4 Eylül 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— Eski Türk detektifleri “Son Posta,,ya maceralarını anlatıyorlar : 2 İCskerlik bahisleri ) — Ankaradaki cinayet Yatak odasında müdhiş bir boğuşma olduğu anlaşı- lıyordu. Ev sahibi de, karısı da boğulmuşlardı. Delil olarak yalnız yere düşüp 2 de duran masa saati vardı Eski zabıta âmirlerinden Bay Nazıma Ankarada Fahri efendinin katillerini na- sıl yakaladığını sordum. — Bu eski bir hikâye ama, madem ki istiyorsunuz söyliyeyim, dedi. Bir gün dairede oturuyordum. Odadan içeriye bir genç girdi. Halinde delı"hal farkedilecek kadar bariz bir gayritabnlilş vardı. Gözleri kıpkırmızi olmuş, benzı sararmıştı. Heyecandan adetâ kekeliyor- du. Güçlükle: 4 — Ölîlıürmüşler, öldürmüşler, diyebildi. — Kimi çocuğum? - — Hem amcamı, hem yengemi! Ve hâdise hakkında daha hir sürü taf- silât verdi. Zavallıyı teskin etmeğe ça- lıştım: — Düş önümüze oğlum, dedim, gidelim seninle. Evden içeri girince maktulün zengin bir adam olduğunu derhal anladım. Bina yeni tamir edilmiş, her taraf, sahibinin, varlıklı olduğunu gösterecek bir tarzda döşenmişti. Çocuğa sordum: — Nerede ölüler? — İkinci katta, sağdaki odada. Merdivenleri çıktım. Kapı açıktı. Oda- daki eşya o kadar darmadağın edilmişti ki cinayetten önce burada müdhiş bir bo- ğuşma olduğu anlaşılıyordu. Ölü, yüzü koyun yere yuvarlanmıştı, şakağında 'bir şiş vardı. Boynu simsiyahtı. Adının Fah- ri olduğunu öğrendiğim adamcağızın, ka- tiller ile mücadele ettiği, bu sırada başi- nı sivri bir cisme, meselâ masanın kî:na"- rına çarptığı belli idi. Kadın arkası ustu bir kanapeye uzanmıştı. Onun da üstü başı parça parça idi. Boynunda- kocasın- da olduğu gibi- siyahlaşmış, morlaşmış parmak izleri vardı. Gözleri, hadekala - rından dışarı fırlamış, elleri takallüs et- mişti. Naşına bakılır bakılmaz, zavııl_lı- nın büyük bir korku içinde can verdiği lıyordu. m*î:îalî odası da altüst edilmişti. Katil- ler, Fahri efendi ile karısını öldürdükten sonra, ihtimal. bütün gece evi aramışlar, karıştırmadık köşe, bucak bırakmamiış- lardı. Ölünün külliyetli mikdarda altın ve nakid olmak üzere parası ve karısının ziynet — eşyasile beşibiryerdeleri varmış. Bunların bankaya yatırılmadığı, evde a- lıkonulduğu da anlaşıhyoı'dıf. .Yapılan araştırmada ne paraları bulabildik. ne de ziynet eşyasını. Demek oluyordu ki ka- tiller, bunları çalmak için zavallı Fahri efendi ile karısının hayatına kıymışlardı. Parmak izi memuru, müddeiumumi muavini ve ben akşama kadar çalıştık. Katillerin hüfviyetlerini tesbite yarıya- cak bir delil bulamadık. ; herkes tarafından sevilen bir acîan: 31- duğu, şahsi bir garez yüzünden öldürül- mediği muhakkaktı. Şu ha%e nazaran, Ka- tiller, sırf hırsızlık kasdi ile hareket et- mişler, müukavemet kafşısmda kalınca mallarına göz diktikleri bu _zavalhları boğmuşlardı. Araştırmalar netice verme- yince iş düşünceye kalmıştı. vil Madem ki katiller, Fahri efend_ının gervetini bankaya — (yatırmayıp evınc'îe sakladığını biliyorlardı; o halde_ evin içinde bulunmuş kimselerdi. Bmaîna- leyh, üç insandan şübhe ediyordum! Bunlar on beş, yirminahgünkkadî.r egîir- de çalışan dülgerlerdi! a kapıdan Bİ- rer çgiı'rşnez, binanın yeni tamir edildiğini görmüştüm, O lunan maktulün yeğenine şunu sordum; — Amcan evi tamir mi ettirdi? — Evet! 1 , — Kimler çalıştı burada? 'a — İsimlerini bilmiyorum, fakat üç ki- şi idiler. İki haftadan fazla çalıştılar. — Tamir ne vakit bitti? — Birkaç gün oluyor! — Şu ustaların eşkâlini tarif et baka- m, TDelikanlının söylediklerini harfi har- fine not ettim, Tereddüd ettiği noktaları tekrar tekrar sordum. Ondan sonra baş- ladık işe... Katillerin san'atları ve eşkâlleri bilin- dikten sonra, bu iş, o kadar zor değildir. mrutilma Hhir hafta ennra faillarAan hkiriz Fahri efendinin, | zaman, beraberimizde bu- |- İtir. Kadınlara yaptığı tavsiyede: ni Keçiören bağlarında yakaladık. Heııi- fi, derhal Fahri efendinin yeğeni ile mü- vac&he ettirdim. .. Delikanlı: — İşte, evde çalışan dülgerlerden biri- si bu idi, dedi. Lâkin, katil, cinayeti inkâr ediyordu. Onu yola getirinciye kadar epeyce ter- ledim. Vak'a gecesi nerede olduğunu so- runca şaşaladı. Fakat kendisini toplama- ğa çalışarak: — O gece, para almıştık. Arkadaşlarla bir âem yapmağa karar vermiştik. Bir çok yerlerde içtik. Bulut gibi sarhoş ol- muşum, pek hatırlamıyorum, cevabını verdi. Fakat, bu sözler, yakayı kurtarmak İ- çin kâfi değildi. Katile tekrar sordum: — O gece saat 2 de nerede olduğunu isbatlı, şahidli söyliyebilir misin? Evdeki boğuşma esnasında, masanın üstünde duran saat yere yuvarlanmıştı. Bu sukut tesirile zemberek kırılmıştı. Akreble yelkovan tam ikiyi gösteriyor- du, Demek ki cinayet ikiden sonra işlen- mişti. Meselenin bizce malüm olan yegüâ- ne can alacak noktası da bu idi! Herif, «esaat 2» sözünü işitir işitmez iyi- den iyi afalladı, korktu. Uzatmıyalım, meseleye bu noktadan çengeli taktıktan sonra, katilin verdiği mübhem cevablar- dan yeni yeni sualler çıkarmağa başla- dım. Herif, nihayet baktı ki kurtuluş yok, her şeyi itirafa “mecbur kaldı. — Şimdi söyle bakalım, dedim öbür- leri nerede? — Arkadaşlarımdan da daha o gece ay- rıldım! — Çaldıklarınızı ne yaptınız? — Paylaştık! — Hiç ahbablık bu kadar çabuk niha- yet bulur mu? Yeni işlere girmeğe niye- tiniz yok mu idi? Uzatma 1lâfı, söyle! Katili biraz daha sıkıştırınca, arkadaş- İ larından birinin Erzuruma kaçtığını, di- ğerinin de İstanbula sıvışmak üzere ol- duğunu öğrendim. Erzuruma hemen telgraf çektik. 24 sa- at sonra cevab geldi: Yakalamışlar! Üçüncüsünü de tuttuk tabil. Fakat, a- sıl bizi uğraştıran da bu oldu. Herif, bak- mış ki ilkönce elimize geçen arkadaşı or- talarda yok. İşi anlamış, bir ayak evvel sıvışmak istemiş. Şehirden bir kaptı kaç- tıya atladığı gibi, istasyona gelmiş. Al- mış ekspres bileti, saklanmış bir köşe- ye... Trenin de kalkmasına ancak beş da- kika kalmıştı. Memurlarım, etrafı dört dönmüşler, fakat görünürde kimseyi bu- lamamışlardı. Telâşla bana geldiler. Şu emri verdim: (Devamı 10 ncu sayfada) Makyaj kralı öldü Holivudun meşhur makyaj müte - hassısı Maks Faktor 61 yaşında olduğu halde böbrek iltihabından ölmüştür. Faktor, meşhur makyaj Üüstadı aktör Lon Şeni'yi, türlü türlü kılıklara sok- muş, gâh kanbur, gâh topal göstermiş- — Yüzünüze pudrayı, büyük bulut dalgaları şeklinde çarpınız, sonra yu - muîak bir fırça ile, yüz tabii haline ge- Telsizle idare edilen tayyareler Avrupalı askeri muharrirler İngilizlerin bu nevi tayya- relerini faydalı bulmuyorlar İngilizlerin bir rıhtımdan veya bir vapur güvertesinden yay ile havalan- dırıldıktan sonra içinde kimse olmadı- ğı halde telsiz cihazı vasitasile idare edilen yeni bir tayyare icad ettikleri rivayeti etrafında son günlerde epeyce dedikodular yapıldı. ; Tayyare hedefine gidecek, bombajf- larını” boşalttıktan sonra düşman ate- şinden kurtulursa geri gelecekmiş.. Olabilir mi, olamaz mı? Noktalarıni araştırmadan önce, teecrübelerini çok mühim olduğunu kaydedelim, zira an- laşılan Almanlar da Şimal denizi kıyı- larında bu gibi denemelerle meşgul- durlar, ; - * Bu rivayetlerin esasi nedir? Sonra sahibini evde bırakarak kendi başına avlanmıya çıkan av köpekleri şeklin- de, bu tayyarelerin harbde ne fayda - ları dokunabilir? Sanırız ki mesele ü- zerinde hayale kapılmamak en iyi ha- rekettir.-Zira bu İngiliz tecrübelârin « Pilotsuz tayyare yükselirken den 2 yıl önce ayni şekilde başka de- nemeler de yapılmıştı. Şimdi olduğu gi- bi o vakit de 120 beygirlik Tiger Moth tayyareler kullanılmıştı, bu tayyareler bin İngiliz lirasına alındığı, çabuk ya- pıldığı için muhtelif denemelerde kul- lanılmalarının zararı da yoktu. * Bu küçük tayyarelerin telsiz cihazı ile techiz edilerek yerden idare edilecek hale getirilen ilk nümunesine (İngiliz Arı) adını vermişlerdi, gerçekten ha- arı vızıltısına benzer bir ses veriyor- du. İdaresi şekline gelince, güç değildi. İçinde bir telsiz cihazı vardı, idare ma- kanizmasını bu telsiz cihazı işletiyor, telsiz cihazı da yerde duran ve radyo ahizesine benziyen küçük bir elektrik makinesi ile işliyordu. Bizim şahsen şahid olduğumuz tec - rübelerde cihazı işleten bir küçük sü- baydı, sübaylar onun etrafında halka teşkil etmişler, bakıyorlardı. * Pilotsuz tayyare işletmek fikri yeni değildir, Daha 1922 yılında denizaltı gemileri için de kullanılmıştır. O za - man bu tecrübe Tulon da, bizzat mu- cidi tarafından kullanılan mini mini bir model üzerinde yapılmıştı. Muadele- nin havada tatbiki deniz içinde veya üstünde tatbikinden daha çapraşıktır. Zira bahis mavzuu olan nokta tayyare- yi sadece sevk ve idare etmek değil, ayni zamanda da müvazenesini temin etmektir, * İngilizler bu hedefe kolaylıkla var- mışlar, fakat ilk tecrübelerde epeyce heyecan geçirmişlerdir. Meselâ ilk tayyare kolaylıkla havalanmış, hşvada herkesi sevince düşüren manevralar yapmış, fakat karaya ineceği sırada se- yircilerin üzerine gelerek herkesi çil yavrusu gibi dağıtmıştır. O sırada ak- saklık yapan tayyarenin derinlik ku- mandası idi. ç Filiyatta bütün bu tecrübeler acaba ne netice verecek? linceve kadar süpürünüz, derdi. Bir aralık oldukça büyük seriler ha- vada kendi kendine uçan tayyare bir. aİı ümlar astnd gün:2 İmralı adası halkı ile yaptığım mülâkatlar Yemekte mahkümlar hizmet ediyor. Bir katil güler yüzle salata tabağını önümüze bırakıyor, vaktile Anadolu dağlarını haraca kesmiş bir eşkiya suyumuzu dolduruyor. Hepsi de ne kadar misafirperver ! / onlar'için büyük bir mesele teşkil edi - yor. Bir su mu istediniz, yirmisi, otuzu birden koşuyor, bir şey mi soracaksınız? Sizi merakta bırakmamak için hemen hepsi izahat vermeğe başlıyor. O, zeki gözleri ve afili duruşile diğerle - ırinden biraz ayrılıyordu. 454 Mehmed ,Hırçın.. Biraz asabi ve ateşli bir deli - |kanlı.. Ön iki seneye mahküm. Suçu: Ka- til. yüzünde iki de bıçak izi var. Arka - 'daşlarını topladi, beraberce bir kenara ! çekildik. ! — Söyleyin bakalım, dedim — burada rahat mısınız? Hepsi birden cevab verdiler: — Çok rahatız. Görüyorsunuz sizin gi- bi hürüz biz de. Bir farkımız var. Bu a- danın içindeyiz, çalışıyoruz. Mükemmel yiyor, içiyoruz, yevmiye alıyoruz, sonra en iyi tarafı burada geçen her gün iki gü- ne bedel sayılıyor. Mehmed Hırçın ilâve etti: — Diğer memleket hapishanelerinde yatanlar için burası cennettir ağabey! Gök yüzünü görebilmek, denizle kucaklaş mak, ve istediğin zaman istediğin kadar dolaşarak tabiatla baş başa kalabilmek. Bu, bahtsızlık denizinin ortasında yük - selmiş bir saadet adasıdır. 25 yıla mahküm Ömer Gedekoğlu ar - kadaşının sözünü tamamlıyor: — Buraya gelebilmek saadetine eren- ler ömürlerinin karanlığını biraz olsun aydınlatabilirler. Hürriyet ne güzel şey değil mi bayım? Belki akşama kadar ka- dlırsan burada * sıkılacaksın, İstanbula dönmek için can atacaksın. Halbuki.. Devam etmedi, sustu. İri siyah gözle - rinde iki yaş damlası gözüktü, Hepsi sus- muşlar, başlarını önlerine eğmişlerdi. Hürriyet., evet hürriyet ne güzel şey. Bilhassa onlar gibi kıymetini bir ömrü sü- rüp, çile doldurarak anladıktan sonra.. Size bu mahküm Ömerden biraz bah - setmek isterim. Ömer henüz pek genç, yirmi dört yaşında, Orta mektebin ikinci sınıfına kadar okumuş, muntazam ko - nuşuyor, ağır başlı bir delikanlı.. İdam mahkümu. Temyiz üç defa nakzetmiş, ce- zayı yirmi dört yıla çevirmiş. Eğer buraya düşmemiş olsaydı, yaşadı- ği yıllar kadar hapis yatacaktı. Ömerin macerasını kendi ağzından dinliyelim: linde yapılmış olan bu küçük tayyare- ler bombalarını muayyen bir hedefe gidip atmıya pek âlâ müktedirler. Yalnız iki kusurları vardır. Bunlardan birincisi ancak 160 kilometreyi bulan sür'atlerinin azlığıdır. ki, kendilerini topçu için mükemmel birer hedef ha- line getirirler. Kusurlarının ikincisi ise aldıkları bomba mikdarının azlığı, hele hedef üzerinden geçişleri dakikasının müphem oluşudur. Zira tayyareye bombalarını saliverdirtmek için tam hedef üzerinde bulunduklarını üç ceb- heden görmek lâzımdır ki bu da mad- deten imkânsızdır. Bu münasebetle şurasını da kaydedelim ki bomba taar- ruzu bir şehir halkını sinirlendirebilir, - Bir tanesile pek çabuk ahbab olduk.| Adliye Vekili Şükrü Saracoğlu ve davetlilerden bazıları Adada — mahkümların kullandıkları arabalarla bir noktadan diğer noktaya giderlerken Mahkümlar etrafımızda pervane gibi| — Ben Adanalıyım. Adananın köylerin< den, Hacıisalıdan, Babam mücadelei mil- liye senelerinde kuvayi milliyecilere hize met ediyor diye düşmana gammazlanı: yor, düşman zavallı babamı yakalıyor; Türlü türlü işkenceler yapıyor. Tırnak - larının arasına kamış sokuyorlar. Yap - madıkları kalmıyor. Babam ellerinden kurtulup köye döndüğü zaman ancak bir hafta yaşadı. Ölürken — Oğlumu iyi okut hatun! diye vasi « yet etmiş. O okumuş bir insan olsun. Mektebini bitirdiği vakit vasiyetnamemi ona verirsin, Anam göz yaşlarile babamın başını yastığa, vasiyetnameyi de sandığa bırak-« mış.. Aradan yıllar geçti. Ben büyüdüm. '|Şehre orta mektebe gittim, Yedinci sı * nıfta idim. Tatilde köye döndüm. Bir gün kız kardeşim sandığı karıştırıyor, içinde çevreye sarılı vasiyetnameyi bu« lunca, okumak bilmediği için bana; — Ağabey bu nedir? Diye soruyor. a Ben de merak ediyor. açıyorum. Bir d.'oî, baktım. Babacığımın vasiyetnamesi. O « kur okumaz kan beynime çıktı. Demek zavallı babacığımı düşmana işkenceler içinde öldürten adam bizim köyümüzde bulunuyordu. - İçimde zaptedilmez — bir intikam hırsı uyandı. Ateş bağrımı o kas dar yakmış ki, günlerce sayıklamışım. Fas kat ben o adam kadar insanlıktan uzak« laşabilir miydim?.. ! Benim vasiyetnameyi bulduğum, ba « bamı ihbar eden adamın kulağına git « miş. Ona: | — Kendini tetik al, seni vuracak! | Demişler. | Yanaşmalarından — birine pâara, ara'-ı'ı zi ve dul olan hemşiresini vâdetmiş, beni öldürdüğü takdirde bütün bunları vere « ceğini söylemiş. Bir gün bu yanaşmanın tecavüzüner uğradım sokakta, attığı kur- şun iki yerime isabet etti. Ben de ta « bancamı sıktım, ne çare o ortadan yok oluvermişti. Sonra.. £ Delikanlı içini çekti. Gözleri o günü ha—; tırlamış gibi kızarmış, rengi uçmuştu.. Hızlı hızlı nefes alıyordu. " 454 Mehmed Hırçın seslendi: : — Bayım arkadaşlarınız yemeğe gir « diler. Akşama kadar dolaşacaksınız, birazı . bir şey yeyin.. acıkırsınız sonra.. el Yemekten sonra buluşmak üzere ay 1; (Devamı 10 ncu sayfada) _ -| hattâ bir panlâmeritoyu kaçırtabilir, bütün bunlar 1918 yılında Pariste ve bugünlerde İspanyada göllülmüş şeys lerdir, fakat galebeyi temin edemez, Tayyarenin bilhassa manevi tesiri vare dır, yürüyüş kollarını dağıtır, istas - yonu yakar, hayatı sıkar, fakat piyas deyi yenmesi mevzuubahs olamaz Zis ra 1916 yılında bin defa daha kuvvetli topçu bambardımanından sonra da as< kerin gene hayatta kaldığı görülmüş şeylerdendir. Şu halde pilotsuz tayyas reğ9in hakiki mahiyeti kendiliğinden. meydana çıkıyor demektir: Mütaharrik hedef arıyan topçu için mükemmel biul antrenman vasıtası olacaktır. y B

Bu sayıdan diğer sayfalar: