İlk netice: — Hakikaten, ben onu tamamen U- Mütmuştum, hocam, Rıdvan Sadullah teklif etti: PE , 7 En evvel alınması lâzım gelen İ- © Sdeleri aldık, zannederim. Bu suretle Bühütç tanımış bulunuyoruz. Arzu & miz bunlara şimdilik biraz fasıla idim de cinayet sahnelerinde şöyle #râştırma yapalım. Bu suretle yü- Meceğimiz istikameti daha iyi tayin “imiş Oluruz. Bu teklifi müddeiumumi de, serko- de muvafık gördüler, hep befa- kö indik. 'nan beyin öldürüldüğü oda ayni Bziyelte idi, Cesed de bulunduğu yer- kaldırılmamıştı. oç Ridvan Sadullah, müddelumumi mu- İvinine vaziyeti anlattı: “45 Davayı iyice kavrıyabilmek için â Ayırıp basitleştirmeliyiz. Şim- im ki yalnız Kenan bey kat- miştir Uşağın katli bâdisesi diye se ve ikinci katil sahnesinde 4İ numara ayakkabı gi- tir. küdina aid ayak izleri ortada yok- tere 'u takdirde görüyorsunuz ki pen - Açık. Pencerenin karşısında! dar, mevrud parçalanmış ti, Ve cesedin düşüş istikametinden Yoruz ki kurşun pencereden atıl - Vaziyet şünu gösteriyor! bey odaya girdiği zaman katil Pencerenin önünde imiş. Pen- bahçeden yüksekliği bir metre- fazla ığı için normal boyda durduğu halde ko- edebileceği anlaşılır. beyin içeri girdiğini riçten ateş ettiğini ka- kurşun hedefe vearma- kulağı dibinden geçe- çarptı ve levhayı par- va tabakasına saplandı. Bu- katil ikinci defa ateş etti. | ile namludan fırlıyan buldu. Kurşun seslerini âynen işittik. Tlah bir dakika sustu, muavini: le iken serkomiser be- linde aramak husu - meylin sebebini an - dedi. İşte her şey açık... atıldı: e bir hüküm vermedim. halkının ifadelerini alırken sor Suallerden benim çıkardığım budur. Bundan başka daha beş *Vvel bü ihtimal üzerinde uzun drdunuz. ii ; ş 1 ; Gü 5 Hf, ; Z z E lah serkomiserin mu - vakit bırakmadı: Osman bey haklı! dedi. Ja kalsaydı, şimdi biz de elen biridir, hükmünü unacaktık. Fakat gene biz bu iki kurşun sesini *Pey uzun süren bir fasıla bir kurşun sesi işittik. Bu ve nereye atıldı? İşte bu- Yoruz. İkinci kurşun da he- da maktule üçüncü defa Zarureti hasıl oldu diyelim. eken kolaylıkla verebilir İĞ ikinci kurşunla üçüncü endahtı arasında geçen müd- maktulün olduğu yerde açmak için hiç bir have - kabul edemeyiz. Son- unu bulduğumuz gibi ü- u da bulmaklığımız lâ - üçüncü kurşun mey - lah sustu ve düşünmi- Serkomiser odada öteye Selerek eşya üzerinde kür» » Müddeiumumi ve ben e kalmıştık. ullahın düşüncesi fazla kurşunun atılmatı ile par MY8 doğru yürüdü. Bunu iyiden çıkardı. Altından Vara saplanarak açtığı de- Sıktı, Rıdvan Sadullah *nâra koyarak bir iskem- e 1 l # 5 ri kı # £, i 7 ; £ İri ir, ii z | , 4, 5 İİ Katil ev ha CAMI SAĞLAM Rıdvan Sadullah odanın bu krokide halkından olduğunu le üstüne çıktı ve duvardaki deliği u - zun uzun muayene etti, Bir aralık do tumun kaşlarının. çatıldığın ve gözle rinde şimşek gibi bir parıltının yanıp söndüğünü gördüm. Onu o kadar iyi anlamışımdır ki bu âlâmetler beni hiç aldatmaz. Rıdvan Sadullah muanmayı çözen anahtarı elde etmişti. Sandalye- den yere indi. Odanın bütün duvarla- rını. seri bir nazarla gözden geçirdi. Sonra kapının bulunduğu duvara biti- şik olan ve kapıdan girilince solda ka- lan duvarda mevcud ikinci ve sağlam bir levhaya doğru yürüdü. (Krokiye dikkat) bu levhayı da asılı bulunduğu çividen çıkardı. Levha sağlam olduğu balde altındaki duvarda kurşun ye- ri bulunduğunu hayretle gördük. Serkömiser bağırdı: — Hah, işte üçüncü kurşun! i Rıdvan Sadullah: — Acele etme Osman bey, bu üçün- tü kurşun değil, ikine! kurşundur! dedi. — İkinci kurşun mu, anlamıyorum. — Şimdi anlarsın... Rıdvan Sadullah geri döndü. Elle - rini birbirine sürterek duvara temastan hasil olan beyazlığı giderdikten sonra: — Serkomiserin hakkı varmış, dedi. Şimdi katilin ev halkından biri oldu - ğunu iddia ve bu iddiamızı ispal ede - biliriz. Müddelumumi muavini sordu: — Ne şekilde? Ben bu bulduğunuz şeylerden hiç bir şey anlamadım. — Şimdi anlatacağım efendim, Bi- raz sâbırlı olunuz. Rıdvan Sadullah bir saniye etrafına bakındı, Sonra müddelumumi muavini amla ilâve etti; ikile izah edebilmek için katil sahnesinin ufak bir provasını yap- mak | Meselâ farzedelim ki siz maktulsünüz, ben de hüviyeti mechul olan katilim... Ve gene farzedelim ki bir yabancı değil de ev halkmdan biri yim. Sizi öldürmeyi kurdum. Bir plâ İtertib ettim. Sizi bu odaya çağırtaca- Jğrm. Öldüreceğim, Daha evvel odanın penceresini açtığım ve bahçede sahte ayak izleri vücuda getirdiğim için ka- tilin hariçten geldiği zannını uyandıra- cağım. Plân budur. Şimdi provaya baş- lıyalım, Siz odaya giriyorsunuz; ben de saklandığım yerden çılcarak arkanız- dan odaya dahil oluyofum. Siz âyak seslerini duyunca arkanıza dönüyorsu- nuz. Yüz yüze geliyoruz. Şimdi vaziyete dikkat ediniz. (kro- kiye dikkat) ben kapıdan girdiğime ve maktdlün yüzü bana müteveccih ol- duğuna göre sırtının da karyolanın bu- lunduğu ve bu ikinci sağlam levhanm asılı durduğu duvara dönük olması lâ- zım. Bu vaziyette ilk defa ateş ediyo - rum. Kurşun hedefe isabet etmiyor ve maktulün kulağı yanından geçerek gi- idiyor, levhaya saplanıyor. Bunun üze- ine ikinci defa ateş ediyorum ve bu ikinci kurşun hedefini buluyor, Kenan bey yere yuvarlanıyor. Fakat bu su- retle ben plânımdan inhiraf etmiş olu - yorum, Evvelce sahnenin dekorunda tadilât yapmış, pencereyi açmış, bah- SON POSTA Ikındandır görülen şekline dayanarak katilin €v isbat ediyor çede pencerenin önüne gelip gitmek üzere sahte ayak izleri vücude getir- İmiştim, bu suretle katil pencereden i-|» çeri ateş etmiş olacaktı, Halbuki pen - cereden, hemen bitişiğinde duran bu levhayı parçalıvacak şekilde ateş et - ğ falso derhal na- zarı dikkatimi celbediyor. Çar lâyını buluyorum. Bu parçalanan levha ile pencerenin karşısında bulunan du- vardaki levhanın yerlerini de; yorum, cesedi de bu istikamete çeviri- yorum, işte zabıtayı acak man- İ zara husule geldi. Delik levha tam pen- cerenin karşısındadır. Fakat iş bü - İnunla bitmiyor. Levhalsrdan biri sağ- İlam, biri delik olduğu halde karyola itarafındaki duvarda buluna; levhanın altında kurşun yeri var, pen- İcerenin karşısındaki delik tında ise bilâkis kurşun yeri yok. Bu- İnun üzerine delik levhayı kaldırarak duvara, levha asıldığı takdirde tam o- gelecek noktaya ateş ediyorum. Dikkat ediyorsunuz, değil mi, bu bizim atıldığını işittiğimiz üçüncü kurşundur. Üçüncü kurşun du- vara saplanıyor ve tabancanın pence - Gen atıldığını ispat edecek sahte delil tekmillenmiş oluyor, (Arkası var) | Fransız - İtalyan Görüşmeleri neden durdu? (Baştarafı 3 üncü sayfuda) Bu müzakerat tekrar ne zaman başlar? Bir netice verir mi? Bu sunilere karşı da mutlak bir cevab vermek mümkün değildir. İtalyanın İn- giltere ile nasıl esaslı bir anlaşma yapa- bilmesi omaddeten mümkün değilse, Fransa ile de ayni suretle itilâf etmesi kabil olamaz. Çünkü, zaman şa: Fransiz - İtalyan rekabetini, tıpkı İn; liz * İtalyan rekabeti gibi en Hâd seviy sine yükseltmiştir. Tokların karşısında iştiha sahibi olanlar, gövdeye indirecek lokma arıyorlar, Siyasette açla toku yan- yana ve rahat rahat barındırabilmek mümkün müdür? — Selim Ragıp Emeç Ziraat kongresi raporları Önümüzdeki Cumhuriyet bayramında s- çılması kararlaştırılan büyük ziraat kongre- #l için basırlanın rapor, kanun projesi ve dileklerden elli kadarı İstanbulda basılmış, Ankaraya gönderilmiştir. Bunlardan başka bu neviden diğer matbu- aların basılmasına da devam edilmektedir. Nevyork sergisi Türkiye komiseri 1939 Beynelmilel Neryork Sergisi Türkiye Komiserliğine İktısad Vekâleti murakıb ko- miserlerinden Suad Şakir Kabaç tayin edii- HALE OPERETİ Bu akşam Bakırköy Miltiyadiş- deo Cuma akşamı Pangaltı Kurtuluşta PERDE ARKASI Pazartesi akşamı Baylar, eşeği unutalım, artık! müdafaa âleti olarak hatırlamak yaşamıya razı (Muhittin Birgen Geçenlerde Kubristan eşek aygırları geldi. Eşek benim sevdiğim hayvanlardan biridir; ayni zamanda, bü uzun kulaklı ve uzun sesli hayvan, daima lâtifeye de mevzu teşkil e- der. Ben de bu aygırlar geldiği saman, bir taraftan memlekette motör propagandası, bir taraftan da eşek bahsi üzerinde biraz lâ- tife yapmak üzere kısa bir yam yazmıştım. Bu yazı, maalesef, iki yerden şikâyete uğ- radı, Bunlardan biri, aygırların çetirtlime- sinde-mühim himmeti geçmiş olan bir &ziz dost tarafından geldi. Diğeri de, bir müle- bassıstan evvelki gün aklığımız ve okuyucu- larımısın bu yazının altında görecekleri bir mektubln ifade edildi. Bu iki şikâyette ladım ki yazdığım yazı, asil mana ve mal #adile anlaşılmış değildir. Bunun için, bu bahsi, biraz daha ciddi bir şekilde bugün bir kere daha kurcalıyacağım. * Bay Türker'i temin ederim ki bu memleke- tin münevverleri arasında köyü en çok, en yakından ve en derin tarzda taniyanlardan biriyim. Ömrümün en olgun devrinin dört senesini köy İktısadiyatı içinde faal olarak geçirdim. Bu bakımdan, eşeğin köy hayatı- mısda oynadığı rolü, maalesef, çok iyi bül - rim ve bildiğim içindir ki ben eşeğin köyde yerleşmesi ve üremesi tarafdarı değilim. Eşek köyde yalniz nakil vasıtasıdır. Ne ka- dar iptidai, ne kadar yavaş ve ne kadar üciz zavallı bir naki) vasıtası! Köy iktısadi- yatımız eğer bu nakil yasıtasının tütfuna mühtaç kalmakta devam edecekse vay hali- mize! Gayemiz köyde eşeği değil, motörü ve motör daha gecikecekse hiç olmazsa beygiri sokmıya çalışmak olmalıdır. | Ah, keşki, bu mübarek mahlükun kusuru, âcizliğinden, yavaşlığından, calızlığından #- baret olsaydı! Halbuki, o, ayni samanda feylosof, müte- vekkil, kanaatkâr ve şikâyet bilmez, her şeye razı bir mahlüklür, Bana darılmasın, onu çök severim ama, eşek, zebun bir ruhun timsa-! idir. Onunla fazla arkadaşlık eden insanlar da, yavaş yavaş, -teşbihte hata olmaz! onun gibi olurlar! Misali kendimden alayım: Bundan yirmi sene evvel ben çiftellik yaparken benim bir eşeğln vardı. Adını - feylosofluğundan ve te- vekkülünden kinaye- Aristo koymuştum. Kendisile çok sevişirdik. Ben çiftiğin en gü- zel mahsullerinden ona hediyeler verirdim, 6 da ben nereye gitsem benim peşimden do- laşırdı, Fakat, birlikte yola çıktık mı bir tür- gla İ İ bacaklarının üstündeki küçük gövdesile elin- den geleni yapar, fnkat dünyada hiçbir ld- diam, hiçbir davam, biçbir ideali olmıyan bir insan gibi, kalbinde en küçük bir iş ha- rareti Laşımıyan tambel ve miskin bir mah- Yük gibi, soğuk ve sanki cansız bir ruh gös- terirdi. Aylarca onunla arkadaşlık etâikten sonra farkına vardım Ki, yavaş yavaş ben de onun gibi oluyorum, benim de içimde hareket heyecanı ölüyor, ben de miskinleşiyorum; ben |de mütevekkii ve lâkayd, ben de soğuk ve cansız bir insan haline geliyorum. Bunu his- İsettiğim günden iiibaren, ben de onunla ar- kudâşlık yapmaktan vazgeçtim. * Türk köylüsünü yükseltmek, canlandırmak, onu bayat idesllerile, hararet ve heyecanla harekete getirmek, eğer bugünkü Türkiye- nin kazanmak mecburiyetinde bulunduğu bir medeniyet davası ise onu eşekle iş ve ba- yal arkadaşı olmaktan kurtarmalıyız. Ana- dolunun bazı yerlerinde, meselâ, Kayseri ve Nazini gibi fabrikaların etrafında eşekler İ yavaş yavaş meydandan kayboluyorlar ve bunların yerlerine bisikletler meydana Çıki- yor. Kayseri şehri ile Iki fabrika arasında, bizzat şehrin içinde, bizsat şehirle tarla a- raşmda battâ kışın, karlı havalarda bile yüylerce bisikletli Insanın daimi bit hareket içinde bulunduğunu görmek insana keyif ve fersh verir, İki uzun kulağını, dargın ve yor- gun bir tavırla, aşağı doğru salıverip miskin ve biçare, yaşamaktan bıkmış eşek yerine bu bisikletler, batan âciz ve miskin bir devir yerine, Türkiyede doğan bir hareket devrinin mütjdecileri demektir. Tekrar edeyim: Eşeğin ve katırın köyde oy- nıyacağı yegâne Iktısadi ro), hareket ve nakil rolüdür. Bunu her hangi başka bir vasıta ile değiştirmek kabildir. Ayni zamanda, eşeğin; köy hayatında etrafına saçtığı miskinlik ve| zebunluk ruhu, körün ruhunu uyuşturan korkun bir ruh Afetidir. Ben, kendi hesa- bırsa, artık köyde eşeğin hüküm sürmesi ta- rafdarı değilim. * Denllir ki eşek, bizim memleket için bir milli müdafaa vasıtasıdır. Ben kat'iyen bu fikirde değilim. Bşeğin değil, katırın bile! bu bahiste oynıyacağı rol mahduddur. Ge-| çende, Hitlerin İtalyayı siyareti sırasında 0- Bun şerefine yapılan bir geçid resmine sekiz; yüz bin -evet, tamam 800.000!- motör işti- rak ettiğini İtalyan gazeteleri iftiharla kay- İdetiiler. Bu geçid resmini Almanya yapmış| olsaydı, bu rakamı mutlaka üç misti büyül-| lerek yanmak icab ederdi. O Almanya ki A- vusturya denilen memleketi 24 saatle kâmi- len İşgal etmiş bulunuyordu. -Böyle bir de- virde eşeği milli müdafsa öleti olarak hatır- lamak, idenlsiz ve ateşsiz, dünkü hayatı ya- ti 24 saatte kâmilen işgal ettiği ba devirde dünkü hayatı yarın dahi lü ayağını benim işime uyduramazdı. İncecik | Eşek köyde ruhları uyuşturan korkunç bir âfet demektir. Eşeği milli bir memleketin diğer bir memlek: olmak demektir. : ; i j irazlara cevah veriyor) nn dahi yaşamiya tarafdar olmaktan başka bir şey değildir. Türkiye, geçid resimleri yaptığı zaman, gözlerinin önünden eşek ve kutır mekkârelerinin değil, hiç olmazsa on binlerce motörün riyazi bir sür'at ve intizam ie yürüyen, ateşli, canlı, heyecanlı kafilesi- ni getirecektir. Eşek mübarek bayvandır, hep severiz ve insanların, uzun Wxzun uyudukları miskinlik devirlerinde, onlara asırlarca hayat ve iş âr- kadaşlığı yapmıstır. Amennai Fakat, artık biz onun arkadaşlığını unutmak mecburiye- tindeyiz. Eğer, vatanımız: müdafaa için 6- şekten yardım İstiyeceksek, katıra muhtac olacaksak vay bisim halimize! «Pakat, yollarımız nerde?» denilecek. Eşek sesillerini Gretmiye ve ıslah etmeğe çalışa« cak yerde yol yapmasını bilelim ve yol yap- mâk için her türlü kanun ve nizamı koyalım ve medeni bir Insan gibi, bu asrın mahlüklan rı gibi enerji sarfedelim. «Benzin nerde?. de- meğe mahal yok. Her tarafında hesabsiz line yit defineleri bulunan bir memleket, «Ben- zin nerde?» diye düşünmeğe muhtac değil dir. Bverir ki bir gözlerimizi eşekten çevire- ilm. Eşek «Dün dür, dün İse yaşamış 6 geçmiş bir şeydir. Yarın demek makine ve motör demektir. İstikbalimizi eşeği ve katarı çoğultmakta değil, yol yapmakta, molör yap- makta, bensin yapmakta arıyacağız. Bunlari yapabilmek için de eşeği unutmıya, kalıri İ düşünmemeğe mecburuz Bay Türkere tekrar söyleyebilirim: Ben küyü tanırım. Köyü kitabdan değil, hayattan İtanırım. Hayatımın on senesini köy ve köylü içinde iktmadi ve öçtü- mai bir ödeslizmle asri iktisadi o tef- kilâtı yaratmakla geçirdim. Vücude getir- diğim nâçiz eser, İzmirle Nazilli arasında tugün Türkiyenin en canlı köy ve iktısad tep- kilâtı olarak yaşıyor. Bu sıfatla söylüyorum ki köy eşek damıslığına değil, mobör damş- lığına muhtaçtır. Eşek küyü miskin yapar ve İdalma o inadcı ve muhafazakâr ruhu ile şaf- ka doğru çeker; ancak motördür ki yüre- #inde taşıdığı o kısgın medeniyet ruhile bizi garba doğru sürüp götürecektir. Eşeği unutalım artık! Muhittin Birgen in Kıymeldi gazetenizin 13 mayıs 1938 tarihli sayısının baş saylamnda «Günün Meseleleri» sütununda «Biz eşek damızlığı değil, molör damızlığı kstiyorüne başlıklı yazınızı okuduz. Köyü ve köylüyü yakından görmüş, eşeğin bir köylüye Iktısadi bakımdan ne kadar lü“ ramlu olduğunu görerek anlamış bir genç, Veteriner mesleğini -sisin tâbirinizle hayvan doktorluğunu- isteyerek kendisine meslek €- dinmiş bir kimse olarak bu yazıya ve o gö- rüşlere itiraz ediyorum. İ Bu memlekete motör lâzımdır. Motörsim İmemleket medeniyetten nasibsizdir. İlerli- yemez. Fakat bir memlekette eşeğin bulun- ması o memleketin geriliğine âlâmet değil- dir ve olamaz da. Bugün orduda en ağır yük- leri taşımakta kullanılan katırların eşekten olduğunu hatırlayınız. Bu eşekler bilhassa katır yetiştirmek için getirilmiştir. Yoksa €- şek müdafiliğini yapacak değilim. Gerek ka- tır yetiştirmek ve gerekse mevcud eşekleri ix lah etmek maksadile getirilen bu eşeklerim iktisadi ehemmiyeti aşikârdır. Bir memlekette motör sesi her halde refa- hin ve ileriliğin bir sembolüdür. Fakat ağın topları sarp ve dik dağlara çıkaracak hangi motörü tasavvur edersiniz? Ve gene hatirla- yın ki bugün ilmin kabul ettiği yegâne ve en yl serom hayvanı eşektir. Serom Jâboratu- arlarında insanlar ve hayvanlar İçin hazırlar dün seröm eşekten, eşek kanından hasırlan- maktadır. Katırm bu memleketteki rolünü, dört tekerlekli beygir arabalarının bile işle yemiyeceği sarp ve dağlık köyleri, nihsyet labaratuar mesailerini halırladıktan sonra eşeğin lüzumsuzluğunu ileri sürmek ne des rece doğrudur bilmiyorum. Görüşlerimi, imzasız yazıldığı için kim oi- duğunu bilmediğim, sayın muherrire batır« iatırken sise ve ona derin saygılarımı suna“ rım, Hasan Âli Türker Ankara Veteriner Fakültesi Resimli zabıta hikâyemizin hal şekli Katil, genç kısı yumrukla bayuttıktar, sonra kucağına alarak havuza kadar ta- şumış, orada suyun içine atmıştı. Baygın kızı kucağında taşırken yelek düğmesi, kurbanının kalçasına değmiş ve cildi üzlünde yer yapmıştı. (8 inci resme ba- kınız.) Katil muhakkak ki delikanlılar- dan biri olacaktı. Cild üzerinde yer yâ- pan düğme de bir yelek düğmesini andı- riyordu. Misafir delikarilılardan Voker, (3 numaralı resme bakınız) yelekli ol- duğu için, müfettişin kalili yakalaması ve vak'a yerinde itiraf ettirmesi güç ol- madı.