17 Eylül 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

17 Eylül 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bir gece macerası Yazan : İsmet Hulüsi Omuzuma bir el dokundu: — — Anlaşılan sen de benim gibi in.. Arkama baktım. idi, fakat hiç te bir tanıdığa Yordum. Nİ A — Güzel değil mi, hoşuna gitti ha! merak- uzumda benzetemi - — Anlamadım. — Haydi canım sıkılma.. _yıuıu gen de- Bil, senin gibi daha niceleri ona bakma- dan geçemezler.. hele böyle tenha gece - lerde, durup saatlerce seyredenleri bili- Tim.. hakları var.. hiç te fena değill ' — Vallahi anlıyamıyorum. — Nasıl anlamazsın.. NLBK Bi döndün.. fena sa- — Bak bak, gene ona & rışın değil. yaşı da başına denk.. doğru- su fettan da ne güzel gülmüş... Lokman hekimin ye dediği... ' — Affedersiniz ama ne - söyledikleri- uimdenwmınlıyunn.lledeuuu Niyorum, — Behi tanıyıp tanımaman mesele de- ğil, söylediklerimden bir gey anlamama- Na gelince.. işle bunu yutmam. Anlarsın ama anlamak işine gelmez.. sen ne diye burada durdun? — Ne diye mi me bakacaktım. t — Başka yerde bakamaz muydın? Belâya çayı.mışum. Sarhoş muydu, deli miydi, ne idi? — Burası aydınlık, inwgm'cılımn ge celeri kepenkleri indirmemeleri ve :; mekânlarında, elektrik yakmaları iyi şey.. hem cadde karanlıktan kur!ı._ılııyob:.. hem de benim gibi ikide bir saatine ba- kıp vakti öğrenmiye meraklı (ılınlı!;. İşlerine yarıyor. Karanlıkta şeşi Ndmh- Mektens, fotografcı camekdini AYi Bında saati elifi elifine görebiliyoruz 9 * Elini gene Mübali bir tarzda OMUzU Ma vurdu ve bir kahkaha salıverdi: — Güleyim bari, kimi kandırıyorsun. Sen benim yüzüme bende kanacak göz var mı? * Yüzde beş yüz deli idi. ' — Deli var? ş " Diye bağırsam, belki, duyup lurdu ama, ya ben bağırır Nğ”m“kw- ..lnmı sarılırsa ne yıpıniım- Gîu ö mak, suyuna gitmek daha iyi taktı. Kendimi toparladım: " — Eyvet, dedim, hakkınız Var.. birden- © yanıldım, burada durdum? Saati- elen ©- — İlâmı aşk etmeyi bilmez misin? Am- ma da toy şeymişsin, ben söyliyeyim, sen tekrarla. Yüzüme bakma, resme bak! Gene resme baktım; © söyledi, ben tekrarladım. Z — Ey ahü gözlü mehpare.. seni gbrd'uı ğüm andanberi yüreğim yarc.. ciğerim pare pare., sen kedişin, ben fare.. neden düşmüşsün öyle kenare.. kes sesini kıra- rım kafami!.. Kafama bir muşta vuruldu sandım. Birdenbire geri döndüm: — Affedersiniz bir hata mı? — Kes sesini kırarım kafanı; sözünü neye tekrarladın? — Sizin bütün söylediklerinizi tekrar- hHyacaktım ya. — Onu, tekrarla diye söylemedim, sa- na söyledim. — Ben ne kabahat yaptımdı? — Dâaha da ne kabahat yaplım diye soruyor. Ben farkına varmadım mı.. sen gözünü benimkine kaydırmıştın. — Hâşâ, sizin gözünüze bakmadım. — Haydi, haydi gene anlamamazlıktan gelme. Köşedeki esmer güzeli benimki'. Hani bir elinde bir kitab tutuyor, bir eli de şakağında.. — Ha, evet Allah bağışlasın, çok güzel! — Güzel değil mi.. ama sakın bir daha ona bakayım deme, gözünü burgu ile oyarım. — Töbeler töbesi bir. daha bakmam. — Elindeki kitab ne kitabı - biliyor musun? — Hele bakayım. — Daha da bakayım, diyor. Bakmak yüsak. — Bakmam efendim. — O kitab kitabı aşk, yani bunim aş- kımın kitabı. Tam otuz dört bin cilddir. Elindeki yirmi sekiz bin altı yüz duk_un altıncı cildi. — İyi efendim, mükemmel.. müsaade ederseniz artık ben gideyim. — Nereye? — Evime.. an, sarışın kız burada iken; evinde senin gözüne uyku girer mi ki?.. Fotog- raflara seninle bir göz gezdirip vakit ge- elim. j ' — Hayır, hayır olmazsa, işim var! d i k! bu — Gidemezsin dedik ya.. buraacal kadar insanı bırakıp gitmek olur mu? — Onlar da beni mazur görürler, — Onlar mazur görseler, ben mazur — Yanıldın mı, sen yanılır mısın? İşte Ben bundan haşlanmam. Eyvah, gene olmamıştı. : miç Çanım efendim ne hiddetleniyorsu TP um. Hü Ş'h.;:;ı:phtı, âferin sana, ben şa- kacılara bayılırım. Haydi bak. Gene yüzüne baktım. — Bana değil canım, sevgiline bak.. 0 Sana bakıp bakıp gülümxü_vor. O, deli gözlerile bana bakarken; Sevgilim dediğini görebilmek için a euülm. b&h"dlm, — Büda mı şaka, yahu bırak şakayı, 'nden utanma bak.. işte. ben de da 'adisene ne duruyorsun? D TI abdal Elini fotografcının cnmckâıundı!d gü- ven bir genç kız tesmine doğru V- z | Doya doya bak. İstersen ben burı: Yokmuşum farzet, konuş. İlânı aşk et! e senin bu akşam düğünün ola- ik. n_ Benim mi, ama ben evliyim. Zarar yok. Madem ki sarı kızda BEĞ bir daha evlenirsin. 1521“3:: 'ımı kanunu medeni birden fıı_l_ayı' izin vermiyor. ririm. Sarı kızdan caydınsı il; l tarafta bir da yok değil; bak sol bışhı;" mantolu duruyor. Onu al! meı.olu diye beğenmemezlik etme; Z rmak kolay, esasen manto toyu çıkal E e 3::,, ğ,ı değil. fotograf çektirmek için iğreti alıp giymiştir. B w-îuîîı:ım( çektirmek için iğreti man- iyenler de VAT demek? 7 bi mîîmc; da yaptın, fotoğraf çektirmek içle yalnız iğreti manto değli, iğreti e- .bııo .]ğf!u dekolte giyenler de - vardır. H nişanlı alanlar bile.. Hattâ yanına iğre hııl.:n hiç sorma.. bak gTe Par O G 20 ncu sayfada) — Ben ve! AAPO AAA dd “ Cinayet saati ,, Margaret Sullavan ve Joan Crawford güzel bir film çevirdiler â u MARGARET SULAVAN CD / ) ” ——— #OAN CRAWFORD (Cinayet saati) filminde rol almış olan: (Margiret Sullavan) — ile Joan Craw - ferd) un karikatürleri... »Hollywoodda M. G. M. stüdyosunda rol almışlardır. Bunlardan biri Joan Crawford; diğeri Margaret Sullavandır. Joan Crawford bir dansöz rolünü, Margaret Sullavan ise genç bir köylü kızı rolünü yapmakta - dırlar. Margaret Sullavan'ın çok yüksek bir yıldız olduğu bu filmde de görülmüştür. Hemen hemen Joan Crawfard âyarında rol yapmaktadır. Bu filmde rol alan erkek san'atküârlar: — Haydi oradan evine gidip te ne ya-| Meloyn Douglas ve Robert Youngdur. * Sinema san'atkârları hakkında verilen kararlar memleketlere göre değişiyor Amerikada sinema san'atkârları ara - sında yapılan tasnifte: Clark Gable si - nema kralı; Myrna Loy ise sinema krali- çesi sıfatını kazanmışlardır. Halbuki Avustralyada çıkan (Courrier- Mail) adındaki büyük gazetenin bu hu- susta yapmış olduğu ankette; Krallığı Robert Taylor ve kraliçeliği: Jeanette Mac Donald kazanmışlardır, D * La Citadelle ,, filmi bitti Meşhur rejisör King Vidorun bir müd- dettenberi çevirmekte olduğu büyük (La Citadelle) filmi bitmiştir. Bu film meş - hur muharrir Crouin'in bu namdaki ese- rinden iktibas edilmiştir. Eserin hemen İ|bütün dünya lisanlarına tercüme edilmiş olduğu malümdur. Filmde rol alanlar: İngiliz san'atkârı Robert Donat ile güzel yıldız Rosalind Russell'dir. e Eski Türk detektifleri “Son Posta,, ya UK maceralarını anlatıyorlar : 29 B | On dakika zarfında -meydana çıkarılan katil Katilin hüviyeti meçhuldü, fakat ortada altı tane ipucu vardı ki her biri onun ismini bağıra bağıra ifşa ediyordu Eski zabıta âmir « lerinden Bay Hulüsi anlatmağa başladı: — Size, ön dakika- da yakaladığım bir katilin — macerasın söyliyeceğim. Bundan tahminen ı25 sene kadar evvel - di. Ben de o zaman « Tar komiser idim, Bir sabab, odamdan içeri |soluk -soluğa bir kız- cağız girdi. Zavallı - İnın bütün vücudü titriyor, şaşkın şaş - kın bana bakınıyor - du. Sardum: — Ne var çocu « ğum? Kız, kekeliye ke - keliye cevab verdi: — Beyefendiyi öl- dürmüşler! Ve, arkadan da hüngür hüngür ağla- mağa başladı. Onu teskin ettim: — Korkma, dedim. Seninle beraher gi - der, bu işin nasıl ol- duğunu anlarız. Kızın verdiği iza « hattan şunlar anlaşı- lıyordu: Maktul, yaşlı bir adam imiş, gayet sa- de bir hayat geçiriyormuş. Bir sene ka- »« Boğuşmuş ve 11 tane bıçak yarası almıştı. cüzdanını çok zaman bu etajerden alırdı Kızın bu ifadesine nazaran, cinayet se dar evvel karısı ölmüş. Tekrar evlenme- | bebinin hırsızlık olduğu anlaşılıyordu. miş. Kıza, bir ara tekrar sordum: Maktul, yatağında, uyuyormuş — gibt yatıyordu. Yaralarından akan kanlar — BSizin beyefendinin çoluğu çocuğu | yorgana, çarşafa bulaşmıştı. yok mu idi? — Hayır efendim. — Akrabaları filân... Kan lekelerini iyice tedkik ettim, G zaman, diğer bir şey daha gözüme çarptı. Bu emare ile, evvelce söylediğira husu- — Bir yeğeni vardı, ama o da ayda siyet arasında da kat'i! bir münasebet yılda bir görünürdü. — Eve başka gelen, giden... — Beyefendi, hanım öldükten sonra kimse ile görüşmez olmuştu. — Peki dün akşam da eve hiç kimse çevrilmiş olan (Cinayet saati) filminde | gelmedi-mi? iki büyük sinema yıldızı ayni zamanda | | — 'Sen, beyefendinin — Hayır efendim. “ öldürüldüğünü nasıl haber aldın? — Beyefendi, her sabah erkenden kal- İkar, kahvaltı ettikten sonra gazetelerini okurdu. Saat dokuz oldu mu mağazasına giderdi. Bu sabah ta, gene her zamanki gibi erkenden kahvaltısını hazırladım, Bazeteleri aldım. Fakat beyefendi - bir türlü gözükmedi. Acaba hasta mı diye merak ettim. Yattığı odânın kapısını vurdum. Hiç ses yok! Gene aklıma bir şey gelmedi. İhtimal, daha uyuyordur, dedim, biraz daha bekledim. Baktım kı saat dokuzu geçiyor, tekrar oda kapısını vurduy. Gene cevab yok! O zaman, merak ettim beyefendiyi, O- da kapısını açtım. Bir de ne göreyim? Kız yeniden hüngür hüngür ağlamağa başladı. Vak'ayı, haber verilmesi icab eden ma- kamlara bildirdim. Sonra, kız ile beraber evin yolunu tut- tuk. Maktul, üst katta bulunan yatak oda- sında öldürülmüştü. Boğuşmuş ve on bir tane bıçak yarası almıştı. Fakat, bu yara- ların bariz bir hususiyeti vardı! — Ne idi onlar? — Accle yok. Sırası gelince söyliye- ceğim. Odadaki bütün eşyayı Muayene etlim. Karyolanın başucundaki etejerin üst çekmesi açılmıştı. Fakat içindeki defter, kalem vesaireye hiç dokunulmamıştı. Kıza sordum: — Bu etajerde beyin neleri bulunur- du? — İşte, gördükleriniz! — Daha başka... Meselâ para cüzdanı? — Evet, evet... Zihnim çak - dağınık, binden hatırlıyamadım. Beyefendi port-| föyünü hep buraya koyardı. — Emin misin? — Evet, çünkü bana para verirken, | vardı. — Canım söylesenize, ne idi bunlar? — Acele yok! Yavaş yavaş, siz de be- nim gibi hepsini öğreneceksiniz. Gelelim vak'aya... Kıza dedim ki: — Beyin yeğeni var demiştin. Tarit etsene bana bu çocuğun eşkâlini... Kızın verdiği izahat, işime yarıyacak şekilde idi. Bu noktaya da dikkat ediniz! Ona, tekrar sordum: — Akşam, hiçbir gürültü işitmedin mi? — Hayır! — Gece yatarken sokak kapısını kilid- lemez mi idiniz? — Kilidler idik. — Kaç kapısı var evin? İki tane, — Biri girdiğimiz. Öbürü? | — Arkada, bahçe tarafındaki mmutfak kapışı, — Onu da kilidliyordunuz tabil. — İyi ki sordunuz, bakın şimdi hatır- ladım: Bir hafta kadar var ki bahçe kae pısının anahtarı kaybolmuştu! Kızin bu sözü, üzerimde bir yıldırım tesiri yapmıştı. Mesele, büsbülün aydın: lanıyordu! — Haydi mutfağa gidelim, âedim. Aşağı indik. Mutfağı tedkik ettim. Kapının eşiğinde ve kırmızı çini ile döşenen zeminde, ku- rumuş çamurdan ayak izleri vardı! — Ayak izleri mi? — Evet, çünkü geceleyin yağmur yağ: mıştı. Katil, ayak izlerini silmeyi akıl & |demediği için, kunduralarındaki çamur |lar, bastığı yerlerde iz bırakmış, kuru- muştu. — Söyle bakalım küçük hanım, dedim. Anahtar kaybolmadan önce, yani bir hafta kadar evvel, eve kim geldi? — Beyefendinin veğeni! — Bu çocuk geldiği zaman saat kaçtı? | — Akşam üstü idi, ama daha beyefen- ıdi işinden dönmemişti! — Bahçeye çıktı Kız biraz düşündü mra: — Evet, cevabını verdi! Artık, vak'a mahallinde işim kalma- lımşlL Kıza: ' ? (Devamı 10.ncu sayfada) li FT LA : aü Ca ü $e Di

Bu sayıdan diğer sayfalar: