17 Ağüstos Eski Türk detektifleri “Son Posta,, LA maceralarını anlatıyorlar : & l Karacaahmedde geçen müdhiş bir gece Elimde para torbası bulunduğu halde önüme, arkama şöyle bir baktım. İleridekiler artık durmuşlardı. Arkadalkti haydud da bana doğru koşuyordu. Eyvah, ingilterede kar saç ayağına düşmüştüm ! Eski 1 inci şube 1 incl kısım başmemuru bay İhsanın hatıralarından mrln; nw miştik. Eski başmemur evvelce Son tada çıkan «Valide sultanın gerdanlığır isimli zabıta romanının kendisine hn:l:— lattığı diğer bir hatırasını daha anlata- cağını vedetmişti. Sözü tekrar kendisine bırakıyorum: — Üsküdara teftişe gitmiştim. Yanımda 100 jiradan fazla ufak para vardı. Ba- manet edilen bu devlet malının ne, sevgilisinin resmini koym_ınd.ı n toy bir delikanlı gibi, litrıyqr- n. Aksiye de bakın ki iş bitmek bil- miyordu. Böylece gece yarısını bulduk. O zamanlar Kadıköyünde oturuyor- dum. Eve gidebilmek için araba istet- tim. Fakat vaktin geç olması yüzün - a kaklarında değil ara- , köpi bile bulmağa .iml_wı yoktu! Sağlık olsun, diye düşündı:xm. Araba yoksa, köşe başlarında kıvrı.fı a cak değildim a! Ya yolu eskiwcel_ı_ufn, ya papuçları! Hava gazlarının snnıfğı ve isli ışıkları altında gâh uzanan, gâh kısalan gölgemi seyrede ede caddeyi tuttum. Bir elimde sigara, bir e!ımde de şahadet parmağıma ipini geçirdi * ğim para torbası, sallana sallana yürü- yordum artık.., ğ Karacaahmede yaklaştım. İçimden: — Eh, dedim, şurayı da bir atlatır - Bam, sokak kapısını açmış sayılırım. Bu ümidle mezarlığa girdim. Adırr.lı_ rım) sıklaştırmıştım. Çünkü hafif )ı:ıîı( yağmur çiselemeğe — başlamıştı. Gök gürültüleri kulaklarımı sine tepemde patlıyorla i T bir amşıe, u(ulğ:n )nrhyıp servilerin gövdelerine çarpan bir şiddetle gmkn mi kamaştırıyordu. Bu hayırlı bir işa - ret değildi. Eve gidinceye kadar, sırsık- Jam olacaktım. 'Tahminimde yanılma- mıştım.: Bir kaç saniye sonra öyle bir sağnak boşandı ki demeyin gitsin!.. Artık ko- dımla yürümekten başka çare yoktu! Para torbasını kucakladığım gi- bi, kaldırdım - tabanları! Bir aralık, şimşek parıltılarının arasında, ileride iki karaltı seçtim. Dikkatle baktım, bunlar hızlı hızlı ve konuşa konuşa gi- den iki arkadaştılar. Şunlara yetişe - yim bari, bana can yoldaşı olurlar, di- ye düşündüm. Onlar, sanki zihnimden şar Böylece 'ce d! O yak sesleri duyar gibi Dönüp baktım: Karanlıkta bir çilmiyordu! Fakat kulaklarımın başladılar... şey yarılmasına imkân yoktu. werdiği meslek tecrâbeleri, duymak, işitmek hassalarıma öyle bir inkişaf wermişti ki çıt olsa, gözümden kıçmaz:.— d! Karanlığı delmek istercesine, geri- mi bir kere daha kolladım. Mesele yok- tu: Poşim sıra koşa koşa gelen biri var- d! Herif, ustalıklı yürüyordu! Ayakla- gının, ses çıkarmadan adım atmakta beceriksiz olmadığı muhakkaktı! Der- bal içime bir şüphe girdi. Ne yapsam tiye düşündüm? Bu sırada şimşek çak- &. Önüme, arkama şöyle bir baktım. Üeridekiler artık durmuştular, geriden gelen de bir mızrak boyu kadar yak - faşmıştı. 'Fazla düşünülecek zaman de- Bildi. Para torbasına sımsıkı yapıştım. Bir şimşek d çaktı. Birbirimizin üzlerine bakıştık: #h, tam «saç ayağına» düş - & bir saniye geçirmeğe gelmezdi. şta soluğu mezarlığın için- m, Para torbasını iki bacağımın kıstırdım. Bir mezar - taşının saklandım, tabancamı çektim! eketi o kadar çabuk yapmıştım bir araya geldiklerini vazıhan gördüm. Benim bu kadar yakınlarında olduğu- Senelerin | mu tahmin etmedikleri için aralarında konuşuyorlardı: — Ulan neye enseliyemedin? — Kıstırmağa vakit kalmadan tüydü be! — Kabahati kendi avallığında bul - muyorsun da — Ne avallığı? Saç ayağına girme - den gırtlağına yapışacak değildim a harifin! Traşı bırak bir yana! Cesare- gir mezarlığa! Kuş olup uç- 'a bu adam! Haydi ne duruyor- sun? Göreyim seni!, — Bana ne ulan! Kim kâaçırdı ise © tırlatan! Üç ahbab çavuşlar âfı uzattılar, Yü- rekleri pek değilmiş! Korkudan mezar- lığa dalıp yanıma gelemediler, * — Ya gelseydiler? — Yapıştırırdım kurşunu! Çünkü her şeyden evvel muhafazasına memur olduğum parayı, yerine teslim etmek vazifemdi; buna mecburdum! — Peki sonra ne oldu? — Ne olacak? Tam üç saat yolu bek- lediler! Tabiğ ben de sindiğim taşın ar- kasından çıkıp gidemedim! Yağmur da, inadına, bardaktan boşanırcasına yağ- mağa başladı... Böylece sabahı ettik. Ortahk ağarınca onlar — sıvıştılar, ben de Kadıköy yolunu tuttum. Fakat ne yalan söyliyeyim, bir daha da gece- "|leyin Karacaahmedden geçmedim! Sabih Alaçam | Baykuşlara âşık olunur ıııu'ı’l Londralı kadı - ı nın biri bahçesin- Wı'lek.i baykuşa dşık- tır. Her gün, öte beri hazırlıyarak bahçeye çıkar; ve: — Bill gel ye - meğini ye!.. diye bağırır. Bili baykuşun ismidir. Bu bhitab üzerine — baykuş, saklandığı köşe « den hızla iner. İlk önce kadının ba - şına sonra omuzü- na konarak yeme- ğini yer, Bazı gün- ler de, kadının kedisinin yakaladığı bir fare ile de kendisşine mükellef bir ziya-| fet çekilen baykuş, yemeğinden hoşlan- madı ma, ağaç dallarından birinde baş 3- şağı sallanarak ötmeğe başlar. n ae Ha ee eli Bir sigara ateşinden beş harman yandı Üsküdara bağlı Çevre köyü htmınhnn—ı da çıkan bir yangın, beş harman tamamen yandıktan sonra söndürülmüştür. — Yapılan tahkikalla ayni köyde oturan Mustafa oğlu Salihin, kayınpederinden gizli olarak — içtiği sigarayı saklamak isterken yangına — sebeb olduğu tesbit edilmiş, Salih hakkında kanu- ni muameleye tevessül olunmuştur BUN FUBLA Garib Haberler yağıyor Biz burada sıcaklardan ah of çeker, buram buram terlerken, İngilizler, kalın paltolarını çıkarmış, yün atkılarını bo - yunlarına dolamışlardır. Zira, — orada Yorbehirede kar yağmağa başlamıştır. e Hergün 20 kilometre yüzen kadın Bu ludm 55 yaşındadır. Ve hiç dur - madan, dinlenmeden günde 20 kilomet- Te yüzer, « Kardeşinin filmi yüzünden korkak olan adam Bu zat (Frankenşitayn) filminin ya - ratıcısı korkunç roller yapmakla maruf Boris Karlof değil, onun kardeşi John Pratt'tır. Monteralde oturmaktadır, kar- deşinin filmini seyredelidenberi karanlık yerlere girememektedir. Mezbaha başbaytarına bir bisiklet çarptı Büyükadada oturan mezbaha — başbayta- t Azmi, Büyükadada Kadıviran caddesinden geçerken Yani isminde birisinin binmiş oldu- gu bisikletin sademesine maraz kalmış, ba - şının muhtelif yerlerinden ağırca yaralan - mıştır. Yaralı kendi evinde tedavi altına a- lnmış, suçlu çocuk yakalanmıştır. Sebebi anlaşrlamıyan bir yaralama vak'ası Aksarayda dalgakıran başında denizde yı kanmakta olan Akif ile Melun arazında ma- hiyeti benür anlaşilamıyan bir mesele yü - sünden Et:whw Melun Akifi çakı e yaralamıştır. Yaralı ga haslanesine kakdırılmış, suçin yakalan « SEYAHAT MEKTUBLARI :25 Yazan: Vasfi Rıza Zobu Şarkta tiyatrocular Hafız İhsan kumpanyası geldiği için Karakösedeki iki doğru seyahate karar ve rmişler... Bunlardan biri İ | İ tiyatro hey'eti tatili faaliyet edip başka başka semilere — j 1 bizimle yola çıkacakmış. £ ramer Şark vilâyetlerindeki Meşhur san'atkâr Hafız İhsanı bir kah- wenin önünde derd yanarken, hiç olmaz- sa Halkevinin salonunda gecelemelerini temine çalışırken buldum. Karanlık ge- cede, kahveden sızan ışık altında bu, or- ta boylu, kır ve kabarık saçlı <Hafız» dan aktörü hayran hayran seyrettim.. yaptığı iş ehemmiyetliydi.. yirmi beş kişilik bir heyeti peşine takıp Anadolunun en ücra köşelerine kadar götürmek, buralarda temsiller vermek sonra da masrafını çı- | karıp bu işle geçinmek mühim bir işdi... Bu yaman adam yalnız masraf çıkarmak- la da kalmamış; çok para kazanmış, zen- gin de olmuş. Sanra gene bu işden iflâs etmiş; tekrar düzelmiş. yani bütün öm- Gezdiğim yerlerde onun aleyhinde hiçbir »şey duymadım.. halka kendini son derece sevdirmiş.. Şehir tiyatrosunun bazı eser- Jerini oynar, rivayete bakılırsa muvaflak ta olurmuş.. Karşısındaki adama diyor ki: «Yirmi Doğrusu memnun oldum eĞ g meslekdaşlarla birlikte ğil; Türkiye Cumhuriyeti hududları da- hilinde geniş bir halk kütlesine hitab e- diyorlar, onlara «tiyatro» diye <«kendile- rini» gösteriyorlardı. Böylelikle, Şehir tiyatrosundan ziyade seyircisi, gene ön- dan şöhretli bir mevcudiyetleri vardı... Bu insanlar tam onların malı, onların hemşehrileriydi.. önlerinde Maraşlı pri- madonna, Ürgüplü tenör kadar hangimi- zin muvaffakiyet gösterir, hangimız bun- lar kadar alkış toplıyabilirdik?. Evet bunlar tam onların san'atkârları İs tanbulu görmemiş; ön perdenin ka i ni açmamış, korun salon fermesini işit- memiş: gktörün şehirlisini bilmemişlerdi. Bunlar, tiyatrocu olmalarıma rağmen ne Behzadı tanıyor, ne Muhsine aşina çıkı: yor, ne de Bedlayı duyuyorlardı!.. Bun- lar tiyatroyu kendi kendilerine öğren- mişler, öğrendikleri gibi de öğretmişler- di... Seyircileri mi onlara uymuş, onlar mı seyircilere kapılmışlar?.. Orasını bil- beş kişi kamyonun içinde seril sefil kal- dı. Bize gece yatacak bir yer bulmalısı- nız., buraya serserilik için değil, sizin için, Karaköseliler için geldik..» mem... Hem bunların şehirlile, okumuş yazmış insanlarla hiçbir alâkası yoktur ki... Bunları, mahkemenin kâtibi değil, kapıcısı tanır, tüccardan bilmem ne zade değil, yol amelesinden filân' oğlu filân Kendinden emin bir adam hali var.. dü-| aşfna çıkardı... Onlarla aralarındaki sa- şünceli insanlar gibi dalma ağız ve du-|mimiyet ve rabitayı hiç kimse bozamaz daklarile oynuyor.. karşısındaki adamla | ki. köyün kahvesinde beraber oturür- konuşurken mütemadiyen de beni süzü-| lar; şehrin meyhanesinde beraber içer- İyordu.. ya, kim olduğumu tanıdı; yahud| ler; çeşme başında beraber derdleşirler.. da ilk defa gördüğü yabancı bir adamın | kahve masalarının yanyana getirilmesin- kendisini tedkik edişini gözlüyordu.. den hâsıl olan eşano» nun üstüne, halkın «Kimmiş, vaktile neyin nesiymiş» diye | arasından geçen aktörle aktris, biraz ev. sordum. İyi bilmiyorlar ama, galiba bir | vel yanlarında oturan dostlarından baş. zamanlar <Harbiye nezareti celilesi ke-|ka kimse midir?.. İşte bundan dolayı on- tebesinden» imiş.. Enver Paşanın gazabı- |lar sahnede muvaffak olurlarsa filân öğ- na uğrayıp sırmaların altından çıkarılın- | u filân da beraber sevinir, muvaffakiyet ca işi oyunculuğa dökmüş: <«Hafız İlhsan | neş'esini beraber pay eder. Büu san'at- !ı?'alrn heyeti» ni kurmuş.. «Hafız> a, ilk | kârların seyircileri o geceki oyunu beğes işi, oyunculuğa operetle başlamak olmuş. | nip beğenmediklerini hemen oratıkta za- öyle ya, Hafız Ahmed, Hafız Bürhan saz | ten izhar eder. Arkadaşı aktörle, dostu heyeti olsun da; Hafız İhsan operet he-| yeti neye olmasın?! İkisi de çalgılı, şarkılı | değil mi?.. * O akşam en büyük müjdeyi almıştım: *«Hava açtı. Yarına kadar rüzgürla, öğle- ye kadar da güneşle yoldaki çamurlar kurur. Öğleden sonra yola çıkarız'.» O gece sevinçle yatmış, neş'e ile kalkmış, selâmetle yola Tevan olmağa hazırlan- mıştım. Dediler ki: — Hatız İhsan kumpanyası geldiği i- çin, mevcud olan iki tiyatro heyeti tati'i faaliyet edip başka başka semtlere doğ- ru seyahate çıkacaklar... Talih diye buna derler!.. <Eleşgirt» te müşerref olduğum «Velinin kumpenya- sı> bizim kamyonlara taksim olup bizim- le yola çıkacaklar, «Diyadin» kasabasın - da temsillerine devam edeceklermiş... Bunlarla beraber seyahat benim için çok enteresan olacaktı.. aralarında - az bir müddet te olsa - bulunmak, tiyatromu- zun bu janrını, «Doğu» lu meslekdaşları- mızın hayat ve san'at tarzlarını biraz da- ha yakından görmüş olacaktım. Şaka de- aktrise seslenir bile. Onlar da ona işa- no» dan cevab verecek kadar naziktir- ler.. seyircilerine gönlüülden bağlı olan bu insanlar, eğer dışarıdan istetilirse, oyu- nun yarısından sonrasını — değiştirirler, başka vak'aya da geçebilirler.. san'atkâr- lar piyese, piyesin janrına değil; seyirci- lere seyircilerinin zevkine tâbidirler.. bir gün Dezdemonanın <Atırm bağladım ben bir meşeye» diye şıkır şıkır. köçekçeye kalktığını, Otellonun da onun karşısında göbek kıvırdığını görmek onun osas ka- rakterinden bir nebzedir. Zaten onların repertuvarlarındaki: «Otellor piyesi «Bir Arabın intikami» isimli oyun değil mi- dir?.. Arabın karısile sıkıdım sıkıdım oy- namasından daha tabii ne olabilir.. Bizim bildiğimiz etiyatro kaideleri» n- den büsbütün başka bir aykırılıkta san'at gösteren bu meslekdaşların içinde hiraz olsun bulunmaktan çok hoşlanacaktım.. el altından bir teşkilâ p baş aktör ve aktrisinin bizim kamyona binmelerini temin ettim.. gidecekleri yere kadar be- raber seyahat edecektik.. Vasfi R. Zobu H inğ- d