* » £ * E B v B b * & » k e w " ie y 14 -Birincikânün Yedi Belâ, « Ben bir tımarhane kaçkınıyım!,, Ayı Yusufa seslendi: “Gel kaşınalım!,, Bu teklifin niçin yapıldığını sordum. Arkadaşlar kestirip attılar: “ Gardiyanlar görsün diyel ,, Röportajı yapan: (Tercüme ve iktibas - Bi -— - Diye beni taş hücreden çıkarıb bizim Kinde düne kadar on üç kişi oturdu - z dört karyolalı odaya götürüyor. Geldiğimi görenler: — Geçmiş olsun, geçmiş olsun! diye #rafımı sarıyorlar. Karnik: — Faruk, gel yatağa uzan, diyor. Hakikaten uzanmağa ihtiyacım var. Htr tarı ilmiş titriyorum. yatıyor, inler gi - — Üşüyorum, diyorum. Kâni odadaki arkadaşların ceketleri- ti topluyor, üzerime örtüyor. Öğle yemeğinde uyandım, Yedi Belâ! kelhıırıedle. Ayı Yusuf muayene olmuş- lir. Karnikde de bugün bariz bir heye- &n var, yerinde duramıyor. Mütema- dolaşıyor. Hakkı da var ya, Bugün Hayrullah haca gelecek. Çocukcağızı ya Bursaya | :îe edecek, yahud da burada bıraka - — Keşki, diyor, keşki dün gece senin İerine gardiyanın başına tası ben ge-| Steydim. — Neye? — Neye olacak, bugün tımarhaneyi lardım, — Gene boylarsın. — Zannetmem, dün gece fena bir rü- YA gördü iy bu rüyadan ne çıkar? — Ne mi çıkar kölü bir rüya gör - Ülm, İşim ol mıyacak. Mavi çini gözlü adam gene ortada | Ve gene eğleniyor. Yedi Belâ, Ayı Yusufa nasihat ve - Tiyor: — Gel pencerenin önüne, kaşınalım. Kâniye soruyorum: Bunlar neden kaşınmak istiyor - e * Gardiyanlar görsün diye.. “ Gardiyanlar görürse ne olacak? — Eroin içicileri harmanlaşınca kaşı- dar.. mideleri bulanır. Gardiyanlar İlkları böyle görünce Goktora hâber'yük ler. Doktorlar da kendilerine içici ra- Ü verir. Böylece cezadan kurtulurlar. Saat iki oldu.. hâlâ Hayrullah hoca gel- i. Hepimiz pencerenin önünde onun Ülmesini bekliyoruz. rnik: “ Daha vakit var diyor. Üçton evvel Öilmez. Koridorda yabancılar peyda oluyor: — Kimler bunlar? — Bugün heyet var ya yaş muayene - gelirler.. Üzünboylu zayıf bir adam gözüküy: ;"*)oı odasına giriyor. Arkadan doktor Mhri Can da içeri giriyor. Tanımadığım İti kişi daha!.. z İçlerinde bir Hayrullah bey yok Yor, .a("anüyın Niyazi heyet odasına bir im dosyalar götürüyor. Hâlâ Hayrullah hoca görünürlerde 7’:;- Dışarıda bekliyenler birer ikişer 1 çağırılıyorlar, yüz çok içerde kaldıktan sanra da çı - » gidiyorlar. Koridor - tenhalaşıyor, İhayet kimseler kalmadı. Son yaban- b da gitti.. ortalık kararıyor... anlaşı- .1: Hayrullah hoca gelmiyecek, Oda - “ilerin hepsi sinirli.. zayıf bir hade- pka ile bir baston getirdi. odasına götürdü. Karnik — Hayrullah Hoca geliyor. i, Sordum. — Nereden bildin? x Sapkası ile bastonu geldi. Bir ayak sesi, orta boylu, © h.—y, kların kenarlarından kesi trb' ta; ha ranmış seyrek kır saçlı Fransız *ra filimlerinde gördüğünüz ban- tektörlerini hatırlatan bir tip, hız- Farak Küçük Baktı mahfuaduru Adli Tıbina kapısında l hızlı geçerek heyet odasına girdi.. Herkeste bir sevinç.. — Geldi, nihayet geldi. Çlrlnxı' Zil, gardiyan Niyazi içeri girdi: — Semiha haydi doktora! Piyango dün gelen sarı saçlı kadın- da, Beş dakika sonra çıktı... İkinci bir zil sesi : — Etftra! Bizim karı içeri giriyor. Karnik sinir-| H adımlarla gelib gidiyor.. — Acaba Hayrullah bey merhamet edecek mi? Bursaya gidersem sağlam ölürüm. Kâni sevinçli: — Artık yarın çıkacağım.. ister içici desinler, ister bilmem neci.. yeter ki buradan kurtulayım. Burası hapisane- den de beter. ini gözlü dönüyor, dönüyor, hüyor... ed donük gözlerle bakıyor. Yedi Belâ ile Ayı Yusuf vücudlerini yara| yapacak gibi kaşıyorlar. Şerifle Muam- mer konuşüyorlar. Bizim odanın da kapısı açıldı, Niyazi | gözüktü: — Haydi Küni, doktora! Beş dakika sonra geldi. Ne oldu diye sorduk, anlattı: — Hayrullah Hoca, Kâni sen misin diye sordu. Evet, dedim, sen eroin içi- yormuşsun dedi. Hayır, dedim. Peki öyle ise git, dedi. Yarın çıkar muyım de- “dim, cevab vermedi. — Karnik, haydi doktora! Karnik dışarı fırlıyor.. İçeride çok kalıyor. 5 dakika, 10 da- kika, 15 dakika 'Ççıkmiyör. — Günahtır be.. günahtır! Karniğin sesi bu. Ne oldu acaba? — Ne olur sanki Bursanın havası ya- ramaz deseniz? Mazhar Osmanda da dört ay 'yattım. Raporum var, isterse- "|biz sorun.. Karniği ite kaka çıkarıyorlar. Kovuşa geliyor. Kanter içinde.. et- rafını alıyoruz: — Ne oldu? — Ne olacak, elimden bir şey gel - mez, dedi., Gardiyan Niyazi tekrar gözüktü. — Haydi küçük doktora, Çocuk çıktı. Karnik yatağına uzandı. Hazin hazin şarkı söylemeğe başladı; Tıbbı adli binasının etrafı kara İçindekilerin yüreği yara, Doktor Rıfkı beyden merhamet ara Yandım tıbbi adlinin elinden! Çocuk geri döndü. Gülüyor, oynu - yor, seviniyor, ellerini çırpıyor. — Yarın çıkıyorum. Yarın evime gi- diyorum. Bundan sonra ne uslu olaca- ğım. Kimsenin bir şeyciğini çalmıyaca- ğim, Ne sevinç, ne sevinç yarabbil! — Kim söyledi? — Gözlüklü doktor.. seni yarın evine ü| göndereceğim, fakat bir daha yaparsan karışmam, dedi. — Faruk! Sıra senin, İşte umumi imtihan. Ya sınıf geçece- ğiz, ya ibka kalacağız. Heyecanım dünkünden aşağı değil; SON POSTA Ş3 leri SS Muvaffakiyet kitablara bağlılıkla temin edilir , Eikişehirderi Bürhan — imzasile 'sorulan da gu: — Muvaffak ola. cak mayımı? Okuma çağında olanların muvaf. İ »e tahlilimi — istiyerek soruyor: — Memurum, ti- caret hayatıma at lursam — muvaffak olur muyum? Ağır — başlı ve hürmetkâr bir me- |mur işine de sadık kalınca muvaffak ol- muş demektir. İhtiraslı emellerini tadil Tarihi tedkikler: Eski Avrupa şehirleri * * * Sokaklar iğrenç bir mezbele halindeydi. Belediye yolları temizlemeyi düşünmezdi. Bu vazifeyi gören iki şey vardı ki bunlar da yağmur suları ve domuzlardı. Bol yağmurun yaptığı akıntılar pislikleri sü- rükleyince toprak ancak meydana çıkardı. Başıboş gezen domuzlar da burunlarını pisliklere sokarak bir kızmını yerler, böylelikle temiz- liğe hizmet ederlerdi. Yazan: etmekle muvaffakiyet imkânlarını ço-| “Avrupaya seyahat edenlerimiz orada- | kralı olan Filip Oyüst bir gün sarayının ğaltmış olur. Bulunduğu işde kalmasını tercih etmelidir. —— Sokulgan bir tip Hi Kuzguncuktan K. Vözlef soruyor: — Muvaffak o - lacak mıyım? Açıkgöz olanlar- la sokulganlar taş. tan ekmeğini çı- karmasını — bilen- lerdir. Menfaat te- mini — hususunda N muvaffak olabilir. Güler ymu bir tp Ankara — okuyu- cularımızdan Hak- JAt da gunü sörü. yor: — Muvaffak ola. cak mayım? Güler — yüzlülük , ve sevimlilik mu- © valfakiyet için 1â- zım olduğu kadar İ da icabında şiddet ve kat'iyete ihtiyaç vardır. Son Posta Fotoğraf tahiili kuponu DİKKAT Fotograf tahlili için bu kaponlardan $ adedinin gönderilmesi şarttır. ÇA ıi |bilâkis daha fazla.. odaya girdim. Ab - dal abdal iki tarafıma bakıyorum. | Dün daktor Rıfkının oturduğu masa- ya Hayrullah Hoca oturmuş. Doktor daktilonun başında. Doktor Dünkü sandalyeye oturdum. Çifte Eardiyanlar arkama dikildiler, Hayrullah Hoca sık sık gözlerini acıb kapıyor, habire dudaklarını yiyor. Böy- lece 10 dakika kadar geçti.. nihayet Hayrullah Hoca kımıldandı. Gözlükle- rini çıkardı. Hohladı. Mendilile camla- rını temizledi. Bir dâha hohladı. gene sildi. Hareketi üç defa tekrar etti, Sonra başını kaldırdı, dikkatli dik - katli yüzüme baktı, tebessüm etti: — Faruk sen misin? dedi, — Eveti. — Pazartesi günü Harlayf pastane- |sinde bir şeyler yapmMışsın sen.. — Evet. — Hatırlıyor musun? — Tamamile.. — Anlat bakalım nasıl oldu bu mese- le: — Nasıl olacak, basbayağı. Yurddaş! Çocuğunun sağlam ve kuvyetli olma - sını istiyorsan ena bol, bol üzüm, incir, fındık, fıstik, portakal, elma, kayısı ye- dir, ——— ki şehirlerin geniş ve temiz caddelerine, parklarına, aydınlık binalarına, güzelli- ğine hayran olurlar. O kadar ki oraların temizliğini anlatmak için şu meşhur Türk Bözünü söyliyenler çoktur: «Bal dök ya- . Garbden bu hususta çok geride kaldı « ğımıza şüphe yok. Sokaklarımız dar ve pistir; caddelerimizde bile biraz yağmur yağınca serbest yürüyebilmek tam ma - nasile mümkün değildir. Bunların müm- kün olan hızla önüne geçmeğe çabalıyo- ruz. Bir gün bizim şehirlerimiz de garb- dekiler gibi olacaktır. Çünkü garb şehir- leri de tarihin bütün devirlerinde böyle değildi. Hattâ bundan üç dört yüz yıl ön- ceye kadar onların hali bizim bugünkü halimizden çok beterdi. * Eski Yunan şehirleri aydınlık ve gü - zeldi. Şarkta da oldukça ileri bir şehir - cilik vardı. İki bin beş yüz sene evvel (Babil) in birbirine amud caddeleri, gü- zel binaları, asma bahçeleri ve büyük meydanları meşhurdu. Romalılar devrinde de şehirler olduk- ça düzgündü. Hepsinde belediye nizam- ları vardı. Dokuz yüz senelerinde doğudan gelen Hün, Viziget, Ostrogot, Cermen, Vandal istilâları önünde bu şehirler harab ol - du. İstilâlar ve harbler dolayısile şehir - ler bir yığın enkaz haline gelmişti. Onun- cu ağırda Paris, Orlean, Londra gibi şe - hirler döküntüden farksızdı. İstilâlar geçince şehirler yeniden ku - rulmağa başlandı. Bunların etrafları hep duvarlarla çevriliyordu. Bu yüzden ar - salar pek kıymetliydi. Evler sık yapılırdı. Sokaklar ve meydanlar için bir yer ay - rılmazdı. Bir sokağın iki tarafındaki ev - lerin çatıları bazan birbirine dokunacak gibi olurdu. Çünkü evlerin Ikinci ve ü - çüncü katları, çıkmalarla genişletilirdi. Ortasından nehir geçen şehirlerde köprülerin'üstüne bile evler yapılırdı. Sokaklar dolambaçlıydı. Çok zaman kaldırım bulunmazdı, karanlık — olurdu. Çünkü her katı altındaki kattan daha çı- kıntılı yapılan evler, sokakların üstünü âdeta örtükü bir hale koyardı. Şehirde lâğımlar yoktu. Bunun — için her evin veya binanın pisliği sokağa dö- külürdü. Kasablar hayvanları dükkân - larında keserler, kaniarını sokağa akıtır- lardı. Süprüntüler, yemek artıkları, pa - çavralar, kemik parçaları da atılınca so- kağın manzarası pek iğrenç bir hal alır- dı. Bunların arasında çocukların oynaş - tıkları, dilenci veya serserilerin bir şey- ler aradıkları, domuzların pislikleri de- şerek yaydıkları görülürdü. Bunları temizlemeyi kimse düşünmez- di. Yalrız, bunları temizliyen iki şey var- dı ki bunlar da yağmür suları ve damuz- lardı. Bol yağmurun yaptığı akıntılar pislik- leri sürükleyince toprak ancak meydana çıkabilirdi. Başıboş gezen domuzlar da burunlarını pisliklere sokarak — onların bir kısmını yerler, böylelikle temizliğe hizmet edorlerdi. Kışın bu pisliklerin o derece zararı ol- mazdı. Fakat sıcaklar başlar başlamaz so- kakları iğrenç bir koku, bulut halinde si- | Gildiği halde meselâ nekler, her çeşid böcekler kaplardı. Çok Reçmeden de hastalık başlardı. 11860 den 1223 senesine kadar Frınııı penceresinde otururken sokaktan gelen iğrenç kokudan az daha bayılacaktı. O sırada — mezarlıklar, şehir — için- de ve etrafı açık olarak — yapı - hrd. — Bunların yoldan farkı ol - mazdı. Çok zaman buralara pazar bile kurulurdu. Çünkü şehirde — mezarlıktan başka üstü ve etrafı açık yer bulunmaz- dı. Bu pislikler korkunç ve salgın hasta - lıklara sebeb olurdu. Bu hastalıkların başlıcası (veba) idi. Halk bu bastalığın * pislikten değil, Allahtan geldiğine ina - nırdı. Bunun için de mahiyetini bilme - dikleri günahlarımı affetlirmek Için ki - liselere koşardı. Hastalıktan büyük şehirlerde günde bir kaç yüz kişinin öldüğü görülürdü. Bir veraset davası yüzünden Fransa ile İngiltere arasında 1337 den 1452 ye kadar yüz on a<ı sene süren ve yüz şene harbi diye meşhur olan muharebe — sırasında Fransa nüfusunun üçte biri kara veba - dan mahvolmuştu. Bu insan sayısı, bü - tün barb esnasında harbde ölenlerin sa- yasından daha şewww Sokaklarda kaldırım ve yaya kaldırımı olmadığı gibi ışık da bulundurulmazdı. Akşam olunca her tarafa bir katran ren- gi çöker, dışarı çıkmak istiyenlerin fener taşımaları lâzım gelirdi. Esasen dışarı çık- mak da pek az mümkün olurdu, çünkü hırsızlıklara, haydudluklara meydan ver- memek için her sokak başına kalın zin - cirler gerilirdi. Bazı senyörler akşam olunca sokaklar- da adamlar bağırtarak herkesi evine git- Miye mecbur ederler; ondan sonra çıkan- lar senyörün askeri tarafından yakalanır, cezalandırılırdı. Bu sırada sokakların pis- likleri içinde köpekler, kediler, fareler sürü sürü dolaşırlar, boğuşurlar; sabaha kadar onların çıkardıkları hırıltılarla ho- murtular devam ederdi. Şehirlerin ve halkın başında veba ka- dar korkunç bir belâ daha vardı: Yan - gin... İtfalye teşkilâtı şöyle dursun, tazyikli ve akar su bile yoktu. Bütün sular yane- hirlerle ırmaklardan, yahud kuyulardan alınırdı. Evler ahşab ve sık olduğu için küçük bir ateş bile az zamanda etrafa yayılır, çok zaman bir mahalleyi, hattâ bütün şehri cayır cayır yakardı. İşcilerin ateş yakarak çalışmaları ya - saktı. Akşam saat sekiz veya dokuzda kiliselerin çanları bütün hızlarile acı acı çalınmağa başlayınca herkes evindeki a- teşi de söndürmeğe mecburdu. Bu sırada ışıklar da söndürülür, bütün şehir mut- Tak bir karanlığa gömülürdü. Bunlara rağmen yangın sik sık olür- du. Dar, basık, bir kaç kat ve yarı ahşab binaları alevler büyük bir hızla sarar; bu arada insanların da cayır cayır yan - dıkları görülürdü. Daracık sokaklar yar- dımı güçleştirir; birbirine yaslanır gibi duran çatılar bir meş'ale gibi birbirinin ardından tutuşurdu. Yardıma koşanlar kaçarları, kaçanlar yardıma koşanları Çiğner; yangının zararı yetmiyormuş gibi insanlar da birbirlerini ezerler; ortalığı büsbütün karıştırırlardı. Bu kadar ağır tedbirler alımdığı, evler ve binalar çok sıkı bir surette kontrol e- Fransanm Ruen şeh- lri yirmi beş senede ait defa hemen he- men tamamile yanmıştı. Turan Can