19 Eylül Son Postanın tefrikası: 44 Çeviren: Denizlerin Makyaveli' Kaptan Bum Bum BON FOSTA Ahmet Cemalettin Saraçoğlu ıak mıntakasının komısen İngiliz dostu imiş. İngilizlerin beni tutana vâdettikleri para mükâfatı bay komiserin ağzının suyunu akıtmıştı Holandalı komiserin bu candan tek- lifi beni mütehassis etmişti. Yoldaşlar- la hemen müzakereye başladık. Arkadaşlardan bir kısmı, başta Heer «Dichn» bulunduğu halde, «Padang» a denizden gilmek suretile yeni bir ma- ceraya alılmak istemediklerini söylü- yorlardı. Onların kanaatine güre deniz tarikini ihtiyar edecek olursak yüzde! yüz İngilizler bizi tekrar yakalıyacak- lardı. Bundan maada «Johane 1 ırı gelirken sıtma yakalamıştı. Biracna- leyh gerek kendisi, gerphp biz bulun- duğumuz mevkide kalıp hiç olmazsa birkaç gün dinlenmeli idik. Bana gelince, ben Almanyaya öönüp tekrar dövüşe iştirak için bütün dün- yayı katetmek mecburiyetinde Bulu- nuyordum ve benim için en kısa yol, en mükemmeli idi, hattâ bu kısa yol en tehlikelisi bile olsa. Bundan başka, ko- layca tahmin edebileceğiniz gibi, ağır gövdemi «Samatrar mwn balla yüzü görmemiş kesif ormanlarmda sürükle- mek hiç işime gelmiyordu. Müzakere- lerden sonra ben kat'i kararım; verdim ve; — Ben, dedim, Mayn heer Filet ile anlaşıp deniz tarikini tercih edeceğim... «Diehn»s son bir gayrette bulundu: — TLauterbah, dedi, siz şayed bu a- damla yola çıkacak olursanız İngilizle- rin eline düşecek, yeniden esir olacak- sınız. Bu sözlerimi bir tarafa yazıniız. — Adam sen de, cevabını verdim, Mayn heer Filet bana çok namuslu ve sözüne itimad edilebilir bir Holandalı tesirini yaptı. Teklifi benim için bir daha ele geçmez bir fırsattır, binaena- leyh bu fırsattan istifade edeceğim. Sehoenberg, Joassen, Reinhart benim görüşümü kabul ettiler ve bana refakat edeceklerini söylediler. Biz de Mayn B heer Filet'in kayığı ile hemen yola çık-| tık. Bu, kürekli ve iri bir yerli kâyığı idi. Altı Malezyalı kayıkta kürek çeki- yordu. Birbirimizden ayrılacağımız si- rada «Padang> a karadan gitmeğe karar vermiş olan diğer arkadaşlar bizi teşyi için sahile kadar geldiler ve tamam birimizden ayrılırken «Diehn» dedi ki: — Biz yavaş yürümek suretile orma- nı katedeceğiz ve bu suretle hepimiz ye niden «Pajang» da birleşmiş Sluruz. Allah aşkına Laüterbah gözlerini iyi aç!ı.. Bana öyle geliyor ki sen körü kö- Tüne bir tuzağa doğru gidiyorsun, dik- kat et azizim!. Kayık ırmağı o kadar sür'atle inme- ğe başladı ki biraz sonra orman ufukta yeşil bir nokta gibi kaldı. «Pulo Mad- rae da buharlı bir istimbot bizi bekli- yordu ve bu istimbotla üç saatlik bir seyahatten sonra « n heer Filet» in «Selath Pojonge daki ikametgühına gel- dik. «Selath Pojang» Soamatranın şimali şarkf sahilinde küçük bir adadır. Ada- da bir nevi nişasta çıkan eEkmek ağacı çiftliği ve bir değirmeni vardı. Bulunduğumuz yer bizim için çok tehlikeli bir yerdi. Zira evvelâ Singa-« purun çok yakınında idi. Her hangi bir an bir İngiliz gambotu buraya kadar gelip olanı biteni görmek istedi mi he- sabımız tamam demekti. Oh! Ohi., İşler öyle ilk bakışta zan- nettiğim kadar sade değildi. Sakın «Diehn» in orman yolunu tercih etme- si daha makül bir battı hareket olma- Bındı?.. Aramızda müzakere ettik ve en ma- kül hattı hareket olmak üzere «Siak» şehrine gitmeği kararlaştırdık. Bu şe- hir «Somatra» nın diğer büyük bir ır- mağı olan «Siak» nehri üzerinde bu- , hanuyordu. «Mayn heer Filete cidden diplomat bir adamdı. Bir istimbotu yürütmek paraya tevakkuf eden bir şeydir. Ken- disi bu masrafın Holanda hükümetin- den çıkması için bir çare düşündü, ta- gında ve nihayet gözlerini kırparak: — Büuldüm, buldum! diye bağırdı. Parmaklarımdan birisini zehirli bir bö- cek ısırdı. Hemen gidip «Siak» daki devlef doktorunu görmekliğim icab e- diyor! Sabahleyin eSiaks a vasıl olduk ve hemen bir takım müşkülâtla karşılaş- tık. O mıntakanın komiseri İngiliz dostu bir adammış ve bizim Singapurdan açmış Almanlar olduğumuzu anlayın- ca bizi mıntakasında alıkoymak istedi. Hiç şüphe yok ki İngilizlerin beni tu- tana vaad ettikleri para mükâfatı bay kormiserin ağzının sularını akıtıyordu. Mayn heer Filet'in canı, işlerin aldığı şekilden, son derecede — sıkıldı - ve: — Ben, dedi, kendi mıntakamda bu- lunmadığımdan &ize -burada müessir bir yardımda bulunamam. Sizin için yapılacak yegâöne şey Tratahula'ya ne yapıp yapmak, bir an evvel varmaktır. Orada kendinizi tahtı emniyette göre- bilirsiniz. Tratahula ırmağın daha yukarısında bir kasaba idi. Bu suretle «Padang» a gemi ile gitmek projemiz daha ilk a- dımda suya düşmüş oluyordu. * Polis şefi siyahi bir Malezyalı idi. Meğer herifin yüzü kadar kalbi de ka- ra imiş, Ben, her nedense daima Ma-|, lezyalılara itimad etmiş, onlara inan- mışımdır. Binâenaleyh © adama da i- timad ederek kendisine içinde bulun- duğumuz müşkül vaziyeti anlatmış, kaçmamız için Bize yardım etmesini rica etmiştim. Herif bu ricama bizi hap se tıkmak istemekle cevab verdi. Be- nim zannıma kalırsa bu herif mıntaka kamiserinden bu hususla emir almış olacaktı. Ben bu işlerle meşgul iken öğle ol- muştu. Arkadaşlarla bir görüştüm ve bir an evvel sıvışmıya karar verdik. ı. ' Öğleden sonra saat dürde doğru na- zarı dikkatı celbelmeden şehirden ya- ya olarak çıklık ve «Tratabula» yolu- nu tuttuk. Herkesin geçtiği yolları ta- kib etmek işimize gelmezdi. de he- mien ormanlığa daldık, Bu mebzul ve bereketli yeşillik artasında kendimize yol açmak bir hayli müşkül oldu. Yo- lemuzu kaybetmemek için irmaklan ayrılmak da işimize gelmediğinden ka- ranlığın basmasını beklemek Ve karan- lik olünca ırmak böyünca ilerlemek i- cab etti. Bu suretle <Tratabula» ya kadar o- lan yarım millik mesafeti tamam altı saatte katettik. Kasabaya geldiğimiz zaman saat gecenin onu olmuşlu. Ka- sabada hiç bir Avrupalı yoklu, Sabaha kadar bu kasabada rahat ettik, Hemen yola çıkmak bizim için im- kânsızdı. Çünkü ormanda yol almak i- çin çok yurulmuş, pek bitkin bir hale gelmişlik. Bu ilibarla dinlenmekliğimiz icab ediyurdu. (Arkası var) BRİYANTİN PERTEV Baç tuvaletinizin en mi- him bir mulzemesidir. Kepekleri izaledeki mu- vaffakıyeti her bir iddia- nın fevkindedir. —a ile dişleri günde üç defa fırça- lamanın kerametı budur. tamam, sağlam ve melen hazmediyor. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen dişleri her meyvayı yiyebiliyor ve midesi mükem- ve her yemekten sonra dişlerini fırçala- mağı itiyad edindiği için midesi ve barsakları çok sağlam kalmıştır. güzel, Her yemeği, Çünkü sabah, akşam Sabalı, öğle ve akşam her yemekten sonra RADYOLİN Kullanmak ve dişlerinizi hiç olmazsa suretile sizde bu mazhariyeti ünde 3 defa fırçalamak gıızmhilırsımz. ÇİFTE İ Yazan: Brive Hilaire — Söylüyeceksiniz, her şeyi olduğu gibi söyliyeceksiniz.. | Mearcel alnını pencereye dayamıştı. Dı- şarıda yağmur yağıyordu. Pembe sema, sular altında kalan şehre bir kat daha bir kasavet manzarası veriyordu. Marcel, gocuklar köşe başını dönünceye kadar pencereden ayrılmadı, onlara baktı. Ço- cuklar, keyifli keyifli yürüyerek uzak - laşmışlardı. Üç seneden beri her pazar günü olduğu gibi bu pazar da annelerine gidiyarlardı. Üç yıl! Boşanma kararındanberi sank! füç asır geçmişti. Marcel kendini ihtiyar- | İlamış ve yorgun bissediyordu. Halbuki kırkını bitireli daha çok olmamıştı. Chris- tiane ise bilâkis duha terü taze bir ka- dındı. Marcel onu bir kere yeni kocasile birlikte görmüştü: Sarışın çehresi, ince, zarif vücudu ile hayatını yen! keşfe baş- hyan bir genç kıza benziyordu. Yirm! yaşında Marcel'e varmıştı; şimdi © Za- mankinden de daha güzeldi; berhalde Marcel'e öyle geldi. On sene dağdağasız, |bahtiyarca bir hayat sürmüşlerdi; iki de çocukları olmuştu: Roger ile rine, Marcel'in kazancı yerinde idi; hiç bir şikâyetleri yoktu. Christiane'in, o bakış- ları düşünceli, sakin kadının günün bi- rinde (htirasa kapılıp kocasını da, çocük- larını da unütüvereceği kimin hatırına gelirdi? * Marcel, ocağını yıkmış olan o hâdise - nin bütün teferrüatını hatırlıyordu. Dost- Tarından birinin evinde verilen bir balo- ya gitmişlerdi, Christiane orada Andrö Trâmy'ye dikkatle bakmıştı. — Andre Tremy oldukça tanınmış bir tayyareci lâkayd bir delikarnlı idi. Christtane ona, gözlerinde kocasırım hiç bir zaman gör- mediği bir oda ile bakıyordu. Marcel bunu farkedince içinde müthiş bir eza duydu. Halbuki o güne kadar kıskançlık nedir, bilmezdi. Bir kaç saat sonra başbaşa kaldıkları zaman Christlane'a, Andr& Trümy'ye gös- terdiği alâka için sitem etti. Fakat ka- dın © kadar hayretle baktı ki Marcel de bu sözü açtığına pişman oldu. Fakat ondan sonra her günkü hayatla- mı, Marcel'in o akşamki korkularının boş 'olıı'.ıdıgım ispat etti. Christiane günden güne sinirli, ararsız bir kadın oluyordu. Bazan büsbütün mahzun duruyor, bazan da aşırı bir neş'e gösteriyordu. Nih bir akşam, çıldırmış gı"hl bir vaziyette, bir başkasımı sevdiğini, kendisine hürı yetinin bahşedilmesini istediğini — itiraf etti. Marcel, mücadelenin beyhude oldu- ğunu, herhalde kendisinin Christiane'a karşı koyamıyacak kadâr zayıf olduğunu bilirdi. Gene biliyordu ki bu işde en za- limce intikam, basit bir hareketten, ka- dını bir daha çocuklarından mahrum et- mekten ibaretti. Oğlu ile kızını kendi ya- nında alıkoydu. Onları son derece Ihtimamla büyütü- yor ve baba muhabbetinin, annenin yak- luğunu da unutturabileceğini sanıyordu. Fakat bu pazar ziyaretleri onun tasav- vurlarını altüst etmişti. Roger İle Cathe- rine'in annelerini ellerinden almış olan Adama kin bağlıyacakları için yavaş ya- vaş annelerinden de goğuyacaklarını san- mıştı. Halbuki çocukların ikisi de sıhhat- leri yerinde, öyle hisleri üzerinde düşün- raeği henüz öğrenmemiş mahlüklardı Bu vaziyeti çabucak tabil bulmuşlardı; fakat pazar akşamları eve dönünce o gü- nü nasıl geçirdiklerini babalarına anlat- mıyacak kadar dirayet gösterirlerdi. Bu- İfikirler. Zaten ben de bi , |sen onlı HANET Çeviren: Nurullah Ataç AT P DAĞ ŞF YARER FT yarar ee A ŞŞ P. SA ŞESRRR KÇ U DŞ FORİNESİRDR DNİN GKLN Kİ SN DİR CNC ÜLAĞİNE NGYK LNİ İ SÜD YG GA SS C C ” ” K SAA CDS P GAĞA C UĞ VN C 5 VAA GNON AA UU * ZSN C CAĞERİLR Ğ NŞ KU PF 3 VA DD A SA Ş AŞ ee 9 O e KEN İK ) 18 7 nun içindir ki Marcel kendi kendmo: «Onlar en çok beni seviyor. Her şeyl benden görmüş olacaklar, benim huyur mu çekecekler!» diye düşünürdü. * Akşam olmuştu. Marcel kitabını bırak kıp tekrar pencereye gitti. Biraz hiddet, le: «Çocukları gene alıkoymağa kalkmış vaktinde salıvermemiş!» — olacak - dedi Roget ile Catherine, evin önünde duran bir otomobilden indiler. Derhal hareketl edip uzaklaşan otomobilin - içindekilere elleri ile puseler gönderiyorlardı. Biraf sonra neş'eli sesleri koridordan işitildi Marceel dinledi, çocuklardan biri yavaşçı ötekine: «Sakın babama bir şey söyle | me> diyordu. Marcel, kızını kucaklarken: — Benden saklamağa karar verclğuıh ne idi? diye sordu. Roger hemen atılıp: — Hiç, hiç, baba, ehemmiyetli bir şey değil, Fakat Marcel işi bu kadarla bırakmadı; Ciddi. adetâ tehdit eder bir tavırla: - Söyliyeceksiniz, dedi, her şeyi ok duyıu gibi söyliyeceksiniz; benden hiç bit şeyi saklamanıza razı değilim. Çocuklar şaşırıp biribirine bakıştılar, Nihayet Roger söyledi: — Bugün uçtuk, onu gizlemek istiyor« duk, merak edersin diye.,. — Nasil uçtunuz? — ÂAnnemle, bir de... tayyareye bindik. Catherine kardeşini dirseği ile dürttü. Marcel hiddetlenmişti: — Demek orada size böyle bakıyorlar! dGedi. Annenizin evine gittiğiniz günler demek n tehlikeleri geçiriyorsunuz, bir daha gitmenize izin yok... Roger: 1 — Armma da ettin, baba, dedi. İnsan reye binince ölüm tehlikesi mi ge“ miş? Bunlar geçen a: n kalmâa yüyünce tayya- deği, - şeyle berabet giri reci olacağım. Kızkardeşi de tayyareci olmak isti 4 ordu. Marcel: — Siz hiç beni düşi diye sordu. üyor musunuz? lur muyuz, baba? seni z ama bir çok şeyler var, r türlü anlamıyorsun. — Pekâlâ anlıyorum. Siz, sizi bırakıp giden ananızı benden çok seviyorsunuz, Marcel daha çok şeyler söylemek isti. yordu, adetâ bir nutka girişecekti. Fas kat çocuklarının ” sitemle, muahaze ile baktıklarını görünce vazgeçti. Sadece: — Annenizi müdafaa etmek istemenize hak veririm, ne de olsa annenizdir; ama onun yanındaki adama nasıl tahammül ediyorsunuz? Roger: — © da iyi bir adam, dedi. Catherine daha ileri gitti: — Gayetle kibar bir adam. Sen una elbette sevmezsin ama doğrusunu istem sen hiç de sevilmiyecek adam değil... Marcel kapının yanma çöküvermiş, çocuklarının sözlerini ürpererek, her he- cesinde yüreğine bit bıçak batırılıyor - muş gibi dinliyordu. Yarınki nushamızda: Çamlığa doğru Yazan: G. Rıklin Rusçadan çeviren: H. Alaz