b Denizlerin Makyaveli # Kaptan Bum Bum Çeviren: Ahmet Cemalettin Saraçoğlu Biz gülüşerek yemek yerken dışarda bir gürültü oldu ve hepimiz kaplan korkusile yay gibi ayağa fırladık. Bir ses: “Hey, orada kimse yok mu? ,, diye sesleniyordu Somatrada kaplanlar ülkes'nin verdiği kulübede gözlerimizi dör rak yaşamak mecburiyeti vardı. mafih kaplan tehlikesine rağmen kendi hesabıma kendimi çok mı bahtiyar telâkki ediyordum. İnsan n kellef bir sarayda esir olarak ye tansa, mütevazi ve tehlikeli bir kulü- bede hür olarak yaşamayı arzu ediyor doğrusu. Hele benim gibi dik kafalı ve aklına eseni yapmak itiyadında 0-|, lan kimseler için serbesti ve sarâzâd olmak kadar büyük bir nimet olamaz- &. «Pelulavane daki kaplan - tehiikeli kulübemize yerleştikten sonra Singa- Purdaki dostlarım - İngilizler hatırıma Bgeldi. Ben de dayanamadım, kendileri- Ne şu salırları yazdım: «Su dakikadan itibaren kendimi, «Tanglinge üsera kampı klübünü Mezim bir rüknü telâkki ettiği dirir, derin saygılarımı sunarım himi şerefinize kaldırıyorum Buy Tek hem yemeklerimizi hazırlıyor, hen de aramızda lâf atıyorduk. Bir aralık Remnhart: — Tauterbah, dedi, şayed yamyam bir kaplan bize hücum ederse hepimizi bir tarafa bırakır da, aramızda en nef Parça olmak Üzere sizi midesine indirir mi? Pipomdan derin nmefesler çekerek Büldüm, fakat cevab vermeme vakit brakmadan eJessen» söze karıştı: — Evet Lauterbah, arkadaşımızın âkkı var, İçimizde bir kaplan için en eziz lokma muhakkak ki sizsiniz... Ve hepsi makaraları koyverip kahka- halarla gülmeğe başladılar. İçlerinde €n fazla gülen gene bendim. Zira bir. kaplan, hattâ bir kaplan ailesi için doğ- Tusu iri yarı gövdem cidden enfes ve keziz bir yemek olurdu. Bu lâtifeler arasında yemeğimiz piş- ti, kotarıldı ve hepimiz sofranın et- Tafına dizilip ilk lokmaları atıştırmış- tık ki dışarıda bir gürültü, bir patırdı Oldu. Hepimiz yaylı imişiz gibi, ayağa fır- ladık. Acaba kaplan mı gelmişti? Şayed *ihtiyar» her gece bu kadar erken ku- lübemizi ziyarete kalkışırsa halimiz ni- * €e olurdu , Hayır; gürültünün sebebi kaplan de- Bilmiş. Dışarıdan bir ses ingilizce ses- leniyordu: — Hey, orada kimse yok mu? «Em- den» in bir zabiti varmış. Onu görmek İstiyorum. Nerede kendisi?.. Seslendim: — Buradayım, burada... Hayrola, ne Var, ne istiyorsunuz? — Geliyorum, anlatırım... Ve iri, yarı; bıyıkları askerce yukat Tıya doğru kıvrılmış bir kimse kapının eşiğinde belirdi. Görünüşe göre kırk yaşında kadar olmalı idi. Başındaki sı- tak memleketlere mahsus geniş şapka yüzünün üst kısmını gölgelendirmekle beraber sevimli bir siması olduğu fark ediliyordu. İçeriye girince kendisini şöyle tak- dim etti: — Ben bu mıntakanın komiseriyim; İsmim Mayn Heer «Filet» dir. «Pulo Madra» daki memurumdan bir rapor Aldım, sizin Singapurdan firar etmiş Almanlar olduğunuzu ve burada bu- kunduğunuzu öğrendim... Hepimizi dikkatli dikkatli ve Kema- H hayretle süzüyordu. * — Evet, hakkınız var. Singapurdan kaçan Almanlar biziz. İçeriye buyursa- Diza... 1|Binaenaleyh komiserin teklifi benim Diğe kalbimde er Filet «Pulo Madras da bir 1 olduğunu ve bu şalopeyi em- rimize tahsis ederek onunla c: reye isterse gidebileceğimizi İşte talih buna derlerdi. Ben zaten Kadın gözile Avrupa (Baş tarafı 7 inei sahifede) den akıllara tür, Okudı bu inkılâ dir, Bu Hele Türk receler — garblilara naktadır. — Fransız kadmı da bugün rey hakkı- nı almak üzeredir sanırım, Bakınız, bir senedenberi kabinede üç kadın var. — M. Blum ötedenberi kadına tey hakkı vermeği vâüdetmişti. Zaten kuvve. tini biraz da buradan alıyordu. Nitekim, Leon Blum kabinesi bunu parlmanda resmen de kabul k! iş sadece ara- da kaldı. Hakikatte hiçbir şey yapılmadı ve Blum ancak zavahiri kurtarmak için akıllıca bir hareket yaparak üç kadını müsteşar olarak yanına aldı. İşte bu ka- dar! Fransanın dahili politikasına aid olan bu mevzuu uzatmak istemiyerek - bahsi değiştirdim: — Siz büyük bir mecmuanın müdire- disiniz. Maiyyetinizde tercihan kadınları mı kullanıyorsunuz? — Mümkün olduğu kadar yanımda ka« dımları bulundurmaktan daha çok hoş- lanıyorum. Bir kadınım erkeklerden zi- yade kadınlara emretmesinin daha kolay olduğu kanaatindeyim. Fakat mecmua- nin yazı işlerinde, kadın ve erkek farkı gözetmeksizin, mütehassıslardan — Istifa- de etmekteyim. Bu çok nazik kadını daha fazla rahat- sız etmemek için yerimden kalkarken i|de hiç ümid etmediğim bir fırsat. Belki ,| bilirim? Ha, müzelere serbesiçe girmek -| ğile karşıki etajere giderek kartları ge hoşa gidecek bir şey değildi. için cidden ele geçmez bir fırsattı; hem de kamiserin şalopesi ile sahil boyunca seyahat eder ve (Padang) a daha ça- buk varmış bulunurduk. Ben yoldaşlar namına bay komisere teşekkürler ettim ve: — Müsaade ederseniz arkadaşlar'a üÜ dedim. Bunun üzerine » bizi başbaşa bıraka- rak çekilip gitti. (Arkası var) elimi tuttu. — Durunuz; sizin için daha ne yapa- için kart vereyim, On dört yaşında bir genç kız çevikli- tirdi. — Şimdi geliniz. Size matbaayı direyim. Biraz evvel geçtiğim büyük karanlık | hole girdik. Bir düğmeye basarak orta- | lığı aydınlatlı. — Bakınız, ne güzel tenviratımız var. Birdenbire karşımda çok tatlı bir ışık- la aydınlanmış geniş ve muntazam bir salon gördüm. Gelirken loşlukta uyuyan duvardaki raflar, şimdi canlanmış - gibi idiler, — Ne güzel! — Değil mi? Burasının projesini mi- marla birlikte kendim hazırladığım için başkalarına beğendirmekten büyük bir zevk duyuyorum, — Öyle ise, gazetecilikten maada biraz da artistliğiniz olmalı madam! Güldü: — Çalışan kadın muhitine kendi ka- gez- Hayatının ilk ve son aşkı Başını genç Gşığının dizine koydu ve ona Sesi, onun sadece tanıdıklarını değil, herkesi ateşlere, heyecanlara veren bir kadındı. Bazı insanlar vardır ki sesleri güzel- dir; fakat çok kereler çehreleri çirkindir. Ve sonra gene bazı kimseler vardır ki çehreleri çok güzel olduğu halde sesleri nahoştur. Bu kadın-bu iki tipin de haricinde idi. Sesinde Davud peygamberin lâhuti eda- sı, lâhuti sadası ve lâhuti ahengi vardı. Hattâ öyle bir eda, öyle bir sada ve öyle lâhu ir anhek ki ona Davud peygam- berin bilmem kaçıncı batında bir hafi- desi bile denmekte tereddüd edilmezdi. Bu, onun manevi ve ruhi eiheti idi. Yüz ve vücud güzelliği itibarile de bu kadın ilâhf sesinden asla aşağı değildi: Levend ve haşmetli bir endamı vardı. Başındaki siyah saçları abanozdan yapıl- mış muühteşem bir tacı andırıyordu. Ha- Yazan: Salâhattin Enis şu son şarkıyı söyliyerek can verdi nende heyeti de şarkı söylüyordu. Saz ona hoş gelmişti. Fakat sesleri mayhoş buluyordu. Onun için üçüncü kadehini içtiklen sonra içinde bir isya- nin kabardığını duydu. Fasıl Şattıaraban saz semaisli etmişti ve bir şarkıya henüz ki, bütün seyirciler, ve irciler saz heyeti de derin bir hayret i şırmışlardı. ciler arasınd bütün fasil heyetinin sesini bastır huti bir sesle kendilerine iştirak ediyc du. Bu ses o kadar yakicı, ve o kadar harikülâde idi ki, nihayet vecd 5 kalan hanendeler susmağa ve s: musikilerini onun sesine uyc mecbur oldular, Onun sesi gecenin hudt içinde kalbleri yakarak perde perde im- tidad ediyordu. O gece ilk defa vecd içinde bir şarkı söyledi; şarkısının — son şlanmıştı kadar rikulâde de güzel ve beyaz bir teni ve|nağmeleri, bir ağlayış ve hıçkırık — gibi tıpkı, güderiyi andıran bir beşeresi vardı.| titriyerek biterken onun güzel gözlerin- Geniş alnının altında kavislenmiş ince | siyah kaşları, birbirine girift olmuş uzun kitpiklerin saklamış olduğu xiyah Üzüm renkli irl gözlerile ona traşide ve nadi- de bir güzellik heykeli demek kabildi. Bu itibarla Allah bu kadının şahsında ve varlığında güzellik denilen iki ilâhi mu- cizesini de birleştirmişti. Onun şahst hayatı da bambaşka bir dınlığından biraz katmazsa hayat düm- düz bir çöle döner. Elimi kuvvetle ve çok sıcak bir sami- miyetle sıktı. — Görüştüğümüze çok memnun ol- dum... Şimdiye kadar bir Türk kadınile karşılaşmamıştım. Vaktiniz olursa gene buyurunuz. Teşekkür ederek kapıdan kendi kendime söylüyordum: — Gazetecilik meğer ne kolay ve zevk- Ji bir meslekmiş! çıkarken M. Berkand DST a Serime üar ea —i Dirimi — Neşesiz ve Kırgın — BAŞI, DİŞLERİ AĞRIYOR Ai_ı'ılğ - Romatizı;ıı - Halbuki bir tek GRiPiN Alsa bütün ağrılar geçer, rahat eder. Nezle - Grip Karşısında derhal ric'ate mecbur olur. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. âlemdi. Babasından tevarijs ettiği geniş bir iradı vardı. Helenmek diye tavsif et- tiğim dünya evine girmemişti. Apartımanı dostlarının ve ahbabları- nın hemen gece aşırı toplandıkları bir yerdi. Orada içki sofraları kurulur, va- kit, gecenin geç saatlerine kadar hay ve buyla geçerdi. Doktorlar, onu birçok kereler içki iç- mekten menetmişlerdi. Fakat o, buna as- la aldırış etmemişti. Hattâ dostlarından bir doktor daha ile- ri giderek onu bir gırtlak kanseri tekdi- dile korkutmak istemişti. O zaman o, gayri ihtiyari gülümsemiş ve kısaca ona şu cevabı vermişti: — Bu da mı gam a doktorcuğum?.. Bu sesi verenin onu alması da kendi elinde, değil mi?... Bırak içelim... diyerek önün- deki içki kadehini başına dikmişti. Onun ciğerlerinde yatağını parçalayıp mütemadiyen etrafa taşmak İstiyen gür bir şelâlenin azamet ve heybeti vardı. Bazı geceler, ahbablarının ısrarile şar- kı söylerdi. Bütün semt bu sesteki hu- dudsuz ihtişam ve azameti tanıdığı için civardaki bütün pencereler gayri ihtiya- ri açılır, ve her pencereden başlar bir salkım halinde sarkardı. Bu dakikalarda sokaktan geçenler do- rur, devriye polisi olduğu yerde kalır, bekçi bir çivi gibi kaldırıma mıhlanır, pencerelerden uzanan başlardan kimisi huşu ve vecd içinde onu dinler, kimisi ağlay ve kimisi de «ah!...> derdi. O, bunları duymazdı bile... O, ne tak- dir istiyor, ne ah ve vah taleb ediyordu. Sadece Mmaksadı, yüreğini dolduran ilâhi sesi bir peygamber gibi telkin etmekti. Son günlerde şehrin bahçeli ve tanın- miş birçok gazinolarında sazheyetleri şarkı söylüyorlardı. Bir akşam misafirlerinin umumi ısra- rile o da beraberce oraya gitti. Zaten ka- fası daha akşamdan işba halindeydi. Şehrin en tanınmış bir saz heyeti mu- siki-çalıyor ve o kadar tanınmış bir ha- den dökülen iki katre yaş,< n sağlı sollu iki ziyadar çizgi hâsıl etmişti. Bütün halk: — Yaşa, yaşa!... diye bağırıyor ve mü- temadiyen onu alkışlıyordu. O, şimdi du- manlanmış başı ve sisşlenmiş gözlerile doğrudan dağruya kendi ruhi âlemine dalmıştı. O gece faslın imtidadınca hiç bir şey söylemedi, hiç bir şey konuşma- dı. Hayatında birçok kereler seymek ih- tiyacım düymüş, fakat hiç kimseyi sev- memişti; fakat işte ilk defadır ki 0 gece ruhunun bir çöl kadar bomboş olduğunu düşündü. Bütün dost ve ahbablarına sa- dece bir sempati ile bağlı idi. Bir gün ahbabları, onun salonunda genç bir delikanlının peyda olduğunu gördüler, Bu, Adanadan İstanbula darül- fünun tahsili için gelmiş bir gençti. Sa- londa mahcub ve çekingen hareket «di- yordu. Onup ahbablarının asıl hayretini mü- €ib olan rokta, kendilerinin gece yarışın- dan sonra gitmelerine rağmen bu deli- kanlırın apartımanda kalması iğl. Sesi kalbleri yakan kadının bir gün çılgın gibi bu gence âşık olduğu öğrenil- di. Öyle bir aşk ki, bütün dünya onun için sadece bu delikanlıdan ibaretti. Aradan pek kısa bir zaman gi gti ki bir gün onun apartımanının kapısını çalanlar, bomboş apartımanın açılmayan kapısı karşısında elleri boş ve yüzleri mütehayyir geri döndüler, Dostlarının bu ziyarete devamları bir ay kadar de- vam etti; fakat onlar, apartımanın kapi- sını, kendilerine karşı her defasında bir taş gibi sessiz buldular ve âvdet ettiler, Onun bu gaybubeti herkes için bir sır olmuştu. Hiç kimse, sesi kalbleri yakan genç ka- dıhin genç üşikile Paşabahçenin hâkim bir tepesinde Boğazın muhteşem manza«s rasına hâkim kesif ağaçlar arasına gö- mülü bir kartal yuvasını andıran küçük bir köşke çekilmiş olduğunun farkında değildi. Onlar sadece bazı mehtablı gecelerde köşkü terkederek sahile iniyarlar ve bir kayığa atlıyarak ağır ağır sahili takib e- diyorlardı. Bazı geceler, o yavaştan şar- kıya başlıyor; fakat bir an sonra gözleri genç âşıkının göz bebeklerinde olduğu halde bu şarkı imtidadlı bir hıçkırık a- hengile bütün Boğaziçi sahillerinde uzum . (Davemı 15 inci sayfada)