N en büyük opernnun harikulâde maceraları: 4 tanbul İngiliz hastanesi Bu ana ve".n'::':en ğ be a 1'2.:’“'3 Beçen, 4 Rihayet kandırarak | Bötürdüm. A, 1 : düm. — Apaydınlık At "f'.__':_dımu ve kıvrak giyin- ği he gi C dürüyordu. Sıralar- S & :lîmez bize doğru yürü- Bi grtdanı: Üöndüm, diyeceğini anladım. 1 Hı.. Böğsünü aç, göster, $ Bağrını açtı. Bunu : Yüzünde bir acı- iİlgilenme hissi — belirdi h B*Snşıkun;m.. Odadan çıktı, Belmesi bir oldu. başile kendisini S Kürkta İşaret etti. Saf adam dedi. Sen de gel p T Bunun Üzerine, hg:'""" ’“unıleı—de Hasanm &n latır, Uklarını dilim dön- Bn Olduğu V. Çok iyi bir kadın, K Anlaşılar — hastabikıcı BGali Ce Sİz de beraber — olunuz, SSİniz, diye uysallık gös- Yararlığı doku- Ble E od; H Tüyı me DA Birdik. Genç bir dok- -0 N Batalar 4 | ü Yene etti, sonra iyice te- Yara kıpkırmızı olarak tilamıştımı. Zavallı Ha- Bakılmıya, ihtiyaç gös- 'EL0Ma hastadığı vardı. R * Yara ğ 4 .,__:;h'umıımeı üzere cım- © tiyar Hasan, sinirinden , k:ı.ı""ln îxgn:ıp,lımıy_ı başladı. Hözlle gll hu uıı?îırı:rt:îrî:ıî k “h:',,î" tti ve daha iyi göre- atam yatha aydın'ığa götürdü. b ı—.ı.â:'d“m ile yarayı —te- İ kadar Böye ge MAYatımda hiçbir hasta- ir muamele, bu ka- Ça, kardeşçe, ayni za- amla karşılaşmamış- , aleketimde, bu gibi iş —îür, an; vi Sasında Şekili, İT garya sayılırdı. İ Tastladığım, o erini, — bakımsızlığı k Anarım. ı;üu*“’mm ile taçlanmış bilgi, kudret görmüş- n Büzelce sardıktan sonra, v :: elbiselerine baktı, İ’lrııı Şım, bir banger, n? nim, Pullu bir insan de Bin çBi meteliksiz, fakat rağ Eönüllü merd bir Türk- 'FMM bana elinden gelen B ortak o- asil :i:hhnndı beni teselli İf p insandı. Elbiseleri R—:—sh rd'";ku. belki de mik- aa %:'“:_ı bu düşündükleri- * büyük ve yumuşak ".:::_'î Mahlülünden epeyce Wy“ arkadaşımın amuz- —Wm Böğsüne getirdi, 'ö- Satı Pak, da, hazırladığı — bü. İlâe, KASStI İle, harıçten sürü- ime Bıkıştırdı ve, dağı, TİTde bir kere sabahları bi; r;;f: Ağrısı, sızısı dinmiş &k Çıkarken, doktor a- Hürdi ve ayni zaman- İşaret etti. e d';: Çökmüş, hasta- Nf öpmeğe çalışa- Ödemeğe çalışıyor- u:';n avucuma sikiştir- u:;,îkl Türk lirasıydı. üi n Setim. İlkönce anla- € "r;”kto: verdi!» dedim. B y Yir, bana — Tüzümü Dokş ürim. — Allah bü- k"l:m“ bunu sadaka di- K a VT bir N p, *ttüm, ığ'hn1.rını L Yilik olsun diye ©0Ya kadar akla Parayı aldıktan son- Bideyi, n “'Rhn_ de &u «İyi insanlara» Ki diye kararımı verdirdi nda (çok sefalet çektim. Sofyada bulunan ,Bir çok iyilikler görmüş olan akrabam Di âdeta tanımamazlığa geldiler Nakleden: İbrahim Hoyi |hastaneye dönmek istemesine zorla mü- ni olabildim. ! — O halde, dedi, iyisi mi, bana izin ver de köyüme gideyim. Orada dinlenir, ıhpm de tedavi edilirim. Bu ilâcı da kul- landım mı tertemiz olurum. Fikir fena değildi: — İyi edersin, diye cevab verdim. Ne| »İde olsa kendi köyündür. Havasına, su- yuna alışıksındır. ye geldik. Otada vedalaştık, ba- »,Na bol bol dualar etti; — Allah senden razı olgün, canımı ba- ğışladın. Sana kulbimden, başka verecek 'ok, dedi. Sonra, sanki dünyanın 1 işlermiş gibi, kızara bozara, sıkıla, sıkıla: — Hele, diye mırıldandı, şu paranın bir Hirasını al., belki lâzım olur. Harçlık edersin. Darılma, gücenme e mi kardoş?. Asil kalbli, Türkün, bu fazilet dolu ha- reketi beni öyle bir sardı ki, coşam sevgi ve takdir hislerimi saklıyamadım, ve bel- li etmeden gözlerimden süzülen iki dam- W yaşı ona göstermeden sildim. Titriyen sesimi dikleştirmeğe çalışarak, onu kan- dırdım: — Yok, kalsın Hasan, verdi. Kabul etmezse Ü n lürüm, dedi idi. El sıkıştık, birbirimize Allaha ısmar- ladık, dedik ve Hasan, akşamın bu sta- tinde Köprüde karışan halk selinin 'çi- ne karıştı, kayboldu. Bir daha da ona rastlamadım. Orada, Köprüde görmiyen gözlerimle, Gnümden akıp geçen, bazan da bana çar- parak uzaklaşan bu insan selini seyre-| derken, aklımdan da binbir türlü şeyle: or, binbir türlü hisler birbir alıyordu. Hastane muhitinden Üze me sinen ve beni etrafımdaki hava gibi İkaplıyan ince bir hiz, gittikçe beliriyor, billürlaştyor, ve varacağım ülkeyi adetâ aydınlatıyordu. «Milliyeti. olmamanın ne demek ol- duğunu birçok tecrübelerle öğrenmişlim. Ben büyük savaşta mağlüb olanların, harb sonrası (parya) larındandım. Bu- nunla beraber milliyetimi, değiştirmeği asla düşünmedim. İnsanlığa karşı beslediğim iman yeni baştan canlandı bende.. Temiz, mükemmel ve ideal hastana, doktorun, hastabakıcının şefkati, iyilik- severliği, doktorun ©, herbangı bir gu. bir kere daha hatırladım. Yolum ucun- da gayemin yükseldiği yolum aydınlan- mıştı: İngilterede okuyacak ve bir İngiliz v- laçaktım. Sofyada, İstanbuldan daha beter bir hale uğradım. Buraya üniversitesinde o. kumak niyetile gelmiştim. Bulgarcayı Mükemmel surette biliyordum. Üstelik, |Bulgaristanda akrabalarımın bulunması, beni bu karara sevketmekte en büyük lbıx âmil olmuştu. Fakat düşenin — dostu fol lmaz derler, ne doğru bir söz. Serveti- miz elimizden gidince, koca dünyada di- 'îxli bir ağacımız da kalmayınca, o iyi gün dostları da benden yüz çevirmişler. di. Öyle ki Sofyada, şöyle merhaba diye- cek, hal ve hatır soracak, hasta olsam bir bardak su verecek bir dosı, İnsan, bir akraba bulamamıştım. Halbuk?, o debde- beli, şaşaalı ve müreffeh anlarımız. da, biz bu Bulgar akrabalarımıza dalma güler yüz göstermiş, derdlerine koşmuş, onlara muhtelif w€filelerle hediyeler yağdırmış. Yortu demiş para göndermiş; bayram geldi demiş çekler yollamıştık. Akraba çocuklarını kendi - cebimizden memleketimizdeki — mekteblerde — okut- muştuk. Üstelik, bütün alle her yaz bize gelmiş, aylarca kalmışlar, yemişler, iç- mişlerdi. Onun için bu bizim ekr müş, bugünkü —müreffeh — yaşay kavuşmuş olan bu akrabaları benim ken- dilerinden paraca yardım istediğimi an- layınca şeytan çarpmışa döndüler, O ilk zamanlardaki yapmacık sıcak ve müşfik hava birden değişti ve mırın kırın ede- <A Kinkin Asvadan teneden su Hgelire- or bunu sa- | Türk_kadını Fransızca Le Temps gazetesinin bir makalesi Bayan Afet Pariste çıkan La Temps gazetesi, 27 kâ- nunusani tarihli nüshasında Türk ka - dınlığı mevzulu enteresan bir yazı neş- retmiştir. Bu yazının mühim kısımlarını hülâsa ediyoruz: «Türkiyede kadın lehinde ilk hareket- ler 1908 senesinde başlamıştır. Bu tarihe kadar kadınlar bir nevi esir gibı yaşı - yorlardı. Erkekler dört kadınla evlenebi- Hyorlar ve bu kadınlar üzerinde her tür- lü hakka tam manasile sahib bulunu - yorlardı. Genç Türkler, mücadele programlarına bu maddeyi de ilâve etmişler, ilk önce taaddüdü zevcat aleyhinde propaganda- ya girişmi . Bu hareket çok çabuk kendisine müsaid bir saha buldu. Ve 1913 senesinde İstanbulda kadınların hakkını fim faa edecek ilk birlik teessüs etti. Umumi harb sırasında Türk kadını bir hayli açıldı. Ve hürriyetini kısmen eline alabildi. Fakat bunlar hep mevzil kaldı. Ancak İstiklâl savaşından sonra Türk kadınlık | çti | İâlemi ciddi bir harekete g e ka- dınlar için yüksek mekteblere serbestçe devam keyfiyeti temin edildi. Ve İstan- bulda kurulan «Kadın Birliği» cemiyeti ! luulı bir şekilde mücadeleye atıldı. Atatürk, Türk kadınlığının yüksel -| mesinde ve her türlü haklarını almasında İşahsan birinci rolü oymuyordu. Sıra ile| büyük inkılâblarla 1925 de fesi İmenetti ve kadını poçeden kurtardı. 1926 |da bir kanunla taaddüdü zevcatı menet- İti. Ve izdivaç hayatında kadına da er - İkeğe müsavi hak temin eden medeni ka- nunu meydana getirdi. 1927 senesinde Türk kadını attık bey- 1923 de dy “ Ben bir tımarhane kaçkımyım!,, —e eee Muayene odasında bir kovalama ca oyunu Belkemiğime sokulacak çuvaldız kadar iğneyi görünce kapıya doğru koşuyorum. Fakat kaçmak ne mümkünl Röportajı yapan: (Tercüme ve ikllbar -0 - Sağ kolumu sıvıyorum.. minnacık hâastabakıcı dirseğimden yukarı kırmızı bir lâstik geçiriyor. Kalbim daha şiddetli çarpıyor... Ka- ra gözlü, kara kaşlı, kıvırcık saçlı hem- şerinı yanıma yaklaşarak: — Korkma Faruk, diyor, bir şey! yok.. titremesene canım. j Bir erkek hastabakıcı lâstiği sıkı-| yor. Kolumdaki damar fırlıyor. Şişman bir kastabakıcı kadın elinde bir şırın-| jinde bir pamuk ve bir tüp karşıma di- kiliyor, Hastabakıcı kadın, iğneyi da- marıma sokmağa çabalıyor. Gözlerimi | kapıyorum. Hafif bir sızlama.. Gözlerimi açıyorum. İğne damara| girmiş. Hastabakıcı hafif hafif şırınga- yı çekiyor, Koyu siyaha yakın bir kan yavaş yavaş tüpün içine doluyor.. Ko-| luma soğuk bir şey dokunuyor.. iğneyi | çekiyarlar. İki hastabakıcı kadın, lâs- tiği gevşetip pamuğu damara baslırı- yorlar. Mehmed: — Faruk, diyor, pamuğu tut... Tutuyorum.. Bu anlattığım göz açılıp kapanınca- ya kadar olup bitiyor.. burnumdan kes-| kin bir eter kokusu fırladığını zannedi- yorum. Şişman hastabakıcı bu defa elinde| koskocaman bir şırınga: İ — Baydi bakayım, diyor, gömleğini sıyır. Şırıngaya bakıyorum. Ucunda kos- ir iğne var. Tam bir çuvals| yari yerimden s:ç-| u kaçıyorum. Bir Benimkis! de akıllılık mı? Bu kadar, kişinin arasından kaçılır mı? Dokuz ki- şi birden kollarıma yapışıyorlar. Beni tüy gibi kaldırıp tekrar taburaya otur-| tuyorlar. Gümleğim sıvanıyor. Koskoca iğneyi içeri sokuyorlar. Bir an içinde duyduğum acıyı anlatmama imkân yok... Bic çuvaldız alın, belinize sokun. Bu acının derecesini anlarsınız. Belime bir tekme yemiş gibi oluyo- Beynimden bir şeyler boşalı- liyorum. Minnacık bayan- İnelmilel kadın seviyesine yükselmiş, on- llarm haklarına aynen sahib olmuştu. rurdan uzak, gönülden gelen hediyesini, ' ci 4) Sıra siyasi haklara gelmişti. Niha-|a.. korktuğun gibi değilmiş. yet bunlar da birer, birer oldu. 1934 yılında kadınlara belediye ingi - hablarında rey vermek hakkı — verildi. 1935 yılı yazında İstanbulda toplanan 12 nej beynelmilel kadın köngresinde bü - tün dünya, Türk kadınlığının vâsıl ol - duğu yüksek mertebeyi gözlerile gördü. Ve ayni sene Türk kadını siyas? hakla - Tına da sahib oldu. Bugünkü Türk kadını her hususta er- kekle müsavi haklara sahib bulunmak - tadır. Hattâ mekteblerde okuyan kız ta- lebe askerlik dersi de görmektedir. Bu itibarla Türk kadını askerlik bakımın - dan da yetiştiriliyor demektir. Otomobilini maharetle kullanan, fakül. teye devam eden, büyük balolarda hazır bulunan, — plâjlara — serbestçe — gelen Türk — kadınları * Türkiyede arlık tabil bir şeydir. Bütün bunların içinde her biri kendi ihtisas sahası içinde cidden sivrilmiş iki Türk kadını, Türk kadıntığının yüceliğini bize açıkça gösterebilir: (Devamı 8 inci sayfada) germeeaan e saRAAAANDR ee eee LaRRaRaanen beananmeeenamaneaene rek, sıkıntıda olduklarını, bir akraba ço- cuğuna, canlarını vereceklerini, ama şimdilerde çok darlık çektiklerini, yoksa başlarının nde yerim bulunduğunu söylediler. Beni bu şekilde karşılayışları adetâ ka- nıma dokundu. Gürürüm şahlandı, İzze- ti nefsim ayaklanarak, isyan etti ve ne olursa olsun bu dikenli, çakıllı yolda ilerliyecek ve muvaffakiyete — erişerek namerde muhtaç kalmıyacağım.. dedim. (Arkası var) — Bakın, diyor, acıdı mı?. Gördünüz | Mehmed: — Haydi Paruk, diyor. Kalk gide-! lim. Ka'kıyorum. Fakat pek sersemim. Bir taraftan da merak ediyorum, şöyle belkemiğimden alınan su nasıl şeymiş? — Affedersiniz, diyorum. Şu alınan! suyu gösterin bakayım. Kendi cevheri- Mi görmek istiyorum. Gösteriyorlar. Tübün içinde 2 par- Elektrik şirketinden Haklı bir şikâyet Aksaray ve civarı halkı namına bize bir mektub gönderen okuyucularımız- dan İhsan Hâser diyor ki: «— Sön günlerde bu semt halkına e- lektrik şirketinin birer sarfiyat ih - barnamesi geldi. Bu ihbarnameye ge - beb şu: Bundan evvelki aylara nazaran sar- tımız bir misli fazla imiş.. Haki » katen de böyle.. Şirketin emrindeki memur elinde matbu bir yeşil kâğıd olduğu halde geziyor ve het eve bun- lardan birer tane bırakıyor. Bu kâ - ğıdlardan anlaşıldığına' göre bü fazla sarfiyat şirketin nazarı dikkatini cel - botmiş. Üç gün zarfında şirkete mü . racaat ederek saatimizin muayene et- Faruk Küçük hakkı mahfuzdur) mak kadar, parlak, berrak bir su.. in- sanın içeceği geliyor. ben ömrümde bu kadar berrak su görmedim.. Dışarı çıkıyorum, başım hafif dönü- yor, üstümde bir ağırlık, bir sersemlik var, Adetâ uzun müddet iş yapmış gi- bi yorgunum.... Yolda hastabakıcı Mehmed - nasihat veriyor: — Bak Faruk. Şimdi gider gilmez yüzükoyun yatacaksın. Anladın mı, yüzükoyun. Sakın kıpırdanayım de- |ga, yaklaşıyor, diğer bir hastabakıcı, e-|me.. sonra başın ağrır.. — Daha henüz başım ağrımıyor. — Herkesin başı ağrımaz. Hem yü- zükoyun yatarsan bir şeycik olmaz.. daha ulmazsa sana bir iki aspirin de ve- rirlir. Koğuşa nasıl geldiğimin farkında de- ğilim. Yarı uyur yarı uyanık bir halde koğuşa girdim. Gardiyan İzzet de ay“ nt nasihati tekrar ediyor: —Faruk.. hemen yüzükoyun yat. Dedikleri gibi yapıyorum.. fakat yaş- tık alçak geliyor.. ne ise Napolyon ba- na bir yastık lütfediyor... Vücudümde ağrı, sızı bir şey yok.. yalnız belimde hafif bir ağrı var.. so- Buk &lmış gibi... Yüzükoyun yatmak insanı sıkıyor. Bilhassa ben, hiçbir zaman yüzükoyun yatmmağa alışık değilim.. bana çok zor luk veriyor. Koğuşta herkes kendi havasında.. fa- kat benim hiçbirisini duyduğum yok, | başımın ağrısını bekliyorum.. Ağrımıyor bir türlü., saatler geçiyor. hâlâ başım ağrımıyor. Hiçbir şeyim yok, Fakat korkudan kımıldanamıyo rum, Eczacı soruyor: — Faruk nasılsın?. — Vallahi iyiyim... — Başın ağrımıyor mu?, — Ağrımıyor. Yalan söylediniz gali« ba.. — Birazdan görürsün. * Dulmışım, bir düdük sesi beni uyan- dırıyor. Terlemişim. Ağzım kupkuru.. yemek zamanı gelmiş, kalkayım. Doğ rulamıyorum. Her tarafım tutulmuş. Nihad bey: — Faruk, diyor, kalkma, fena olur tun. — Ya yemek? Karnım aç.. — Yemek zamanı kalkarsın. Yahud da buraya getirtiriz. — Kime getirteceğiz? — Kolay tanım... 'Tekrar yüzükoyun uzanıyorum,. Nihad beyin yemeği geliyor.. bana yok: — Nihad bey, bizim yemek için söy« Hiyecektiniz?, * — Arkası var — tirilmesi isteniyor. Saati Mmuayeneye gelecek memura da bir lira verilmesi Şart konuyor. Bunu anlıyamadım. Hangi: müşteri vardır ki alacağı malın terazisini, ala- cağı kumaşın ölçüsünü beraberinde ta- şır? Şirket cereyanını satıyor, ölçen ve lartan o saat denilen âletin para - sını da alıyor, haydi bunu hoş görü - yoruz. Fakat saat bozukmuş, tamir et tirilmesi lâzımmış diye n.çin biz para verelim? Bu bozukluk hakikaten mev- cud mu, değil mi? Bunu da bilmedik- ten sonra... Biz, bir heyet tarafından kanuni şes kilde bu saatler kontrol edilmedikçe bu parayı vermemeği kararlaştırdık. Fakat ânlamıyoruz, bu aasıl iştir? Na- fia komiserliğinin bu hususta alâkasını bekliyoruz.