Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
el ee — AT A —H 5 Grileti Hz B ı G l Fizei ea İi — ae ei SON FPOSTA Denizlerin Makyaveli - Kaptan Bum Bum Çeviren: Ahmet Cemılettin Saraçoğlu ıak mıntakasının komıserı İngiliz dostu imiş. İngilizlerin beni tutana vâdettikleri para mükâfatı bay komiserin ağzının suyunu akıtmıştı Holandalı komiserin bu candan tek- lifi beni mütehassis etmişti. Yoldaşlar- la hemen müzakereye başladık. Arkadaşlardan bir kısmı, başta Heer «Diehn» bulunduğu halde, «Padang>» a denizden gitmek suretile yeni bir ma- ceraya atılmak istemediklerini söylü- yorlardı. Onların kanaatine göre deniz tarikini ihtiyar edecek olursak yüzde yüz İngilizler bizi tekrar yakalıyacak- lardı. Bundan maada «Johan» 1 1ırmakta gelirken sıtma yakalamıştı. Binaena- leyh gerek kendisi, gerekse biz bulun- duğumuz mevkide kalıp hâç olmazsa birkaç gün dinlenmeli idik. Bana gelince, ben Almanyaya dönüp tekrar dövüşe iştirak için bütün dün- yayı katetmek mecburiyetinde Dulu- nuyordum ve benim için en kısa yol, en mükemmeli idi, hattâ bu kısa yol en tehlikelisi bile olsa. Bundan başka, ko- layca tahmin edebileceğiniz gibi, ağır gövdemi «Somatra» nın balta yüzü görmemiş kesif ormanlarında sürükle- mek hiç işime gelmiyordu. Müzakere- lerden sonra ben kat'i kararım; verdim ve: — Ben, dedim, Mayn heer Filet ile anlaşıp deniz tarikini tercih edeceğim... «Diehn» son bir gayrette bulundu: — Lauterbah, dedi, siz şayed bu a- damla yola çıkacak olursanız İngilizle- rin eline düşecek, yeniden esir olacak- sınız, Bu sözlerimi bir tarafa yazıniız. — Adam sen de, cevabını verdim, Mayn heer Filet bana çok namuslu ve sözüne itimad edilebilir bir Holandalı tesirini yaptı. Teklifi benim için bir daha ele geçmez bir fırsattır, binaena- leyh bu fırsattan istifade edeceğim. Sehoenberg, Jossen, Reinhart benim görüşümü kabul ettiler ve bana refakat edeceklerini söylediler. Biz de Mayn heer Filet'in kayığı ile hemen yola çık- tık. Bu, kürekli ve iri bir yerli kayığı idi. Altı Malezyalı kayıkta kürek çeki- yordu. Birbirimizden ayrılacağımız sı- rada «Padang» a karadan gitmeğe karar vermiş olan diğer arkadaşlar bizi teşyi için sahile kadar geldiler ve tamam bir- birimizden layrılırken «Diehn» dedi ki: — Biz yavaş yürümek suretile orma- nı katedeceğiz ve bu suretle hepimiz ye niden «Padang» da birleşimiş aluruz. Allah aşkına Lauterbah gözlerini iyi aç!.. Bana öyle geliyor ki sen körü kö- rüne bir tuzağa doğru gidiyorsun, dik-| kat et azizim!.. Kayık ırmağı o kadar sür'atle inme- ğe başladı ki biraz sonra orman ufukta yeşil bir nokta gibi kaldı. «Pulo Mad- ra» da buharlı bir istimbot bizi bekli- yordu ve bu istimbotla üç saatlik bir seyahatten sonra «Mayn heer Filet» in «Selath Pojong» daki ikametgâhına gel- dik. N «Selath Pojong» Somatranın şimali şarki sahilinde küçük bir adadır. Ada- da bir nevi nişasta çıkan ekmek ağacı çiftliği ve bir değirmeni vardı. Bulunduğumuz yer bizim için çok tehlikeli bir yerdi. Zira evvelâ Singa- purun çok yakınında idi. Her hangi bir an bir İngiliz gambotu buraya kadar gelip olanı biteni görmek istedi mi he- sabımız tamam demekti. Oh! Oh!.. İşler öyle ilk bakışta zan- nettiğim kadar sade değildi. Sakın «Diehn» in orman yolunu tercih etme-i si daha makül bir hattı hareket olma- sındı?.. Aramızda müzakere ettik ve en ma- kül hattı hareket olmak üzere «Siak» şehrine gitmeği kararlaştırdık. Bu şe- hir «Somatra» nın diğer büyük bir ır- mağı olan «Siak» nehri üzerinde bu- lunuyordu. «Mayn heer Filet» cidden diplomat bir adamdı. Bir istimbotu yürütmek paraya tevakkuf eden bir şeydir. Ken- disi bu masrafın Holanda hükümetin- den çıkması için bir çare düşündü, ta- şında ve nihayet gözlerini kırparak: — Buldum, buldum! diye bağırdı. Parmaklarımdan birisini zehirli bir bö-|l cek ısırdı. Hemen gidip «Siak» daki devlet doktorunu görmekliğim icab e- diyor! Sabahleyin «Siak» a vasıl olduk ve hemen bir takım müşkülâtla karşılaş- tık, O mıntakanın komiseri İngiliz dostu bir adammış ve bizim Singapurdan kaçmış Almanlar olduğumuzu anlayın- ca bizi mıntakasında alıkoymak istedi. Hiç şüphe yok ki İngilizlerin beni tu- tana vaad ettikleri para mükâfatı bay komiserin ağzının sularını akılıyordu. Mayn heer Filet'in canı, işlerin aldığı şekilden, son derecede — sıkıldı — ve: — Ben, dedi, kendi mıntakamda bu- lunmadığımdan size burada müessir bir yardımda bulunamam. Sizin için yapılacak yegâne şey Tratahula'ya ne yapıp yapmak, bir an evvel varmaktır. Orada kendinizi tahtı emniyette göre- bilirsiniz, Tratahula ırmagın daha yukarısında bir kasaba idi. Bu suretle «Padang>» a gemi ile gitmek projemiz daha ilk a- dımda süya düşmüş oluyordu. * Polis şefi siyaht bir Malezyalı idi. Meğer herifin yüzü kadar kalbi de ka- mışımdır, Binaenaleyh o adama da i- timad ederek kendisine içinde bulun- duğumuz müşkül vaziyeti anlatmış, kaçmamız için Hize yardım etmesini rica etmiştim. Herif bu ricama bizi hap se tıkmak istemekle cevab verdi. Be- nim zannıma kalırsa bu herif mıntaka komiserinden bu hususta emir almış olacaktı. Ben bu işlerle meşgüul iken öğle ol- muştu. Arkadaşlarla bir görüştüm ve bir an evvel sıvışmıya karar verdık - ra imiş. Ben, her nedense daima Ma-|, lezyalılara itimad etmiş, onlara inan-| ' Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen dişleri tamam, sağlam ve güzel. Her yemeği, her meyvayı yiyebiliyor ve midesi mükem- melen hazmediyor. Çünkü sabah, akşam ve her yemekten sonra dişlerini fırçala- _ mağı itiyad edindiği için midesi ve barsakları çok sağlam kalmıştır. Sabahl, öğle ve akşam her yemekten sonra RADYOLİN Kullanmak ve dişlerinizi hiç olmazsa günde 3 defa fırçalamak suretile sizde bu mazhariyeti kazanabilirsiniz. Öğleden sonra saat dörde doğru na- zarı dikkati celbetmeden şehirden ya- ya olarak çıktık ve «Tratahula» yolu- nu tuttuk, Herkesin geçtiği yolları ta- kib etmek işimize gelmezdi. Biz de he- men ormanlığa daldık. Bu mebzul ve bereketli yeşillik ortasında kendimize yol açmak bir hayli müşkül oldu. Yo- lumuzu kaybetmemek için ırmaktan ayrılmak da işimize gelmediğinden ka- ranlığiın basmasını beklemek ve karan- lık olünca ırmak boyünca ilerlemek i- cab etti. Bu suretle «Tratahula» ya kadar o- lan yarım millik mesafeti tamam altı saatte katettik. Kasabaya geldiğimiz zaman saat gecenin onu olmuştu. Ka- sabada hiç bir Avrupalı yoktu, Sabaha kadar bu kasabada rahat ettik. Hemen yola çıkmak bizim için im- kânsızdı. Çünkü ormanda yol almak i- çin çok yorulmuş, pek bitkin bir hale gelmiştik, Bu itibarla dinlenmekliğimiz icab ediyordu. (Ârkası var) BRİYANTİN PERTEV Saç tuvaletinizin en mü- him —bir —malzemesidir. Kepekleri izaledeki m- vaffakıyeti her bir iddia- nın fevkindedir. ile dişleri günde üç defa fırça- lamanın kerameti bud. N Yazan: Brive Hilaire Marcel alnını pencereye dayamıştı. Dı- şarıda yağmur yağıyordu. Pembe sema, sular altında kalan şehre bir kat daha bir kasavet manzarası veriyordu. Marcel, çocuklar köşe başını dönünceye kadar pencereden ayrılmadı, onlara baktı. Ço- cuklar, keyifli keyifli yürüyerek uzak - laşmışlardı. Üç seneden beri her pazar günü olduğu gibi bu pazar da annelerine gidiyorlardı. Üç yıl! Boşanma kararındanberi sanki üç asır geçmişti. Marcel kendini ihtiyar- lamış ve yorgun hissediyordu. Halbuki kırkını bitireli daha çok olmamıştı. Chris- tiane ise bilâkis daha terü taze bir ka- dındı. Marcel onu bir kere yeni kocasile birlikte görmüştü: Sarışın çehresi, ince, zarif vücudu ile hayatını yeni keşfe baş- hyan bir genç kıza benziyordu. Yirmi yaşında Marcel'e varmıştı; şimdi ©o Za- mankinden de daha güzeldi; herhalde Marcel'e öyle geldi. On sene dağdağasız, bahtiyarca bir hayat sürmüşlerdi; iki de çocukları olmuştu: Roger ile Catherine. Marcel'in kazancı yerinde idi; hiç bir şikâyetleri yoktu. Christiane'in, o bakış- ları düşünceli, sakin kadının günün bi- rinde ihtirasa kapılıp kocasını da, çocuk- larını da unutuvereceği kimin hatırına gelirdi? * Marcel, ocağını yıkmış olan o hâdise - nin bütün teferrüatını hatırlıyordu, Dast- larından birinin evinde verilen bir balo- ya gitmişlerdi, Christiane orada Andre Trâmy'ye dikkatle bakmıştı. — Andr& Tremy oldukça tanınmış bir tayyareci lâkayd bir delikanlı idi. Christiane ona, gözlerinde kocasının hiç bir zaman gör- mediği bir eda ile bakıyordu. Marcel bunu farkedince içinde müthiş bir eza duydu. Halbuki o güne kadar kıskançlık nedir, bilmezdi. Bir kaç saat sonra başbaşa kaldıkları zaman Christiane'a, Andre Tremy'ye gös- terdiği alâka için sitem etti. Fakat ka- dın o kadar hayretle baktı ki Marcel de bu sözü açtığına pişman oldu. Fakat ondan sonra her günkü hayatla- rı, Marcel'in o akşamki korkularının boş olmadığını ispat etti. Christiane günden güne sinirli, ararsız bir kadın oluyordu. Bazan büsbütün mahzun duruyor, bazan da aşırı bir neş'e gösteriyordu. Nihayet bir akşam, çıldırmış gi'bi bir vaziyette, bir başkasımı sevdiğini, kendisine hürri- yetinin bahşedilmesini istediğini — itiraf etti. Marcel, mücadelenin beyhude oldu- ğunu, herhalde kendisinin Christiane'a karşı koyamıyacak kadar zayıf olduğunu bilirdi. Gene biliyordu ki bu işde en za- limce intikam, basit bir hareketten, ka- dını bir daha çocuklarından mahrum et- mekten ibaretti. Oğlu ile kızını kendi ya- nında alıkoydu. Onları son derece ihtimamla büyütü- yor ve baba muhabbetinin, annenin yok- luğunu da unutturabileceğini sanıyordu. Fakat bu pazar ziyaretleri onun tasav- vurlarını altüstsetmişti. Roger ile Cathe- rine'in annelerini ellerinden almış olan adama kin bağlıyacakları için yavaş ya- vaş annelerinden de soğuyacaklarını san- mıştı. Halbuki çocukların ikisi de sıhhat- leri yerinde, öyle hisleri üzerinde düşün- rmeği henüz öğrenmemiş mahlüklardı. Bu vaziyeti çabucak tabit bulmuşlardı; fakat pazar akşamları eve dönünce o gü- nü nasıl geçirdiklerini babalarına anlat- mıyacak kadar dirayet gösterirlerdi. Bu- ÇİFTE İHANET Çeviren: Nurullah Ataç — Söyliyeceksiniz, her şeyi olduğu gibi ıoyhyeceksmız nun içindir ki Marcel kendi kendme: «Onlar en çok beni seviyor. Her şeyi benden görmüş olacaklar, benim huyuk mu çekecekler!» diye düşünürdü. İ * * Akşam olmuştu. Marcel kitabinı bıras kıp tekrar pencereye gitti. Biraz hiddeta le: «Çocukları gene alıkoymağa kalkmış vaktinde salıvermemiş!» olacak dedi Roger ile Catherine, evin önünde duran bir otomobilden indiler. Derhal hareketi edip uzaklaşan otomobilin içindekilere elleri ile puseler gönderiyorlardı. Bir. sonra neş'eli sesleri koridordan işitildi; Marcel dinledi, çacuklardan biri yavaşçt ötekine: «Sakın babama bir şey söyle « me>» diyordu. Marcel, kızını kucaklarken: — Benden saklamağa karar verdıgımq ne idi? diye sordu. Roger hemen atılıp: — Hiç, hiç, baba, ehemmiyetli bir şey değil, dedi. : Fakat Marcel işi bu kadarla bırakmadı; ciddi, adetâ tehdit eder bir tavırla: — Söyliyeceksiniz, dedi, her şeyi ok duğu gibi söyliyeceksiniz; benden hiç bin şeyi saklamanıza razı değilim, Çocuklar şaşırıp biribirine Nihayet Roger söyledi: — Bugün uçtuk, onu gizlemek istiyor« duk, merak edersin diye,,. — Nasıl uçtunuz? — Ânnemle, bir de... tayyareye bindik. V bzı.kış,tılaı'.i - şeyle beraber Catherine kardeşini dirseği ile dürttü, k Marcel hiddetlenmişti: ! — Demek orada size böyle bakıyaorlar! dedi. ÂAnnenizin evine gittiğiniz günler demek ölüm tehlikeleri bir daha gitmenize izin yok... ! Roger: | geçmyorsunuz, ü — Amma da ettin, baba, dedi. İnsani tayyareye binince ölüm tehlikesi mi ge- çirirmiş? Bunlar geçen asırdan kalma fikirler. Zaten ben de büyüyünce tayya-f reci olacağım. Kızkardeşi de tayyareci olmak isti -ıi yordu. Marcel: — Siz hiç beni düşünmüyor musunuz? diye sordu. — Düşünmez olur muyuz, baba? seni de çok seviyoruz ama bir çok şeyler var, sen onları bir türlü anlamıyorsun. : — Pekâlâ anlıyorum. Siz, sizi bırakığ giden ananızı benden çok seviyorsunuz. Marcel daha çok şeyler söylemek isti- yordu, adetâ bir nutka girişecekti. Fa«s kat çocuklarının sitemle, muahaze ile baktıklarını görünce vazgeçti. Sadece: — Annenizi müdafaa etmek istemenize hak veririm, ne de olsa annenizdir; ama onun yanındaki adama nasıl tahammül ediyorsunuz? ; Roger: — O da iyi bir adam, dedi, Catherine daha ileri gitti: — Gaâyetle kibar bir adam. Sen vna elbette sevmezsin ama doğrusunu istere —— sen hiç de sevilmiyecek adam değil... Marcel kapının yanına çöküvermiş, — çocuklarının sözlerini ürpererek, her he- cesinde yüreğine bir bıçak batırılıyor - muş gibi dinliyordu. Yarınki nushamızda: Çamlığa doğru Yazan: G. Rıklin Rusçadan çeviren: H, Alaz A ( 2” C b =.-&_':.l.i.h-.a ü—. t l |