"SON POSTA Mari Valevska Napolyonun aşk romanı İmparatori Dünkü kısmın hülâsası Tullerin sarayında bütün prensesler, prensler, Pransanm yüksek rütbeli me * marları, zevceleri toplanmıştır. İmpara - toriçe Josefin baş mühürdar Cambaceres) ile tavla oynuyor. ken, sön zamanlarda onu ihmal elmiştir. Ortada muhtelif sebebler, bilhasöa Na - polyon'un kır kardeşlerinin tesiri vardır. Jozefin şimdi 45 — yaşındadır. !ıvnlwî_l, kendisini boşamak niyetlerini taşımak k tadır. Roman başlarken içeri giren SAP tiye nazırı Paşe bu niyeti vaktile Imı;u: ratoriçeye açmakta bels 'nun içindir ki Jozefin bu adamdan nefret eğilen Fuşe: — Altes, diye mırıldanıyor. Bu ak - şam galiba imparaloru çok beldşîece'- ğiz. Yanmna Clark'ı çağırttı... Ls’.ı!ık İspanyadan da yeni haberler geldi... Heyeti tanzimiye reisi Fontan, güle- Âlâ! Öyle ise, demek ki gene nu- tuklar söyliyeceğiz, dedi ve (yanındaki general Jünonun karısına hilaben de:) lisi de İmvalides'in kubbelerine » yeni zafor sancakları asmak fir- 1 bulacak desenize... diye ilâve salondan tatlı, büzün i. Bunlar, im- ça kan müsiki ile beraber, güzel bir erkek iksetdi... İtalyanın en İyi ve meş- rkıcısı. «Crescentini» okuyordu geveze kadın sesleri, bir Sonra, imparator henüz için, uğultu yavaş ya- Halbuki Jozefin, dalgın dalgın Ü— yor. Yorgun gibi bir hıll var. 'nı?su t tanın bitmesini can ve gönülden MAHıı yor. İstiyor ama .gfaı_diı, çe İK mutlak» gelmeden çekilmesine ımkıll yok ki. Saray hıdemelcri!d: birini T gönderip herkesin hı.ndn_ım_ mıw ni Napolyona hatırlatmak Tâzıl İmpnrılur: — Birazdan geleceğim!, diye ?m:’"' Ganmış ama... Vakit geçiyor... Ve hâlâ gelmiyor! Jozefin de ne yapsın, laşmağa karar verdi. Knvatı_m_!ıl. e kat dantelleri içinde sapsarı y::l ) barlık taslıyan Cambaceres'in reISIN- da oturup durmaktan wl“*- ial Fısıldaşma an için durdu... ortada olmadığı vaş gene arttı. onları Go - T Kat Tercüme eden: Mebrure Sami çe ve Kontes Valevska | u Mari hisleri uyandırmasını çok sever. Pek çoğunun İşlerine yardım ve onlara iyi- likler etmiştir. Muhakkak ki o, bir hükümdar karı - sından ziyade, tam mânasile kibar bir salon kadınına benziyor. Sözlerinde konuşmasında, haşmetten, vakardan ziyade zarafet ve incelik seziliyor. Mu - hitine karşı fazla sokulganlık, yak'nlık gösteriyor, her süretle kendini beğen- dirmek için uğraştığı belli, Ama bu kadar birbirine uymıyan, benzersiz insanların içlerindeki hisleri, tezadları idare etmenin, hınl;zlyııq- tırmanın ne güç İş olduğunu iliyar o. Mabeynci, yüksek haşmetli bir ııılg;, hemen hemen Napolyon kadar bekleni- len başka birini haber veriyor: — Asaletmeap prenses Polin Borgez * hazretleri! Sonra da daha mütevazı bir eda fle Içünkü saray teşrifatı, seslerin perde ve ahengine bile hâkim olan bir kuv- vettir.) Ayağa kalklı ve yer yer Y zenmiş gibi parıldayan elile, tavla masasının üstündeki sedef Ve #” |Yo banozdan yıpılma pulları birbirine _h rıştırdı, kendine hâs olan zarafetile: — Bu akşam bu kadarla kalsın prens, zaten yendiniz beni! dedi. ah Kaba ve ağır görünüşü altında mü- bir dalkavuk zekâsı taşıyan DAT hürdar: u — Majesteleri, ancak oyunda yeni lebilirler... dedi. İmparatoriçeye kolunu wermek üzere ildi. R ’-Bu:d:kumkeğ i toplantıda ne bir kral, ne de başka prens var. mdıü#'“ kol vermek şerefi Cambaceres'e yor ve zaten o da, böyle gurur © ndir. gösterişleri kaçıracak adam değildir. Bütün kadınlar, hattâ m&amm annesi bile ayağa kalktılar. ae seçilmiş bir söz, bir güıüms!ii::m ç lâmlıyan bütün bu insanların Ğ & dan, imparatoriçe, göz )umışlınıfl li mas, yaldız ve ışık parıltıları çi geçip yürüyor.? > Kiminin önünde durdü çocuğunu Z Gu, kiminin evlenmesine, âlııklnlu'E ü leğine dair, alâka ile bazı şeyler SÖY L ae göelat S0 T — Madam la Kontes Walewska! di- ” bir fısıltı... Ve iki yüz çift göz, tek kanadı açılan yaldızlı kapıya dön- d'ül R Napolyonun bu harikulâde güzel, ca- zibeli ve hoppâ 'kız kardeşi, peri adım- larile, ağır ağır, içe eziklik veren yu- muşak va'nın, çırçıplak denccek bir heykelini yapmak şerefini tattığı iz vücudü, bu akşam, mavi tül kıv- ::ıîın bütün güzelliklerini meydana yuarurcasına Sarıp örtüyor... Başında, boynunda, parmaklarmda, ayak bileklerinde, imparatoriçenin el- rını bile gölgede bırakan Börgez- lerin, meşhur pırlantaları, nüdide taş- ları parıl parıl yanıyor. 'Yanında, elinden tuttuğu, çok genç, sarışın, Harikulâde güzel tenli, ufak te- fek bir kadın var. ci 'Bu kadının gözleri koyu mavi; âdeta menekşe renginde. Çok tatlı bir ifade taşıyan yüzüne, 'kara ve keskin kaşları ğ,ğğı,ı sırlı bir mâna katıyor. Biçimli bir burnu, güzel, biraz küskün gibi du- yan pembe bir ağzı, uzunca bir boyunu, ince kolları, biraz ufakca, ama pek gü- balde *Mari Valevska filminden» Valevska zel ve dik göğüsleri, pürüzsüz, lekesiz, billüri omuzları var. Bu şatafat ve debdebe devri için, gi- yinişi çok sade. Etek kısmı beyaz krep- ten, bol- kıvrımlı, uzun, parlak beyaz, kadifeden bir elbise. Ne pudra, ne allık, ne mücevher. Yalnız belinde ve altın pırıltılı saçla- rında güller takılı. Napolyonun gönlünde eşsiz. kudret- ler sahibi bir yeri olduğu söylenen ve imparatorun ısrarile, Parise büsbütün yerleşmek üzere, kalkıp Varşovadan gelen, Lehli kadın; aylardanberi o ka- dar çok fâf: edilen insan bu, işte! Lehistandan gelir gelmez Polin'in konağına inmişti ve Napolyon, onun Tufleri sarayına götürülüp takdim edil- mesini isteyince Polin bu işi zevkle ü- zerine aldı. İşte imparatoriçe, birden duruyor. Herkes gibi o da biliyor. Onun da ka- dın casusları, kadın polisi kurnaz ve tecrübeli. O sırada tam yakınına tes düf eden Madam Roşfuko ve Kler dö Remüza ile konuşuyor gibi yapıyoı Prenses de ötede, Lehli arkadaşına: — Geliniz Mari, geç kaldık. İmpara- tori başında bulamıyacağız. Yınçıî—iz::nm geçerken sizi takdim ede- rim, olmaz mı? diyor. Ve teşrifata filân hiç aldırış etmeden, kolunu Mari Walewska'nın beline do- lıyarak onu yürütüyor. Sarayın yabancısı olan bu genç ve gü- zel kadın geçerken, etraftan hayranlık mırıltıları yükseliyor. Azametli Karolin bile onu okşayıcı söz ve iltifatlarla karşılıyor, Talley- rond, teşrifat nazırı Sögür, Avusturya sefiri Metternih, Fontan ve Bernadot gibi devrin sayılı büyükleri, hep onun etrafını alryorlar. Bütün bu hürmet ve tâzimleri o çok asfl ve kibar bir tavırla karşılryor. Yal- nız mabeyin müşiri Düro yaklaştığı va- it, güzel ağzını candan gelme bir gü- lümseyişle aralıyor. Napolyonun yanından, sanki gölge- Si imiş gibi hiç ayrılmıyan Düronun ne sağlam bir dost olduğunu, tâ ilk gün- denberi biliyor. (Arkası var) SEYAHAT MEKTUBLARI : 34 Yazan: Vasfi Rıza Zobu Nihayet hududu geçtim! İrani şof_örlfr atıp tutuyorlardı ama meğer on'arda yolları bilmiyorlarmış, kestirmedir diye saptığımız şosede boğazımıza kadar çamura saplandık «Gürcübulak» dağlarında kurulu ça - dırlarda midemizi dolduracak bir şey bulamadık amma, güzel kadınlarile göz- lerimize iyi bir ziyafet çektikten sonra boş kalan ellerimizi sallıya sallıya ters geri döndük., Artık hiç bir ümid kalma-[ mıiş, bu gece aç yatmayı zihnime yerleş- | tirmiştim.. Gümrük binasının üstündeki sırtlara| geldiğim zaman, aşağıdan feryad eden insan sesleri kulağımıza çalındı.. Dikkat edince bu seslerin bizim için yükseldi - ğini, mendillerin, «gelin!» diye bize doğ- ru sallandığını farkettik... Tuhaf şey!. No olabilirdi?. Her iyi haberden Üümidimi kesmiş olduğum için, bu seslenme ve bu işaretlere hayırlı bir mana verememiş - tim... Ne olursa olsun, dolu dizgin ken - dimizi kaptık koyuverdik. — Müjde bayım müjde! — Hayrola?! | — Gidiyorsunuz! | — Gümrük izni mi geldi? | — Hayır amma, Tebrize gidecek bir| İran kamyonu geldi... — Amanın! Beni de götürecek mi? — Tabil değil mi ya? demindenberi ni- ye feryad ediyoruz?.. Yarabbi, bu havadis kadar beni acaba | ne sevindirebilirdi? «Piyango çıktı! İs - tanbulda yeni bir tiyatro binası yapıldı!» Yahud eBir erkek evlâdın oldu!» dese - jierdi acaba bu kadar boşuma gider de | İbeni coşturur muydu?.. Issız bir adada kalmış kazazede insan, ufukta vspur dumanı gördüğü zaman a- caba benim kadar heyecan duyar mıy - dı?.. Düşünün ki Aç, susuz ve yersiz kü- lacağım gecede bir vasıta çıkıyor; beni erişmek istediğim diyara götürüyor.. Bu- nun vereceği sevinç ve heyecanı anlıya- bilmek için o hayatı yaşamak lâzımdır.. yoksa anlatabilmek kimin haddine... Saçı dökük kel, İrani goförün yüzüne lüzım benim!. Aralarına alıp götürecek- ler ya... Sevincimden az kalsın gümrük meydanında oynıyacaktım.. herkesin eli- ne, boynuna sarıldım, öpüştük helâllaş - tık, vedalaştık... Arabadaki yerime sıç - rayıp atla; Bu andan itibaren artık Türkiye hududlarından dışarı —çıkıyor - dum.. İki sşenedir tasarladığım, binbir müşkülâtla kapısına kadar geldiğim İra- na şimdi girecek, hiç bir ârızaya uğra - madan tâ Tebrize kadar gidecektim.. Vüâkıâ Tebrize gidivermek öyle kolay de- gildi. En aşağı iki gün lâzımdı. Neyse, İrana giriyordum.. hiç olmazsa İran köy- lerinde kala kala gidecektim ya., başka bir hayat, başka bir düşünüş ve başka bir yaşayışta insanlar arasında günleri- mi geçirecek, yeni yeni şeyler de öğre - necektim., e Bu kamyon da, öteki, yani Türkiyeli eş- eri gibi, hırlaya, poflaya harekete geçti. Tozu dumana katarak yola revan olduk.. hafif bir tepeye çıktık. İki dağ arasında- ki ince yoldan geçtik. Hudud karakolu - nun nöbetçisini de selâmladıktan sonra İran topraklarına girmiştik.. Yanımdaki şolörlerin neş'elerine pa - yan yok.. Kendi vatanına giren her in « san gibi, sevinçlerinden gülüşüp söyleni- yorlar, Tekrar memleketlerine dönebil « diklerine hamdü sena edip «Ya Abbas!» diye ellerini açıp dua ediyorlar.. Bütün bu telâş arasında da Tebriz şehrini, İran yollarını; memleketlerine aid her şeyi methetmeğe fırsat buluyorlardı.. Bilhas- sa yolları... Zaten İran yollarının çok muntazam olduğunu İstanbulda iken de duymuştum.. Onlar methettikçe, ben de: — Evet öyleymiş.. haberim var! G_ihi eevablarla boyuna onları tasdik edip gidiyorduk.. Fakat bütün bu ko - nuşmamıza rağmen daha düzgün bir yo- la girememiştik.. Avrupada yaptığım o - tomobil seyahatinde de görmüştüm ki: öyle yalvararak bakmış olacağım ki, yol- cu alacak yerleri olmadığı halde, beni götürmeğe razı oldular.. Kamyoncular iki | kişi Biri şoför; öteki muavini.. Kam- yon tepeleme, amma bir küçük dağ tepesi kadar yükseklikte «çay» sandıkları yük- lü idi.. Kim bilir nerelerden sevkedilen bu sandıiklar Trabzona gelmiş, oradan İran kamyonuna yığılıp transit — olarak gönderiliyormuş.. Ne olursa olsun, neme Bir çok memleketlerin hududa yakın yol- ları daima bozuk ve kötüdür.. bu aklım- da olduğu için, iyi yola daha sonra çıka- cağımızı düşünerek şimdilik sarsılmamı- zı hoş görüyordum... İstanbulda duyduğum İran yollarının güzellik tafsilâtını, iki yanımdaki şoför- ler de, biri bırakıp öteki âğüz eyliyerek tekrar ediyorlardı. (Devamı 10 ncu sayfada) yema aa casesanenenan Su teksitleri Zamanında Tahsil edilmeli Kadıköyünde oturan bir okuyucumuz, &u taksitlerinin ber üç ayda bir tahsli e- dilecek yerde, bazan altı ayda bir tahsil edilmesinin doğurduğu mahrurlar üze - rinde duruyor. Anlattığı hikâyeyi nakle - delim: Kadıköyündeki evimi bir memura ki- ralamıştım. Memur Barsaya tayin olun - du. Birkaç gün sonra evimi bir başkazına kiraladım ve suyun açılması için müra - enatta bulundum. Sular idaresi çıkan ki- racının deposltlen başka daha 425 kuruş borcu olduğunu söyledl. Bizzarur parayı vererek süyu açtırdık. 'On gün sonra ailesini götürmek Üzere İstanbula gelen ceki kiracım makbuzu a- larak parayı verdi. Bunun sebebi sular idaresinin alacakm Jarını üç ayda bir tahsati etmeyip alt uy- da bir almazmdan ileri gelmektedir. Eğer kiracı uzak bir yere gitseydi. Şâphesiz ki mutatarrır olacaktım. Mercli aidinin na- zarı dikkatini celbetmenizi rica ederim. * 'Tarla ekilip icarı verilmiyor. Okuyucularımızdan Osmanbey cadde- si, Şüir Nigâr sokağında Erhât Bser ya- On sene evvel ölmüş bulnan babam emekli yarbay Asımdan kalan Deniztinin Çivril kazası civarında Karamenderes bo- yunda bin dönümlük arazlmizi ora yer - Mlerinin ileri gelenleri ekip — biçmekte ve ©n senelik teraküm eden İcarmı verme - mektedirler, Bu yüzden teraküm eden vergiyi de biz vermeğe mecbur kaldık. Bir çok yerlere müracaat — ettim, ble netice alamadım. Ne yapacağımı şaşır « dim kaldım. * Tekirdağ mektebleri neden erken açılıyor? Tekirdağ okuyucularımızdan P. Maldu imzasile yazlıyor: Gazetelerde okuduğuma göre İstan » bulda mektebler 2 teşrinlevvelde açıla « cakmış. Halbuki Tekirdağındaki mekteb- ler Eyiülün 15 inde tedrisala başlıyor. Goçen sene de böyle olmuş ve çocukları « Tz 30 derece hararette — buram büram ter dökerek hastalanmışlardı. Burası bir ziraat ve çifiçi memleketidir ve hava lü- bartle de İstanbaldan daha sıcaktır. Maas rif idaresi mıntaka düşünerek bunu tan- zim ettiyse burasızin — sıcaklığını nazari Atibara almalıydı. Muarif Vekâleti mek - tehlerin açılma işini bir sistem dahilinde yaptırsa ve bildirdiğim variyete müdaha. Je etse çocuklarımız harab olmaktan kut- tulurlar. c