27 Mart 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

5 ——— —T YÇ B T” T —T Üi ÜN A ARE T Ç —Z > TPT BARMRTASSE 0 SÖON POSTA - - - Mart 27- HİKÂYE BİR AŞK RUYAS Vapur, akıntı üzerinde, aşağıya doğru gidiyordu. İlerde bir dağ görünüyordu; dağın üzerinde koyu bulutlar birikmişti. Gecenin gölgeleri"suya düşmüştü; su sa« kindi, vapurun önünde, geniş, siyah ka- dife bir yol gibi görünüyordu; arkada İ« se demir omurga ile parçalanmış, ve çar- kın kanadlarile yırtılmış bir halde dal- galanıyor, köpüklerle örtülüyordu. Kö- püklerin üstünde de, suyun sükünunu ve rahatını bozan bu demir canavara, âdeta öfke ile çıkışan bir ses yüzüyor gibiydi. Çarkların -boğuk, âhenkdar vuruşlarile öfkeli nehrin bu çıkışmaları, zaman za- man bir başka ses daha işitmemize mani ölmuyordu. Bu, uzaklardan bir yerden gelen zayıf ve elemli bir sesti. Her hal- de bu ses, dalgaların kıyılara vurmasın- dan ileri geliyordu. Gökyüzü bulut par- çalarile örtülü idi; gözümüz bü bülutlarin nereye gittiğini seçemiyordu; çünkü va- pur hızlı gidiyordu. Bulutların ara- sındaki gökyüzünün mavi lekeleri üze- rinde yıldızlar parlıyor, hemen şimdi u- yanmış gibi görünüyorlardı. Vapurun i«| lerisi çok karanlıktı; nehir âdeta dağlara dayanmış, onun altına giriyor gibiydi. Sa- hil boyunca, ışıklar kırpışıyor, bir köpek havlaması zaman zaman bize kadar geli- yordu. Köy çanının hazin sesi, kederli ke- derli ve uzun uzun inliyordu, ,Vapurun makineleri, öfke ile çalışıyor, gövdesi, var kuvvetile ileri attimka için titriyordu. Dalğalı ve köpüklü suya i- şıklar vurmuştu. Bunlar, şekilsiz çışıklı lekeler halinde dalgaların köpükleri ü- zerinde kayıyor - eğer uzunca bakılırsa « yorgun bir göze, vapurun etrafında seğ- SİZ ve mütecessis yüzen ve vapuruti üze- rine fırlamağa hazır, yarı balık - yarı kuş sürüleri şeklinde görünüyorlardı. Yaklaş- makta olan gece, kendisile birlikte, insa- han aklına ve ruhuna yumuşaklık, hayal« perestlik veren mübhem ve okşayıcı bir şeyler de getiriyordu. Gecenin siyah ka- nadlarile dokunduğu her şey daha yumu- şak ve daha hafif bir hal alıyordu. Sahil- den gelen sesler o kadar melânkolik ki... Yıldızlar, gittikce daha fazla pirıldıyors lardı.. Tahtadan ve demirden yapılmış bu kö« ca binanın » gündüzün göze ve akla ga- yet fabil gelen » bu gürültülü çabalama- sında bu gece âdeta efsanevi bir hal var. İlerisi o kadar karanlık, gökyüzü o kadar elemli ki..,. Vapurun gürültüsü boğuk ve hazin.. yolcularının sesleri de türlü tür- İü idi.. ve bütün bunlar, bir şeylere delâ- let eden garib telmihlerle dolu, kuvvetli bir âhenk halinde kaynaşmış bulunuyoör- ' dardı. İlerde, fâ uzak karanlıklarda hayal me- yal bir ışık görünüyordu; insanlarla dö- lü bu gemi, bilhassa bu ışığa doğru gidi- yormuş gibi zannedilebilirdi. Bu ışık, bir şeyler vâdediyor gibi... Ben, vapurun güvertesinde oturmuş, düşünceli bir ruhi hâlet ile ve kafamda peyda olan türlü türlü hayallere kapıla- rak ona bakıyor; gecenin ılık ve rütubetli havasını göğüs dolusu teneffüs ediyor- dum. Böyle dakikalarda daima saadet is- tenir; saadete dair sessiz bir iç sıkıntısı duyularak, onun hiçbir zaman kendiliğin- den insanın karşısına çıkmıyacağı, fakat ayrıca uzun, hummalı ve ekseriya İay- dasız didinmeler lâzım geleceği tamami- le unutularak garib bir ısrarla saadet beklenir., Saadet, kimsenin bilmediği, fakat her- kesin arzuladığı erişilmesi güç bir hayalı gibidir. - ; 3 ...... ben bu ruhi hâlet içinde bir hayli müddet güvertede oturmuştum; derken o kız yeniden güvertede göründü. Bu, daha sahilde iken gördüğüm, gün- düzün de birkaç defa vapurda rastgeldi- ğim bir kızdır. Bu kızın çok güzel oldu- ğunu iddia etmiyeceğim; hayır, Uzun boylu, ince ve kıvrak vücudlü olan bu| kız yanımdan bir gölge gibi sessizce geç-| *ti. Yüzü yumurta biçiminde, ciddi ve sol- gundu. İri ve siyah gözleri düşünceli idi. ' İşte bilhassa bu gözlerde, onların dağınık ve rastgele bakışlarında öyle bir şeyler vardı ki, bu kızın karşısında sıvrilmek, ©- nun dikkatini kendime çekmek, bakışla- rını kendi. üzerimde durdurmak arzusu nu bende uyandırıyordu.. neden bilmem, bu okşayıcı, bu ihtimamlı, bu nazlı bakış yüzümde duracak olursa bir bahtiyarlık duyacakmışım gibi geliyordu bana... Cü- ya bir saadet, onun bakışı ile beraber he- men kalbime işliyecek, onu Canlandıra- cak, — tazeleyecek, — birçoc — arzularla tutuşturacak, ruhumu uyandıracak, zihnimi açacaktı. hattâ —saadet be- şinden koşmalar faclalı — olduğu zamanlar bile onun arkasından giden in- sanlar gülünç bir hal alıyorlar.. ben ıse sadece saadeti hayal ediyorum. Ben 15- lıkla güzel melodiler çalıyor, iyı pozlar alıyordum. Fakat o bana bakmıyordu bi- le... Bu halden her erkeğin canı nasıl sı- kılırsa benim de canım sıkı'ıyor. Fakat kirılan izzeti nefsim, kendislie beraber hayallerimi de ezmedi. Ve ben şimdi ha- yalen bu kıza çok yaklaştım.. ben ona yalnızlıktan bahsediyorum; o, daha hâlâ bana bakmaksızın, sözlerimi dinliyordu. Ettafımızda hazin bir şiir havası vardı; ben de buna âhenk uydurmaSa çalışıyor- dum. Ben ona, İnsanın, hayata olan iti- madsızlığından, veya . hayatı anlamayışın- Yazan: MAKSİM GORKİ Ruscadan çeviren: H. ALAZ * Ben artık boğuluyordum, tahtayı bütün kuvvetimle kendime doğru çekmek istiyordum. dan veyahud hayat tarafından küçük dü- şürülmüş olmasından ötürü hayattan ay- rılmasının ne kadar ıztırablı. olduğunu söylüyordum, Hayat o adamın duygu ve düşüncelerine lâkayd, onun etralında kaynar; o ise hayatla kaynaşmağı bece- remiyerek kendi küçücük odasında otü- rur ve bu odanın her köşesinden yalnız- lığın karanlık gözleri ona bakar,. Fikirler mahvolur, çünkü etrafta, onları kendisi- ne'söyliyeceğiniz kimsecikler yoktur; duygular solar, zira onları paylaşacak bir kimse bulamazsınız!. Ve insan, ölüm ona gelmeden çok daha evvel, ölür... Okşayıciı bir bakış, kalbden göylenen bir söz belki insanı her şeye razı edebilir.. bir arkadaş - kadın eli ona hayattaki yerini gösterebilirdi. Aşkla ısıtılmış, dost- lukla asilleştirilmiş ve cesaretlendirilmiş o insan, yavaş yavaş ölmez ve yalnız ölü- mü düşünmez, bilâkis yaşar ve hayatını yapabilirdi. Sonra ben bu kıza bizzat kendisinden bahsediyorum. Onu birinci defa görmüş olmamın ne zararı var? O bana, bilhassa yaşamama yardım edebilecek olan kız o- larak görünüyor. Ben ilk bakışta, bil- hassa öonun bunu yapabileceğini hısset- miştim.. ben artık onu seviyorum, evet seviyorum! Bunun için uzun bir zama- na lüzüm olduğunu mu zannediyorsunuz? Bilhassa ilk bakışta sevenler İyi sever« ler.. Eğer aşkına ve dostluğuna lâyık olmadığımı zannediyorsa, bıraksın ona e- sir olayım... Onda, saklı iç kuvvetler o kadar çok ki... Bu onun siyah gözlerinden bellidir. Zengin olan bu kız, ayni zaman- da cömerd olsun, bende olmıyan ve onda çok olan şeyleri benimle paylaşsın!. Ben mahvoluyorum., onun, yalnız o- nun, bilhassa onun bana hayat verebilece- ğini hissediyorum.. ©6 bana yardım etmez- se ben mahvolacağım.. Genç kız, başını kaldırmaksızın ve yü- züme bakmaksızın: i —- Dinleyiniz, dedi, beni dinleyiniz!. Bütün bu söylediklerinizin hiç olmazsa garib şeyler olduğunu kabul ediniz!, Onun, insanı tâ kalbinden saran ne de- rin, ne yumuşak bir sesi vardı!. Önun son nağmesinin sönüşünü büyük bir zevkle bekledim.. içimden kendime ve o nağme- ye acıdım., ben, artan bir hararetle onu iknaa çalıştım.. yalnız bir el sıkışile, yal- nız bir bakışile bende kuvvet yaratabi- leceğini ve beni her harikayı yapmağa kabiliyetli bir hale getirebileceğini ona söylüyorum., Evet, hattâ ben şimdi bile bunları yap- mağa;kadirim. Onun yakınlığı bana can verdi. Bu benim aşkımın bir delili değil midir?, O, isterse beni denesin!, Ben onun bir tek okşayıcı bakışını hak etmek için her şeye raziyım.. ö0 daha ne istiyor? O, yavaşca: — Size inanıyorum, diye fısıldadı. Ben sevincimden haykırdım ve onun ayaklarına kapandım. İşte bu anda, benim haykırışımın yüz kulaklı bir aksisadası gibi vapurun her tarafına bir dehşet ve korku çığlığı ya- yıldı: — Yanıyoruz! — Yangın var!. Binlerce yılan havada ıslık çalıyor, bi- linmiyen bir demir boğuk, cehennemi bir gürültü çıkarıyor, vapurun düdüğü acı a- cı ötüyor, kadınlar hıçkırıyor, kaba ve korkmuş erkek sesleri haykırıyor, tıbkı ağır taşlar düşüyormuş gibi suyun için- den tuhaf bir ses geliyordu. Karanlık gökyüzünde bir kızıllık yanıyordu. Va- purun gerisinde bu mehtabsız gece için gayri tabil sayılabilecek bir aydınlık var- dı. Orada, güverte üzerinde; ayakların gü- rültü ile tepindikleri geminin ard tara- fında, güya ağır bir kumaş parçası tahlas« lar üzerinde sürükleniyormuş gibı bir hışırtı duyuluyordu.. ince bir çocuk sesi, acı acı: (Devamı 15 inci sayfada) a —— — - — —a . zi fakat Macidi candan seviyorlardı. Genç deruni mimarinin en hurda malzemesi- |kocaman insanın kalbindeki esrar düğ- E— &© ' 22 — tibbiyeli bir hayat adamıydı. O, akşam- |nin bile yakın ve uzak 'bir fizik âlemin- | mesine dokunmuş gibi birdenbire bo- Halama * * - — Son Posta'nın edebi romanı: R —— lari yakası kırmızı ceketini omuzlarına |den geldiğini inkâr edenlere saklıya- |şandı: Hi — iliştirerek mahalle kahvesine gidip hal- |madığı bir istihza ile güldüğü için, bu| — Ah, doktor bey! - dedi - Değme C Ah, Şu Hayat! h Yazan: Nezihe Muhittin Dedikoducular bütün gayretleri ile çabaladıkları halde onun ancak Plevne savaşında şehid düşmüş bir kaymakam haremi olduğunu öğrenebilmişlerdi. Yirmi bir, yirmi iki yaşlarında görünen iki oğlundan Nahid, süzük ve asil yüz- lü, kulaktan takma gözlüklü, durgun ve uzunca saçlı bir gençti. Daima öğ- leden sonra koltuğunda bir çanta ile - evinden çıkar ve mahalleyi dalgın dal- gin geçer giderdi. Fakat Macid tam ter- sine uzun boylu, geniş omuzlu, gözle- rinde daima bir hayat ve neş'e gülüşü- nün aydınlık izleri patlıyan, çevik vü- cudlü, yakası kırmızı kadife üniforma- D h son sınif bir tibbiye talebesiydi. Ma- halleye taşındıklarındanberi Nahidi a- “Talarında gören olmamıştı. Yalnız onun — okumuş yazmış bir şair olduğunu öğ- renmişlerdi. Ona yaşının çok üstünde bir saygı gösteriyorlardı. Nahidi sokaktan geçerken gören ma- “hallenin en ihtivarı bile yol verir gibi bir tavırla selâm verirdi. Hakîk;ten Nahid genç ve istidadlı bir şairdi. Öğ- leden sonra ara sıra Darülfünunda ede- biyat şubesine uğrar, ondan sonra bü- tün vaktini büyük ve meşhur ediblerin mahfellerinde geçirirdi. Servetifünun mektebinin ümidli ve vâdli bir telmizi idi. Böyle bir gencin aralarında oturdu- ğunu bilen o mütevazı insanlar sevinç- li bir gürur duyuyorlardı. Hattâ Çukur- bahçe bostan dolabının gıcirtilarından ve kurbağa vakvakalarından ilham a- larak yazdığı bir şiiri mahalle kahvesi sohbetleri arasında yarı anlar yarı an- lamaz, ellerine geçirdikleri Servetifü- nun nüshasında okudukları zaman öy- le içten coşmuşlardı ki, zamanın müd- hiş hafiye korkusunu unutarak: — Yaşa Nahid bey! x Diye bağırmışlardı. Yarı Arab, yarı Acem sözlerinin asıl manayı sisliyen mübhemliği arasından, bu şiirde kendi bucaklarının sesini, bo- yasını ve duygularını sezmişlerdi.. Nahid'e uzaktan hürmet ediyorlar, kım arasına karişıyor ve bu cahil, müte- vazı ve fakir insanları hiç yadırgama- dan tavla oynuyor, beraber nargile içi- yor, sözlerine, sohbetlerine, ve derdle- rine ortak oluyordu. Genç tıbbiyeli üs- tün şahsiyeti, cana yakın samimiyeti ile yaklaştığı insanları kuvvetli bir mıknatıs gibi kendine çekmişti. Onun evden çıkmadığı geceler sanki sessizleşiyor ve bütün gözlerde bir bekleyişin durgunluğu derinleşiyor- du. Ona şimdiden «Doktor Bey» diyor- lar ve mühim bir mesele etrafında mü- nakaşa ederlerken eğer Macid arala- yrında yoksa: — Hele doktor bey gelsin de bir da- nışalım. .. Diye, hükmü bu genç adama bırak- makta hiç tereddüd göstermiyorlardı. Nahid ne kadar maverai bir ruh ada- mı ise kardeşi Macid müsbet madde â- leminin yorulmaz bir arayıtısı idi. Nahid, her insan” vücudünün gözle görünen maddesine, deruni bir âlemin kabüğu nazarile bakıyor ve ruh deni- len maddeden ayrı kudreti o iç âlemi- nin mücerred bir mimarı olarak kabul ediyordu. Fakat Macid için, ruh, mad- denin kıpırdanışlarından başka bir şey değildi. Her insanın içinde kurulan kahvehane' düşünüş aykırılığı birbirlerini pek çok sevdikleri hâlde iki kardeş arasında ba- zan uzun, derin ve yorucu münakaşa- lara sebeb oluyordu. Macid derin bir sevgi ile üzerinde yürüdüğü ilim yolunun bütün arayışla- rını müsbet sahalarda etüd ettiği için, düştükleri maddi ihtiyaçların sebebile sığınmağa mecbur oldukları bu hücra ve bakımsız mahallede de incelemele- rine yorulmadan devam ediyordu. Kud- retinin yettiği kadar insanlara yardım etmek genç tıbbiyelinin en aziz ve mu- kaddes bir mefküresiydi. ) Macid sade ve kayıdsız bir tavırla tavla oynar veya nargile fokurdatırken etrafındaki insanlara mefküresinin gir- gin ve ışıklı gözlerile bakardı. Bir akşam, bir kenara büzülmüş 0- lan Murtaza efendiyi pek çökmüş gör- dü. Bu saf yürekli, temiz bakışlı, iri ya- rı adamı çok enteresan bulurdu. Tavla- dan sonra nazarı dikkati çekmeden Murtaza efendinin yanına sokuldu, İn- ce uzun parmaklı elile gamlı ve mah- zun düşünen adamın geniş omuzunu okşıyarak: — Birer kahve içelim - dedi - Bu insanın içine bakan genç ve ateş- li gözlerle, sıcak temaslı el, sanki bu bana.. içimi çok kabarık!... Macid parlak gözlerile Murtaza e- fendinin yüzüne bakıyordu. Cevab bek- lemeden öbürü devam etti: — Belki sen de işitmişsindir.. bizim oğlan evvelce kümeslerden yumurta çalarken şimdi de piliç aşırmağa baş- ladı... Vallahi inan bana doktoör bey, içimizde soysuz, cibilliyetsiz bir insan yoktur, bu oğlan kime çekti acaba?... Döyvmesine dövdüm.. derisinden kan- lar sızdırdım.. bir türlü islah olmadı... Nedense bilmiyorum.. artık vurmağa da elim varmıyor!... Murtaza sustu ve düşündü... Çocu- ğun öksüzlüğünden, Üüvey anasından bahsedecekti. Fakat mahalle kahvesin- de, ne kadar sevip inansa bile, genç ve namehrem bir erkeğe karılarından söz açmağa bir türlü dili varmadı. Derin bir of çeklikten sonra: — Ne bileyim, belki içimizde bilme- diğim bir soysuz vardı.. ona mı çekti nedir?... - diye yüzü derinden gelen bir utançla kızararak Macide baktı - Ben ömrümde harama göz ucile bile bakmış bir insan değilim... Babam der- sen beş vakit namazında Allahtan kor- kan bir babayiğitti. . — Arkası var —

Bu sayıdan diğer sayfalar: