SON POSTA * 17. Ağusten Niğde tahrirat kaleminde başlayıp İstanbulda Y darağacı altında biten memuriyet hayatı: 67 j e Devlet kapısında elli yıl Yazan: Eski Dehiliye Nazırı ve eski meb'us Ebubekir Hâzım Birkaç ay evvel İzmirden gelen bir jandarma müfettişi “ Hiç gözlüklü jandarma olur mu? ,, demiş, zavallı Giridli Mahmudu, mesleğinden çıkartmıya kalkışmış! Cuma olduğu için hükümet kona -|Hokkalarda mürekeb kurumuş, için ğında ve bunun önündeki yapraklı a-|deki sünger maden kömürüne dön ğBaç dallarile yapılmış bir gölğeliğin|müş Sürgün yaverin derd ortağı m, mg yg gp lm lm ) i , Tabiidir ki, o da insandı ve vicdan borç- larının da nihayet, bir hududu vardı. Hiç kimse, bir başkası için kendisini cayır cayır ateşlerde yakamazdı. Maamafih Zeki Paşa, vâdetiiği yardım ve muaveneti, yapabileceği hududa xe dar yapmak istemişti. Zili çalmış; içeri giren emir çavuşuna: — Merkez kumandanmı çağırın. Demişti... Merkez kumandanı geldiği zaman da, şu emri vermişti: | — Yüzbaşı Zeki efendiyi alın, götürün. (Kâzım bey) in ikamet ettiği dairede bir oda verin. Tabii, (iradei seniye) mucibin- ce, (Hamidiye) alaylarından birine ta- yin edilip gönderilecektir. Tayin emir) er kânıharbiyeden çıkıncıya kadar, orada kalsın. Kendisine, bir de lokanta gösle- rin, Masrafları, (müteferrika) dan tesvi- ye edilecek, Emrini vermişti, İstanbuldan çıkarken hiç kimse ile te- mas ettirilmiyen, parasız pulsuz Erzin- cana kadar götürülen bir sürgün için, bu da öz lütuf değildi. İKİ DERD ORTAĞI Zeki bey, müşür Zeki Paşaya teşekkür ederek odayı terketmiş; merkez kuman- danını takib ederek kışlanın yanındaki, önü küçük bahçeli bir daireye girmişti. Kapısının önünde silâhlı bir tüfekçi bek- liyen bu dairenin alt katı büyük bir sa- Jondan, üst katı da birkaç odadan mü- rTekkebdi. Bü bina, (ordu gazino ve misafirhane- 8i) olmak maksadile yapılmıştı. Fakat or- du merkezinde bulunan hafiyeletden bi- rinin, sultam Hamide gönderdiği Jurnal üzerine, derhal kapanmıştı, v Hafiyenin gönderdiği jurnal, basitti. (İşsiz, güçsüz zabitan burada içtima ettikleri takdirde, politikaya aid dediko- dularla meşgul olacaklar; ihtimal ki, 75- tı şahanelerile hükümeti seniyelerine aid işler hakkında tenkidlerde ve dedikodü- larda bulunacaklardır. Filhakika Avrupa ordularının askeri merkezlerinde bit ka- bil gazinolar, klüpler, mahfeller ihdas e- dilmesi âdettir. Fakat; ordumuz zabita- nının (zatı şahane) lerine sadakat ve übudiyetleri derecei kâmilede bulunma- dığından, bu kabil içtima mahallerinin! icad edilmesi, ve zabitanın buralarda iç- timaina meydan verilmesi, muahzurdan| salim değildir.) İ Denilmişti. Ve bu jurnal üzerine, ma-| beyin başkitabetinden gelen şifreli bir! irade seniye ile gazino derhal kapatıl- mış; kapısının önüne de bir nöbetci di- kilmişti. Üst kattaki odalarda da hemen hemen hiç kimse ikamet ettirilmemişti Fakat bu vak'adan takriben üç ay kadar evvel İstanbuldan mühim bir eütgün gönderilmişti ve bu sürgün gönderilirken de tahriratına hususi bir medde ilâve| edilmişti. Bu maddeye nazaran, (rütbesi refedilerek ordu merkezinde ikamete me-| mur edilen Kâzim bey) in (kesretie işreti İ İtiyad etmesine ve işret esnasında da he- rekâtında bazı nalâyık ahval göstermesi- ne binaen, kendisinin mümkün olduğu kadar tenhaca bir mahalde ikamet etti- rilmesi, zabitan ve halk flo sık sık tems- sına meydan verilmemesi) icab etmekte idi, Onun için Kâzım bey, bu daireye yer- leştirilmişti. Burada, münzevi bir hayat geçirmekte idi. Merkez kumandanı, hemen hiçbir şey konuşmadan Zeki beyi o daireye götür. müş; boş odalardan birini açtırarak: — Buyurun, Odanız... Şimdi size, lâ- zım olan şeyleri gönderirim. Kanun za- bitlerinden biri gelir, lokantanızı da gös- terir. Demişti, : Sürgünlerle pek fazla konuşmaktan hoşlanmadığı anlaşılan merkez kuman- dani, çıkıp gitmişti. Fakat aradan çok| geçmeden, bir demir karyola, bir takım Yatak. Bir masa, bir iskemle ile bir pet- rol lâmbası, bir testi ve bir bardak gön- dermişti. Eh. bir sürgün adamın ihtiya- <ma da, bunlar kâfi gelebilirdi. Yollardaki hanların ve otellerin pisli- Saçı sakalı birbirine karışmış sivil elbiseli ginden yılmış olen Zeki bey; bu sakin bir odada, oldukça temiz olan bu eşyayı bü- yük bir imemnuniyetle karşılamış: — Hay Allah razı olsun, şu ordu ku mandanından... : Demişti, Ve, eşyayı getiren neferlerin yardımı İle, odasını yerleştirmişti. Tam bu işler bitip te karyolasının üze- rine uzanıp, şöğlece bir düşünceye dala- cağı zaman kapı açılınış. içeri bir nefer başı uzanarak: — Elendim!.. Zatınızı, bey istiyor. Zeki bey, bu davetten memnun olma- dığını gösteren bir şertlikle sormuştu: — Bey, kim?. — Şu, köşedeki odada oturan, Kâzım bey... O da, zatınız gibi sürgün. Zeki bey, kısa bir tereddüd devresi geçirmişti... Kendisi gibi sürgün olan bu Kâzım beyi görmek ve görüşmek mera- kına galebe edememişti. İ vurarak istizan etmişti, mişti: — Gecel!.., Zeki bey, kapıyı itip güçlükle gizliyebilmişti. Saçı sakalı birbirine karışmış olan rakı dolu bir bardak tutuyordu, Bu gözler, içkinin tesirile kızarmış | küçi in kaybetmemişti. Sanhi Zeki vermiş gibi; dik ve âmir bir sesle; — Buyurun arkadaş... Oturun. T. C. ZIRAAT BANKASI v2 Sildim; 200806000 Türk Lirası Şube ve ajans adedi: 262 PARA BiRiKTRIENLERE 28.800 Lira IKRAMiYE VERECEK Ziraat Bankasında kumbarslı ve ihbarsız tasarruf hesablarında enaz 50 lirası bulunanlara senede 4 defa çekilecek kur'a ile aşağıdaki plâna göre ikramiye dağıtılacaktır: 4 Adet 1,000 Liralık 4,000 Lira 500 250 100 50 4 4 40 100 120 40 160 ” 20 ” ” DİKKAT: Hesaplarmdaki parâlar bir öene içinde 50 liradan aşağı düşmiyenlere ikramiye çıktığı takdirde 9 20 fazlasile verilecektir. Kur'alar senede 4 defa, 1 Eylül, 1 Birinci kânum, I Mârt ve 1 Haziran tarihlerinde çekilecektir. ” bir adam masanın önünde duruyordu. Neferin gösterdiği aralık kapıya doğru | ilerlemiş; parmaklarının ucu ile Kapıya! İçeriden, sert ve pürüzlü bir ses işitil- içeri girmişti. Gördüğü manzara karşısında, hayretini vil elbiseli yaşlıca bir adam küçük bir masanın önünde ayakta duruyor,. elinde, Bulanık gözleri, Zeki beye çevrilmişti. olmakla beraber, zekâ ve cev- be anda tedkik etmiş ve hükmünü | veya dahiliye nazırı tarafından bu ka- var) altındaki jandarma yatakları yanında da kimse yoktu. İki atlı jandarma ile İzmir tarafın - dari bir memurun geldiğini, konağın penceresinden gören, ak sakalı ve gözlüklü jandarma neferi hemen göz - Yüğünü çıkarıp cebine koydu ve beni İ karşıladı, İ | Bir kaç ay evvel İzmirden gelen bir jandarma müfettişi: — Hiç gözlüklü jandarma olur mu? demiş. Zavallıyı, emekdarı bulunduğu bu meslekten çıkarimağa kalkmış! Be- | ni sivil giyinmiş bir jandarma müfetti- şi sanarak, gözlüğünü bunun için çı - kardığını, muhatabım az sonra bizzat söyledi. Giridli olan bu jandarma Mahmud, | uzun müddet Mısırın, Anadolunun bir çök şehir ve kasabalarında bulunmuş, zeki, sözü, sohbeti düzgün ve komik İbir adamdı. Sivrihisarda kaldığım on gün içinde ve bilhassa geceleri en ziyade onunla konuşurdum. Hükümet konağının üst katına çı - kınca, kaymakamın odasını sordum. Gülünç bir tavırla: — Ne yapacaksınız? dedi, — Oturacağım, cevabını verdim. — Orada oturulmaz, ama bir kere görünüz, diyerek bina cebhesinin or- tasındaki odanın kapısını açtı: — İşte, bizim kaymakam ağanın o- dası budur, sözlerini söyledi. ! Mahmudun kaymakam «ağa» deme- sine taaccüb etmedim. Çünkü « cahil İise de işgüzardır» denilerek (sekiz dokuz sene evvel bilmem hangi vali si- ve zaya tayin edilmiş bir adam olduğunu Urla kaymakamından duymuştum. Mahmuda sordum: — Kaymakamın okuyup yazması yok mu ki ağa diyorsun? — Ancak benim kâdar okur! Biraz yazar, yani -kâğ'dları dairelere havale Mahmüd kaymakamın koltuğuna ön- den, arkadan bir kaç yumruk indirdi Koltuğun ötesinden, berisinden fareler fırlamıya başlamasın mı? — Görüyorsunuz ya koltuk sıçan mahallesi... Konakta temiz başka bir odanın olü5 olmadığını sordum. Mahmud: — Kadı'nın odası temizdir, oraya bus yurun, deyip önüme düştü, gittik. Şer'i mahkeme odasi hakikaten te « mizdi, Fakat, kadı sandalyasının yanındaki pencere içinde bir çok marangoz âlat ve edevatı vardı. Mahmuda sordum; — Bunlar ne? Yoksa odada tamir mi var? — Hayır, bizim kadı mükemmel bir marangoz ustasıdır. Hattâ siperli bir top arabası modeli yapıp serasker pâ- şaya yolladı. Beğenileceğinden emin olarak cevab ve mükâfat bekliyor. Bu sırada Mahmud: — Bakınız, bakınız diyerek elile ko nağın karşısındaki küçük dükkânlar « dan birinin önünde duran bir adamı gösterdi. İşte kaymakamımız budur, Artık kendisile görüşür, her şeyi an « larsınız. Kaymakamdaki açık ve iki yandan biraz dilmeçli beyaz gecelik entarisi, püsküllü örme kuşağı, arkası yatırıla- rak panluflaya çevrilmiş kundurası, beyaz çorapları ve omuzlarına aldığı sarı renkli muhud Şam hırkası, koyu mor ve sivri kalıplı fesi, elinde tüten iki karış uzunluğundaki sigara ağızlığı ile çok tuhaf bir kılık almıştı. Konak önünde terli atları gezdiren iki jandar- mayı görünce, onlara nereden geldik- lerini el işaretile sordu. Jandarmalar « dan biri yanına gitti. Konuştular, son- ra konak pencerelerine baktı ve kadr mın odasında bulunduğumu gördü. Kı- yafetini değiştirip değiştirmemek hak- beyim, dedi, edecek kadar!- fakat el yazışına alışmı- yan okuyamaz. 'Tahrirat kâtibi, o kâ- Bıdları içlerinde söylenen işden nereye gideceğini anlıyarak oraya) yollar, Kaymakam, Sultan Abdülmecidin sad- razamı Hüsrev paşanin kölelerinden imiş! Kaymakamın odasına girdim, Gali“ ba, on sene evvel yani bu konak inşa edildiği zaman yapılmış olan mefruşat garib bir tarzda eskimişti. Üstelik her şey kalın bir toz tabakasile örtülü idi. Odaya, senelerdenber! insan ayağı gir- memiş, hiç bir eşyaya insan eli değme- miş gibi idi. Beyaz patiska ve kırmızı bezden ya- pilmiş olan pöncere perdelerinden kır- mızıları on sene evvel takılırken pen- cerelerin iki yanına ayrılarak sicim - lerle bağlamışlar, bir daha açılma - mışlar, Güneş gören yerlerinin rengi uçmuş. Beyaz perdeler de sigara du - manlarile sararmış, sineklerin telvisa- tile beneklenmiş! Koltuk ve kanapelerin kırmızı çuha- larını muhafaza için, üstlerine keten- ler mıhlanarak güya ayıpları kapatıl- mış. Bu ameliye bir kaç kere tekrar olunduğundan yer yer eskiyip delin - mişler, içlerindeki kıtıklar “meydana çıkmış. Böylece uzaktan katmerli birer çiçek gibi görünüyorlar. Jandarma Mahmuda; — Bir yanlışlık olmasın, burası kay- makam odasına değil, san oturan bir odaya bile benzemiyor! dedim. Mah - mud: — Yanlışlık yok efendim, cevabını verdi, Zaten kaymakam, odâsına ayda, yılda bir defa ya girer, ya girmez. Bü- tün vaktini ya memurların odalarında, yahud aşağıdaki gölgelikte bulunan jandarma yatakları üstünde geçirir. leri olanlar, ellerinde kâğıdları, o - dadan odaya dolaşıp kaymakamı arar- Şu yazı takımının haline bakın, kında olacak, biraz tereddüdden sonra ve elile beni selâmlıyarak giyinip gele- Teğini işaretle anlattı. Pencereden bg- şımı çikardım.: — Böyle geliniz, zarar yok, dedim, Baktım, *Hirkasının kollarını geçir « miş, önünü iliklemiş bir halde karşıma dikildi: — Bizim oda da var ama burası daha serindir, dedi, O zamana kadar bukâdar uzun boylu bir adam görmemiştim. Merhabadan sonra şunu söyledim: — Maşallah, boyunuz hayli Uzun! — Evet efendim, hattâ buüdan on beş sene kadar evvel, İstanbulda, Köp- rüden Galataya giderken peşime bir frenk takıldı. İngiliz olduğunu sonra- dan öğrendiğim bu adam, yer yüzünde boyu, benden bir santimetre yüksek yalnız bir insan bulunduğunu, fakat onun da yakınlarda öldüğünü söyledi, İngiliz Türkce biliyordu. Bir kıraatha- neye gittik. Orada boyumu ölçtü. U - zun uzadıya konuştuk. Beni İngiliz payitahtına götürmek istiyordu. O sı- ralarda belli başlı bir işim yoktu, tek - Efine muvafakat eder gibi oldum. Gi- dip gelme yol masraflarından başka otel, lokanta vesaire hesaplarını da 6 görecek Idi. Ayrıca bana günde iki İn- giliz Urası harelik verecekti, Bu seyahat oldukca kârlı idi. Derhal bir mukavelename yazarak mukavelât muhatririne tasdik ettirmek istedi. Fa- kat ben, ö gece düşünmek ve kat'i ka- rarımı vermek için 24 saatlik bir müh- let istedim. Ertesi günü ayni kıraatha- nede buluşmak üzere sözleşip ayrıldık, Hemen eski bir dostumu buldum, me - seleyi ona anlattım, fikrini sordum, Mubatabım gülerek: — İngiliz, seni, görülmemiş bir hay- van gibi camekân içine koyup fcretle halka seyrettirecek, dedi. Ben de seyax hâtten vaz geçtim. (Arkas var)