olduğu gibi alıyorum: «Aramızdan sana en çok muhtaç oldu- ğum bir zamanda ayrıldın. Yokluğunu o kadar derinden duyuyorum ki... Eğer bu- rada olaydın sana neler anlatacaktım. Fakat gene anlatmalıyım! Kalbimi dök- meliyim, Çünkü yaralı ve bitkinim, kar- deşim!» «Jidin senin tavsiyenle aldığım (Dün- ya nimetleri) nde iki cümle var Şimdi- ye kadar her istediğim şeye elimi uzat- fım; elimi uzattığım her şeyde kendim için bir hak aradım.» «İnci.., Sana bu eşsiz güzelden birçok defalar bahsettiğimi hatırlarsın. En son- İra bir gün onsuz olamıyacağımı anladım. Elden geldiği kadar sık görmek ihtiyaci- le kıvranıyordum. Bir gölge gibi ardın- dan gidişlerim onun da gözüne çarpmış- ti ve ne halde olduğumu seziyor gibiydi. Aşkımı anlatmak için mektub yazmak- tan daha uygun bir çare bulamadın.. tümleyi şöyle bitiriyordum: ayrıldık. Ben köhne dünyada, nasibimiz olan bir dilim ekmeği beraber yemek için, nışmayı ve anlaşmayı rica ediyorum. M | MNMN Yazan : Kadircan Kaflı Sokulamadım. Bir mektub daha gönder- dim:» «Dört uzun mevsim kuşlar adınızla öt- tü. Sular adınızla çağladı. Kaç defa esip Yanına sokulup ta her kadına yaptığı | geçen rüzgürlardan adınızı işittim ve ge- ne kaç defa tatlı bir kederle kayıp giden bulutlarda adınızı okudum. Her yerde sizinle çevrilmiş bulunuyorum. Dünya- nın bütün güzel şeyleri bana sizi hatırla- tıyor! Ne zaman gözlerimi kapasam çe- vik yürüyüşlü ince ve zarif boyunuz göz- lerimin önünde Venüsleşiyor. Ve ben ömrüm oldukça bu görünüşten usanmı- yacağımı anlıyorum.e | «Henüz adınızı bilmediğimi zamanlar, size kendim bir isim vermiştim; İnci..,» «Şimdi düşünüyorum: Allah İncilerini benim kalbimle gözden geçirse acaba de- ğerinizde olan bir tanesini daha bulabilir mi?> «Onunla gene karşılaşıyorduk. Hoşuna gittiğimi sanıyordum. Göz ucile durma- dan beni kontrol ediyordu. Arzu edilmiş olmak onun gururunu okşamıştı. Yolda giderken yabancılarla dolu tramvayın içinde, henüz yabancı olmama rağmen rilso, tutuşsa, bir kamyonla çarpışsa, ya- hud içeride yolcular birbirlerinin boğuz- larına sarılsalar onun yardımına herkes- ten önce koşacak olan da bendim. O da bunu biliyordu.» «Fakat şimdi... Bir gün, ansızın dağan bir his, abdal bir düşünce ben: kavrad. Pençesinde sıkti ve inandırdı: Onu mes'ud edememek, onutnla uğraşama- mak..,. Oturdum ve üçüncü mektubumu yazdım:» «Size iki mektub göndermekle işledi- ğim büyük suçu pek acı olarak anlıyo- rum. Size akran olamıyacağım. Size eş olmağa lâyık değilim. Bunu daha önce bilmeli ve sizi rahatsız etmemeliydim. Bön Bu belki de sizin için sadece bir küstahım sırnaşıklığıdır, fakat ben aşkımı kalbime |. «Sizden binbir ihtirasın kaynaştığı şu| daha çok gömerek parlak hülyalarımın | yıkıntıları arasında ağlıyarak Allaha 18- ömrümüzün! marladık, diyorum. Sizi gerçekten çok sonuna kadar arkadaşlık etmek için, ta- sevdiğimi, he ” seveceğimi, aldatmak ve at- latmak düşüncesini hiçbir zaman besle- «Ve adresimi doğruca yazdım. İki gün| mediğimi tekrar ederim. Buna inanınız sonra karşılaştık. Bana uzun uzun baktı.| ve büyük süçumu - bağışlayınız! — Öl SON EDEBİ ROMANI ona en yakın olan bendim. Tramvay dev- | - STANIN 4A İSTANBUL TRAMVAY ŞİRKETİ Üniversite ve Yüksek mekteb talebelerine İLÂN Tenzilâih tarifeden istifade elmek hakkını bahşeden ve evvelce verilmiş olan 1937/1938 mekteb senesine mahsus sarı kartlar 1938/1939 senesi için değiştirileceğinden, Üniversite ve Yüksek mekteb talebeleri 16 İlkteşrin 1938 tarihinden evvel yeni kartlarını almak üzere Tramvay Şirketinin Ga- latada, Tünel arkasında, Söğüd sokağında Hareket kalemine vesikalarile birlikte gelmeleri ilân olunur. İstanbul, 30 Eylül 1938 DİREKTÖRLÜK Demiryolları ve limanları işletmasi Umum Muhammen bedeli 8970 lira olan 60,000 metre bant amyant 20.10.1938 perşem- be günü saat 15 de Haydarpaşa gar binası içindeki satınalma komisyonu taralın- dan kapalı zarf usulile satın alınacaktır. Bu işe girmek istiyenlerin kanunun tayin ettiği vesaik ile 672 lira 75 kuruşluk muvakkat teminat ve teklif mektublarını muhtevi zarflarını eksiltlme günü saat 14 de kadar komisyona vermeleri lâzımdır. Bu işe aid şartnameler Haydarpaşada gar binasındaki komisyon tarafından pa- vasız olarak dağıtılmaktadır. — (6623) RADYOLİN ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi — fırçalayınız Teknik okulu giriş imtihanları 1 — Teknik okulu gitiş imtihanları 5/10/938 Çarşamba günü İstanbul Unı'.veı— sitesi Fen fakültesi konferans salonunda yazılı olarak yapılacaktır. * 2 — İmtihan tam saat onda başlıyacaktır. Kaydolanların sarı karnelerile ni- hayet saat dokuz buçuğa kadar gelmiş olmaları lâzımdır. 3 — 938-939 ders yılı tedrisatına 17/Birinciteşrin/1938 Pazartesi günü başla - nacaktır. — (6925) ve tükenmez saygılarımla.» Dedim. «Ondan sönra, aziz kardeğim, kudur-| — Altında şu satırları okudum ve gül- dum. Şimdi, dünya yıkılsa da altında | düm: kalsam! diyorum. Artık beni nerede gör-| «Sana mektub yazdığımı gören her ar se arkasını çeviriyor. Yanında bır arka-| kadaş, aman benden de çok çok selâm |daşı varsa, belki bana öyle geliyor, kah- | yaz, dedi. Ben de her selâm gönderenden kahalarla gülüyor. Herhalde, bana, değil | navlun olarak birer kuruş İstedim. Bir mi? Benim pısırıklığıma... Benim abdal-| do baktım, yanımda kimseler kalmamış!» lığıma...> «Acaba bilir mi ki ben bugün ona eski- sinden daha çok bağlıyım. Gene bilir mi ki ona canımı bile veririm ve ne giden hayatım ne de geride kalacaklar için as- la üzülmem!» Kendi kendime: — Aşk budur! YARINKİ NÜBHAMIZDA: Karı - koca arasında Yazan: Mih. Zoşçenko Rusçadan çeviren: H. Alaz — Allah akıllar versin! İşin iş, desen el — Bilmem: Hama, ne olsan, vuracâ - yim bre o koncoloz. Ki Burada olduğunu eyice biliyor musun? — Neme.. neme.. neme lâzim? Oni bulmâsam, vuracâyim başka bir tânesi cavur, Onun bu boşa - gitti, Başına gelenler, Toriğin neş'esini — kaçırmış, dikkat hassasını gi- dermişti. Köşedeki peykeye çöker çökmez, Tak- vorla ağız kavgası « na tutuştu: — Yok yere beni mandepsiye getir « din.. Allah belânı verdin, e mi? Elin herifini, Zorman diye, az kaldı bana kör ettiriyordun. Halt ettim de senin gibi hırboya inan - dım, — Bana ne deyi kızoorsun? Senin gözlerin yoğudu? — Ne bileyim? Sen bana: «Odurtb dedin. — Benzetmişim. İnsan her vakıt ya- nılabilir- — Bu kadarı olmaz! — Ya, sen ne için yanılmışın? — Ben arkasından gördüm., sen yüz- yüze geldin.. —Yüzbeyüz geldi isem, o kıdar e - mosyone olmuşum ki tirelerine tikat etmemişim. — Şimdi kadeste yan gel de aklın başına gelsin. — Ben kurtulurum. Bibere dokan - mamişim. Sen kendini düşün. 'Torik bu cevaba fena içerledi. Tak- vörun yüzüne fena fena bakarak: selâmı Komiser hiç tstifini bormadan zile bastı — Yâ? Öyle mi? dedi. Ben de sana| hefendume soyleyim.. Beyrâm. Ben, bir balgam atayım da, bak sittin sene| Arnevüt.. Priştinye kasabasından.. temizliyebilir misin? — Ne edeceksin? — İşte, görürsün!. Dur, hele. — Benim ne kabayetim vardır? — Bütün kabahat senin. Kanun, teş- vik edeni, suçu işleyenle bir tutar, — Ben kimseyi teşfik etmemişim. Bilâkis, işi polis ilen temizlemeni söy- mişim, — Biberi öğreten sen değil misin, ulan eşşoğlu? Bu esnada kulak kabartan Takvot sordu! — Ne deor? — Gözün aydım, ahpar! Kesecek gi- vür arıyormuş. — Bana ne? — Senin de konsolos olduğunu söy - lediğim anda, işin tamamdır. Bayrara Zola bu sözleri duymuşlu Gözlerini devire devi — Bu mi koncoloz?. dedi. Sotra da Tâkvorun yakasına yapışıp: — Kaoncaloz misin, mori? diye üstü- ne yürüdü. Ermeninin yüzü sapsarı kesilmişti. — Hele mustan - tiğin karşısına bir çıkalım da, bak, bu palavraların on pa- Ta eder mi? Bunların konuş - tuklarına kulak ve- ten Arnavud, 'l'ürk-ı ce söyleştiklerini fark edince yanla - rına sokuldu. — Ho bre, mer - habâ bre, emişeri - leri brel. dedi. Oş celdiniz! Zorla gülümsiyerek mütearrızını yu - 'Torik — hayretle| muşatmağa çalışıyor, bir yandan da döndü: Toriğe: — Sen kimsin ?| — Şakanın kertesi değildir, zo! di - Ne istiyorsun? diye| yordu. Herif senin lâfına inanır da bir sordu: pislik çıkarırsın. — Ben mi? Ben,| Torik: — Nasıl? dedi. Yağ gibi suyan üzeri- ne çıkar da bana: «Başının çaresine bak!» der misin? — LÂâf deyi söylemişim.. — Ha şöyle. imana gel de seni diri diri Arnavuda harcatmıyayım. Lâkin Bayramın gözü dönmüş, hâlâ Takvorun yakasını bırakmıyordu.. — Arnavut Bayram, öyle mi? Ne a- rıyorsun burda? — Celmişim, hefendume soyleyim, bir kan davâsi içun- — Kan dâvası mı? — Hevet! Benim hemicesi oğlüni vurmuş bir koncoloz.. bir cavur, hefen-| — Soyle bre, sen koncolor mı? Ce- düme söyleyim.. celmişim ben da vu -| bertirtirtireyim sana!. rayim o cavüri. Takvor silkindi: — Ey, sonra? Oldu bitti mi? — Yok! Heveli cun celdim. dun sa - — Yak be canım! Nenin konsolosu? Konsolos olan insanı böyle deliğe t: - — He, ben öryettim. Ve lakin toaruz edesin deyi değil Nefsini icabında mü- dafa edesin deyi, Oysa ki, sen, herif kafasını dönderir döndermez, kaspe - annek sıfatına biber ektin. bah tuttiler, koymişler burda, hefen - eyim.. — Biliyorlar mı niçin geldiğini? — Hevet! Sormişler.. soylemişim vel- lahit karlar? Bilakis ehtibar ederler.. saray- da otuttururlar. O ki — inanmoorsan Necmi beyzademizden — sival et Öyle değil, Necmi beyim? (Arkası var) “