12 Ağustos 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

12 Ağustos 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA Sayfa 9 e < Birkaç sene içinde kendi elile 300 kişi öldüren Brezilyal ı haydud Viginio Ferreira, öldürdüğ! en yakın hükümet makamına beraber ele geçip öldürül başını kesip hükümet ü adamların başlarını kesiyor, yollayordu, çetesi efradile ünce jandarmalar da onun merkezine gönderdiler Brezilya Kaydudun ve arkadaşlarının başları Avrupa gazeteleri «Viginlo o Ferreira» nın bir seyyar polis ber veriyorlar. Viginio Ferreira Brezilyalı bir hay « b senelerce eV- ei cinayetini mü teakib O Brezilyanm ur ormanlarına mış, derken bir çete teşkil etmiş ve aradan geçen müd det zarfında eğer râ“ kamda mübalâğa yok sa yalnız kendi elile 300 kişi öldürmüştü. İhtisası yol kesmek- ti ve sataşmadığı kim se yoktu. ME lak Çeteyi kek, yolcu veya p Vi ei rastgelirse bazan parâsin! almak, bazan da sırf öldürmek bırsle keli yordu. Fena bir âdeti de VAP in Me ğü kimsenin başını kegerek en Bre re, yahud polis âmirine ya rilya hükümeti bu haydudu Yaktin. için fevkalâde tedbirler aldi, ed zerine müfreze yolladı. şüphelendiği yi manları sardırdı, fazla olarak bi? mi öldürecek, yahud da öldürülmesini? eğ dımı dokunacak olana 50,000 1ira 4” fat vermeyi vâdetti, Fakat Brezilyanın insan ayağı ” dık, ucu bucağı bulunmaz, iin? a z mi çıkılmaz ormanları hesabsizdır, si dudu yakalamak bir türlü rg , madı. Yalnız her geyin bir genü vardır. Seyyar müfrezelerden birisi geçen e hiç beklenmedik bir yerde, çetenin © ve hassun ettiğini öğrendi ve pusu kurs” zi başta reisleri Viginio Perretrâ olmak e, gere bir tek iştimasila çetenin bütü” radını öldürdü, ve hükümet merkezine yollamak üzere başlarını kestirdi. irincisinde Koyduğumuz resimlerden Mm i çete efradının kesik başlarını in 5 sunuz. X işaretlisi reisleriĞir. İkinci retlisi de haydudun metresidir. ©“ inin zabitle- yağı basmâ- resim, seyyar polis müfreze rini gösteriyor. Üçüncü resme gelince: Çete e ğ dün bir tanesinin kaçmıya muvaffak duğunu söylemiştik. Bu yi a 3 toğrafıdır. Ve sabık çetenin i tai vaziyetinde bulunan bu m ur kurtulmaz güya yelsinin intikei almak bahanesile üç çiLiŞİYİ imha eden müfrezenin erkânt “etenin kaçmıya muvaffak olan yegâne v4 uzvu başlarını keserek polis müdüriyetine yol Jamıştır. | bemmiyetli rı, derhal Murad be- | Abdülhamid devrinde bir aşk macerası :4 28 2 Göksud Hoşsözlü, hazırct- www vab ve terbiyeli bir | adam olduğu için kendisini sarayda her kes severdi. Her dai. reye serbestçe girip çıkar, biç kimsenin nazarı dikkatini cel « betmezdi. Fakat, o « Bun böyle daire dal re gezmesi, sebebsiz değildi. Bu gezinti « leri esnasında kula - ğına çarpan sözleri, | derhal gelir; oğlu Ze« ki beye haber ve k rirdi. Zeki bey de, | bunların içinden « olanla « ye bildirirdi, Şu hale nazaran (Kayserili Mehmed), o tarihte adetâ Jön "Türklerin Yıldız ga - rTayında gizli bir muh biri idi. İşte Zeki bey, Murad beyden aldığı ta- limat üzerine, Abdülhamidi telâşa sok- mak ve Yıldız sarayının ahengini boz- mak için o uydurma davetnameyi tertib ederek babası Kayserili Mehmede ver- miş; bu zeki ve becerikli adam da, hade- meler sabah namazına gittikleri zaman sine giderek mektubu merdiven ayağına yerleştirmişti, Bu sır, meşrutiyetin ilânına kadar her- kesce meçhul kalmıştı. Yalnız bü kal zavallı hademe Mehmed ile, büsbütün masum olan yüzbaşı Zeki beyin başla- rında patlamıştı. Hademe Mehmed; tahkikat esnasında vahşi ruhlu ve insafsız tüfekçiler elinde bir hayli sıkıntı ve ıztırab çekmişti. Fa- kat, (kaydı hayat şartile) üç yüz kuruş maaşla memleketi olan Boyâbâda gittik- ten sonra bir köşeye çekilmiş; sessiz ve sa kin bir hayat geçirmiş. Meşrutiyetin ilâ- nından sonra da (mağdurini siyasiye)- den addedildiği için kendisine büyük hürmet ve iltifatlar gösterilerek belediye ve idare meclisleri azalıklarına seçil mişti, Zeki beye gelince. sevkiyatı askeriyo| idaresi zabitlerinden yüzbaşı Hasib, mü-| Yâzim Ali efendilerle dört (kanun) çavu- şunun refakatinde olarak o (mahfuzen) dördüncü ordu müşüriyetinin merkezi olan (Erzincan) şehrine ayak baslığı günden itibaren, büyük bir macera ha- yatına girmişti. Bu macera, hem çok hazin, ve hem de korkunç ve müdhişti. Bugün artık yet- miş yaşını aşmış olan bu bembeyaz saçlı asker, o tüyler ürpertici macerayı nakle. derken daha hâlâ o günlerin heyecanına kapılmaktan kurtulamıyor; bazan derin derin düşüncelere dalıyor; bazan da fer- siz gözlerinde yaşlar parlarken, gizli hıç. ! kırıklarla hafif hafif omuzları sarşılı-| yordu: Maceranın başlangıcı (Göksu) deresinde bir tesadüf Yıldız sarayındaki mektub hâ: den tam yedi ay, dört gün evvel Lâtif bir eylül akşamı, G vudköy sırtlarında gurup ediyor. Ang- dolu sahilleri, tatlı bir kızıllık içinde, Gündüzün bunaltıcı hararetini (Gök- su) ve (Küçüksu) derelerindeki ağaçlık- ların yeşil ve serin gölgeleri altında ge- çirenler, yavaş yavaş derelerden çıkıyor- lar, Kayıklar ve sandallar, Küçüksu köş- künün önünde kısa birkaç dolaşmadan sonra, (Bebek) koyuna, Kalender, Çu- buklu bahçesinin önüne doğru dağılı- yorlar. Vaktin geç olmasına rağmen, o civar- dan gelen kayık ve sandallarda var, Bunlar da sükünetle dereye giriyorlar. Değirmenin önüne kadar gidiyorlar. Ora- dan dönerek bir dizi halinde dereyi ter- is ,* an geçen sandal inne kadı Bandalı, zarif bir kayıkla karşılaştı keden kayık ve sandalların arasına karı- şıyorlar. O hafta içinde rütbesi yüzbaşılığa ter- fi edilen yaver Zeki bey de o gününü Göksuda geçirmek istemişti. Cuma selâm- lığından sonra, atla Kuruçeşmeye gel miş. oradan temiz bir sandala binmiş. Göksuya geçmişti. O gün gazinoda orta oyunu vardı. Ze- ki bey, bu oyunu da sonuna kadar seyref- mişti, Oyun bitip te artık avdet başladı- ğı zaman, o da sandalına binmiş; avdet , | kafilesinin arasına girmişti. Maksadı, Be- bek bahçesinin önüne kadar uzandıktan sonra oradan sahili takib ederek gene Kuruçeşmeye dönmek... Kuruçeşmeden de bir arabaya binerek Fındıklıdaki ko- nağına avdet etmekti, Fakat Zeki beyin bu plânı, birdenbire değişivermişti. Göksu deresinden çıkar- ken, tam çömlekeilerin sergileri önüne gelir gelmez, onun sandalı, zarif bir ka- yıkla karşılaşmıştı. Sakız gibi beyaz hi- lâli gömlekler üzerine kenarları sırma işlenmiş al çuhadan yelekler giymiş. başlarındaki al fesleri de birer tarafa eğmiş olan üç kürekcinin sevkettiği bu maun renkli kayıkta, üç yaşmaklı kadın vardı. Biri pek genç, öteki de yaşlıca olan ka- dınların ikisi arkada oturuyordu. Birbir- lerine çok benzedikleri için, bunların a- na kız oldukları anlaşılıyordu. Karşıla- rında oturan, ya bir dalkavuk veyahud da emekdar bir kalfa idi. | Kayığın kıçına serilmiş olan el ihra- mının ucları denize kadar sarkıyordu. İh-| ramın saçaklarma bağlı olan gümüşten yapılmış balıklar, kayığın sür'atine tâbi| olarak derenin durgun ve yeşil sular ü- zerinde sürükleniyorlar.. göz alıcı pırıl tılarla sürüklenirlerken. tatlı bir gümüş ıkırtısı çikarıyorlardı. Bu kayık, dere ağanda görünür görün- mez, herkesin başı o tarafa çevrilmişti. Bütün kayık ve sandallardakilerin göz- lerinde, takdir ve tecessüşle bakışlar be- lirmişti. Zeki bey de bu cereyandan kurtulama- mıştı. Üç kürekçinin, ağır, fakat kuvvetli hamlelerle asıldikları küreklerle sessizce kayan bu zarif kayığı bir müddet gözle- rile takibe mecbur kalmıştı. Şimdi onun içinde, garib bir merak u- yanmıştı, Başını, sandalcılara çevirmişti. — Kimin bu kayik, Kinik e Demişti, Hamlada oturan ihtiyar Rum sandalcı derhal cevab vermişti: — Mısırlıların, paşam, — Mısırlıların m:?. — Öyle derler; — Kayıktaki kadınlar, Masırlı m?, İhtiyar kayıkçı, garib bir tebessümle gülümsemişti. — Paşam!.. Eğer doğrucasını anlamak istiyorsanız; ne kayık Mısırlıların. ne de! işindeki hanımlar, Mısırlı... Çocuk yaş- tanberi tanırım, Burada, Kandillide eski bir paşa ailesi vardır. Bu ailenin oğluna, Mısırlılardan zengin bir gelin almışlar- dır, Ondan sonra bunların adı, Mısırlılar kalmıştır. Bunlar, Kandillide mi oturuyorlar, — Evet, paşam. — Tuhaf şey. Ben buralarda çok geze- rim ama, şimdiye kadar bunlara hiç rast- gelmedim. — Denizde çök gezmezler paşam. Haf- tada bir iki gün geç vakit çıkarlar. Şöyle bir dolaşırlar. Çok zaman, Bebek bahçe- #inin önünde, birkaç kere alargada gezi- nirler, Ondan sonra, yalılarına döner- ler... İşittiğime göre küçük hanım deniz- de gezmekten, pek o kadar hazzetmez- miş. Erkekler gibi ata binmeyi çok se- vermiş, Bilhassa bu son sözler, Zeki beyde bü- yük bir merak ve alâka uyandırmıştı. * — Tuhaf. çok tuhaf şey... Diye mırıldanmıştı. O tarihte Türk kadınlarının ata binme- leri âdet değildi. Civardaki köylere gi- derlerken mecburiyetle ata ve merkebe binenler bile, fevkalâde bir şey yapmış gibi telâkki edilirlerdi. Padişahm hemşiresi Cemile sultan bir aralık bilhassa bir amâzon yaptırarak frenk kadınları gibi atla gezmek iste. mişti. Fakat Abdülhamid, bu çekilde or- tada dolaşmasını şiddetle menelmiş: — Eğer hemşirenin canı ata binmek istiyorsa, köşkünün bahçesinde gezsin. Hariçte dolaşarak, zinhar dedikoduya meydan vermesin. Diye, kendisine haber göndermişti. Zeki bey bunları bildiği için, şimdi pek haklı olarak hayret göstermiş; ve bu dü- şünceler arasında zihninden şunlar geç- mişti; (Arkası var) Yarınki harbin Yeni vasıtaları Harb vasıtalarının son zamanlarda ka- zandıkları yenilikler sayısızdır. bunlardan birini gösteriyor. z Hari hava nazını Sir Kingili Vod, tu- 'uşturucu silâhlarla yapılan bir atı; R ş tec Tübesi hakkında izahat alıyor. Resim

Bu sayıdan diğer sayfalar: