—a -EE TT T ee çe Beyaz zehir kurbanlarından biri dün hâkim huzurunda çıldırdı Bu adamın mahkemede istinabe suretile ifadesine müracaat edilmişti, fakat idrak ve Dün Sultanahmet 1 inci sulh ceza hâ- kimi Reşid garib bir hâdiseyle karşıleş- mıştır. Hâlen İstanbul tevkifhanesin de bulunan Arap Bedri namında ercineman bir mevkutun, bir hırsızlık hâdisesinden dolayı istinabe yolile ifadesi alınması için Üsküdar müddeiumumiliğinden Sultan - ahmet 1 Inci sulh ceza hâkiml matname yazılmıştı. Bunun rap Bedri dün tevkifhaneden adliyeye getirilmiş ve hâkim Reşidin huzuruna çıkarılmıştır. Fakat Bedri mahkeme bu- zuruna çıkar çıkmaz, birdenbire avazı çıktığı kadar: — Allo! Allo!... mMmıştır. Ayni zamanda Bedri mahkemeye gir- diği vakit elinde sıkı sıkı tuttuğu bir so mun ekmek te bulunuyordu. Karşısında biçare bir beyaz zehir hastasının bulun- duğunu anlıyan hâkim, önce sert bir san kullanmış, sonra da müşfik bir b ba lisanile Bedrinin ifadesini almıya ça- hışmıştır. Ancak, bunların hiç biri bir fayda vermemiştir. ğırmakta deveam etmiştir. rinin, müptelâsı olduğu beyaz zeh cellisi olarak, idrak ve ifi b kaybettiği anlaşılır pılmadan gerisin geriye gönderilmiştir. Haliçteki facianın Muhakemesine Başlandı Bundan üç ay kadar evvel, bir sabıh Haliçte Haskây açıklarındı zası olmuş ve hâdise dört kişinin ö üzerine A - diye, bağırmağa başla- tevkifhaneye bir motör ! Şahini Bahri adlı mo- Ahmet kaptanla diğer Ürzeyirin sargu hâkimliğince tevkifleri- ne lüzum görülmüştü. Suçluların mı kemelerine, Ağırceza mahkemesinde, di başlanı!mıştır. Dün yapılan muhakemede, kazadan sağ we salim olarak kurtulabilen Viktorya ile, diğer musevi kızları şahit olarak din- Jenilmişler ve hâdiseyi şöyle anlatmışlar- dır: — Sabahleyin karşı sahilde bulunar. va- zifelerimiz başına gitmek üzere Hasköy- den bir kayığa bindik. Hava sakin ve güzeldi, sularda hiç dalga yoktu. Ağır ağır ilerliyorduk.. Bu sırada karşıdan var sür'atile üzerimize doğru gelen bir mo - tör farkettik.. Arada 50 metre kadar bir mesafe kalmıştı.. Kayığın içerisinde do- kuz kişiydik.. Bir kaza olacağını anla - maştık. Sesimizin olanca kuvvetile hay- kırmağa başladık.. Fakat, bütün bu çığ- hıklarımız, çırpınmalarımız motörün ta- kip ettiği yol üzerinde küçük bir te - beddül bile yapmadı. Bunun üzerine biz Suçlu, bağırıp ça -| | tur, diye ce ifade kabiliyetini kaybettiği görüldü dümeni sağa, müteakiben sola kırdık.. Motör de ayni istikametleri alarak, sağa ve sola doğru yaptığı zikzak hareketle « rile yolumuzu kesti. Bizi hareketsiz bı - raktı. Çünkü, suyun üzerinde ne tarafa kaçmak istesek önümüzü kesiyordu. Ni- hayet olacak oldu, motör bütün şiddetile kayığa çarptı. Kayık parça parça olmuş- tu, hepimiz denize dökülmüştük.. M üstümüzden geçti ve bir anda bizi & Biraz (i bize hiç bir muavenet etmediler. İında - dırmza civarda bulunan sandalcılar koş tü. aldı. Suçlu vekilleri, kazaya ve sandalın devrilişine, içindekilerin fazla heyecana kapılarak, ayağa kalkmış olmalarının ve müvazenenin bu suretle bozulmuş olma- sının sebep olabileceğini ileri sürmüş - ler. Buna karşı şahitler: — Çarpışmanın vukua geldiği son da- kikaya kadar yerimizden kıpırdamanıış- tık. Kazaya, yalnız motör sebep olmuş- ap verdiler. Kazazedelerin imdadına koş: “İcılardan şahit Murtaza da diğ Şi ifadelerini teyit etti. Muhakeme gelmi- yen şahitlerin mahkemeye celbleri başka bir güne bırakıldı, Tepebaşında polisi yaralıyanlar mahkemede dot evvel Beyoğlunda önünde kendisini net ve itidale davet eden polis memuru sarhoşluk salkasile dört yerinden surette takları V çin oSi ü - ve Kenanın duruşmalarına asliye 1 inci ceza mahkemesinde baş'a- nılmıştır. Dünkü celsede şahit sıfatile dinlenen asteğmen Sabri, hâdise hakkın- da şunları söylemiştir: — Bir gece Tepebaşında, Majestik lo - kantasının önünden geçerken, kaldırımın üzerinde kesif bir kalabalığın toplanmış olduğunu ve bir polis memurunun ha!- kı dağıtmağa çalıştığını gördüm. Kalaba- hk arasından bir kaç kişi polise küfür ediyorlar, yumruk ve tekme savuruyar- lardı. Bu vaziyet karşısdında memura, halkı dağıtmak ve bu çirkin hale bir ne- tice vermek için, tabancasını istimal et- mesini tavsiye ettim. Suçlu Nevzat, ya- nıma yaklaşarak: — Sen, ne diye karışıyorsun, bu işle | alâkadar olma, diye söylendi. Bu sırada noktanın yanında bulunuyorduk. P: memuru koşa koşa telefonun yanma gel mişti, fakat ahizeyi kulağına gölürmeğe imkân bulamadan, kanlar içerisinde, ye- Fe yıkıldı. Muhtelif yerlerinden bıçat'a ——— (GÖNÜL İSLERİ! Evde Dahiliye nazırı! #«Karımla aramızda bir türlü arkası gel- miyen bir Ahtilâf var. O, ay başında mu- ayyen bir paranın kendisine verilip, ida- renin kendisine bırakılmasını İster. Ben ise bu talebde bir ev erkeğinin otoritesi- ne müdahale görürüm, bu hususta ne der- siniz?. * Yukarda okuduğunuz satırları bir erkek okuyucumun mektubundan hülâsa ederek Ççıkardım ve hemen söyliyeyim ki kendi- gini haksız buldum. Her ailenin aylık değll, aylara takalm edilmiş yıllık bir bütcesi olmak lâziımge- lir, Bu, bütcenin yiyip İçmeden giyinip kuşanmıya kadar evin içine taallâk eden her kıcmının idaresi evin hanımına akd- dir. Zira dahiliye nazırı odur. Fakat ka- dının da bü idareyi bilmesi lâzım. Benim olardufum ev bir caddenin üze- rindedir. Geçenlerde bir gün pencereden bakarken sarışın bir. kadının geçtiğini gördüm. Bir elinde büyük bir çanta, diğe- rinde dört beş yaşlarında bebek kadar gü- zel bir çocuk, arkasında da alelâde bir el- bise vardı. Belli ki pazara gidiyordu. Son- ra bu kadımnı birkaç defa daha gördüm, Adeta uzaklan konuşmadan dost olduk. Bir gün evde bir arkadaşım vardı. Tesa- düfen kadın gene geçti, ondan öğrendim. Bir vatandaşımızla evlenen bir Alman ka- dini İmiş, ve her gün evinin bütün ihti- yaçlarını en ucuza alınması mümkün olan yerlere giderek bizmat tedarik edermiş. Gene tesadâf bana bu kadını bir de ço- cuğu ve kocası ile geçerken gösterdi. pü- zara gittiği zamanların kıyafeti ile şim- diki giyinişi arasında ne büyük fark var- dı. Hayran oldum. Böyle bir kadında, evin umumt idare- #inin ona ald olmast lüzumu üzerinde te- reddüde mahül yok. Fakat bana mukabil bazı kadınlar da bilirim ki evin idaresini! ve bütcesini üzerlerine almışlardır, yüzde en aşağı 26 aldanarak alış verişini apartı- manın kapıcısına yaptırtırlar. Bu gibiler dahiliye nazırlığına lâyık değillerdir. Bu takdirde idare erkekte kalmalıdır. TEYZE ride durmuştu. İçindekiler, | yaralıyan Nevzatla, suç or- | HÂDİSELER KARŞISINDA “ Ağaya anlat! ,, Berber, bir yandan usturasile; bir yan- dan da ağzile tıraş ediyordu: «Kocakarının biri, dedi, elinde değ - neği inliye oflıya Zeyrek yokuşundan yukarı' çıkıyormuş. Yeniçeri ağası da a- damlarile birlikte yokuştan iniyormuş. A- Ba kocakarıya yakınlaştığı zaman koca - karı, biraz ötede yürüyen adamı ağaya göstererek: — Ah, demiş, zamane çocukları -hep böyle, ana elini tutayım da kolayca şu yo- kuşu çık, demezler. Ağa kocakarının bu sözü üzerine; ada- mı durdür! — Ne diye ihtiyar anana zahmet verir- sin, kadını sırtına alsana! — Anam nerede? Kocakarı ellerini başına vurmu; — Bak, demiş, gimdi de anası âr ediyor, hayırsız evlât! Ağa kızmış, bağırmış: - Sana emrediyorum, ananı sırtına 2- |izp yokuşu çıkaracaksın! Adam, çarnşçar kocakarıyı sırtlamış. Kanter ıgııvlre'x_uk.ışu çıkmış. Yokuş ba- şında kardeşile karşılaşmış, kardeşi s0T- muş: — Bu sırtındaki kadın da kim olu - yor? — Kim olduğunu bilmiyor musun, ana- | rmız! — Bizim anamız öleli on sene oldu. Adam terini sile sile cevap vermi: Onu ben de biliyorum amma B 1 de Jî anlat! Berber susmuş, radyosu başlamı Radyolu berberlerden Iül istiyenleri katırladım. Berberin |vel anlattığı hikâyı münasebet buldum. Ve kendi k bir sual sordum: lübiyat vergi limmı — Onu ben de gel de ağaya istediler? Sua anlat! İsmet Hutüsi yaralanmıştı Ortalık karma karışık 9! Yaralı Galibi hastaneye kaldırdık, suç lular da karakola götürüldüler, Diğer bazı şahitler de, suçlulardan Ve- tihinin vazifeten uzak bir yere tayin e - dilmiş olduğunu, bundan duyduğu tees- sürle hâdise gecesi Foliberjerde faz'a miktarda içki içtiğini, sonra diğer iki ar- kadaşı ile birlikte bardan çıktıklarnı söylemişlerdir. Duruşma gelmiyen şahlt- lerin celbi için başka güne bırakılmıştır. Birkaç gündenberi fimanımızda bu- Tunmakta olan Presidente Sermiento adlı Arjantin mektep gemisi dün öğ - leden sonra Akdenize doğru hareket etmiştir. Dudak boyası Tüplü aypakkabılar Dudak boyası, kadınlar arasında gü nün en büyük ihtiyacı halini almış bu- Tunuyor. Olur a.. Boya tüpünüzü evi - nizde unutur, veyahut kaybedersiniz. İşte bu gibi felâketlerin önüne geçmek için Avrupada, yeni bir moda çıkmış- tır. Ayakkapların yanına küçük bir du dak boyası hazinesi yerleştirmek: Bu suretle, her türlü talihsizliklerin önü - ne keçilmiş olmaktadır. Berber dükkânı eğlence yeri mi ki| Tarihden sayfalar: Norman korsanları... * 4 x Bir gün Şarlman Narbondan enginlere bakarak ağlıyordu. Göz yaş- ları bu akıllı imparatorun buruşak yanaklarından akıyor, beyaz ve uzun sakalını ulahyot ve taşların mes'ut olduğu için Yazanı sürüyordu. Garbda ise Şarlman vudı. O asırda dünyanın en büyük devletle- rini bunlar idare ediyorlar; aralarında dostluk kuruyorlar; elçi ve hediye gön- deriyorlardı. Roma imparatorluğundan sonra Avru- pada muntazam en büyük devleti yara- Şarlman hakkında bir hikâye anla- Bir gün Şarlman, Narbon kıyılarında müstahkem bir kalenin üstünde dirseği- lıri mazgallardan birine dayamış olduğu lı-;hle- elini alnına dayamış, enginlere ba- karak ağlıyardu. Göz yaşları bu akıllı ve büyük kralım buru: yanaklarından akıyor, beyaz ve uzun lını ıslatıyor ve taşların üstü- ne damlıyordu. un baktığı ufuklar- vor ve koyulaşıyordu. alar arasında alçak bordalı, canavar başlı ve dört köşe tek yelkenli küçük gemiler süzülüp gidiyor- lardı. Teknelerin üstü kırmızı beyaz yol- lu tentelerle kapatılmıştı ve bu tentele- rin yanlarında renk rTenk ve gşekil şekil armalı yuvarlak kalkanlar sıralanmıştı. Bunlar denize sürünerek uçan yırtıcı kuşlar gibi av arıyorlardı. Şarlmanın yanındaki adamlar da onla- tTı gördüler ve mırıldandılar: — Normanlar!... İmparatorun ağladığını sezen birisi te- lâş etti; yanındakilere gösterdi. Buna Mmana veremiyorlardı. İmparator onların telâşlarının farkına vardı. Doğruldu ve üzgün bir sesle şun- Jarı söyledi: — Benlm niçin ağladığımı biliyor mu- sunuz? Bu korsanların hücumlarından korkmadığıma şüpheniz yoktur. Fakat düşünüyorum da, sağlığımda bu sahille- re gelemiyen, bu memleketleri yakıp yı- kamıyan bu adamlar, ben öldükten sonra benim yerime geçecek olanlara ve onla- rın tebaasına kim bilir ne kadar fenalık edecekler! Bunu gözümün önüne getir- dim de içim sızladı ve dayanamadım. * İsveç, Norveç ve Danimarkada, beşin- ci asra kadar pek basit bir medeniyet vardı. Bu sırada bu memleketler halkı ilk defa Avrupanın diğer memleketleri- ni tanıdılar. Kendi yerleri fakirdi; diğer yerlerdeki bollük ve servet onların hıts- larını tahrik etti. İskandinavyanın, iki tarafı yalçın kayalıklarla çevrilmiş olan Gar ve uzun körfezlerinden fırladılar. En yakından başlıyarak Almanya, İngiltere, İrlanda kıyılarına, Akdenize ve hattâ Amerikaya akinlar yaptılar. Bunların bir kısmı namuslu bir surette ticaretle meşgul olmakla beraber asıl şöhretleri korsanlık cihetindendir. «Norman» şimal adamı demektir. Onlar kendilerine (Viking) yani (de- niz kralları) ünvanımı verdiler. (Dü Kanj) onlardan bahsederken «korsanların korsanları» tâbirini kulla- nır. Karsanlık Normanların en çok şerefle a tıldıkları bir meslekti. On sekiz yaşına basan bir delikanlının en büyük arzusu korsanlık olduğu gibi artık denizlere a- 800 seneterinde şarkta büyük Arâb hü- |kümdarı ve halife Harunreşid saltanat Fransa, üstüne damlıyordu. O sırada pek yanındakiler teessürüne bir sebep bulamadılar. Turan Can çılamıyan eski adamların da gururla balk sedebilecekleri hatıralar — korsanlıktan ibaretti. Krallar ve imparatorlar onlarla başa gçıkamıyorlardı. Bir düşmana karşı ya harbedilir, yahut uzlaşılır. Onlarla har«e betmiye Imkân yoktu, çünkü küçük gee milerine binerek her tarafa — dağılıyor« lardı. Yakalamak kabil olmuyordu. Mua» hede yapmak isteyince elbet reislerile görüşmek Tâzımdı. Halbuki onlar şöyle diyorlardı: — Bizim kralımız yoktur. Biz hepimia kralız! Bahar gelip te kızakları bir kenara ko« yanlar hemen gemilerine girerlerdi. Bu gemiler (20-25) metre uzunluğunda, beş inde, bir metre yetmiş beş » derinliğinde hafif teknelerdi ve ma göre pek hızlı giderlerdi. Şarlman zamanında taarruzla: nişletemediler. Fakat bu büyük torun ölümünden sonra etrafa dehşet saldılar, Kasabalar, köyler, kilise ve ma- nastırlar yağma ediliyor; kaleler kuşatı- iarak zaptediliyor, soyuluyordu. 826-844 seneleri arasında sırasile Fran- sanın şimal ve garb sahillerile Portekiz, İspanya ve Fas kıyılarını harab ettiler. 816 da, pek az su çeken gemilerile Sen nehrine daldılar ve Parisi kuşattılar, 885 de muhasarayı tekrar ettiler. 840 senesinde İrlandanın büyük - bir kısınını, (866-875) de İngilterenin bir kıs- mını ele geçirdiler. Bir taraftan da Fin- Tandiyaya ve Rusyaya geçerek Rusyanın kurucusu olan Rürihle savaştılar. 865 de Akdenizi boydan boya geçerek Bizansa hücum ettiler, Oradan Karadeniz kıyılarile Azak de- nizi sahillerine de akınlar yaptılar. Bu akıniar hem onları zenginleştiriyor, hem de devlet teşkilâtı ve dinler hakkın- da malümat veriyordu. Gördükleri me- iyetleri kendi karakterlerine — güre temsile, hükümetler teşkiline başladılar. Onların cesaretlerini gören bazı hüküm- darlar da Normanlardan mürekkeb ve maaşlı ordular yaptılar. Bizans impara- torlarile Moskof prensleri bunlardandır. Ön birinci ve on ikinci asırlarda Nor-. manlar en kuvvetli dereceye yükseldiler. Bir zamanlar İngiltere ve İrlandada Nor- man kralları saltanat sürdüler. İskandinavyada — mezarlarda, - birçok Anglo-Sakson, Macar, Bizans, Bohemya, İtalya, Horasan ve Abbasi paraları bu-" lunmuştur. O zamandan kalan bazı gemilerin pro- valarındak! canavar başlarının mücev- herlerle süslendiği, işlemeler — yapıldığı görülmüştür. İskandinavyaya haristiyanlığım — ayak basması 700 sonesindedir. Hiristiyanlık ilerledikçe Normanlar da uslanmağa baş- lamışlardı. Çünkü bu dine girenlerin Vİ- | king olması yasak olduğu gibi birden || fazla kadın almaması, pehriz tutması, vergi vermesi de lâzımdı. Vaktile o kadar yırtıcı ve korkunç o- lan Normanlar bugün uslu ve sulh âşı- kı insanlardır. Yüksek bir medeniyete sahib olmuşla mrmîckctlrrini züıe!le" sanlık kadar bu işde de kabil larımı isbat etmişlerdir.