Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
© a Son Fosta'nın hikâyesi llıîğ Noel yortusunda W Yazan: Maksim Gorki-Çeviren: H. Alaz T Bir gün birisile bir meyhanedr= oturu- | bize ve bizim bu teklıflerımıze hiç aldı- yordum; canim sıkıldığı için, ondan ha- | rış' 'etmeden arabalara kurularak çekıp gi- yatına aid bir vak'a anlatmasını rica et-| diyorlardı. Gördüğünüz gibi, bu bakım- tim. Muhatabım fevkalâde yıpranmış, üs- tü başı paramparça bir adamdı. Bütün — hayatınca bir takım dar yerlerden geçti- sÜYA A bi ' ae AĞ ği, bütün vücudünün şuraya buraya ta- kıldığı, bunun neticesinde elbisesinin pa- | çavralar haline geldiği, etlerinin ise ke- miklerinden sıyrıldığı zannedilebilirdi.. Bu adam, ipincecik ve salaktı; kafası tamamen dazlaktı. Sarımtrak kafasında bir tek saç bile yoktu.. avurtları tama- “men çökmüştü. Elmacık. kemikleri iki keskin köşe halinde fırlamışlardı. Bun- ları kaplıyan deri o kadar gergindi ki - yüzünün başka yerlerinde baştanbaşa ince bir takım kırışıklıklarla örtülü ol- duğu halde burada - âdeta pırıldıyordu.. 'buna karşılık, bakışları zeki ve cür'et- kârdı, Gudrüfi ve uzun burnu mütemadi- yen gülünç bir şekilde titriyor, sözlesri, -Bsert ve kırmızı bıyıklarının yarı yarıya “Örttüğü ağzından, tatlı bir âhenkle dökü- lüyordu. Tahminime göre bu adamın çok enteresan bir hayatı olmak lâzımdı. Biraz kısık bir sesle, sordu: — Demek hayatımı anlatmamı isti- yorsunuz?. Hımm... Bana bira ikram e- derseniz anlatırım... Fakat... Bütün ha- yatımı anlatmak işime gelmez.. çünkü be nim upuzun bir hayatım var.. anlatılma- sı da dinlemesi de sıkıcı.. eh şöyle, fık- ramsı bir parçasını anlatırım.. -arzu edi- yoör musunuz?. Pekâlâ öyle ise., fakat bu zahmetime karşılık, siz önceden iki bira ısmarlamalısınız!. Hem biliyor musunuz? -Bazan insana mazisini karıştırmak bir lâ- ğimi karıştırmak kadar güç gelir.. Efendicağızım, bu anlatacağım vak'a- yı beğeneceğinizi ve muharrirlik bakı- mından enteresan bulacağınızı zannetmi- yorum, Fakat bu vak'a benim için... ya- ni şey, bu hikâye benim hoşuma gider. Sizin anlıyacağınız. bu hikâye oldukca basittir. Hiç unutmam, bir noel yortusuydu.. ben ve arkadaşım Yaşka Sizov bütün gün | sokaklarda sürtüp durmuştuk. Mağaza- lardan öteberi alan beyefendilere, eşya- larını evlerine götürmek hususunda, arzı hizmet etmek istemiştik.. fakat beyler, Bu esnada yanlarına yaklaşan sivil bir memur, hâlâ kenedlenmiş bileğini e Toriğin kuvvetli pençesinden kur- tarmak için de - belenen — kadını çekip aldı. Ve 'Torik, bu adama çatmağa hazırla - nırken, yakasın - daki polis işareti- ni ona gösterip çıkmağa yüz tu - tan herhangi bir hâdiseyi önledi. Zavallı Torik, ortada, afal tufal ka- 'İ_ lhvermişti. Halkın istihzalı nazarların- dan uzaklaşmak ve öfkesini kendi ken- |—-dine yenmek üzere bağçeye fırladı.. -Hayatında ilk defa mantara basmıştı. Ertesi akşam, Toriği kazinöya sokma- . / mışlardı. O, bir gün evvelki hâdisenin hıncını almak için, salına salına kapının önüne geldiği zaman, sırma kasketli, parlak düğmeli kapıcı göğsüne dayanmış, ne- zaketle: — İçeriye giremezsiniz! demişti. İşte bu hakareti hazmedemiyordu. - Hem kendini avanak yerine koymuş- lar, parasını, meşru hakkını yemişler, hem de üstelik suçlu yerine koyup, alelâde bir zolacı, bir dolandırıcı gibi istiskal etmışlerdı İçinden: — Peki! dedi; alacağınız olsun! Eğer ben de bunu sizin ve o kaknem karının yanınıza koyarsam, bana da Yeşiltu - — lumbalı Torik Necmi demesinler! Doğruca pansyona avdet ederek İfa- - kat hanımla, Takvordan ve Yaseften mürekkep bir meclis kurdu., Bunları hep bir araya getirince de kendilerine “E şu ifadede bulundu: — Ey anne hanım! Ve ey Takvor ahpar |la Yasefaçi bazirgân!. Karşınızdaki bu — can, ömründe ilk defa, dünyanın en a- Udan, o gün işlerimiz hep ters gitti.. biz bu işin sökmediğini görünce işi dilencili- ğe döktük. Bu sayede ben 29 kapik ka- dâar bir şey toplayabildim.. fakat bu pa- ranın da - kaza mahkemesinin merdiven- Jderinden bir bey tarafından verilen - on kapiği kalp çıktı.. umumiyetle * benden daha kabiliyetli olan Yaşkaya - gelince, akşama doğru, o hakikt bir zengin halini almıştı.. çünkü 11 ruble 76 kapik kadar bir para biriktirebilmişti. Yaşka'nın anlattığına göre bu parayı o- na, bir defada, bir hanımefendi vermiş.. gene Yaşka'nın sözlerine göre bu kadın çok iyi kalbli imiş.. çünkü paradan baş- |ka para cüzdanını, hattâ mendilini bile Yaşka'dan esirgememiş.. , biliyor musu- nuz bu gibi vak'alar bazan olur... şeraitte insanlar o kadar fazla iyileşirler ki, iyiliklerinden yarı abdal bir ha! alır- lar.. iş, onların bu ânını yakalıyabilmek- Tir. Yaşka bana bu hanımefendinin, hakiki Hıristiyanlara lâyık bu halini anlatırken her nedense, mütemadiyen sağına soluna bakıyordu. Anlaşılan, bu iyi kalbli ka- dına bir defa daha teşekkür etmek isti- yordu.. sonra da, fena halde istical edi- yör: — Aman, çabuk gidelim, deyip duru - yordu.. Esasen bunu söylemeğe de lüzum yok- tu.. çünkü biz bunsuz da dört nala ko- şuyorduk. Ben, bütün mevcudiyetimle, donan vücudümün bütün aksamile, bir an önce sıcak bir yere kavuşmıya koşu- yordum. Yerlerdeki karlari süpüren ve damlardaki karı yerlere fırlatan bir rüz- gâr esiyordu.. sivri ve soğuk buz parça- cıkları havada üçüşuyor ve gelip enseme yapışıyorlardı. Yüzüm, âdeta bıçakla doğranıyor gibi idi.. boynum ve ensem, o kadar fazla ü- şümüştü ki, küçük bir parmağı andırır incecik bir hal almıştı.. ihtiyatsız bir ha- reketle derhal kopüverecek zannedilebi- lirdi.. bünun içindir ki, başımı kaybet - mek korküsile mütemadiyen boynumu o- müuzlarımın arasına saklamıya çalışıyor- Bazı| dum. İkimiz de, mevsimle hıç de müna- sebeti olmıyan bir kıyafette idik.. fakat, muvaffakiyetinden ötürü Yaşkayı bir ha- raret basmış, halbuki kıskançlığımdan ö- türü ise beni, büsbütün bir titreme almış- ti.. Biliyor musunuz. umumiyet itibarile benim hiç şansım yoktur. Hayatımda bir defa bana bir semaver hediye etmişler- di.. meğer semaverin içinde kaynar su varmış.. semaver. elde, koşarken, kaynar sular ayağımı haşladı.. bundan ötürü de hapishane hastanesinde bir buçuk hafta tedavi gördüm. Bir başka defasmda da... Adam sende... bunun bizımle alâkası yok.. Neyse, hikâyemize gelelim.. işte biz böylece sokaklardan, âdeta, koşa koşa gi- diyorduk. Yaşka mütemadiyen hayal ku- ruyordu! — İyi bir yortu geçireceğiz, diyordu. Oda kirasını veririz.. al, koca cadı, deriz.. sonra voötka... Jambon!.. bon alırsak iyi olur.. jambon galibâ pa- halı... Bügünlerde jambonun kaça oldu-|. ğunu biliyor musun?.. ÇAT Ben jambonun satış fiatını bilmiyor-| dum.. fakat onun aramızdaki — #i- atını çok iyi biliyordum. Her ne olursa olsun jâmbon — tedari- kine karar verdik.. nisbeten kalabalıkca olan bir mağazadan jambonu satın ala- caktık. Çünkü bir mağaza, bir dükkân ne kadar kalabalık olursa, içindeki mal da o kadar iyi demekti. Binaenaleyh bu gibi yerlerde alış veriş de hoş kaçar. Dükkâna girdiğimiz zaman Yaşka, müşterilerin arasına iyice sokulmıya ça-| .|acele giderken, önümüzde birisinin daha lışarak: — Müsaade eder misiniz, jambon ala- cağım, diye ilerlemeğe başladı.. lütfen bana bir parça jambon gösterir misiniz?. Çok büyücek olmasın, fakat iyice bir parça olsun!. Affedersiniz fakat siz de benim boöş böğrüme bir dirsek vurdunuz!. İçimizden hangimizin kaba olduğunu ben çok iyi biliyorum.. fakat burada nezaket- le iş görmenin mümkün olmıyacağını da anlıyorum.. dükkânın kalabalık ve sıkı- şık oluşundan ben mi mes'ulüm?. Ne?. Ne dediniz?. Cebinizi mi ellemişim?., O- nu affetmişsiniz!. Elim elinize dokunduy- ON z ğoı—:e BOMANI Hımm... Jam-, İ STANIN sa, bu her halde benim cebimin içinde ol- sa gerek.. ben de buraya paramla alış veriş etmeğe geldim... Binaenaleyh iki- miz de müşteriyiz!. İkimiz de ayni vazi- yetteyiz!. Yaşka dükkânın içinde işte boyle hare- ket ediyor, üç yüz parçadan mürekkeb koskocaman bir jambon partisi alacak- miş gibi davranıyordu.. Ben bu karışıklıktan istifade ederek, âcizane, bir kutu reçel, bir şişe zeytinya- ğı, iki kocaman parça da sucuk aşırdım. Yolda giderken Yaşka büyük bir sevinç içinde: — İşte böyle, deyip duruyordu, biz de |. büyük, iyi bir yortu geçireceğiz.. iyice yi- |- yip içeceğiz. Yaşka «epencerecikler» ini - onun ko- caman burun deliklerine biz böyle der- |- dik - oynatarak ve zıplıyarak yürüyordu. Kül rengindek gözleri ise sevincinden pı- . | Tıl pırıl yanıyordu.. ben de sevmçlı idim.. Ara sıra büöyle zıyafetlere konmnk, kü- çük insanlar için büyük bir saadettir. İşte böyle efenğdîcağızm'ı, biz acele a- “cele evimize giderken tipi de arkamızdan bizi kovalıyordu.. Biz o zamanlar şehrin kenarında eski- ler alıp satan bir kocakarının mahzenin- de oturuyorduk.. bizim oraları pek tenha, pek ıssızdır. Kışın akşamları saat altı- dan sonra sokaklarda canlı bir tek insana |- raslıyamazsınız!. Hattâ raslasanız bi- le bu gibilerin mutlaka kellelerini kol- tukları altına almış olmaları lâzımdır. Neyse.. biz böyle evimize doğru acele yürümekte olduğunu farkettik.. yolcu, hem yürüyor, hem de iki yanına sallanı- yordu; her halde sarhoştu. Yaşka beni dürttü ve kulağıma eğilerek: , — Sırtında kürk var, diye fısladı. Kürklü birisini görmek bizi bilhassa şu bakımdan sevindirmişti: Kürkler iliksiz ve düğmesiz olur; binaenaleyh bunları çekip çıkarmak da çok kolaydır. Biz, önümüzdeki adamın arkasından gidiyor ve onu tedkik ediyorduk: Geniş omuzlu ve uzun boylu idi... Kendi ken- dine bir şeyler söylenip duruyordu. Biz İtı, mandepsiye bas - Bir, en yuütulmaz muamelesine uğra - | dı.. sabık Kömürcü sokağına düşse kırk yıl — müşterisiz ka- lacağı şüphe götür- miyen kokmuş bir kokana, beni fena halde kündeden at- tırdı. Meseleyi bu - rada şimdi tekrar - layıp da başlarını - zı ağrıtacak deği * lim. Gâvur oğlu bi- lir.. sonra, arzular - sanız anlatır da. Lâ- kin, iş bununla da bitmedi. Deminden, cehennemlik mam, — Haydi! Marta - valı bırak. Bunda ola - bir $ey yok. Bilâkis sevaba — gireceksin. İ Hem de, dedim a, istediğimi yapmaz - | sanız, bu gece bura- t da kan çıkar. — AÂyol, ben, nasıl oynarım, — bilmem ki? — Takvor sana yolunu gösterir. : — E, peki! Ben T oynıyacağım da ne — d olacak? gazinoya tekrardan girmek istedim; be- ni koymadılar. Namus, hasiyetim iki paralık oldu. Eğerleyim dediğimi ya- parsanız öcümü alırım. Yapmazsanız, dinim rabbena hakkı için, bu gece beni belâya sakarsınız. Buraların altından girer, üstünden çıkarım, O kadar içeri- ledim ki, değil koödesi, yağlı ipi, üç a - yaklı çardağı bilem göze aldırdım. İfakat hanımın nasılsa yufka yürek- Lği üstünde idi. — Amaaan! Sakın ha, evlâdım! Öyle şeyler yapma. Kurbet diyarında, ada- mı, sorgu sual sormadan ipe çekerler, Allah vermesin! diye nasihatta bulun- du. — Öyle ise, dediğimi yapacaksın. — Elimden gelen bir şeyse başım üs- tüne, İstersen gidip karıyı bulayım.. Kocakarı irkildi: «A.. A.. Aaa! Töbe Yarabbim!n dilim döndüğü kadar kandırıp da, para|s cıklarının bir kısmını geri almağa ça - balıyayım. — Olmaz, Böyle şeylere tenezzül et- miyeceğimi bilirsin de, gene söylersin. Biz kopuğuz ama, çok şükür, kimsecik- lere yüz suyu dökmüş değiliz. Hele kancık kısmına, Allah etmesin! — Ya, ne yapayım istiyorsun? Torik, bir gece evvelinden cebinde arta kalan fişleri çıkarıp ortaya koy - du. — Bunları al. Benim —yerime git, oyna! Koca karı irkildi: — AÂ, a.. aaa! Töbe yarabbim! Bu ya- şıma geldim, haram nedir, bilmem. Şimdiden sonra günaha girip de zorla — Karının bana yaptiğiını yapacak - ın, Hangi numaraya kim para koymuş ise; «Benim!» diye atılacak, kazancı ile beraber çekeceksin. — Verirler mi ayol? — Salt benmiyim enai? Karı kısmı na burada nezaket gösteriyorlar. Biraz açık göz hem de atik davranırsan bu işi güzelce başarırsın. — Vallahi de tuhafsın, Necmi! Beni iki kat haram işlemeğe zorluyorsun. — Sirasına göre, haram helâldan üs- tündür. Haydi, şu kemikleri çantana yerleştir, Takvorla birlikte caddeyi tut. Takvor demindenberi susmuştu. Fa- kat iş bu kerteyi bulunca, itiraza kal- kıştı! — Dediğin zor iştir, Torikzadem. “cehennemlik olacak | de aklımızdan bir sürü şeyler geçiriyor- duk. Derken, herif birdenbire durüverdi. Öyle ki, nerdeyse burnumuzu sırtına çar- pacaktık.. sonra, ellerini iki yana açarak gür ve kuvvetli bir sesle âdeta bir öküz gibi haykırdı; «— Beni... sevmiyor?.» Kelimeler, herifin ağzından bir gülle gibi çıkıyordu.. Biz ikimiz de ürktük ve yana fırladık.. fakat artık o bizi görmüştü.. bu işlerde pişkin ve tecrübeli olduğunu gösterecek bir şekilde sırtını bir duvara vererek sor- du: e— Siz kimsiniz?. Karmanyolacı mısı: nız?.» Yaşka büyük bir tevazula: «— Dilenci kardeşleriniziz, cevabini verdi..» «— Dilenci mi?. Çok iyi öyle ise.. çün- » kü ben de dilenciyim... Manen... Nereye gidiyorsunuz?.» niliçin...... -| .Yaşka: «— İnimize gidiyoruz, dedi.» «— Ben ide sizinle.. çünkü, başka ne reye gidebilirim?. Gidecek yerim yok dilenciler!. Beni de beraber götürünüz!. Sizi adamakıllı yedirip içiririm.. beni mi- safir ediniz!. Beni bağrınıza basınız!.» Yaşka kulağıma eğilerek: — Herifi davet et!. dedi. Ben bu adamın hıçkiran sesinde bir sarhoş âhengi duymakla beraber, dahâ başka şeyler de, yaralı bir kalbin feryad ve figanını da duyuyordum.. Bende, faciaları sezinlemek kabiliyeti çok kuvvetli idi.. çünkü ben bir zaman- lar tiyatroda süflörlük yapmıştım... Bu hıçkıran adamı büyük bir ısrarla ve samimiyetle davet etmeğe başladım. O, hançeresinin bütün kuvvetile: «— Dilenciler, gidiyorum, size gidiyo- rum!. diye haykırıyordu.» Onunla yanyana yuruynrduk. 0, ınlnt- mıya başladı: «— Benim kim olduğumu biliyor mu- sunuz?. Ben yortudan kaçan bir adamım.. gümrük müfettişiyim.. adım Gonçarov- dur. Nikolay Dimitriç Gonçarov. İşte ben (Devamı 15 nci sayfada) — Bana gelince mi kolay oluyor? — ÖOnü dememişim. Yerden gökedek haklısın. Gelgelelim, o iş nasılsa olmuş- tur. Ve eğerki cenabın fikrimi kabul ederek komiser dejö'ye müracaat etmiş » İolsaydın, belkim de iş bu biçime gir - mez idi. Lakin, Bayan Gurabi, korka- rım ki bir iskandal çıkarmasın. Genem de sen bilirsin. — Ben bilirim elbet! Vakit geçirme- yin.. bir saat önce, gidip de masada yer kapın. İfakat hanım hâlâ tereddüdler için- de idi. — Bilmem ki., nasıl olacak?, Başı- ma gelenler! Bari bir defa da efendiye danışsaydım.. sonra o da kızmasın.. di- ye söyleniyor, bir taraftan da hazırla- nıyordu. Torik bunların hiç birine aldırmıya:- rak, kocakırı ile ermeninin bir ayalı evvel kazinonun yolunu —tutma - larını bekliyordu. Onlar kapıdan çı - karlarken, arkalarından, alayla ses - lendi: — Bana bak, anne hanım! Ne vurur- san, misokemiso!. Ellisi senin, ellisi benim. Anladın mı? Hangi numaraya en çok para konmuş ise, o numara se- nin! Aza itibar etme, sakın! Sonra Yasefe döndü: — Sen de, şu binlik — banknotu al Benim hesabıma bakaraya gir. Ne kaze nırsan, seninle de pay ederiz. — Ben kiyat oynamasini bilmem! Artık bu sefer Torik gerçekten kız - dı: — Ulan, bilmezsin de, başkalarını nasıl hocalık edersin? Bas, git! Yoksa alimallah, bütün hıncımı senden çıkarı- rım diye bağırdı. Sonra da Yahudiyi omuzlarından ite- rek, avucuna sıkıştırdığı para ile bera: ber sokağa attı. Toriğin şerrinden yılan İfakat ha * nımla Takvor, korka korka kazinodarı içeriye girdiler, rulet oynanan tarafa gittiler. (Arkası var)