SŞ VAA SN Nİ ÇUN GF Aİİİ ĞAA GNĞ 23 Temmuz «Son Postas mın aşk ve macöra romanli 87 SON POSTA Yazan: Vedad Ürlü Odama bir hançer fırlatılmıştı An'aneye sangı göslermek — za- rüretinin — kendiğini — Avrupai fah bir adama yakışmaz harekel- lere sürüklediğinden ötürü çok mütee: Resmen sultanlığa yükseleci sanla bir prens her lâhza konuşa! mış. An'ane saçmalığı. Ne yaparsın ki saygı göstermeğe mecbursun, Düğünümüz on beş gün sonra. Bunu haber verirken prensin hiç de az sevinmediğini gözlerinden anladım. Bu sabah gene yanımdaydı. Artık bunca günlük samimiyetin verdiği bir | Cesaretle sordum: — Prens, mes'ud musunuz?... Keskin olduğu kadar da dalgın lerle yüzüme baktı: Eyet, dedi... Sizin'canlı vi hde o kadar mes'udum ki!,. Ölü ha- yatından bıktım artık... — Ölü hayatından mı?... Silkindi, Bilmem neden?. ka- vallı, bedbaht insan sürüsünden.. — Prense acıdım. Fikren çok geri bir milletin başında bulunmak ve onun en gülünç an'anelerine bile mevki hatırı için boyun eğrmek, münevver bir insan için ne güç şey... Gamdan uzak Fıbl görünen muhteşem hayatların içyuıı.; kim bilir böyle kaç ızlırab saklıyor: Prenses!.. Bir emrzinizle Gözlerim, aralarında bir âşina ara-| ormuş gibi, birer birer kızları muhak- mak süzüyordu. Bir âşina aradığ kaktı. Onlardan birisini çok zmı: tım, Yatta, hayli gün önce benimle kor nuşan kızı, bu fırsattan istifade ederek, bir kere daha mek istiyordum. A- ralarında yoktu. İsmini de bilmiyor- dum. Bana hüyük bir cesaretle, gece vakti Hind saray sın kim bilir han- Ki sırrını vermek isteyen bu kızca, Hükmetmek kudreti, mutaassıb bir ca” hilliğin yaşadığı topraklarda yalnız an- aneleri parçalıyamıyor. Bunu ya_pabıl- mek için çok büyük bir «Feragati ı_ıc_fsı Tâzım. Her kabadayının 'kiq değil. Prens Nâzım Abâd, memleketinde bir inkılâb yaratmaktan ziyade nüfuzunu ve servetini kaybelmemeği düşünen bir örünüyor. Böyle olduğu ca le de ıztıraba kat- lanıyor, büunaltısını milletine belli et- memeğe çalışıyor. n Prens yanımdan çıktıktan sonra bah- Çede bir gezinti yaptım. Geniş hav:ıı— ların binbir renk fiskiyelerinden fışkı- ran sular, bana Binbir Gecelerin sev” dalarını hatırlattı. Sun't kayaların çi- Çek demetlerini okşıyan şelâlelerinde, Saadetimin terennümlerini işitir gibi luyordum. Her adımda yeni bir sürpriz, her köşede hir güzellik tablosu. Roman- larda fakirlerin murdar toprakları, hastalık kaynağı, yılanlar acağı diye tanıdığımız esrarengiz Hind ile bu gü” zellikler ve ihtişamlar beldesi sında ne kâdar da fark var. Eğer her okudu- ğüumuz ve işittiğimiz böyle ise... Uzak- hk, hakikati öldürür, yalanı canlandı" Tır derler. Bir kere daha hak veriyo” rüm, üyük bir duvarın yanma yak'aştı- Bim vakit bir kapı gördüm. Yanımda- ki cariye, hemen merakımı sezdi. Ya- ne olmuştu?... Ansızın içi rak uyanı nara çektim. İngilizce biliyordu. Sar- guma: — Hayır.., Hayır!... diye korku ile tevab ver Ben bir şey bilmiyorum. O, ortadan kayboldu. | Fazla söyliyemedi. Acı bir boru sesi. Kızlar, birer köpük gibi havuzlar orta-, sından fırladılar, kayboluverdiler, Konuştuğum kıza; — Sen kal!... Emrini verdim . dağlar yıkılır, fakat... Dinlemedi bile, Koşa koşa uzaklaş- tı. Sinirlenmiştim. Bütün bir memleke te tahakkün sanırken bir ca- yeye sözümü dinletememiştim. Fazla düşünemedim. Yamnıbaşımda bir ses. Eli kırbaçlı bir Hindu: AF bi nuz, Prenses rinizle dağlar yıkılır, Fakat © mâhsus disiplini bozmamak emir aldık. Haykırdım: — Siz nereden çıktınız?... Beni takib mi ediyorsunuz?... Hindu cevab vermed. Kollar kavüş- muş eğildi, Bir sinir buhranı içinde sa- raya döndüm. Bir em- —27— Süküt, ikrar ise Hindli takib edildi- ğimi tasdik etti. Bir an içinde sanki bir prangaya vu- | ruldum. İçimde tuhaf bir sıkıntı. (Arkası var) rım bir ingilizce ile: : Hizmetkârların hüsusi bahçele- Diye murıldandı. !(api:'"l açmak üzere iken, bi ©nüme geçti: — Ocah... Hayır, prenses!... Girme- yiniz oraya!... Bir prenses, cariyeleri- nin bahçesine girmeğe tenezzül etmez. Bu, çok fenal... Yüzüne baktım. Ne demek istediği- mi anladı, geriledi. Kapıyı açtım. Her yanı sarmaşıklarla gölgelenmiş Büzel bir bahçenin ortasındaki sun'i bir denizde elliye yakın genç kız yıkanı- Yyordu, Roma saraylarının efsanevi ha- vuzlarından hiç de farkı yoktü bunun. Bu yer, en modern plâjlardan da fazla bir tazelik, hele oralarda nadir buluna- €ak bir masumiyet taşıyordu. Esaretin azabını tadan bedbahtlara bu yer, bir lâhza için de olsa ıztırabkarı unutturan ne sevimli bir köşeydi. Yıkanan bu ya- Tı çıklak kızlar, bir saraya hayatları Pprangalanmış bedbahtlar değil, sanki hür, mes'ud, gamsız yavrulardı. Beni görür görmez birer neş'e ve mahcubiyet gülümsemesi ile sulardan fırladılar: — Prenses!... İyi prenses!... Kimi ayağıma kapanmak istiyor, ki- mi çiçekler taşıyordu. ——— rdenbire * iKRAMIYE göre ikramiye dağıtılacaktır: M y 500 M ee 250 40 » 100 100 , S0 120 , 40 160 , 20 DİKKAT: Hesaplarındaki paralar Kur'alar senede 4 defa, 1 Eylül, 1 tarihlerinde çekilecektir, T. C. ZİRAAT BANKASI PARA BiRiKTİRENLERE 28.800 Lira Ziraat Bankasında kumbaralı ve ihbarsız tasarruf hesablarında en az 50 lirası bulunanlara senede 4 defa çekilecek kur'a ile aşağıdak! plâna 4 Adet 1,000 Liralık 4,000 Lira düşmiyenlere ikramiye çıktığı takdirde 96 20 fazlasile verilecektir.. VERECEK 2,000 S ArT DO0 » 4,000 ,, £ S00 e ”» W ”» ge 153200 5 bir sene içinde 50 liradan aşağı Birinci kânun, 1 Mart ve 1 Haziran ı |şartl |İmünzevi bir Bunun üzerine Abdurrahman paşa: — | .|Sine başlamasından birkaç gün sonra, İ DÜMTEKLİ NAMAZ tında biten İ dara, Devlet kap hiddetle kalkıp gitti. Sebe dümtekli namaz kılmam, sureyi Hüseyni makam Sırası gelince paşanın bu mektubu- nu aynen yazmakla beraber bunu takib eden çok garib hâdiseler hikâye ede- ceğim, —18— ABDURRAHMAN PAŞA - DAĞİS- TANLI TAKİYYÜDDİN EFENDİ - Kastamonu meb'usu merhum Hafız Mahir efendi, ben Kastamonuda iken © zamanın genç âlimlerinden ve Kas- tamanu şairlerinin ileri gelenlerinden olduğu için, Abdurrahman paşanın teveccühüne mazhar bulunuyordu, Mumaileyhin evvelce bidayet ve sonra istinaf mahkemesi azalığına ta- yini, alelhusus Kastamonuca «Kâbe miftahdarlığı» - kada mühim olan Nasrullah camij hatibliğine intihab e- ditmesi bu teveccühün eserlerinden idi. Mahir efendi, haftada iki gece mun- tazaman vilâyet dairesine gelerek ho- ca sıfatile ve maamafih müteaddid ra müracaat olunmak süretile mesi derslerine iştirak ederdi. Ha tâ, Abdurrahman paşanın hususi ima- mı bulunduğu halde, vilâyet dairesine geldiği gecelerde, bu vazifeyi de o ya- pardı. Mumaileyh, bir akşam, beş on gün evvel Çorumdan gelip bir medresede li Takiyyüddin efendi lim, fazıl, müttaki ve zat olduğunu söylemişti. 'e — Yarm akşam yemeğine beraber geliniz de görüşelim, dedi. ve öyle de oldu. Cidden pek vakur ve natuk olan Takiyyüddin efendi düzgün ve temiz giyinmişti. Beyaz sarığı, simsiyah saka- lmın çerçevelediği yüzü, yüksek boyu, nafiz nazarlarile keskin zekâsı, geniş| malümatı, hafızasının emsali nadir denecek derecede olan kuvveti ile pa- şayı derhal teshir etti. Abdurrahman paşa, bu zatta ilim ve irfanın üstünde manevi bir kuvvet yan: velâyet kudre- & bulunduğuna zahib olarak, kendisine nasıl hürmet edeceğini bilemiyordu. 'Taki efendi, islâm âleminin uzak, | yakın her tarafını mükerreren dolaş - miş, nerede Arabca, Acemce bir eser eline geçmişse mutlaka okumuş ve hat- tâ mütalea ettiği kitabların mfndere- catını ezberlemişti. Yalnız kur'anı, mesneviyi değil, Arabın, Acemin en büyük âlim ve şairlerinin en güzide eserlerini hafızasına nakşeylemişti. Takiyyüddin efendinin, Abdurrahman | paşa ile konuştuğu gecenin ferdasında, biri müntehab kitablarını, diğeri es - vaplarımı havi olan iki heybesi daireye vakledildi. Fakat ne oldu ise benimle zavallı Ma- hir efendiye olmuştu. Mahir efendi, bir âlim değil, kendi ayakları altına kona- cak bir karpuz kabuğu getirmiş demek- tL Çünkü, paşa, mesneviyi muntaza- man ve yalnız başına Takiyyüddin e- fendiden okumağa karar vermişti. Ba- na gelince, odam Takiyyüddine tahsis ve (aziz) unvanım da manasını büyü- terek ona tevcih edilmişti. Paşa ba- na vecahen (aziz) diyordu. Takiyyid- âine ise, bir de (hazretleri) ilâüyesile gıyabında da bu tevcibi yapıyordu. Benim azizliğim 1âfzi idi, fakat onun- kinde mana murad olunuyordu. Takiyyüddin efendinin mesnevi der- odadan çıkmak istedim, Fakat Takiy- yüddin, paşaya: — Hazım bey daima birlikte bulun- sun, dedi. Onun her sözünü, paşa, infazı elzem bir emir şeklinde telâkki ettiğinden der bal: — Çok iyi olur, cevabını verdi, Fa- Niğde tahrirat kaleminde başlayıp İstanbulda ısında elli'yıl Yazan: Eski Dahiliye Nazırı veeski meb'us Ebubekir Hâzım | Takiyyüddin efendi bir gün cemaatle namaz kılarken ayaklarını oynatıp duruyordu! ,, Sayfa 13 memuriyet hayatı: 44 bini sorunca dedi ki: “Ben . görmüyor muydun imam ından okuyacağım diye misrar bile mevzun okuyamadığı için, Takiyyüddin hiddetleniyor, küçük bir çocuğa ders verir gibi hiddetleniyordu. Hattâ, bir kere paşa: — 'Ne yapayım, işte, dilim dönmü- yor, diyerek ağladı. Onun gözlerinden yuvarlanan iki damla göz yaşının, bıyığının beyaz telk- lerine takılıp litreşmesinden fevkalâde müteessir olmuştlum. Hemen oradan çıktım. Paşanın değil, Takiyyüddinin ısrarına rağmen: — Benim için her müsahabeniz bir |derstir. Fakat işlerim müsald değil, mesnevi dersinden beni affediniz, diye- rek itizar ettim. Kibir ve taazzumla iştihar eden kos- koca Abdurrahman paşa harem dâize- sinde pişirttiği sabah kahvesini bizzat Takiyyüddinin odasına kadar getirme- ğe başlamıştı. Paşanım bu derece izzeti nefsini hırpalaması, - Tal di de manevi bir kudret tevet nun sert, yakı: lelerini de kend t zannetmesinden il geliyordu. 'Nakşibendi tarikatinin Halidi koluna mensub bir dervişti. Kastamonuda meş- hur Seyid efendinin tekkesile Gere- dedeki Halidi tekkesinde zikre iştirak ettiği gibi, İnebolu limanını yaptırır- Kken, mehtablı geçelerde; onun rıhtımı üzerinde bütün uşaklar ve liman Tmmü- hendisi ile beraber «Lâllâheillâllah» di- yerek yüksek sesle zikrettiği de olur- (Arkası var) BANKA KOMERÇiYALA iTALYANA Sermayesi Liret 700.000.000 İhtiyat akçesi Liret 145.769.054,50 Merkezi İdare: MİLANO İtalyanın başlıca şehirlerinde ŞUBELERİ İngiltere, İsviçre, Avusturya, Maca- ı ristan, Yugoslavya, Romanyü, Bul- gâristan, Masır, Amerika — Cemahiri Müttehidesi, Brezilya, Şili, Uruguay, Arjantin, Peru, Ekvatör ve Kolumbiyada Afilyasyonlar İSTANBUL ŞUBE MERKEZİ Galata — Vayvoda — caddesi — Karaköy Palâs — (Telet; — «4841 — /2/3/4/5) Şehir dahilindeki acenteler İstanbulda; — Alâlemciyan » hanında Telef: 22000 /I/LVAS/S; Beyoğlun- Di Pi da: İstiklâl caddeal Telef: 41046 İZMİRDE ŞUBE Sivas Asliye Hukuk Mahkemesinden: Sıvasın Bahtiyar bostant mahüllesin- den Vahap son taş vekili avukat Ziya Rados ile Sıvasta serbest fen memuru Zi- ya Ürgün aleyhine açtığı alacak davası- nın da dava edilenin oturduğu yer bili- nemiyerek ilânen tebligat yapılmasına karar verilmiş olduğundan usulün 134 ün- cü maddesi mucibince duva arzuhali ile davetiyenin birer suretlerinin mahkeme divanhanesine talik kılındığı ve mahke- me günü olarak tayin edilen 22/9/938 perşembe günü saat onda Sıvas asliye hukuk mahkemesine gelmediği takdirde gıyabında muhakemeye devam ve bakı- lacağı ilân olunur. DOYÇE ORİENT BANK Dresdner Bank Şubesi Merkezi: Berlin Türkiyedeki şubeleri: Galata - İstanbul - İzmir Deposu: İst. Tütün Gümrüğü kat hiç de iyi olmadı. Çünkü lurrahman paşa — bir iki * Her türlü banka işi *