İpek - Film stüdyolarında bir dolaşma «Güneşe doğru>» filmi | ......k aa nasıl çevriliyor? Amatör senarist, rejisör ve artlistler tarafından hazırlanan bu film çok muvaffak olmaktadır İpek-film stldyosunda yapılan filmler den «Bir millet uyanıyor» dan bir sahne Sinema ve üyatro meraklıları, son günlerde, memleketimizde — çevrilmekte olan bir filmin dedikodusile meşguldü ler, Bu filmin ismi «Güneşe Doğru» dur. Filmin rejisörü de, senaristi de, hattâ artistleri de amatördürler ve bu film, ründe kukla bile mamış bir re- jisör tarafından Çevrildiği, ömründe ma- sal bile yazmamış bir senarist tarafın- dan hazırlandığı, ve ömürlerinde tiyatro sahnesine ayak basmamış artistler tara- fından oynandığı içindir ki, şimdilik çok geniş ve çok eğlenceli dedikodu mev- Zzuu teşkil etmektedir. Sinema san'atında geniş şöhretten ve ihtısastan başka hiç bir şeye kıymet vermiyenler, sade ama- törler tarafından hazırlanan bu yeni fil- Mi dillerine iyice dolamışlar. Tenkid edip Guruyorlar, Ben, kulağıma kadar gelen bu tarizleri birçok bakımlardan haklı bulmadım ve bu hususta isabetli bir kanaat edinebil- mek için, film hakkında biraz daha ma- lümat toplamak lüzumunu duydum. Filmin çevrilmekte bulunduğu stüd. yoda, sual soracak muhatab bulmak hay. li zor oldu. Çünkü orada çalışanların, ba- Ba cevab değil, selâm vermiye bile vâ- kitleri yoktu. Hademenin gösterdiği oda. da beklerken, içime hüzün bastı. Çünkü bulunduğum odanın duvarları, Şehir ti- yatrosunun ölmüş, evlenmiş, seyahate çıkmış, tahsile gitmiş, hastalanmış san'at- kârlarının resimlerile doluydu ve bu re- simler oraya, perişan olmuş bir aile o- dası manzarası veriyordu. Bulunduğum odanın karşısındaki salondan, kulağıma nezleli*bir erkek sesi geliyordu: — Yüzüğü sana verdiğimiz zaman, pa- ti bize idade edecekzin! Anladın mi Bünu duyunca, kendi kendime: — Anlaşılan, dedim, içeride bir yüzük alısverişi var!... Kısa süküt fasılalarile ayni seş, ayni tümleyi tam üç defa daha tekrarladı. O zaman, bu sesin sahibine karşı merhamet ve onun alık muhatabına karşı da bir hiddet duydum. Zavallı, dedim, çok sabırlı adam- mış. Allah cümlemizi, bir lâkırdıyı on defa tekrarlanmadan anlamıyan — böyle babalıklardan korusun! O sırada bulunduğum odaya giren ha- demeye, bu sesin geldiği salonu göster- dim: — Orada kimler var? Hademe, çetrefil bir 'Trabzon şivesile cevab verdi yapıyorlar! Bu cevabi alınca İlk tahminimde ya- mıldığımı anladım ve: — Demek, dedim, içeride yüzük alış- verişi yok. Şu meşhur film çevriliyor ve rejisör, amatör aktörlerden birisine ro- lünü anlatıyor. Fakat bu kadar basit bir rolü kavraya- mıyan aktöre de ebabalık» değil, «Allah- hik» demek lâzım! Ben böyle düşünürken ayni ses, ayni cümleyi hâlâ tekrarlıyordu: — Yüzüğü sana verdiğimiz zaman, pa- râaları bize iade edeceksin! Anladın mı babalık? Fakat «babalık» hâlâ: — Anladım! demiyordu. O zaman, çevrilmekte olan film hak- kında daha fazla malümat edinmeyi lü- zumsuz buldum. Öyle ya?.. Bu kadar lâf anlamaz kimselerin çevirecekleri filmden ne hayır umulabilirdi ki .. Bu kanaati edinince, orada daha fazla vakit kaybetmekten vazgeçerek yerim- den kalktım. Fakat tam stüdyodan çıka- cağım sırada, tesadüf beni eski dostum İhsan İpekçi ile karşılaştırdı. Ona, evve- lâ oraya yaptığım bu ziyaretin, sonra da oradan kimseyle konuşmaya lüzum gör- meden lışımın sebebini anlattım. İh- san İpekçi, sözlerimi uzun bir kahkahay- la karşıladı ve: — Sen, dedi, © salonda yapılan işi tah- minde yanılıyorsun! — Film çevirmiyorlar mı? — Hayır! — Ya ne yapıyorlar? Koluma girip beni o esrarengiz salo- nuün kapısına doğru sürükliyerek cevab verdi: — Gel de gör! İhsan İpekçinin tokmağını çevirdiği kapı, kapkaranlık bir salona açıldı. İçe- riye girince ne görsem beğenirsiniz? Karşıya gelen beyaz perdede sessiz bir şinema oynanıyor. Beyaz perdede komik filmlerde gördüğümüz meşhur bir şiş- man artist, iki kişile konuşuyor. Sonra perde kararıyor. Gene ayni sahne görü- nüyor: O moşhur artist, gene iki adamla İstanbul sokaklarında filminden bir sahne karşı karşıya. Gene perde kararıyor.. Gene ayni sahne beliriyor.. ve bu, böy- lece devam edip gidiyor. Fakat, perdenin önüne, yanyana Üüç tane mikrefon konulmuş. Bu mikrofon- lardan birinin önünde, yüzünü göreme- uzun boylu bir adam var. Beyaz perdede, meşhur şişman komik gözüküp lu- Aağzını açınca, o yüzünü görmediğim SON POSTA ee Melek sinemasında : İlk acı İvan Petrovich. Piyanist Martenrod Avrupada ilk defa olarak bir könser verecektir. Halk kon- sere o derece büyük rağbet göstermiştir ki boş yer kalmamıştır. Konserde kibar halk arasında fakir kıyafetli bir kadın vardır. Bu fakir kadın az sonra otelinde ağır yaralı olarak bulunuyor. Polis mese- lenin mahiyetini meydana çıkaramıyor. Bir kapıcı kadını tanıyor. Marie Hasler isminde olan bu kadmın bir sinema yık dızının hizmetçisi olduğu anlaşılıyor. Bir çocuktan da bahsediliyor. Çocu- ğun bir erkeğin yanında bulunduğu söy- lenmektedir. Polisin tahkikatı neticesinde kadının piyanist Martenrod ile münasebette bu- lunduğu anlaşılıyor. Martenrod bu kadı- nı birkaç sene evvel tanımıştı. O vakit Martenrod bir birahanede çalgı çalıyör, kadın ise ğardrob memureliği yapıyordu. Marie Martenroda çok yardım ediyor ve Martenyod Marienin kendisini - eskiden. beri sevdiğini anlıyor. Ertesi gün piyanist yeni bir argajman buluyor. Gitgide şöhreti artı lerden sonra memlekete döndüğü atelinde küçük bir çocuğa rasgeliyor. Bu çocuk Marieden olan çocuğudur. Martenrod şimdi çok şühret bulmuş, zengin bir adamdır. Marie ile birleşmek arzusunda değilse de genç kadımnın cid- den yüksek bir kalbe malik olduğunu an- lhyor. Nihayet mes'ud bir yuva kuru«- yorlar. adam, dışarıdan dinlediğim o mahud cümleyi tekrar ediyor: — Yüzüğü sana verdiğimiz zaman, pa- raları bize iade edeceksin! Anladın mı babalık? 5 Sinema perdesi kararınca, hafif bir ses duyuluyor: — Gene olmadı, biraz daha çabuk söy- lenecek! O sırada İhsan İpekçi, kulağıma eğile- rek, bana, yapılan bu garib işin mahiye- tini fısıldıyor: — Dublaj yapıyorlar. Yani almanca bir filmi türkçeye çeviriyorlar... Mese- lâ, şu seyrettiğin sahne, filmin 43 ncü mükâlemesidir. O şişman artistin sesini, mikrofon önünde gördüğün Ferdi tem- sil ediyor. Gördüğün gibi, şişman aktör ağzını açınca, Ferdi söze başlıyor. İste- nilen şey, Ferdinin söze, şişman aktörün ağzını açtığı zamanda başlaması, ağzını kapadığı zamanlarda susması ve cümle- sini onunla tamamen ayni zamanda bi- tirmesidir. Gene gördüğün gibi, buna muvaffak olununcaya kadar prova tek- rarlanıyor, Görüyorsun ya? Şişmanın bir cümlesi 20 inci defadır tekrarlanıyor. 100 hattâ 120 defa prova olunduktan son- Fâ filme uydurulabilmiş cümleler de çok. tur. Yani senin anlıyacağın, bir - filmi türkçe sözlendirmek te, yeni bir film çe- virmek kadar zordur! Biçare Perdi, sesini, şişman — kamiğin ağız hareketlerine uydurmak için ter dö- kerken, biz İhsan İpekçi ile llk oturdu- ğum odaya geçiyoruz. Ona, çevrilmekte olan yeni film etrafındaki dedikodular- dan bahsediyorum. Tarizlere alışkın bir insan soğukkanlılığile gülerek tevab ve- riyor: — Filmin senaryosunu ben yazdım. Ben vakığ, şimdiye kadar senaryö yaz- mış değilim, Fakat diyebilirim ki, Tür- kiyenin en çok ginema seyretmiş adam- larından birisiyim. Yani gözüm, kulağım, kafam, hattâ sinirlerim, yirmi küsur yıl- dir, henüz tecrübe etmediğim bu - güç san'atın terbiyesini almış bulunuyor. Fil. min bazırladığım mevzuu şu: Mütareke yıllarında, bir darülfünun talebesi, tarih imtihanına giderken kam- yön altında kalıyor. Bu kaza neticesinde hafızasını kaybediyor ve kendisini, krâ- liçe Victoria devrinde yaşayan seksenlik bir ihtiyar gibi görüyor. Bir gün, yati- ldığı akıl hastanesinden kaçıyor. Tesa- fler onu yaşlı bir doktorun evine gö- türüyor. Doktorun, genç, hassas, zeki ve güzel bir kızı vardır. Genç kız, babasını, delikanlıya bir ameliyat yapmaya zorlu- yor, Doktorun yaptığı bu ameliyat mu- vaffakiyetle neticeleniyor. Fakat hafıza- sına kavuşan delikanlı, aradan geçen on beş seneye dair hiçbir şey bilmiyor. Ken. disini hâlâ, o meş'um kazaya uğradığı (Devamı 12 inci sayfada) arkamdan | | Eylül- 18 Gölcük tersanesi ilk gemiyi nasıl yaptı?