rıo ş“,"'— Son Posta'nın tefrikası: 32 SON POSTA Haremağasının Hatıraları| e K KUN l Yazan : ZiyaŞakir Mithat Paşayı götüren Izzettin vapuru, Çanakkale boğazından geçtiği gün, şair Namık Kemal de Istanbulda tevkif edilmişti «İşte, Fuad paşa.. işte, devlet ve va- tan, işte, haddini bilir büyük adam... Bu kere Mithat Paşa, hanedanı sal- Ü tanatı seniyeye ihanet eylediğinden, & tevkif ve azlolunup giderken der ki: | ÇArlık bu millet battı.)... İşte mühini | devlet ve vatan, işte haddini bilmez, &İ küçük adam...» diyordu. Mithat P aleyhinde gazetelerin S yazdığı ma! leri, neşrettikleri mek- © tubları birer birer naklederek, bu bah- : şunu da | Tendi, yuka aynen naklettiğimiz sa- tırları y tan dört gün sonra, şeh- remini Galib Paşanın delâletile Abdül- — bamidin huzuruna çıkmak istemişti. Hünkâr, bu garib adamı, ayak üzeri, /— birkaç dakika görüp biraz da ihsan ve- Tip savdıktan sonra: » — Çok şarlatan bir adam. Böyleleri- © he itimad caiz değildir. K Demişti. Ne kadar garibdir ki; arası | Ççok geçmeden Abdülhamidin bu mü- © taleası çok acı bir hakikat göstermişti. — Sırası gelince, ondan da bahsederiz. ' * NAMIK KEMALİN TEVKİFİ VE TEB'İDİ — Mithat Paşayı götüren İzzettin va- © puru, Çanakkale boğazından geçtiği O gün, şair Namık Kemalle, Mithat Pa- — ganın imamı Sıtkı efendi de tevkif edil- — Mişlerdi. Esasen Abdülhamid, Namık Kemali Nasıl olsa, onu bir yere b i. Fakat, bunun için belki © biraz sabredecekti. Lâkin Namik Ke- — mal sabredememişti. Mithat Paşanın i n Şevket bey ile bir- © leşerek, efkârı umumiyede yeni bir ce- S Treyan uyan şebbüs etmişti. “Bu işde kullanılan topçu mülâzimlerin- “den Kıbrısl Ö üzerine, Namık Kem: © kif edilerek ezabıta idaresi mişlerdi Bu mevkufiyet, epeyce devam etti. İnceden inceye tahkikata girişildi. Ni- © bhayet, tahkikat evrakı, mahkemeye 2evdi edildi. Namık Kemal be O dülhamide karşı yaptığı serkeşlikleri » bilenler de, onun her halde çok ağır bir cağını beklemekte idiler. inlerin hilâfı- , Namık Kemal bey dle arkadaşlarının beraatine hüküm erdi. Abdülhamid ” İstanbulda Gene © kanunu esasin ü maddesine Ötevfikan, (ikamete memur) kaydı ile ; Midilliye gönderildi. Abdülhamid, gi- © derken Namık Kemal beye harcırah na- mjle üç yüz lira verdiği gibi, şürayı devlet âzalığında aldığı maaşın da her “löy verilmesini irade etmişti. — Namık Kemal bey, cennet gibi lâtif olan Midilli adasına gittiğine çok mem- u. Orada ikamete memur olan Ç eski sadraâzam Fuad paşa ile buluştu. Bıhaı ve sükün içinde iyi bir hayat ge- ö çiriyordu, Bir müddet sonra Abdülha. “ mid, adanın mutasarrıflığını Kemal be- di, Bu da Abdülhamidin tuhaf Namık Kemal lmasını istemedi. beyin fırsat verme. de böyle oldu. Na- ti Midilli- Sakıza #mekti. Hakikate #mık Kemal Widen sa bi ahvil edildi. On bu s İ Bu arada, oldukça im hâdiseler eçmişti. Namık Kemal Abdülhamid, ilk Osmanlı meclisi meb'usanının; Beşiktaş sarayında, (Di. vanı Hümayun) mahallinde açılmasını irade etmişti. Meclis; Abdülhamidin huzurunda, parlak bir merasimle açıl- dı. Ne kadar garibdir ki; ancak bügünü görmek için iki padişahın hal'ine ça- lışan Mitat paşa, bunu görmiye muvaf- fak olamadı. ÂBDÜLHAMİDE İLK SUİKASD Çarlık Rusyasile harb başlamıştı. Günden yüne, vaziyet fenalaşıyordu. Çar orduları, bir hamlede Ardahânı iş. gal etmişlerdi. Zahum kalesi tarafından bizim askerler de biraz ilerlemişlerse de, mühim bir iş görülmemişti. Diğer taraftan Ruslar, Tunayı Beç- mişler ve Zağra'ya dayanmı N tanbulda, korkunç dedikodular baş! Vakıfi Plevnede, Gazi Osman pa- şa mukavemet ediyordu. Fakat, bu mu- kavemetin de sonu geleceği biliniyor- du. Abdülhamid, çok müteessirdi. cuma, yapılan parlak selâmlık alayla- rına hitam vermişti. Cuma namazı! en yakın camilerde kılıyor, yapılan se lâmlık merasimine de, sadece vükelâ, saray erkânı, yaverler, bir iki tabur da asker iştirak ediyordu. İşte bu esnada, bir cuma günü Ab- dülhamid, selâmlık içih Mecidiye ca- milne gitmişti. O günlerde, tebdilhava için muvakkaten Yıldız sarayında bu- lunan hünkâr, yanında birkaç yaverle, Dağistan alayı efradından birkaç nefer, sekiz on silâhşör olduğu halde, Yıldız bahçesinden geçmiş, yokuştan inmiş, saray bahçesinin Mecidiye kapısından Akarak O düz ve kısa yolda, küçük ca miye doğru ilerlemişti. Fakat padişahın bindiği düz beyaz at, tam caminin hünkâr mahfeli kapısı- nın binek taşı önünde durur durmaz; karşı sırada dizilmiş olan piyade yaver- ler arasından, mevkebi hümayun ala- yının mülâzim üniformasını taşıyan bir yaver, ileri atılmış, elinde bulunan Yafa portakalı cesametindeki bombayı Abdülhamidin üzerine fırlatmak için kolunu havaya kaldırmıştı. Lâkin; bi. nek t n etrafında bulunan diğer yaverler; göz açıp kapıyacak kadar bir zaman geçmeden bu adamın kolunu ya- kalamışlar; elindeki bombayı atmasına fırsat bırakmamışlardı. Silâhşörler de, derhal bu yaverin üzerine atılmışlar, silleler, tokatlar altında sersemleterek yere yuvarlamışlardı. (Arkası var) Nafıa Vekâletinden: 10 İkinciteşrin 937 Çarşamba günü saat 15 de Ankarada Nafia Vekâleti Mal- zeme Eksiltme Komisyonu odasında 2200 lira muhammen bedelli 9000 adet tel- graf fincanı demiri açık eksiltmeye konu ve sair evrakı Vekâlet Malzeme Müdü: Muvakkat teminat: 168 liradır. muştur. Bu eksiltmeye aid şartname şünden parasız olarak verilir. İsteklilerin 10 İkinciteşrin 937 Çarşamba günü sast 15 de Komisyonda bulun- maları lâzımdır. — «3979> <T24l> Çünkü ASPİRİN seneler3 denberi her türlü soğukal- gınlıklarına ve ağrılara karşı tesiri şaşmaz bir ilâç olduğunu isbat elmişlir. ASP İ R İ Nin tesirinden emin olmak için lülfen © mar- kasına dikkat ediniz. -|mişlerdi ki bunları pek uzak mesafe- Son Postanın tefrikası: BB Denizlerin Makyaveli Kaptan Bum - Bum Çoviren: Ahmed Cemaleddin Baraçoğlu Sabah olunca hava sisli bir hal aldı. Göteborg'dan pek uzak olmıyan bir noktada az daha bir İsveç yelkenlisi ile müsademe ediyordum Anlaşılan bizim ışıklarımızı söndür- memiz beyhude imiş. Çünkü biraz son- ra uzaktan dokuz geminin bütün ışık- ları yanar bir halde son sür'atle geç- mekte olduklarını gördük ve bunların, İngiliz muhripleri olduklarını ilk ba - kıişta tanı Düşman distroyerleri o adar parlak bir surette tenvir edil - den bile görüp mahiyetlerini tayin et- mümkün oluyordu. Ancak düşman distroyerleri yük - sek sür'atle seyretmekte olduklarından bir kaç dakika zarfında gözümüzden kayboldular, Acaba onlar da bizi gör- | üşle: iç de parlak değildi. Bizim ihtiyat «Marle>yi Norveç sahi- line biraz daha yaklaştırdım. Denizaltı gemisinden eser yoktu. Bita: -? mım - lâ iki İngiliz vapuruna tesadüf se de kendilerini rahatsız etme - Sabah olunca hava sisli bir hal aldı. *Göteborgodan pek uzak olmıyan bir noktada az daha bir İsveçli yelkenlisi ile müsademe ediyordum. Yelkenli biz- den ancak yüz metre kadar bir mesa - feden geçti. İki tekne birbirine o dere- ce yaklaşmıştı ki İsveçli kaptanın şap- kasının sırma işlemelerini gözle fark etmiştim. Müsademenin önüne geçmek için cidden büyük bir denizcilik mahareti ve hemen karar verme kabiliyeti lâ - zım geliyordu. Anlaşılan gerek bende, gerekse İsveçli kaptanda bu meziyetler mevcut aolmalı ki tehlikeyi hâdisesiz atlattık. Sis akşama kadar devam etti ve ge- celeyin de sıyrılmadı. Bütün gece sis ortasında yarım yolla rotamıza devam ettik. Ertesi günü ortalık ağardığı za- jraan hafif bir sis gene etrafımızda in- ce bir perde halinde gözlerimizi yarım kör ediyordu. Halbuki şikâyet ettiği - miz bu sis kâşki beş misli daha kesif olsa imiş de göz gözü görmez bir hale gelse imişi Uzakta büyük bir duman bulutu na- zarı dikkalimizi celbetmişti. Nöbetci zabitime dönüp: — Galiba distroyerler geliyorlar! de- dim, Zabit işaret ettiğim tarafa bakıp: — Evet, dedi, ağlebi ihtimal bir Al. man filotillâsi olsa gerek, Daha iyi ya kumandan! Kendilerine işaret veririz. «Sund» u geçmek için bize refakat e- deri Zabitin sakin bir tavırla söylemiş ol- duğu bu sözler beni tatmin etmemişti. — Bayır, dedim, bu gelen disyroter- ler Alman gemileri değil. Çünkü de. nizde bulunan muhriblerimizin hepsi Baltık denizinde «Olsele adası yanın- da vazife görüyorlar, Bunlar olsa olsa İngiliz muhribleridir. O gün ikinciteş- rinin ikisiydi ve İsveç sahilnde yalı bir kasaba olan «Kullen» in on iki mil ka- dar açığında bulunuyorduk. Gittikce kesafet peyda eden duman bulutunu €eni ile tetkik ediyordum. Benim ka. e fena, çok fena bir vaziyette| idik. Bunda şek ve şübhe caiz değildi. Zira düşman muhribleri bizi görünce gemiyi muayene etmek için durdura- caklardı. Muharebeye hazır olmaları hakkın- da mürettebata emir verdim ve herke- sin harb mevkiini almasını söyledim. Nitekim vekayi bu tahminimde ya. nılmamış olduğumu biraz sonra isbat | edecekti. | Dumanlarını görmüş — olduğumuz muhribler -ki bunlar altı tane İngiliz distroyerleri idi- tam yolla yaklaştılar | ve «Mlarie» nin etrafını sardılar, Aynı rehber gemisinin işaret dris- lerinde şu emir dalga — Milliyetinizi bildiriniz! Yoksa a. Adamakıllı bir kapana Meselenin en kötü tarafı| kurtulmal içbir kur-| g Tek bir altı tane muhrib!. âsa her şey onların lehinde... Maa-| malih sonuna kadar mukavemete karar | vermiş bulunuyordum. Hepimiz dovü- şe dövüşe ölmeli idik. «Marie» batar- ken ben diri olarak düşmanın eline ge- çecek olursam benim için felâket olur- du. Mürettebatım düşman tarafından esir edilirdi ama ben İngilizlerin eline düşecek olursam gideceğim yer darağa- 1 kavradım. Hayır, hayır!. lerin eline diri olarak geç- memeli idim. Düşman Singapur isyani« nın mürettib ve müşevvikini ele geçir- memeli idi. " «Marie» de herkes harb mevkiini al- miydi? Şayet görmüşlerse va- mı bacakları ara: koşuşuyordu. Hay- vanı çağırdım onun sert tüylü başı- Di okşadım, Eski günlerin vefalı yadi- ârı olan pipom sönmüştü, lâkin onü dişlerimin arasında asabiyetle sıkmak- dum. Tok ve yüksek — Harb bandı Alman harb ba seldi. Toplarımızı g devrildi. — Başla ateş!... Toplarımız gürlemeğe başladı. İngi- (üzler derhal cevab verdiler. Harb baş- lamışlı. Lâkin altı tane son sistem muhribe karşı eski bir vapurun kafâ tutuşüna acaba harb denilebilir mi idi? İngiliz distroyerleri kara muharebele- rinde emsali mesbuk olmıyan bir gü“ rültü ve uğultu içinde bizi bir çelik yağmur ve tufanına boğuyorlardı. (Arkası var) eee remeraa ı denemscea dE eee secicecana secaeceaaraaaaL,. Bir Doktorun Günlük Çarşamba Notlarından — (*) Mekteplerde Sınıfların Işıklandırılması -l1- Talebenin gözlerinin sıhhat ve istikbali mesele işıktır. Pakat bü- todir. Dershanelerde — tabil siya olsun, suni giYA Olsun mebzul ve bol olmalıdır. Tabil ziya, yanl güneş ziyası doğra OlMUr- sa, yani doğrudan doğruya güneş defi- haneye girerse muhbakkak gölge yapaci” #ından göz için o kadar muvatfık değlir dir. Dershanelere münteşir ziya Tâami- dir. Güneş bir desrhane için ve her yer IÇit Adeta hayat ve sıhhat membaldır. cGüneşin girmediği yere doktor gireri” derler. Burası gerçi doğru, fakat günet altında çalışmak gözler için m gelmiyor. özteblerde derahanelerin — pencereltri o istikamette olmalıdır ki siya mutlakü talebenin s01 tarsfından ve biras gelmiş olsun. Önden gelen aydınlık VE” yahud arkadan gelen ziya, her ikisi d& çocukların kitabları, defterleri gölgeler yapacağından gözlerin kuvte- tini az zamanda azaltır. (*) Bu motları kesip saklayınız, yabıl bir albüme yapıştırıp kolleksiyon yapımlı: Bıkıntı zamanınızda bu netiar bir doktüf gibi Imdadınıza yetişebilir. Nöbetel Eczaneler y Bu gece nöbetci olan cezaneler gantt” dır: İstanbul cihetindekller: ayda: (Esad): Beyamıdda: ıufa's" Sa: ada: — (Teğfilos), Eminönü! B (Mehmed Kâzım). Eyübde; (Hikmet ÂT Fenerde: (Hüsamettin). Gelif” da (Hamdi Ş'nh.ısd'm(m a) 2 de B eti Maçkada: - (Feyzi). taşta: (Ali Rızt) l Boğaziçi, Kadıköy ve Xdılıydılıı'_" e Üsküdarda: (Sellmiye), Sarıyerdei (. saf). Kadıköyünde: (Moda, Merkef). yükadada: (Halk). Heybelide! (