— Gdüf ettim. İncecik, zarif bir kadındı. Al- “tın sarısı dalgalı saçları, iri bebekli siyah gözleri vardı. Gece idi. güvertede oturu- yordu. Arada sırada zar şıkırlıları düyü- yorduk. Kocası içeride salonda tavla oy- nayordu. Vapur derin bir süküt içinde idi. Denizi tatlı bir hışırtı ile yararak ileriye doğru süzülüyordu. İçimizde garib bir heyecan ve saadet sarhoşluğu hissediyor- duk. Aydan dökülen ışık parçaları deniz- — de pul elbiseler giymiş bir yığın rüya cü- — gcleri gibi oradan oraya zıplıyor, sanxi sularda sonruz bir koşmaca oynuyorlar- — di. Daha ilerde gökle denizin birleştiği yeri keskin parlak bir çizgi ayırıyordu. Kendimizi bu güzel manzaraya kaptır- miş, alçak sesle konuşuyorduk. Genç ka- din sık sık: «Ne güzel gece, ne güzel ge- ce!» diye mırıkdanıyordu. Birbirimizden — höşlanmıştık. Kafalarımız uymuştu gali- — ba. O bir aralık bana hayatından bahset- ti, Bu güzel gecenin ona garib bir konuş- ma hevesi verdiği muhakkaktı. Nihayet aziz bir hatıra olarak büötün ömrünce saklıyacağını söylediği en son hikâyesini anlattı. Ellerini başının üzerinde kavuş- O turdu, dudaklarında bir çocuk tebessü- mü ile şöyle başladı: — — Beş altı yıl evveldi. Tuhaf tesadüf bu sefer olduğu gibi gene Karadenizde — Beyahat ediyor, Trabzona gidiyordum. Yalnız hayatımda bir değişiklik vardı. . Evli değildim. Mevsim yazdı. İstanbul- — dan çıkarken deniz kıpırlısız ve sakindi, — Vapur çok kalabalıktı. Daha Boğazdan çıkar çıkmaz herkes birbiri ile ahbab ol- — du. Yalnızdım. Üzerimde biriken gözleri ç deı'hıl hiasetmiştim. Hele erkekler, en oe'dngenlerıııın bile böyle seyahatlerde — gözleri açılıyor, hücuma geçmiye fırsat arıyorlar. Benim de etrafımda hemen — böyle birkaç tip peyda olmuştu. Bunlar- dan bir tanesi uzun boylu, kümral, yana- — ğa haleb çıbanlı bir adamdı ki peşimden — Gyrılmıyor, ahbab olmak için çırpınıyor- — du. Bense nereye kaçacağımı şaşırıyor- dum, Gece oldu. Vapurumuz neş'e içinde — Çalkanmaya başladı yalnız hafif bir sal- — İantı da başlamıştı. Beni deniz çok tutar, — Derhal sersemledim. Keyfim kaçtı. Bu hafif fırtınaya rağmen mehtab çok gü- — geldi. Denizde hiç öyle fazla bir hareket — yoktu. Sema yıldızlarla dolu idi. Merak ettim. Kamarotlardan birine sordum. — «Ölü deniz var efendim» dedi. Bir aralık — kamarama girdim, yatmayı tecrübe et- — tim. Hayır imkânsızdı. Daha fena olu- yordum Zaten biraz sonra da yemeğe çaaııdılır. aşağı yemek salonuna indim. — Masada dört kişi idik. Orta yaşlı şişman- — &a bir hanımla küçük ağlu, ben ve uzun — boylu yanağı haleb çıbanlı kumral adam. — Onun bir kolayını bulup yemekte bera- ber olmamızı temin ettiği meydanda idi. ç te fena bir kimseye benzemiyordu. Bununla beraber yanağındaki haleb çı- — banı, üzerime urarla diktiği koyu elâ | Sce Posta'nın edebi telrikası Z!I YAZAN: S y Hiç değişmemişti. Hiç yaşlanmamış- fı. Şimdiki modalarla dar, kısa, düz el- iselerle ensesinin üzerinde toplanmış ufak topuzile çok daha gençleşmişti bi- , Penhı onu biraz değişmiş buldu. Se- — kiz gün bodrumda yatmış olan saçı sa- — kalına karışmış ve hâlâ eziyet çeken peygamber kadar cesur, ateşli ihti- /— Hâlci ile şimdi karşısında duran saçları — seyrekleşmiş, büyük bir dikkatle gi- yinmiş yaşlı beyelfendi arasında epey O fark vardı. — Oturmamıştı. Odanın ortasında ayak- fta duruyordu. Feriha içeri girer girmez ona iki eli- j birden uzattı ve hep eskisi gibi ken- — Küçük abla... Küçük abla.., Dodi. Feriha ellerini bu avuçların i- Hit — Yazar : “Son Posta,, İ VaPURDA / TANIŞMIŞLARDI | tamam. Şişman orta yaşlı hanım bir mü- hendis zevcesiimiş; Hoşsohbet - birine| benziyordu. Benim biraz yemek y!dıgi— mi görünce derhal konuşmak için bunu vesile yaptı. Tabil adam da söze karış- makta gecikmedi. Aramızda mecburi bir döstluk tesis etti, hanım böyle yolculuk- larda aranan arkadaşlardandı. Fakat ö- bürü huzuru ile adetâ rahatımı bozuyor- du, kendisine bir gönül eğlencesi aradığı muhakkaktı. Böyle bir şey için beni inti- hab etmesi müdhiş sinirime dokunuyor- du. Yemekten sonra yukarı çıktık. Va- purda sallantı artmıştı. Mühendisin ha- nımı kamarama girersem daha fena ola- cağımı söylemiş, dışarıda oturup hava almamı tavsiye etmişti. Herkesi benim gibi deniz tutmuyordu. Güverte kahkaha tufanına boğulmuştu. Biz de parmaklık- lara yakın bir köşede koltuklarımıza u- zandık. Derhal vapur kazalarına ajid bir bahis açıldı. Denizden anlıyanlar fırtına- nm gittikçe azacağını; epey sallanacağı- mazı tahmin ediyorlardı. Mühendisin ha-| $ mumı sandalları işaret ediyor: «Acaba icis ne nasıl bineceğiz. Burada mı, yoksa de- nize indirildikten sonra mı?> diye, şaka- €t bir tavırla soruyorda. Artık mesle, nin doktor, isminin Cevad olduğunu öğ- rendiğimiz kumral, haleb çıbanlı adam ise bana doğru eğiliyor, neş'elendirmek, somurtkanlığımı gidermek için şakalar yapıyor, sık sık fazla rahatsız olup olma- dığımı soruyordu. Ben gözlerimi sema- dan ayıramıyordum. İlerde ufuk — iyice kararmıştı. Üzerimize doğru İkocaman bulutlar geliyordu. Ay sanki bu siyah pençelerden kendini kurlarmak ister gibi iyice yükselmişti. Denizde geniş dalgalar hâsıl olmuştu. Vapurumu- za kuyvetli şakırtılarla vurarak tepele- n-vıe beyaz külühlar gibi köpükler çat- uzaklaşıyorlar, sonra tekrar geriye dönüyorlardı. Artık etraftaki kahkahalar da hafiflemiş, sesler kesilmişti. Herkes vaş yavaş içeri kaçıyordu. Mühendi- sin hamımı da başının ağrıdığından şikâ- yet ediyordu. Biraz sonra çoçuğunu ala- rak yatmaya, kamarağına gitti. Ben de kamarama çekilmeyi düşünüyordum, fu- kat biraz evvel orada ne kadar fena ol- duüğumu hatırlıyarak vazgeçtim, Sonra orada yalnız korkacaktım. Zaten şimdi- den içimi sıkıntı bürümüştü. Midem dur- madan bulanıyor, vücudüm uyuşur gibi oluyordu. Büyük vapur kazalarını birer birer hatırlıyarak hayalimde korkunç sahneler de yaratıyordum. Kumral, ha- leb çıbanlı adam yanımdan ayrılmamış- tı, durmadan konuşuyordu. Kısa ve s0- ğuk cevablar veriyordum. Nihayet be- mnimle konuşmanın imkânsızlığını anlas mış olacak ki bir müddet sustu. Ben de başımı halsiz halsiz arkama bıraktım. Gittikçe fenalaşıyordum. Vücudüm; pu- çavra gibi kuvvetten düşüyordu. Vapurun iltüsü arttığını da — farkediyor- BABA - OGUL UAD DERVİŞ lâ eski âheng.nl, hâlâ eski sıcaklığını muhafaza ediyordu. — Necati! diye fısıldadı. Arkadaş Necati... Şimdi onun ellerini bırakmıştı. Eski birdenbire | SÖON FOSLA .. Peride Celâl Ona bir Karadeniz seyahatinde teşa- | gözleri nasıl sinirime dokunuyordu ınla-ydum Sema bulutlarla iyice anuımuş Bl- l "rafı zifiri bir karanlık kaplamıştı. Bir a- ralık dudaklarımı güçlükle oynatarak #i- midsiz ümidsiz mırıldandım: — Fırtına müdhiş olacak. Doktorun başını birdenbire çok yakı- numda gürdüm: O zaman da bana acaba bu kadar soğuk muamele edebilecek misiniz — di- yordu. Size kim yardım edecek, kimden cesaret alacaksınız. Öfkeden titriyerek boğuk bir sesle: — Çabuk yanımdan gidiniz, dedim. Derhal ayağa fırladı ve karanlıkta kaybaldu. Orada yapayalnız kaldım. Va- pur şiddetle sallanıyor, dalgalar gümbür- düyor, iple direkler birbirine çarparak müdhiş sesler Çıkarıyorlardı. Dehşet için- de kalmıştım. Kalkmak istedim, fakat birdenbire ayağım kayarak yere yuvar- landım, Zaten tam o sırada müdhiş bir şey oldu.: Gemi yana doğrtü yakltı, yaltı. Birdenbire korkunç çığlıklar koptu. Gü-|, &nda gözleri korku ile büyümüş, , gecelikli çocuk, kadın, er- z yığın insanlarla doldu. Yolcular arasında bir panik, başlamıştı. Birbirini çiğniyerek üzerimden atlıyorlar, «Batı- yoruz, batıyoruz!» diye sandallara koşu- yorlardı. Altlarında eziliyordum. Ayak- larina sarılıyor: «Beni de alın, beni de Müsabaka imtihanı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankasından: İ 1.— Bankamıza müsabaka ile «10e mül tiş namzedi' almacaktır. 2.— Bu müsabakaya girebilmek için Siyasal Bilgiler veya Yüksek İktisad ve Ticaret okullarından veyahud Hukuk Fskültesinden veya bunların yabancı mem- Teketlerindeki muadillerinden diplomalı olmak lâzımdır. 3. — Müsabaka 7, 8 ve 9 Eylül/938 günlerinde Ankara ve İstanbul T. C Ziraat tihana tâbi tutulacaktır, 4. — Müfettiş namzedlerine «140» lira aylık verilir. Askerliklerini yapmak ü- zete ayrılan müfettiş namzedleri askerlikten avdetlerine kadar maaşsız mezun sayılırlar. dirler.» «2397> gelmiş olması meşzuttur. alıns diye, yalvarıyordum, İki kuvvetli kolun birdenbire vücudümü havaya kal- dırdığını hisseltim. Yumuşak şefkat do- la bir ses duydum. «Korkmayın, selâ- mettesiniz. diyordu. Bu kumral, yanağı haleb çıbanlı adamdı, yani doktordu. Be- ni sıkı siki tutmüştü. İleriye, gandallara doğru rüzgâr gibi koşuyordu. Gözlerimi açtım, Yanımda doktorun si- yah silüetini gürdüm, Derhal üzerime doğru eğildi, gülümsiyerek: — Fırtlına geçti efendim, dedi. Evvelâ ona şaşkın şaşkın baktım, fakat kendimi biraz toplayınca hakiki bir kaza atlatmışım gibi içim büyük bir sevinçle doldu, demek bir aralık doktor sustuğu sıradâ dalmıştım ve rüya görmüştüm. Ama ne kadar hakikaten benziyen bir rüyal, O tekrar konuşmaya başlamıştı: — İyi uyudunuz diyordu, yalnız uyku- nuz biraz sıkıntılı idi. Durmadan kımıl- dıiyor, anlaşilmaz bir şeyler — mırıldanı- yordunuz. Üşüyeceksiniz diye de kork- tum, O zaman üzerimdeki ağırlığı hissettim ve rüyadaki kurtarıcıma derin bir mit- net hissi duymaktan kendimi alamadım. Üzerime pardösünü — örtmüştü. Başımı kaldirdım. Sema yıldızlarla dolu idi. Ay meydana çıkmıştı. Tatlı, serin bir rüz- gâr esiyordu. Deniz ise artık gayet rakid ve dalgasızdı. Tekrar başımı — çevirdim. Onunla göz göze geldik. Gülümsedim, bana artık gayet sevimli ve iyi görünü- yordu. Hattâ haleb çıbanı bile.. «Teşek- kür ederin» dedim. Koyu elâ gözleri par- ladı. «Dost olduk dedi. Ben de size teşek« buraya gelmiş ob duğundan pişman olmuşlu. Fakat o gi- rince, o iki elini birden en büyük bir samimiyetle onun uzanan öllerine bıra- kınca ve tatlı bir sesle sevinçten titri« yerek: — Necati, arkadaş Necati! Diye fısıldayınca bu pişmanlık hissi bir anda kalbinden silinmişti, Hergün beraberlermiş, daha dün bir- birlerinden ayrılmışlar gibi bundan on beş sene evvelki hâdiselerden bahsedi- yorlar, birbirlerini hiç yadırgamıyor- bir iş arkadaşını bulmanın samimi se- |lardı, vinci içinde onun omuzlarından tutu- yor, omuzlarına vuruyor: — Hiç değişmemişsiniz küçük abla! Sanki sizi dün bırakmış gibiyim.. şim- di ablamız daha küçük, küçücük olmuş gibi.. daha gençleşmiş gibi. Ya ben?.. Şimdi onun ellerinden tutuyor, gerl çekilerek, kollarını gererek ona kendini gösteriyor: — Ben, pek bozuldum., pelkt ihtiyar- Tadım, değil mi?... Nasıl, beni dışarda görseniz tanıyabilir miydiniz? O, kapıdan içeri girer girmez, eve girdiği dakikadanberi içine doğan en- dişe dağılıvarmişti. Oğluna kendinden konuşmuştu ama... Ya kendisini karşı- sında görünce soğuk davranırsa, ya ona hiçblr yakınlık göstermezse? Bütün bir hayat birbirlerini düşün- dükleri, birbirlerinden başka hiçbir şey düşünmedikleri belli idi. Kanapenin üstüne yanyana oturmuş- lardı. Tıbkı bodrumda, muma - ışığında saatlerce konuştukları gibi konuşuyor- lar, zevkle konuşuyorlar, her şeyden konuşuyorlar, fakat, — kendilerinden, ah;klınndm. sevgiden hiç bahsetmiyor- K, Her kelimede aşkları saklı idi onla- TIN. Birbirlerini en basitten, en mürek- keb mevzu hakkındakt fikirlerile anlı- yorlar, birbirlerile her meselede öpü- şüyorlar, Ona on beş sene onsuz geç- miş hayatını anlatıyor. Yalnız bir ke- lime lle bu hayat ifade edilebilir. - Mücadele... Eyüb Sulh Hukuk Ahkâmı Şahsiye| Hâkimliğinden: Kocası Mehmed Şükrü vefat edip al- fıncı hukuk mahkemesinde 13 yaşındaki | Yuzuf İzzettin velâyetine verilmiş oldu- ğundan Yugoslavyada Pirapo kasabasın- da ölen kardeşi Yugouslav tebaasından Paşeden kalan menkul ve gayri menkul- leri ki yapılan tereke nukudunun alın- ması için Yugoslav hilkümeti tarafından islenmesi üzetine müstedi Eyübde İslâm- bey caddesinde 24 No, lu evde mukim kü- çüğün annesi Hacer müracaatla - çocuğu Yusuf Tzzettine vasi tayin edilinesi talebi ile yapılan mühakeme neticesinde mez- kür adreste mukim veli olan müstedi Ha- cerin küçük Yusuf İzzettine vasi tayinine ve usülen ilânat icrasına kabili itiraz ve itizar olmak üzere 10/Haziran/998 tari- hinde karar verildiği (8) gün müddetle ilân olunur: — (İ119) * kür ederim.» Hava düzelmiş, fırtına geç- mişti. Artık kamarama girebilirdim. Fa- kat... Göonç kadın birdenbire sustu. Bize doğ- ru yaklaşan gülüşmeler ve ayak sesleri vardı. Başımızı çevirdik, Kapının önün- de birkaç erkek gölgesinin belirdiğini gördük. Güverteye çıktılar,— İçlerinden biri gülerek bize doğru ilerledi. Bu genç kadınm kocası idi. Uzun boylu kumral bir adamdı, Koyu elâ gözleri ve yans- Rında bir haleb çıbanı vardı, Derhal ye- Necâti, mücadeleyi terketmemiş.. Hâlâ çabalıyor. Yalnız şimdi mücadele âleti silâh Gdeğil makine, muharebe meydan: değil fabrika... — Momloketi istilâdan kurtarmakla iş bitmedi. Birçok mücadeleciler, düş- man hududlardan kovulunca içleri ra: hatlanıp silâhları terkettiler. Fakat a- sıl mesele bugün memleketi başka isti- lâ emellerinden kurtarmak ve koru- | ; mak, vikaye etmektir, Bu da ancak Mme- Sözlere, ben ve siz, kelimeleri girmeğe Medenileşmek ne- / başladı. denileşerek olur... dir?, Baş çare sanayileşmek nedir?... Avrupa sermayesi pazar arıyor ve isti- Yâcı emperyalis! emellerini pazar ola- bilecek memleketlerin üstüne tevcih e- diyor. Türkiyenin hariode alıcı diye fanınmaması için haricden gelecek hiç- bir şeye ihtiyacı olmamak lâzımdır. Bu- nun için mücadeleye bu sahada devam etmek lâzım. Her şeyi kendi memleke- timizde yapmalıyız. kendimiz kavrulmalıyız... Hayatını iftiharla anlatıyor. İki bü- yük kombinanın makinelerinin kurulu- şunda şef olarak çalışmış, Ona soruyor- dur — Ya siz küçük abla?. — Ben.. ben siz beni görmiyeli hiç, ımhiçmıquımıdmüpnınp- Baş, diş, nezle, grip romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. İcabında günde 3 kaşe almabilir. İ İ | | Bankalarında yazı ile yapılacak ve kazananlar Teşrinievvel içinde sözlü bir im- 1 Mürfettiş namzedleri iki senelik bir stejdan sonra müfettişlik imtihanına tâhi * tutulacaklar ve kazanırlarsa «175» lira aylıkla müfettişliğe terfi ettirileceklerdir. | «Yeni kanunumuz mücibince bankamız memurları da tekaüdlük hakkını haiz- 5. — İmtihan programı ile sair şartları gösteren matbualar Ankara, İstanbul ve İzmir T. C, Ziraat Bankalarından clde edilebilir. 6. — İstekliler, aranılan vesikaların asıllarını veya noterden tasdikli suretle- rini bit mektubla Ankarada Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Teftiş Heyeti Reisliğine vermek veya göndermek suretiyle müracaat etmelidirler. Bu müra- . caat mektubiyle vesikaların en geç 24/0/938 tarihinde Teftiş Heyeti Reisliğine SM0ğ b <. | BAYANLAR ! Dudaklarınızın — istediği | rujları sizin için bulduk | Ce tdakea MEŞHUR FRANSIZ. MARKASI OKKAT I Pa COTY fubrila- cnda imal ve İzar elmniş Bir bransız mustakzandır. rimden kalktım ve karı kocayı selâmlıya- Tak başbaşa bırakıp kamarama çekildim. Zaten genç kadının hikâyesinin sonunu anlatmasına lüzum kalmamıştı. YARINKİ NÜSHAMIZDA: | Altı yumurtaya bir kafes Yazan: Mih, Zoşçenka Çeviren: H. Alaz kllkten sonra silâhı, Mücadelesini terketmiş olanlardanım.. — ,G Akşam oluncaya kadar galanda otur- dular, Her şeyden konuştular, Fakat kendilerinden konuşmamışlardı. Fakat oda alaca karanlık olunca yüz- lerdeki çizgiler mübhemleşince ve göz- ler bu gözleri apaçık seçememiye baş- layınca muhaverenin şekli değişti. Easretten konuşuldu: — BSizi bir gün unutmadım, Hergün düşündüm ve bir gün gene bir yerde göreceğimden emindim. Dedi ve sonra iri elleri onun parmak- Kendi yağımızla larını kavrıyarak sordu: — Niçin” gelmediniz.. mektubumu almamış mıydıniz? ——— — Niçin mi gelmedim?... Ona hakikati söylemek - için tered- düd ediyar, 'Öyle ya!,, Ona her şeyi an- latsın mı?.. Bu anlatacağı şeyler belki de onda zavallı karısının hatırasına kin katıştırmasına sebebiyet veremez mi? — Mektubunuzu almamıştım, beni istediğinizi, beni çağırdığınızı bilmi- yordum, (Arkası var) f SSD Ar A e