Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
15 Eylül e— Son Postanın tefrıkuı 40 BON FPOSTA — - “— — Denizlerin Makyaveli ” Kaptan Bum Bum Biz ırmağın üzerinde Çeviren: Ahmet Cemalettin Saraçoğlu Çin yelkenlisini kaybetmemeye çalışırken şıddetlı bir yağmur başladı ve akşama doğru yelkenli görünmez oldu Artık biz mola vermeyi falan unut-| müş ırmakta yol alıyorduk. (Sampan)ı mız pek hızlı olmamakla beraber beni memnun bırakan bir sür'atle ilerliyor- du. Biraz sonra büyük bir çinli yelken- lisi peşimizden geldi, bize yetişti ve bizi geçti. Bu tekne yanımızdan geçerken ses- lendim ve nerede bulunduğumuzu sor- dum, Çin yelkenlisinden bir cevap geldi ama pek iyi anlıyamadım yalnız: — Dümen suyumuzu takip ediniz!.. dediklerini işittim... Şimdi pek şiddetli bir yağmur baş - lamıştı ve büyük Çin yelkenlisini göz- den kaybetmemek müşküldü. O akın- tının yardımile saatte yedi, sekiz mil kadar yürüyordu, akşama doğru Çin yelkenlisi artık görünmez oldu. Lâkin! gurupla beraber onu tekrar gördük: Küçük bir köyün önünde demirlemiş, yatıyordu. Biz de kıyıya sokularak fun- da demir ettik. Köyde, yarı Holanda, yarı — yerli melez bir gümrük memuru asık bir su- ratla bizi karşıladı ve hiç de hoşa git- miyecek bir eda ile: .— Burada ne arıyorsunuz? Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?.. gibi sual- lerle bizi sıkıştırmaya başladı. Ben kendisine (Singapur)dan kaçmış Almanlar olduğumuzu söyleyince herif 0 ters suratını bıraktı daha nazik, daha iltifatkâr bir hal aldı. Meğer peşine düşüp takip etmeğe uğraştığımız Çin yelkenlisinin süvarisi köye gelir gel - mez yolda tepeden tırnağa kadar silâh- li korsanlarla dolu bir tekne tarafından takip edildiğini haber vermiş. Melez gümrük memuru da bu muhayye! hay- dutlar köye inecek olurlarsa belâ çıka- cağını tahmin etmiş ve muavenet iste- Mek için mıntaka komiserliğine bir ha- berci göndermiş, kendisi de silâhını kapıp bizi beklemeğe başlamış. Bizim öyle korsanlıkla, haydudlukla alâkası olmıyan medeni kişiler oldu- ğumüzu görünce melez gümrük memu- ru çok yumuşadı, pek munisleşti ve hattâ hepimizi evine davet ederek elin-| den geldiği, gücünün yettiği kadar ik- ramlarda bulundu. İsmi «Lans» imiş, Bulunmakta olduğumuz noktayı lâyı- kile tayin edebilmemiz için bizi tenvir etmesini rica ettim, — Pulo Mulara köyünde bulunuyor- sunuz!.. cevabını verdi. Meğer bu köy «Somatra» adasının en mühim ve en büyük ırmağı olan «Kanpar» nehri üzerinde bulunuyor- mMmuş... Derin bir oh! çektim. Artık şüphe ve tereddüde mahal kalmıyordu, Cesaret etsem sevincimden melez gümrük me- Murunun boynuna sarılacak, şapır şu- Pur yanaklarından öpecektim. Bay «Lans» pek sevimli ve her sark- li gibi çok misafirperver bir adamdı. Kendisine projelerimizden bahsettim ve takriben 400 millik bir mesafede bulunan «Padang» şehrine kadar git- Mek arzusunda bulunduğumuzu bildir- dim, Bu şehir adanın karşı sahilinde i- di ve bir kere oraya varmca orada va- pur bulabilecektik, İçimizden bazıları ise bu vapurlardan istifade ederek yo- la çıkmak istiyorlardı. Yoldaşlardan bazıları zaten (Somat- ra) da oturuyorlardı. Bu itibarla onlar bir yere ayrılacak değillerdi. Lâkin he- pimiz için (Padang) a varmak lâzımdı. Bu şehir hepimiz — için ilk merhaleyi teşkil ediyordu. Maalesef biz adanın cenub tarafında idik. «Padang» ise Somatranın batı ta- rafında idi. Bu itibarla hedefimizden Uzakta, çok uzakta bulunuyorduk. «So- Matra» yı denizde çepeçevre dolaşmak için tamam (2000 )millik bir mesafe katetmek icab eder. Çünkü (Somatra) adası Holandanın tamam on üç büyük- lüğündedir. Yalnız bu (2000) mili de- hiz yolile katetmiş olsak behemehal İn- gilizlerin eline geçecektik. Bunda şek Ve şüphe caiz' değildi. Binaenaleyh biz mek suretile gitmeğe karar verdik. Bu- nun için de «Kampar» ırmağında kâ- yıkla mümkün olduğu kadar dahile so- kulacaktık ve seyahatin alt tarafını karadan yapacaktık. Vakıâ bu hiç de hoş bir seyahat olmıyacaktı ama bizler için selâmet yolu ancak bu idi ve maa- lesef başka bir çare kalmıyardu. Bay «Lans» ırmak tarikile seyahate karar verdiğimize göre bizi Pulo Mu- lara'ya kadar getirmiş olan sampanı bı- rakıp büyük Çin yelkenlisi ile seyahat etmemizin daha makul olacağını söy- ledi. Bu yelkenli ertesi günü hareket e- diyordu. Biz de kararımızı vererek bu yelkenli sahibi ile görüştük ve gemiye bindik, Bu murdar tekne |cidden — gö- rülecek bir şeydi. “Üç — direkli, az süu y çeker bir gemi olan bu Çin yelkenlisi ırmak boyunda tica- ret yapan Çin dükkânlarına könserve, erzak ve öteberi taşıyordu ve (Singa- pur) dan geliyordu. Mürettebatı tama- mile Çinlilerden mürekkebti. — Görüyordum ki mürettebat tamami- le şiımarmış ve gemi azıya almış bir va- ziyette bulunuyordu. Bunlar güverte-| ye çıkıp halı parçaları üzerine uzanı- | yorlar ve afyon çubuklarını tüttürme- ye başlıyorlardı. Koca gemide ayık bir tek gemiciye tesadüf etmek mümkün değildi. Sonra da herifler bit içinde i- diler. Hülâsa ben müddeti hayatımda bu kadar iğrenç, pislik ve murdariığı bir arada görmemiştim. Bizler silâhli muharibler telâkki edi- lip de Felemenkliler tarafından alıko- nulmamak için silâhlarımızı elden çı- karmıştık. Bu itibarla resmi memur- lardan bir endişemiz yoktu. Ancak ge- münin pisliği, konforun fıkdanı hepi- mizi pek üzüyordu. Sonra sıcak memleketlerdeki ırmak- ların hepsinde olduğu gibi «Kampar> ırmağı da sivrisinek sürülerile dolu i- di. Vakıâ sivrisinek müz'iç ve tehlikeli bir hayvandır ama Çin yelkenlisinin tahtakurusu ile meskün olduğunu gö- rünce sabrım taştı ve «Johan» a: — Şayed, dedim, biz «Padang» a can- lı bir halde varmamızı istiyorsak bu müurdar gemiden kapağı dışarı atmalı- yız. Tahtakurulu, sivrisinekli ve bitli teknede dört haftalık seyahat muhak- kak bizi öldürür. «Johan» bu fikrime iştirak etti ve ay- nı kanaatte olduğunu söyledi. Ben de geminin sahibi ve kaptanına müracaat ederek uğrıyacağımız ilk iskelenin han gisi olduğunu sordum, Herif, şimdi ha- tırlıyamadığım bir isim söyledi. (Arkası var) için hazırlanmış olması bulunmamasıdır. Şişman vücukbu yaşlı kimseler de pudra henüz keşfedilmemiştir. ARADA BÜYÜK FARK VAR Pertev çocuk pudrası: şimdiye kadar hiçbir benzeri tarafından taklid edilememiştir. Bu pudramın, en büyük meziyeti bilhassa çocuk cildleri ve terkibinde PERTEV ÇOCUK PUDRASINI rinda ve koltuk altlarının pişiklerine karşı bundan daha müessir bir ONU DİĞER ADİ (TALK PUDRA) ları ile karıştırmayınız tahriş edici hiçbir - madde kullanmaktadırlar. Vücudun iltivala- Baş, diş ağrıları, nezle kırgınlık ıstırabların başlaması ile beraber ve üşütmekten mütevellit bütün aklınıza gelen ilk isim olmalıdır. Mideyi bozmadan, kalb ve böbreklere dokunmadan AEAGEE ZM T L LK MA G En seri tesir, en kat'i netice icabında günde 3 kaşe alınabilir. S G ZIRAAT BANKASI İSTANBUL ŞUBE::İNDEN Hangar yaptırılacak İkisi Halkalı Ziraat mektebi arazisi dahilinde ve biri Yeşilköy Tohum Islah İs- tasyonunda olmak üzere beheri 52.5x7.5 eb'adında üç aded ahşab hangar yap- tırılacaktır. Çatıları kiremidle ve cepheleri oluklu saçla kapanacak, direklerin temelleri beton olacaktır. Muvakkat teminat akçesi maktuan 800 lira, kat'i temi- nat akçesi ihale bedelinin 90 15 şidir. Taliblerin bu gibi işleri yaptıklarına dair vesaik ibraz etmeleri lâzımdır. Şartname ve projeleri görmek ve işi almak istiyenlerin teklif mektublarını vermek ve muvakkat teminat akçelerini yatırmak üzere nihayet 22 Eylül 1937 Çarşamba günü saat 16 ya kadar Ziraat Bankası Müdiriyetine müracaat etme- de «Padang» a adanın dahilinden geç-| leri ilân olunur. Durak yerindeki adam.. Yazan: Peride Celâl Bu düşüncelerle bunalırken omuzunun başında bir adam peydahlanmıştı. Gece, Saat on bire geliyor. Caddeden geçenler tek tük. Ayşe pardesüsünün ya- kasını kaldırmış, durak yerinde tram- vay bekliyor. Genç kız asabi ve endişeli, tramvayın gelmesi geciktikçe üzüntüsü artıyor. Geç vakitlere kadar sokaklarda kalmasına sebeb olan bu ahbab ziyare- tine içinden lânet etmeye başladı. Ne de ısrar ettiler: «Canım dağ başında mıyız, tramvaya atladın mı evinin önündesin» diyordular, Evet ama, o küçük dar soka- ğı ne yapalım? Ya karanlıkta biri peşine takılırsa.. İşte tramvaydan da hâlâ eser yok. İçini çekerek: <Allah kahretsin, bu kadar geç kalmak ne budalalık» diye, söylendi. Ânnesi de şimdi kim bilir ne merak içinde idi., Bu düşüncelerle buna- lırken omuzunun başında bir adam pey- dahlandı. Adamın, kocaman durak ye- rinde başka yer kalmamış gibi yanma bu kadar sokulması iyi alâmet değildi. «Korktuğum başıma geldi, galiba..» di- ye, düşündü. Daha tramvay da görünür- lerde yoktu. Adam yanına biraz daha yaklaşmıştı. Ayşe kulağının dibinde 0- nun sesini duydu: «ÂAyni tramvayı bek- liyoruz» diyordu. Genç kız dudaklarını ısırdı, birkaç adım geriliyerek cevab vermedi. Adam gene ona doğru yürüdü. «Neden korkuyorsunuz sanki, dedi. Sizi yer miyim?» Öyle samimi, yumuşak bir sesle konuşuyordu ki ÂAyşe gayri ihtiyari başını çevirip ona dikkatle baktı. Çok uzun bir boyu, geniş omuzları vardı. Göz- leri karanlıkta birer ateş parçası gibi ya- nıyor, bembeyaz dişlerini göstererek tat- lı tatlı gülüyordu. Genç kızın kendini tetkik etmekte olduğunu görünce dudak- larmdaki tebessüm arttı. Yavaşça mırıl- dandı: «Nasıl hoşunuza gidiyor muyum?» Ayşe birdenbire kendini topladı. O sıra- da karşıdan tramvay görünmüştü. Ge- niş bir nefes aldı. Biraz sonra tramvayın içinde idi. Ön sıralardan birine oturdu. Durak yerindeki adamı düşünüyordu. Duydu- gu hiddete garib bir merak karışıyordu. Ne kadar parlak gözleri vardı, sonra du- | daklarında o pervasız tebessüm, söyledi- ği sözler.. birdenbire heyecanlandı, du- rak yerindeki adam sahanlıkta idi. Si- garasının ateşi karanlıkta kıpkırmızı ya- nıyordu. Tramvay durdu, üç erkek bindiler, ge- lip tam Ayşenin karşısında ayakta dur- 4dular, genç kız yüzüne çarpan derin bir < ADEMİi iKTiDAR BEL GEVSEKLİĞİNE | KARŞI alkol kokusu ile irkildi. Göz ucu ile Bas kınca onların müthiş sari ; olduğunu, yerlerinde sallandıklarını gördü. Tramua vay hareket etti. Sarhoşlar genç kızın üzerine düşecek gibi vaziyetler almaya başladılar, fena, fena da bakıyordular, Sonra manalı sözlerle konuşmaya başlas« dılar. Ayşe vaziyetinin gittikçe güçleşti« ğini hissediyordu. Tramvay tenha idi, bulanık, kanlı göz- leri ile kendini göz hapsine alan üç sar-« hoş ta pek mütecaviz kimselere benzi- yorlardı. Ayşe aralık kapıdan içeri birie nin girdiğini gördü. Bu durak yerindeki adamdı, dudaklarındaki tebessüm silin« mişti, yüzünden hiddet içinde olduğu belli idi. Sarhoşlara ters ters baktı. Son- ra sert bir omuz hareketi ile onları yana doğru itti ve kendisi de genç kızın kar- şısına geçti, öbürleri onunla başa çıkaş miyacaklarını sarhoş olmalarına rağmeni hemen anlamışlardı, ses çıkarmadan bis rer köşeye sindiler. Biraz sonra da tram» vaydan indiler. Biletçi arka sahanlıkta uyukluyordu. Vatman da ön kapıyı ka- pamişti. Ayşe etrafına baktı ve onunla tramvayda yapayalnız kaldıklarını anla« dı. Fakat şimdi içinde garib bir emniyet vardı. Adam gene gülümsüyordu. — Bir aralık eğildi: — Sizi evinize getireyim mi? k Ayşe «hayır, diye. mırıldandı. Evim tramvay durağına çok yakındır.: Adam içini çekerek: «Sizi bir daha hiç göremiyecek miyim?» dedi. Ayşe susu- yordu. O devam etti: «Ne olur görüşe- lim..» Ayşe gene cevab vermedi. Adam genç kızın susmasından cesaretlenmiş gibi idi, gözlerinin içi gülerek neş'eli bir sesle Âyşeye onu ertesi gün saat dörtte parkta bekliyeceğini söyledi, parkın is« mini, ne tarafta duracağını anlattı. Ayşe kendinde garib bir uyuşukluk hissedi- yordu. Sanki büyülenmişti. Adam genç kızı. sokağının başına ka- dar getirdi. Orada yüzüne gene öyle ve gözleri ateş gibi yanarak dudaklarından eksilmiyen pervasız, geniş tebessümle baktı ve gitti. Ertesi gün saat dörtte Ayşenin annesi kızının odasına girdi. Ayşe karyolasın- da uzanmış, yüzüne bir gazete kapamıştı. Sanki okurken uyuyup kalmış gibi idi, fakat annesi onun vücudünün hafif, ha- fif kımıldadığını gördü, yavaşca seslendi: — AÂyşe, hani bugün saat dörtte soka- ğa çıkacaktın.. Genç kız titrek bir sesle cevab verdi: — Vazgeçtim, gitmiyeceğim, beni bı- rak anne uykum var. Annesi hayret içinde odadan çıktı. O zaman genç kız yüzündeki gazeteyi fır- latıp yere attı, rengi sapsarı idi, Vücudü asabiyelle titriyordu. Birdenbire ellerini yüzüne kapayarak ağlamaya başladı. Yerde duran gazetenin birinci sayfa- sında genç bir adam resmi vardı. Bu du- raktaki adamdı. Resimde de geceki gibi alaycı, pervasız bir tebessümle gülüyor- - du. Resmin altında şunlar yazılı idi: eU- zun Âli ismile maruf meşhur bir hırsız dün gece iş üzerinde bir evi soyarken ya- kalanmıştır. Ne zamandanberi aranmak- ta olan bu kurnaz serseri İilh..» Yarınki nushamızda: BABA Yazan: İsmet Hulüsi