“ Ben bir tımarhane kaçkınıyım!,, Ahbab gardiyan sordu: ? Sen neye çıldırdın? ,, Bu suale doğru cevab vereyim de beni derhal kapı dışarı etsinler. Derhal saçmalamıya başladım Timarhanede konferans salonu —e— — Küçük oğullarından. Tanımıyorum. Nereden tanıyacaksın? — Ben de Taşköprülüyüm. — Desene bemşeriyiz. — Evet. — Taşköprünün içinden misin? — Evet. — Ben de içinden. ne vakittenberi bu- radasım?.. — Eh. çoktan. şı... e turşucu ( Mehmedi tânir misin? — Tanırım. — Arâbeamiindeki kahveci İhsanı?. — Onü da tanırım. — Bizim eski meb'us Refik bey vardı O da buraya gelmiş. Maliyede büyük bir şeymiş. Cihangir taraflarında oturuyor- muş, evini biliyor musun” — Cami civarında diyorlar ama bilmi- yorum. Cebinden paketini çıkardı. Bana bir sı- gara uzattı: İ — Teşekkür ederim, içmem. — Ne âlâ. şimdi sana bir şey soraca- ğrm, na, doğru cevab ver. Malâra a deri ne kadar açık söylenirse deva o kadar †Girli olur. — Sor. — Sen neye çıldırdın? Bizim hemşeri de âmma sun'ler voru- yor ha? İnsan neye, niçin deli olduğunu, bilir mi? Tabii cevab vermiyorum. Sualini *ek. rar ediyor: — Neye çıldırdın? — Bu da sual mi hemşerim. İnsan ne- ye, niçin çıldırdığını bilebilir mi? — Yok, yani onu söylemek istemiyo- rum. Başından sevda filân geçti mi? — Hayır. — Büyük bir keder çektin mi? — Hayır. — Söz aramızda, nefes filân çeker mi- sin? — Ne nefesi? ,— Esrar filân kullanır musun? — Hayır... — Babanda ananda böyle bir hastalık var mı”. Kıvırcık saçlı, kara gözlü, kara kaşlı hemşerim beni deniyor galiba, Muhakkak doktora müşahedelerini bildirecek. Eğer makul cevab verirsem sağlam ilk göndü gerisin geriye giderim. İyisi vi saçmala- manın yolunu bulmalıyım. Gözlerimi bir noktaya dikiyor, düşün- meğe başlıyor, sualine cevab vermiyo- rum. — Söyle baban, ananda böyle bir has- tahk var mı? — Daha başka türlü sorayım, Baban var mı senin? — Neden olmasın, piç değilim a.. — Hayır öyle değil, Baban sağ mı? — Sağ, — Bundan evvel Haylayfta yaptığın gibi kimsenin gırtlağına sarıldın mı? — Haylâyfta ben kimsenin boğazına sarılmadım. — Ne yaptın ya? — Hiçbir şey yapmadın. — Nasıl bir şey yapmadın? Gazetele- rin yazdıkları, Tıbbı Adinin kâğıdı. — Masal, — Nasıl masal? — Sollerın düşmanlığı. memleketten küçük! Mehmedin yavaş yavaş gözleri açılma- ğa, yüzünde hayret izleri belirmeğe baş- j liyor. | — Ey? — Eysi meysi var mı? Tekmil kumü.| nistler benim düşmanım. Ruslar, Fran-| sızlar, hattâ hattâ İngilizler... Halbuki biz faşist, yani nasyonal sosyalistiz ve bir gün komünistliği kaldırıp Jünyaya yeni bir şiraze vereceğiz. Geçen gece hazreti İsa ile de bunu uzun uzadıya konurtuk. Kelime bikelime hatırlıyorum bana: — Franko, dedi, düşmanın çok.. seni yakalıyacaklar, hapsedecekler, deli diye tımarhaneye atacaklar. Fakat sen her şe- ye göğüs ger. Unutma ki ben insanları kurtarmak için çarmıha gerildim. Iztrab| çektim. Sen de insaniyeti kartarmak için | benim: yolumdan yürü! Mehmed benimle konuştuğuna pişman: — Faruk, Faruk, ne oluyorsun? — Faruk değil, Franko, general Fran- ko... Mızıka selâm borusu çal, Franko geliyor. Oturduğum yerden kalkıyorum. — Selâm dursun, selâm dursunlar! Söy- le bütün bunlar selâm dursunlar ban! Mehmed de ayağa kalktı: — Faruk, Faruk Haydi rahatsızlandın galiba, yat yatağına! Söyiemeğe hacet yok. Sesim perde per- de yükseliyor. Halil İbrahim, Ali, İzzet, İdaha henüz adını öğrenemediğim iki gar- İdiyan dahi geliyorlar, bunların ikisi ko. — Haydi Faruk, Faruk bey yatağına, yatağına... Kim dinler. bütün kuvvetimle ellerin den kurtulmağa çabalıyorum. Halil İbrahim: — Mehmed, diyor, kayışlıyalım m” — Yok, Biraz dolaştırın, bahçeye filân | genç Yedikulede Yu- Neş'eli bir vuf imzasile soru » > lan şey de şu: | — Muvaffako- lacak matım? .—.. Kanaatkâr olması beklenen gen Ankara okuyu » ğ cularımızdan Ni - yazi soruyor: — Hayatım ng - sl geçecek, istek- Tarihden sayfalar : » haremağası lerim neden olmu- iyor? İstekler, taham- mâl ve imkân hu- kuvvetli hamle - lerle, muayyen hedefe vâsıl olacak yol - ları seçmekle mümkün olabilir. Dilekle- re ihtiras karışırsa Tahatsızlıklarına ta - hammül güç olur. Kanzatkârlığı tecrübe etmesi lâzımdır. A Mai ve para kıymeli bi'en bir genç, İzmir z zi de karakterinin tahlilini istiyerek aynca soruyor: | Evlenirsem mes'ud olabilecek miyim? Sakin ve çalış - kandır. Kendisi - nc iğ olmıyan! şeylere karışmaz. Eşyasını iyi kullanır, mal ve para kıymeti bilir. İyi bir ev ka- dınile mes'ud olabilir. i. Her şeyden evve. tan bir sıhhat! Ankara oküyu - evarımızdan Al Cağlar da şunu $0- rayor: - Mes'ud ola - cak neyim? Haystın zorluk- laram O gülmekle karşılıyanların baş kaca saadet istek - derine lüzum kal - misz. Orta bir kazanç, ism bir sıhhat maksada kâfi gelebilir. ..—.. lim zevkini arttırmak lâzımdır Üsküdardan U - yy Jacak mayım? Okumada mu - vallak olabilece - Bine göre ilim zev kini arttırması lâ“ gımdır. £on Posta ) Totoğraf tahiili kuponu Adres || Fotograf tahılıli için bu kuponlardan İİ $ adedinin gönderilmesi şarttır. çıkarın. Bizim memlekelli. Fazla eziyet, rma mmm amme etmeyin... j Zavallı Mehmed, hemşeri gayretile be- ni kayışlatmıyor. Zaten tımarhaneden çi- kıncıya kadar gördüğüm İyi muameleyi bir parça da bu hersşeriye horçluyum. Hali! İbrahimle Ali beni kaldırıyorlar. bahçeye çıkarıyorlar. K Burus bahçe değil, geniş bir tavuk kü- mesi. bir tarafı bizim pavyon, 3 tarefi pavyon yüksekliğine kadar dikenli teile çevrili yalnız tavanı kapanmamış. Saçmalamada devam ediyorum: — Evet, bugün solların elinde esir bu- Tunuyorum. Fakat yarın intikamını ala- cağım. Halil İbrahim: — Olur şuraya, diye bir sera gösteriyor. Cevubları gayet yavaş belli belirsiz bir | Oturuyorum, etrafsina bakıyorum. Pav- sesle veriyordum. yonun önünde mekteb yemekhaneleri. İ masaları gibi masalar, yerde de iki ta- irafh sıralar var. Geliba hastalar burada j yemek yiyorlar. | — Cırrmr) Cireer! İ, Keskin iki düdük sesi. Eu hastaların bahçe saati işareti. Kapı açılıyor. Hasta lar dışarıya fırlıyorlar. Üçer, dörder, bir aşağı, bir yukarı gidip gelmeğe başlıyor- lar. Yalnız kısa boylu, tıknaz, koca ki falı birisi bir köşeye çekilmiş bağırıyı — Alçaklar, namussuzlar, ne biçim &- mirsiniz siz? Kalem mümeyyizliği sizle. re ne kadar uzak! Daha doğru dürüst bir derkenar bile yazamıyorsunuz. Sonra iki saat geç kaldım diye kıstelyevm ha? Ya sen, ya sen alçak narnussuz, sabahları kaçla geliyorsun? Biz olmasak ne yapa bilirsin? ğ (Arkan var) Ekonomi medeniyetin icablarındandır. Eski devirlerde bu derece ehemmiyetli saymazlardı. Hele saraylarda pek az gö- i * izetilirdi. Roma, Bizans, İran ve Mısır sa- dee Niya- | raylarının zevk, eğlence veya gösteriş u- ğurunda harcadıkları paralar akla dur- gunluk verecek derecededir. Bu sarayların en yenilerinden olan A. rab sarayı da az zamanda diğerlerine ye- tişmiş, belki onları bazı noktalarda geç- miştir, Arab tarihi islâmlıkla başlamıştır. On- dan evvel küçük bir kavim halinde Ara- bistan yarımadasının kumluklarında sür- gün gibi duran Arabları islâml! koymuş, onları şimali , Zengin Mısırda, ömerd Irak- ta ve güzel Suriyede yerleştirmiştir. Arablar ilk zamanlarda pek sade ya. şarlardı. | Fakat islâmlık perdesi altında Arab nasyonalizm menfaat- leri için müslüman olmuş bulunan Eme- vi halifeleri Şamı hükümet merkezi yâ. pınca iş değişti. İran ve Bizans gibi iki büyük ve zengin imparatorluğun asırlar- ca yuğrularak tekâmül eden medeniye-? tini ve servetini görünce onları taklid et- tiler, Bununla beraber Arab sarayının israf. | Arab Sarayları Harunürreşidin oğlu Emin amcasının oğlu Caferin bir cariyesini sa- ten almak istedi. Cafer razı olmadı. Bunun üzerine Emin onun kayığı- nı altın dinarla doldurttu. Bu altınlar sayıldığı zaman sayısının bir | milyon olduğu anlaşılmıştı! Halife Muktedirin o sarayında nda israf... on bin vardı. lira varidat slır, bunun hemen hemem hepsini zevk ve eğlencesi uğurunda har- cardı. Hırsı o kadar müdhişti ki oğlu Ha. runreşid o saltanatını (okuvvetlendirince onu boğdurmağa kalkışmıştı. Harunreşidin oğlu Emin, amcasının oğlu Caferin bir cariyesini satın almak istedi. Cafer razı olmadı. Bunun üzerine Emin onun kayığını altınla doldurttu. Bu altınlar sayıldığı zaman sayının (500000) olduğu anlaşılmıştı! Halife Mehdi cariyeletinden birini çok severdi. Ona hediye vermek istedi, Aca- ba ne verdi? Yüz bin dinarlık bir yüzük Halife Muktedirin annesi Seyyide bü- yük bir nüfuz sahibiydi. Hazinedar usta» sı Ümmü Musa ile birlikte büyük bir ser. vet topluyorlar, sonra bunlari bol bol harcıyurlardı. Devlet hazinesi pek sıkış tığı halde bu kadit beş para vermemiş öldüğü zaman mezarına gömdürdüğü pa ra çıkarılınca 600000 dinar olduğu görük müştü. Başka bir halifenin annesi 130000000 İdinar değerinde bir kilim yaptırmıştı. Bir sarayın en büyük salonu büyüklüğünde olan bu kilim ipekten örülmüştü. Üzerin. de, altınla işlenmiş, gözlerile vücudleri. nin süsleri yakutten, inciden, elmas ve #ümrüdden yapılmış olan kuş resimleri ları daha ziyade (Abbas oğullarının) hi- | vardı. lâfetleri strasında olmuştur, Harunreşidin sarayındaki çengi, şar- kıcı ve çalgıcı kadınların sayısı üç yüz- den çoktu. Bu cariyelerin her biri 1000- 106000 dinara (bir dinar yarım altın Ji- Guz da şunu SOTU-İ vadır) satın alınmışlardı. Harunreşidin annesi Hizran kendi — Muvajjak o -İ mallarından senede on allı milyon dinar ——— Halifeler kendilerini meth için kaside- ler söyliyen şattlere bol bol ihsan verir. lerdi. Yeridin oğlu Veli3 gene Yezid adımdakı bir şairin medhiyesinin her beytine (1000) dirhem (bir dirhem 10.15 gümüş kuruştur) verdi. (Devamı 14 üncü sayfada) üsmir faal Hususi muhasebeler, ”' ae a yn ye Belediye reislikleri vi eski sibniyet taşıyan iş adamlardır. Ve orman kanunu Okuyucularınızdan AN Rıza Sarı bize yazdığı uzun bir mektubda memleketin üç mühim davası üzerinde fikirlerini bil- giriyor. Diyor ki: «— Hususi Muhasebe teşkilâtını ben lü- zumsuz görüyorum. Çünkü bususi muha- sebelerin vazifeleri mahduddur. Muallim- lere maaş vermek, bazı yolları, binaları tamir etmek, köprüler kurmak vesaire. Halbuki bu köprülerin kuruluşu ve yolla- rın yapıla esnasında masrafın büyük bir kısmı gene müvazenci umumiyeden vori- Yiyor. Muhasebel o husüsiyeler, hükümet teşkilâtı içinde ayrıca bir teşkilât sayılır. O halde bunun lüzumsuzluğu muhakkuk- tır ve bu teşkilâtin lüğvi ile büdeede bü- yük bir tasarruf temin edilecektir. Diğer taraftan memleket içinde bir de belediye relsliği meselesi vardır KU bu ol- dukça mühim bir mesele sayılır. Çünkü bizde belediye reisleri birkaç büyük şehir müslesna olmak üzere tayin ile değil in- tihab ile başa gelirilir. Bu intihab İse, ek- seriyetle İstenilen İş adamnnı temin 6de- mer. Birçok yerlerde şehrin beledi fanliye- tinin göre görünmemesinin sebebi budur. İnkılâbdan sonra bazı yerlerde ise, bazan iş başına gelen adamların derebeyi zihni- yeti güttükleri görülmüştür. İşte, devletin Üçüncü dara orman davasıdır. Orman kanunu bütün memleket halkını sevin. dirdi. Fakat bugün bu kanunla Miri or- manlarının bir kısmı âdeta hususi orman haline getiriliyor. Meselâ birinin vaktile orman içinde açtığı beş on dönümlük tar. la için aldığı tapunun hududu tarlayı do- BU, binlerce dönümlük ormanları ihtiva ediyor, Bazı açıkgözler said köylerin ellerinden bu kab! tapular toplıyarak war ve isticar na orman kanununun bi- rinci maddesinden iİstirade ediyorlar ve orman damgalatıp İşletiyorlar. Bu mede sulisilmale çok müsalddir. 'Tâdili devlet hazinesine büyük bir kasanç temin edecektir. Okuyucumuzun memleket menfaatleri üzerinde gösterdiği bu hassasiyeti takdir etmeliyiz. Memleket işlerini düşünüyor, bunlarla alâkadar oluyor, demektir. Fakat unutmıyalım ki her üç meselede de bugün» Kü kararlara gelinmek İçin birçok teerü- be devrelerinden geçilmiştir, kanunların esbabı mucibe lâyihalarını gözden geçis riniz, onlarda fikirlerinizi cerhedecek çok esaslı mütalealar görürsünüz. Fikirleri karnlaştırmak ve öylece tedkik etmek lâ- sim Mektubun üçüncü kısmına gelinre: Et mizde vazıh malümat ve delil yoktur, Alâ» kadarları elbette tedkik edoceklerdir.