27 Mart Uludağ mektubları: 8 Uludağın zirvesinde Eski atletizm antrenörü Abraham, arib söze a# d düç dört sene evvel buraya çıkmış. Bunu kendisi için o kadar büyük bir muvalfakiyet saymış hi dönüşte hiçbir Türk kayakçısının ba işi başaramıyacağını söylemiş. Tabü bu sadece gülüştük Uludağ Kayak otelinin Karlar ve buzlar yamaçlarda öyle şe- killer yapmış ki bunların karşısında hay- ran kalmamak mümkün değil. Muhakkak ki en büyük dâhiler bile yıllarca düşün- müş olsalar bu şekilleri yaratamazlardı. Vahşi bir güzellik, fakat belkı de asıl bunun için insanda fevkalâde — tesirler yapıyor. Birisi sesleniyor: — Sola baksanıza! Bakıyoruz ve sarp kayalar, kocaman çamlar, başdöndürücü derinlikler görü- yoruz. Tâ aşağıda donuk kırmızı renkte kesme taş yığını gibi duran Bursa... Kayakların kenarlarına kuvvet vere« rek ve Osman Lâtifin çizdiği iz üzerin. de yavaş yavaş ilerliyoruz. Birçokları bu çıkış sırasında bellerindea — birbirlerine urganla dağlanırlarmış. Bizim için buna lüzum görülmemişti, çünkü on beş gün- de iyice yetişmiş bulunuyorduk. Üç saat sonra nihayet zirveye ulaştık. Burada sağlam bir sığınak vardır. Yaz, kış her tarafı buzla çevrilidir. Bulunduğu yer küçük bir ev arsası kadardır. Rüzgâr dehşe yor. Zorla duruyoruz ve bir an evvel sığınağa gire mek istiyoruz. Fukat küçük bınanın ka- pısı da karla örtülmüş ve buz tutmuş. Onları sökmek bir graniti parçalamak Çibi bir şey. Pencerelar de görünmüyor. Nihayet araya araya ve karları deşerek pencere- lerin birini bulduk ve girdik. İçerisi iki odadan ibare:. Kenarda bir kanape, ortada bir soba, Sobanın yanın- da odunlar ve kibrit var. Yalnız bu kadar değil, soğuktan şikâ- yet eden bir İnsana en çok lâzım olan şeyler de kenarda duruyor; Semaver, çay, şeker vessire... Bunlar yazdan Dağcılık klübü bura- ya koyuyormuş. Kim gelirse istifade e- diyor. Zaten 2554 metredeki müdhiş far- tıinalara dayanabilen ba sağlam kulübe de Dağcılık klübünün eseridir. Kendimize güzel bir çay ziyafeti ver- dik, ısındık, yeni kuvve; kazandık. Ka- file reisi Cevdetin ayrıca gelirdiği pas- talar da çay kadar işimize yaradı. Bu sığınakta bir defter varmış. Zirves nin tarihi gibi bir şey. Oraya her çıkan sporcu adını ve duyguların: yazarmış. Fakat ne yazık ki biz gelmeden bir hafta evve! birisi kendi maiı gibi alıp götür- Müş. Bir daha belki hiç çıkamıyacağımız bu içindeyiz. Hattâ burada daha uzun za- man kalmaktan haz duyuyoruz. fakat va- kit geçiyor. Havanın bozulmak ihtimali de var. Çabuk dörmeğe karar verildi. Birisi anlattı: — Eski atletizm antcenörü Abraham üç dört sene evvel buraya çıkmış. Bunu kendisi için o kadar büyük bir muvaf- fakiyot saymış ki, dönüşte hıçbir Türk kayakçısının bu işi beceremiyeceğini söylemiş. Buna sadece gülüştük. Üç adım ilerisini görmeyene, Türkün yaradılıştanberi devam eden harikulâde zaferlerini bilmtyene, başka ne yapılır? Dönüş gayet güzel ve kolây oldu. Dik yamaçlara hattâ uçurumlara o kadar ça- buk alışmıştık ki düz yolda kâyıyor B- biydik, uzaktan görümüşü Kar altında birer übideye dönen çam ağaçları Hayatımızın en mes'ud saatlerini ya- Bayan arkadaşlarla mülkiyeliler me- rakla bekliyorlarımış. Tekrar kavuşmak- | tan doğan sevincimiz pek büyük oldu. Öğleden sonra artık Bursaya dönüyor- duk. On beş günlük kursta hiç birimizin burnu bile kanamamıştı. On beş gündür toprak görmemiştik. Pek zevkli bir iniş- ten sonra karaya tekrac kavuştuğumuz | zaman sevinçle haykırdık: — Taoprak,., Toprak... Kristof Kolombun tayfaları da: — Kara... Kara... Diye bağırdıkları zaman berhalde an- cak bu kadar sevinçli ve beyecanlı ol- muşlardı. Bursaya Dağcı Birdik: Yollar uzun, yokuşla, karlı olsa da, Bastığın yer çakurlu çamlı olsa da, Sel, çığ, ateş önünde her ne bulsa da Dağcı gülerek yürür. Haydi haydi dağcı, Şarkı söyle, neş'elen! Burselılar bu kadar sesli ve coşkun bir dağcı kafilesine ilk defa rastlamışlar. Ertesi gün otobüsle Karaköye yollan- dık. Bursadan ayrılırken Uludağı son de- fa selâmladık ve biz oraya varmadan birkaç gün evvel kazaya uğrıyan iyi kalbli, cesur ve genç (Süleyman) 1 andık. şarkısını — söyliyerek belki Türkiyenin en iyi kayakçıs: olan bu delikanlı, yalmız olarak Bursaya in- mek istiyor. Dehşetli fırtınaya Tâğınmen dışarı çıkıyor, kestirme bir yol tutuyor. Kırk beş derecelik dik yamaçlardan iner- ken kayağın biri kırılıyor. Artık ilerliye- miyor, İster istemez öteki kayağı da Ç karıyor, yürümeğe başlıyor. Fakat bas- tıkça ayakları gömülüyor. Çok Bgeçme- den de ayakları donmağa başlıyor. Ayak- kablarımı çıkarıyor, karla ovuyor, yalın ayak yürümek istiyor. Bursaya iki kilo- metre kalıncaya kadar yaklaşıyor. Fakat artık kuvveti tükenmiştir. Bacakları bi- ter kütük halindedir. O zamana kadar birçok insanın hayatını kurtaran bu fe- dakâr dağcı yüzüstü düşerek yavaş ya- vaş can veriyor. İnegöl Halkevi bizi bir saat kadar alı- koydu, çay ve pasta ikram ettiler, Bü- yük misafirseverlik gösterdiler. Değerli öğretmen Cevdet teşekkürlerimizi —biü. dirdi. JDevama 13 üncü sayfada) SON POSTA *“Sayfâ ——7 Harikulâde bir maceranın hikâyesi: 10 Ben bir casustum! Yazan: Eric Ambler Genç adam kaba kahkahalar savururken ihtiyar Duclos hiddetle solumıya başladı ve bir anda .. . parladı: “ Mösyö, Kendini zor tuttuğunu farkettim. Biraz daha yanıma yaklaştı. Kuru bir sesle: . — Kimsin ve ne istiyorsun?.. Polisten misin?.. diye sordu. — Polisle alükam var, ismimi de bili - yorsunuz. Bütün istediğim, biraz malü « mat: Fotoğraf makinesi ne oldu? — Sana, söylediklerinden —hiç bir şey anlamadığımı söylersem, ne dersin?. — Seni polise teslim etmek mecburi « yetinde kalacağım. Kozunu orada payla» şırsın. Dahası var, (her hareketini kol - luyardum) unutur gibi göründüğün bir noktayı daha ortaya koyacak ve senin Heinberger olmadığını söyliyeceğim. — Polis bunu daha evvel biliyordu. Sehimler bunu söylerken koluma ya » pıştı ve bir kere daha beni tartakladık - — Dinle enayi, dedi. Namusuma ye Si miün ederim ki, ne demek istediğini anla - Genç kız tırnaklarını boyuyor ve Roux mayorum. aynanın önünde duruyordu. Ve ani bir kararla birdenbire: ördü SER N S î";î. îmum Hızlı hızlı koridordan uzak- Oturdum. O konuştu: 18 ağustos günü öğleden #sonra saat — Beni nasıl tanıdığını bilemem. Her| dört buçukta içinde bulunduğum püs - halde polis söylemiş olacak, veyahud da|küllü belâyı düşünmeğe başladım. Skel- dolabdaki pasaportlardan anladın. Roux ve Martin, İngi - ne isc, iş burada kalmalı. Sana, maceramı | lizler ve Duclos.. Bu heriflerin mazisini anlatacağım. Fakat bunlar yalnız sende bilmiyordum. Bilsem de pek işe yaramı- kalsın, e mi?.. yacaktı. Yeni yeni meydanlar Söz verdim. Alman, bana hülâsaten| bulmak, işin içinden çıkmak lâzımd., Bu- şunları anlattı: nun için de bütün bu muhterem zevatın Berlinde bir sosyal demokrat gazetesi-| bir an için hepsinin yalancı, ve riyakâr nin sahibi bulunuyordum. Naziler, ikti- olduğunu kabul etmek, ona göre cephe dar mevküne gelince, iki defa yağmıya | almak icab ediyordu. Bunun Üzerine de uğradım. Sonra da gazetem kapattılar.| ben tecavüzi bir politika kullanmıya ka- Arkasından da beni tevkif ettikleri giblırır verdim. Saçlarımı taradım, onları a- Hanover civarında bir temerküz kampı- | tamıya çıktım. Bermutad Vogelleri, A - na sevkettiler. Orada da iki y kaldım. | merikalıları ve Fransız çifti ile Duclosu Bir gün, kamp reisi beni çağırdı ve: plâjda buldum. Ben yaklaşırken, Duclos — Bana bak, dedi, eğer Alman vatan- sıçrıyarak bana doğru koş- daşlığından çıktığına, ve bir daha Al -| tü, ve nefes nefese sordu: manyaya dönmiyeceğine daif bize bir| — Biz daha önceden duymak isterdik. |kâğıd imzalarsan, seni serbest bırakırız. | Polis geldi mi?, Körüç lik Ka li Başımı salladım, «Hayır! dedim. Lüzum Kamptaki mahpus arkadaşlardan birinin kalmadı.. t iği bir adrenle Pragi gittim. Ve —Eşyı'bulundu mu?, 'bu adresin Alman komünist propaganda | — — Bvet!. — * Hem ileriye doğru seğirtti ve habe- teşkilâtinın merkezi olduğunu — gördüm.| . B:nl da bir vazife verdiler. Almanyaya | * “L“M“"f yetiştirdi.. partinin gazetesini kaçak olarak soka -| — î“'“_l bulunmuş, eşya da meyda- caktım. Bunun için de Paul Czissar adı- *Sğyıî;“î—î*_r'îrı kendisine verilmiş! diye nu sahte bir uydurdum. y Aradan bir m&ıîumniu. po-| Yanlarına yaklaşınca heyecanla etrafı. lis teşkilâtı Gestapo şüphelendi ve beni :;;:g?::dıhr. ve süaller yağdırmıya kaldırmak istedi. Pragdan geler kurye a de, Almanların beni tanıdıklarını ve ismi- | , — Rica ederim, makamında elimi kal - min Czissar olmayıp Schimler bulundu- dirdim. o""_" suçlu bir insan yok. Hır- ğunu öğrendiklerini, bunun için de be -| ©7 da yok. Zira o bahsedilen kıymetli şey nim Almanyada dolaşmamın iyi olmuya- | ©7 Salınmamıştı ki, zaten!.. cağını söylüyerek, parti kararile, kendi | — Herkes hayretle baka kaldı. adamlarından Reserve, oteli sahibi Köçhe| — Den sahte bir neş'e ile devam ettim: ye müracaat etmemi bildirdi. Ben de gel-) , — Pütün mesele bir yanlışlıktan, ab - dim, onu buldum. Fakat buradada Ges -| dalca bir yanlışlıktan ibaret. Anlaşılan tapo hafiyelerinin arkamda olduğunu | “d2Y1 süpürürlerken, içinde kaymetlı eş- hissediyorum. Ve bu hafiyelerden biri -| Yt bulunduğu kutu yatağın altına kay- sini de keşfetmiş gibiyim...» :u!îd İlk önce farkedememişim.. Sonra Bötün bunları dinledikten sanra dü -| lşln- dedim. şünceli düşünceli: sdaşların bu yalanı yutmadıkları - — Hikâyenize inanayım, haydi, dedim. .'Bı::ı'l’â“h’ ofdm Fakat Alman polisi isminizi öğrenirse ne | muraftar bir eda l a aandan süzülerek, kazanacak, ve bundan size ne fenalık| — Bavulun kilidi kırılm hani?. Bu- gelir, vaziyetiniz neye müşkülleşsin.. Bu-İnu nasıl izah edebilirsiniz? nü sülamadan, Amerikalı anlamamıştı: — Ne diyor?. diye sordu: ne işaret dudaklarının kenarındaki kıv - rımtı oldu. Gayet donük bir sesle: istediğini anlamıyorum!» diye ilâve et - — Sebeb gayet basit, dedi. Karımla | tim, çocuğum Almanyadadırlar, AMAD Derin bir sessizlik oldu. Sonra başını| — Yahu, kaldıran Sehimler, belirsizce gülümse - Mişti, miye çalışarak sordu: — Sana itimad edebilirim, değil mi Vadasiy?.. diye bağırdı, MAD _yımdıi:ı Sonra Duclosa işaret ederek Başile teşekkür etti. Ayağa kalktım. Kapıya doğrulacağım sırada: — Sizin casus ne oldu, dostum?.. diye mırıldandı. sünü şişirerek gayet ciddi bir e Durakladım, sonra cevab verdim. — Etendiler, ben görmüş '.;::ı eski — Onu başka !!Nlt arıyacağım Herr| bir iş adamıyım. Başkalarına oyun oynı - Heimborger!.. ç yacak tabiatte bir insan değilim.. dedi. Kapıyı arkaltdan kaparkan, Söhimlerin |» - yiçux'köba kahköhalar şavtirerek yüzünü, ellerine gömdüğünü ve sarsıldı- — Pinpon, dedi. klerr Vegel ile hana, dememiş miydiniz? Başımı «hayır!» der gibi salladım. — Bütün bunları pinpon yumurtla « mışlı! Herkes Duclosa bakıyordu. İhtiyar, göğ- | TUtlmuyor da.. genç olsaydım sizi tokatlardım!,, kilidin kırılmış olduğunu söyliyen sen dee ğil misin?. — Monsieur, genç olsaydım, sizi tokale lardım. — Bu bunak 'ile de bir şey görüşül « mez ki... Mösyö Duclos, hiddetle nefes aldı ve Bgayet ağır bir eda ile; Roux'ya: — Mösyö, siz bir yalancısınız... Mösyö Vadassy'nın eğşyasını — çalan — sizsinlz, Yoksa, bavulun kilidinin zorlandığını, kte rıldığını nereden biliyorsunuz?. Ben Duc. los, sizi bir hırsız ve yalancı olarak it « |ham ediyorum!.. dedi. Roux yutkundu, burnundan soludu. Bir kaç saniye derin bir sessizlik oldu, Sonra ciğerlerinin bütün kuvvetile Möse yö Duclos'nun yüzüne: — Komünist damuzu!.. diye bağırdı. Bir an, ne bir ses, ne bir nefes du « ,yulmadı. Sonra içimizden biri, galiba Ma- ri Skelton kıkırdadı. Bu kıkırdayış hiç birimizde mecal bırakmadı ve kahka « haları bastık. Duclos bile, etrafına şaş « kın şaşkın bakınarak gülmek mecburi « yetinde kaldı. Yalnız Roux ile Odette Martin gülmedi. Delikanlı bir müddet ayrı ayrı hepimizi süzdükten sonra ka - baca aramızdan ayrıldı ve merdivenlere doğru yürüdü. Kendi kendime: Olur şey değiı, dedim. Ama da taşkın delikanlı.. Her halde kav- gacı bir insan olmalı!.» Bir anda deli « kanlının Duclosun yüzüne savurduğu komünist kelimesini hatırladım ve «bu, Gestaponun ajanı olmasın'» diye düşün- düm. Öyle ya, Gestapo bu delikanlıyı Pransaya yollıyarak Alman komünistle « rinden bazılarını kullanabilirdi. Bal gibi mümkün idi bu.. Muhakkak, muhakkak | ki Sehimlerin bahsettiği hafiye bu ola- caktı. Bu niyetle Roux'u aramıya koyul- İdum. Odasında traş olurken — buldum. | Madmazel Martin de orada idi, Tırnak « İlarına manikür yapıyordu. Maksadım, |plâjda olan hâdiseye, sebebiyet vermiş lolmaktan doğan teessürü bahane edip ö- zür diliyerek, kendisinden işime yarıya- cak bazı ipucu almaktı. Fakat delikanlı benden baskın çıktı ve istintaka başladı. İlk önce: «İngiliz yüzbaşısınm, işine ne dersin?e diye sordu. Sonra, allem etti, kallem et- &, ve: | — Yahu, şu Heinberger, kimdır, neyin İnesidir. Ne iş yapar?.. Öyle merak oldu Üki bana... dedi. Birdenbfre heyecanla titredim, fakat | bu heyecanımı belli etmemeğe çalışarak: — Tanımıyordm bu zatı, dedim. İsviçe reli değil mi?... — Ben de bilmiyorum. Onun için sana ,soruyorum. Ne konuşuyordunuz? — Hatırlıyamıyorum. Belki dereden tepeden!.. — Buna düpedüz vakti israf etmek der ler, dostum. Ben birisile konuştum mu, |işime yayıyacak malümat toplamıya ba « karım. Meselâ, siz, siz kendinize bir li « san hotası süsü veriyorsunuz, Macarsı « nız, fakat bir Yugoslav pasaportunuz var, Delikanlı ile alay ettim: — Bunu, benimle konuşarak öğren - mediğinize eminim... dedim. — Şüphesiz, orası öyle, ama, ben kol- larımı dört açarım... Köche, Vogele söy- lerken duydum. O merak etmişti de... — Ya, öyle mi?. Oldukça basit şey... — Hayır zannettiğiniz gibi basit değ'i. Bilâkiş karışık. Kendi kendime soruyo « rTum. «Niçin, diyorum, Yugoslav pasa « kportu taşıyan bir Macarın Fransada işi ne?. Ve her sabah şehre yaptığı o esra - bavul, kilidleri kırılarak açıl-| Tengiz seyahatin mahiyeti ne olabilir? — Ne mütehassıs ve müdekkiksiniz ma- şallah. Fakat arzedeyim ki, Fransada çax Delikanlı köpürerek, «bu da ne?» | Hstığım için Fransada oturuyorum. Ve her sabah da Paristeki nişanlıma telefon etmek üzere postahaneye gidiyorum. — Öyle mi?. Demek telefon servisi dü- zeldi. Umumiyetle, bir saatten evvel ko- Çeviren: İbrahim Boyi — Arkan var — eremanie ea —— ——— B NİSAN Bize Çocuğu düşündürecek haftanın başlangıcıdır dd ğ ni pie eei etiliğee di ci Şdi eee ea B lli