ON 'o“;n, MİZAH şk ve para mahkemede Yazan: İsmet Hulüsi * Mübaşir Kamer, kâ- Mmat — mahkemesinin kapısında bağırdı: : — Davacılar Aşk ve Para. * Aşk ayağa kalktı. Güzeldi, sevimliydi, Gö: parıl parıl parlıyordu. Arkasın- Ha kırmızı bir elbise wardı. Mevzun adım- larla mahkeme kapı- Sina doğru yürüdü. İçeri gir Kapıdaki mübaşir: | —AhH! , Dedi. Para, içinde bulun- Buğu kasadan tak, di- ye yere atladı. Yu- Varlana — yuvarlana mahkemenin kapısı. na ulaştı. Mübaşir e« Tni uzatmak — istedi, fakat nedense çekin- di Gözleri parladı. İçini çekti, Aşk ve para yan- yana, hâkim dünya- mın kürsüsü karşısın- daki sıraya oturmuş- lardı. Hâkim dünya karıştırdı. Aşka baktı. Mevzun vücudü Aşk ayağa kalkmıştı. Â n VU bütün güzelliğile göründü. Hâkim dünya sordu: . — İsminiz? 1 — AŞ! , — Babanızın ismi? — Babamı tanımıyorum, hakeza. Bazıları ann ğunu söylerler. Bazıları da cennet oldu- Çunu iddia ederler. — Kaç yaşındasınız? — Kaç yaşımda olduğumu da bilmiyo- Kum, »— Nerede doğdunuz? ? — Cennette, bir incir ağacının altında Boğmuşum. — Peki oturunuz. Paraya baktı: — Siz cevab veriniz, isminiz? 4 Para R. leri çatlata çatlata cevab verdi: — Parrrra! — Babanızın ismi? — Mübadele. — Kaç yaşındasınız? — Pek yaşlı sayılmam. — Nerede doğdunuz? — Nerede doğduğumu pek hayşl rae- yal hatırlıyorum, Kendimi büdvığım za- Man bir demir kasanın içinde idim. «— Davanızı anlatın. — Efendim, Aşkı eskidenberi tanırım. Birbirimize birçok yardımlarımız olduğu gibi, gene birbirimize l'nn.ıhlılar_:m:z ğn Gokunmuştur. Çok Rere Aşk benim yok- luğum yüzünden mahvolmak tehlikesi Beçirmişti. O zamanlarda ben onun yar- MBaımına koşmuştum. Aşk ayağa kalktı: 3 İ — Bay hâkim, o fenalığını wı(lîmy?r: Çok kere de işimi bozmak için görünmüş, benim adamlarımı ayartmıştır. Hâkim — Siz buraya bunun için mi gel- Biniz. İkisi birden — Hayır bay hâkim, dava- mız var. Hâkim — Sadede gelin de davanızı an- latın. , Aşk — Elendim para bütün hızile başı- Mma çarptı. Tırtıllarile benim, çok kişinin Öpmiye bile kıyamadıkları yanaklarımı Kırmaladı. â Para — Okile üzerime hücum etti, aX EBalsın kâğıd kısmımı parça parça ede- Dektli. Hâkim — Bu işler durup dururken ol- madı ya! Aşık— Efendim aramızda bir müna- Kaşa çıkmıştı. Hâkim — Bu münakaşaya sebeb neydi? Aşk — Ben kendimden bahsediyordum. Para — Esasen o kendinden başka bir Beyden bahsetmez ki. önündeki — dosyayı| annemi de| güzellik oldu-| Aşk — Ben, dedim ki; ben birçok şey- ler yapmıya küdretliyim. En çirkin i sanı istediğim zaman, dünyanın en güzeli gösterebilirim. Para — Bu da bir şey mi, ben de buti- ları yaparım, dedim.. Aşk — Evler kurarım, evler yıkarım. cinayetlere teşvik ederim, dedim, yalan mı bay hâkim, benim bir bakışım yüzdün. den ini T öldürmezler mi? İstesem bir insanı cani yapamaz mi- yım?, Bunlar da bir şey mi? Daha nelor de yaparım, Bir tebessümüm binlerce in- sanı birden çıldırtır. Para — Bunlar hiçbir şey değil, ben daha neler neler yaparım. Bütün iyilik- lere, bütün fenalıklara sebeb ben değil miyim? Ben istediğim zaman her şeyi, hattâ aşkı bile elde edemez miyim? Aşk — Affedersin sen ben sana gel- mem., Para — Haydi bakayım, güzelim fazla naz etme. Hâkim — Mahkeme huzurunda böyle sözler söylenilmez. Kendinize gelin. Aşk olduğu yerde doğruldu. Gözlerin- de yaşlar belirmişti. Dudakları titredi, sık sik nefes aldığı burun kanadlarının inip kalkmalarından belliydi. — Ben bir şey yapmadım ki bay hâ- kim. Bana niçin darılıyorsunuz. Hüâkim — Yok sana darılmadım. Para, tıkırdadı, hışırdadı: — Ya ben mi, ben mi bir şey yaplım bay hâkim. Hâkim — Hayır sen de bir şey yap- madın, Şimdi hülâsa edelim. Siz her iki-| dan Taral En kıymetli mücevherleri hilzeden adam Karlton otelinin kasadarı “Nice milyonerler benden borç almıştır,, diyor Landrada dünyanın en meşhur otelle- rinden biri olan Carlton otelinin kasa - darı Ellithorne senelerce bir çok milyo- nerlerin, kralların paralarını, mücevher- lerini titiz bir itina ile saklamış, ve ek- seriya tanınmış simaların bir nevi sır yöol- daşı olmuştur. 18 senelik hizmetlen sonra istirahate çekilmiş olan bu emekta: kasa- dar, 14 yaşında iken, maden kuyularında çalışmaktansa, Londraya gelmeğe karar vermiş. Ve bu kararla evinden kaçımıştır. Londraya ayak baslığı zaman da cebinde iki şilin (60 kuruş) para varmış. Mace- rasını kendi ağzından şöyle anlatmakla- dır: «Londrayı daha yeni görüyordum. Bü- yük, muazzam, göklere baş vermiş otel- lere bakıyor, ah şunlardan birinde iş bu- labilseydim, diye iç çekiyordum. Birden aklıma esti. Bunlardan birisine girdim. Ve hemen haftada beş şilin ile garson ya- maklığına girdim, kendimi âmirlerime o kadar sevdirmiştim ki 17 yaşına bastığım zaman bana 90 bin İngiliz liralık bir açık çek vererek, bankaya götürmemi, tahsil ederek paraları otomobil ile getirmemi söylediler. Ben daha ucuz olsun diye o - tobüse bindim. Hizmetime mukabil de 5 İngiliz lirası bahşiş aldım. Vazifemde | epeyce güçlükler çekmedim değil. San imparatorluk şenliklerinde, kasalarım - da 250 bin liralık mücevherleri saklarken düyduğum heyecanı asla unutamam. |Hele Bikaner mihracesi 0 kadar çok mü- cevher getirmişti ki ayrı bir kasa açmak mecburiyetinde kaldım. Uşağı, büyük bir sandık dolusu mücevherleri alelâde bir şeymiş gibi bana teslim ederek gitti. Tam bu esnalarda Amerikalı kadının biri de, imei gerdanlığını verirken: — Buna iyi dikkat et, Dünyanın en kıymetli gerdanlıklarının ikincisidir, de- mişti. Nice milyonerler benden kaç kereler ödünç paralar almışlardır. Henry Ford asla asansöre binmezdi. Asansörden gü - nahı kadar nefrwt ederdi. Bizim otele gel- diği zaman üçüncü katta bir daire tutar, fakat merdivenleri daima yaya çıkardı. Şimdiki kral da otelin devamlı müşte- rilerindendi. Dalma kardeşi Vinsor Dükü ile beraber yemeklerini yerdi, Onların en şaşmaz misafirlerinden biri de Loyâ Corç idi. Kral Vinsor Dükü ve Loyd Corç her yemekte muhakkak süretle borş _i_ıâı*lı—rdl. Dün altı İtalyan deniz sübayı geld Dün İtalyan bandıralı Diyana va - puru ile şehrimize altı İta_lyan liman teğmeni gelmiştir. Bu sübaylar tedkik e çıkmışlardır. Ve kendile - leri de refakat etmekte - dir. Şehrimizde bulundukları müddet zarfında Deniz Komutanlığından tayin edilen mihmandarları deniz sübayları- mızdan Afif Doğrul refakatinde müze- leri ve liman müessesatımı dolaşmış - lardır. Kendilerine Denizbank tarafın- yada bir Ööğle yemeği veril - niz kendi kuvvetiniz üzerinde konuşu-|miştir. Stajyer sübaylar, dün Bulga - yordunuz, konüşürken münakaşa ağız|ristan ve Romanya limanlarına hare - kavgasına müncer oldu öyle mi? Aşk — Evet bay hükim, o bana çılgın! dedi. Para — O da bana riyakâr dedi. Aşk — O bana sen yirminci asra ya- kışmıyan bir budaladan başka bir şey değilsin, dedi Para—O da bana; sen olmasaydın bu dünya daha çok güzel olurdu. Kahrol, dünya senden kurtulsun, dedi. Aşk — O bana vurdu. Para — O da beni tırmıkladı. Hâkim — (Düşünür) Her ikinizde de kabahat var, Aşk — Benim bu işde zerre kadar ka- bahatım yok. Para — Asıl kabahatsız olan benim. Hâkim — Karar verilmiştir. Gerek sen para ve gerek sen aşk mahkeme huzu- rundaki ifadelerinize göre her ikiniz de kabahatlısınız. İkinizi de altışar ay hap- se mahküm ve bu cezaları tecil ediyorum, Siz olsanız acaba hangisini mahküm ederdiniz. Hangisinin yokluğu insanlık daha iyi... Yoksa ikisinin binden mi? ket etmişlerdir. başını hayretle kaldırdı. Bakışları saali aşik, ÜŞK TAREREREEEER A Dan Demişlerdi ki: Devlet otobüsleri hazi- ran başından itibaren Tebrize kadar iş- cek. Bu havadis bana İrandan gelmiş- t.. İstanbulda bu havadisi tahkik edecek | bir makam bulamadım. Kime sordumsa: | «Bilmem, öyle bir şey biz de duyduk a- ma..> cevabını aldım... Kendi kendime dedim ki: «Öyle ya, geçen sene İrana mü- azzam bir heyet gitti. Mukaveleler imza- layıp, karşılıklı vâdlerde bulunuldu. Bü- tün bunlar «İran - Trabzon» transit yolu içindi. Hattâ geçen sene arkadaşım İran hududuna kadar bizim devlet otobüsile gitmemiş miydi?. Geçen sene İran hudu- duna kadar vasıtasını yollıyabilen oto- büs idaresi herhâlde bu sene bir adım daha almış ve Tebrize kadar ayak uzat- mıştır!..> İnsan bir şey yapmağa karar verdiği zaman,'*bütün programını <hayr> a yo-| rar. Aksini düşünmeği istemez. O, kuv- İvetle zanneder ki, İstanbuldaki - çizdiği program, Tahrana kadar, buz üstünde kı- zak gibi, sarsıntısız, çarpıntısız kayıve- recek!, Bu gafiller de benim gibi insan değil mi?. Benim de onlara benzemem ta- bil olmaz mıi?.. İster <evet, ister «hayırı eyin; oldu işte... Ben de, yapacağı işin | hep iyi tarafımı düşünenlere benzedim; dedim ki: <Trabzondan biletimi alacak, otobüsün rahat koltuğuna kurulacak, tı- kır tıkır, tikır tıkır yol alıp, tâ Tebrize ykadar güzel bir seyahat yapacağım. On- |dan öteye de Allah kerim!..» * Parlak, güneşli bir Babahtı. Vapur Trabzon şehrinin önünde demir atmış; çocuğunu doğurmuş, sancıları - geçmiş, şimdi yatağında dinlenen bir lohusa gibi uzanmış duruyordu... Trabzon, İnkılâbdan sonra - tiyalroya derin bir sevgile âşık olan bu güzel şehre bir zamanlar sık sık gelirdim... Eski «Da- rülbedayi heyeti» Trabzonluların adetâ | fahri hemşerileriydi. Bir zamarlar bu şehrin elebaşıları, taassubu devirmek |- çin belediye intihabını kazanmak iste- mişler, muvaflfak olmak için «Darülbe- |dayi heyetir nden meded ummuşlar. o «heyeti> bile belediye intihabat mücade- lesine karıştırmışlardı... Ben de o heyetin bir azası ve dolayısi- le Trabzona ve Trabzonlulara — raptı kalbetmiş bir dosttum... Aradan seneler geçti.. bilmiyorum, onlarımn ticari işleri mi çoğaldı, yoksa biz mj ihtiyarladık ne- dir; uzun zamandır birbirimizi göremez olmuştuk... Ey, eski dostluk var, Unutul- maz hatıralar, reddedilemez — yardımlar Mevcud... Bunu, vapturdan kayığa, ka- yıktan üskeleye çıkar çıkmaz daha iyi an-| ladım, Herkes bana güler yüz gösteriyor; | «beyetin» ne günü geleceğin! soruyorlar. Onlara diyorum ki: «Heyetin falan gele- AAA Yazan: Vasfi Rıza Zobu “Kesin Erzuruma bir bilet!,, Trabzonda vapurdan çıkar çıkmaz ilk işim otbüs idaresine koşmak oldu. Bana «Tebrize kadar bir bilet lütfedinn dedim. Bilet memuru nda «bu adam acaba deli mi?» âr okunuyordu. Trabzondan bir manzara ceği yok. Ben tek başıma seyahate çık tm...> * Vapurdan çıkar çıkmaz ilk işim olobüs idaresine koşmak oldu. Öyle ya, herhal- de bu vapurun yolcularını karşılıyncak ve onları semtlerine dağıtacak bir otobüs var, bizi de bekliyordu... İzmirin Karşı- yakasındaki atlı tramvaylar bile gelen körfez vapurlarını beklemez miydi?.. Devletin ehemmiyetle kurduğu bu ıdare- nin şefi, elbette atlı tramvay şirketi ka- dar bizi düşünecekti... Kapıdan içeri girer girmez bilet satan memura: «Bana, Tebrize kadar bir bilet lütfedin!» dedim... Başı önünde bir ya- zile meşgul olan bilet memuru başını .J kaldırdı. Evvelâ bana sonra arkadaşına baktı. Gözlerinde: <Bu adam acaba deli mi » suali aşikâr görünüyordu... Ya:ılı! bir şey mi söylemiştim... İranım en büyük şehirlerinden biri olan ve yol- cular için de ilk merhale sayılan şehrin ismi «Tebtiz> değil miydi ... - Tebrize dedim efendim; otobüsler yoksa oraya kadar gitmiyor mu?. — Ne münasebet? — Öyle dediler de., — Bir yanlışlık olacak., — Ya nereye kadar gidiyor.. — Yarın kalkacak olan <Erzurum> a kadar gider!, — Sonra? — Sonra, haftada bir, yani perşembe günleri kalkan da <«Karaköse» ye kadar Bidip, oradan geri döner... Öfobüsü bilmem ama, o esnada benim kafamın döndüğünü hissettim.. «Yarın kalkacak otobüs Erzuruma kadar gider!..» Haydi oraya kadar gittim, sonra ne ola- (Devamı 10 ncu sayfada) — —— —e ” eC — ”— —— — ——— — — a A (Ç KADINLAR ORKESTRA ŞEFİ OLURLARSA ) ö