Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
B Eylül SON POSTa Denizlerin Makyaveli Kaptan Bum Bum Çeviren : Ahmet Cemalettin Saraçoğlu Hindliler etrafı boş buldukları zaman “İmparator Vilbelm... Enver Bey.., İslâm..,, diye tek kelimeler söylüyorlar, sonra da hep birden horra!.. diye bağırıyorlardı Üseranın muhafazasına memur olan yerli küçük zabitlerle hemen her gün lâf atardım. «Çavuş» diye hitab ettiğim iri boylu, ipek sakallı Hindli muhafız kıt'anın en kıdemli küçük zabiti idi ve bu sıfatla her saat başı nöbetci kulübelerini ken- disi teftiş ederdi. Haftalar geçtikce köşküme geceleri yaptığı ziyaretler sıklaşıyor ve kendi- sile başbaşa saatlerce görüşüyordum. Başlangıçta yalnız «Emden» in sergü- zeştlerini dinlemek isteyen Hindli dos- tum ile daha sonraları daha başka mev- zular etrafında da lâf atmıya başlamış- tık. Fransız bahriyelmderi barakaları tahliye edip gemilerine döndükleri za-| marn Hindhi «Çavuş» la ve kardeşlerile aram çok iyi idi ve âdeta içtiğimiz su ayrı gitmiyordu. Evvelâ muhafız k:t'a efradı arasın- da bir isyan çıkazmıayı aklıma bile ge- tirmemiştim. Lüâkin şubat ayı başlan- gıcında bu fikir birdenbire zihnimde şimşek gibi çaktı ve bende bir fikri sa- bit halini aldı. Bidayette düşmanları- mıza bir iş çıkarrmaıış olmak için bütün Hindli kıt'alar arasında propaganda yapmak istiyordum. Lâkin bu mesele etrafında kıt'anın isyana teşviki ile bu isyandan istifade ederek kaçıp kurtulmanın mü« reccah olacağı neticesine varmıştım. Hindli «Çavuş» ve arkadaşiarile dost- luğum göze batacak bir hale gelmişti. Bunlar etrafta bir İngiliz zabiti bulun- mamak şartile vazife esnasında bile ba- na en büyük dostlukla muamele edi- yorlardı. Gülüşüyor ve bırbirimizle lâ- tife ediyorduk. Köşkümden çıktığım zaman şaka kabilindenm bana işaretler yapıyorlar ve canım isterse tel örgüler- den atlayıp kaçabileceğimi anlatıyorlar ve kahkahalarla gülüyorlardı. Ben de onlara aynı tarzda şaka ve lâhfelerle cevab veriyordum. Bazan da etrafta kimse olmadığına kanaat getirdikten sonra: — Emden zabiti,... İmparator Vil- helm, Enver Bey.... İslâm.. kelimeleri- ni telâffuz ediyorlar ve: — Horra... diye bağirıyorlardı. Aziz dostum Hindli «Çavuş» bana sık sık İngiliz gazeteleri getirirdi: Sin« gapurda çıkan (Tavmis) ve «Serbest Gazete» nin bu suretle daimi okuyucu- su olmuştum. «Çavuş» bu gazeteleri masamın üzerine yayar ve bilhassa Hindli askerin Fransa cephesindeki faaliyetine aid haberleri yüksek sesle okurdu. Ben onun okumasını bitirme- sini bekler ve mütalealarına bir baş işa- retile iştirak edip etmediğimi anlatır. sonra münakaşaya başlar, işin ledüni- yatım kendisine aniatırdım ve bu su- retle vakayii birlikte gözden geçirmiş olurduk, Meşhur Singapur isyaniının tohumu- nun atılmış olduğu o şubat akşamı Hindli çavuş ve ben bermütad odamda karşı karşıya oturmuş lâf atıyorduk. Ben iskemleme oturmuş rahat rahat pipomu tüttürüyor, o gazetesini oku- yordu. Bir aralık masan'ın üzerinde e- limin ulaşacağı yerde duran bira şişe- Bini kavriyarak kendime bir bardak bi- Ta boşalttım ve bir dikişte yuvarladım. Zaten âdetimdir: Bira kadehini daima ve daima bir hamlede hakiarım. Sonra elimin tersile ağzımı sildikten sonra bardağı onun önüne sürdüm ve bira boşaltmıya hazırianıyordum ki e- linin bir hareketile bu teklifimi redde. l den Hindli çavuş: — Teşekkür ederim, dedi, içki kul- lanmam... Ve sonra düşünceli bir ta- vırla gazeteyi masanın üzerine fırlata- rak devam etti: — Kaptan Lauterbah, bana öyle geli- yor ki cebhede çarpışan askerlerimin hakkında gazetelerin verdikleri hava- dislerin hepsi yalan, hepsi şeyler .Bizi çocuk aldatır gibi âavütus düşündükçe muayyen biri uydurma | — TYeşekkür ederim, tçki kullanmam, dedi ve sonra düşünceli güazeteyi masanın üzerine fırlatarak devam etti yorlar ve hep yalan yanlış havadislerle kafalarımızı altüst ediyorlar. — Bunu nereden anladınız? diye sor- dum. Aynı dalgın tavrile cevab verdi: — Nereden —olacak, — Vakayiden, olup bitenden anlıyorum. Evvelâ Fran- sada harbeden Hindliterden doğrudan doğruya hiç bir haber alamıyoruz. Ga- zeteler hep İngiliz zaferinden bahsedi- yorlar. Mademki muzafferdirler, neden dolayı askerlerimizin memlekete mu- — — bir tavırla haberelerine müsaade etmiyorlar. Âr-| tık tamamile kanaat getirdim: Orada zavallı askerlerimiz İngiliz racaların uğruna kıtır kıtır kesiliyorlar, koyunlar gibi boğazlanıyorlar... — Canım, siz de gazetelerin dedikle- rine inanmayın da satırlar arasından havadis çıkarmıya gayret edin. Gaze- lerde öyle havadisler vardır ki insan bi- raz dikkatle okursa ve düşünürse on- lardan pek çok manalar çıkarabilir. (Arkası var) Uzunköprü İskân memurluğundan : 1 — Kazamız dahilindeki muhtelif köylerde yaptırılacak 29 tek, 35 çift göç- meç evinin muhammen bedeli 4570 lira talibine ihale olunacaktır. teşekkil komisyon huzurundadır. olan umumi işçilikleri pazarlık surettle 2 — Pazarlık 7/9/937 tarihinde ve saat 14 de Uzunköprü iskân dairesinde mü- 3 — Şartname ve plânları görmek iste yenler iskân teşkilâtı bulunan kazalar- da İskân dairelerine müracaat edebilir ler, Ebeveynin en büyük vazifesi Çocuklarını küçük yaştan itibaren dişlerini temiz tutmağa, onları hergün fırçalamağa alıştırmaktır Küçüklerderki diş ârızaları 3 - 4 ya-|akşam dişlerini fırçalamağı öğretmek şından sonra — başlar. Bu devre -|lâzımdır. Küçük yaşta başlıyan bu den itibaren her üç ayda bir dişle -litiyad onların her itibarla mükem - rini doktora göstermek ve yavrulara mel mneşvünemasını ve gürbüz ol - her yemekten sonra ve her sabah,|masını temin eder. RADYOLİN Kullanmağa alışan çocuklar yarının en sıhhatli gencleri olmağa namzettir — İstanbul Telefen Direktörlüğünden : Eksiltmesinin 31/8/937 tarihinde yapılacağı gazete ile ilân ettirilen Beyoğlu telefon santraline mücavir arsada yaptırılacak duvar ve saire inşaatı işi pazar- lığa çevrilmiştir. Pazarlık 22/9/937 tarihine müsadif çarşanba günü saat 15 de Müdürlüğümüz merkez binasında toplanacak Alım Satım Komisyonunda icra ediletektir. Şartname ve kaşifnameleri her gün Levazım Dairemizde görülebi- lir. İsteklilerin mezkür gün ve saatte 100 liralık ilk teminat akçeleri, en az 1000 liraliık bu işe benzer iş yaptıklarına dair Nafia Müdürlüğünce muta müte- ahhitlik ve Ticaret Odası vesikalarile müracaatleri. (5921) Koluma girerken fısıldadı: z — Beyaz bir geceye başlıyoruz, istiyorum, sabaha kadar üst kalalım, arkadaşlığınızı esirger misiniz? d Sevgili Naciye, keşki bana şu mende- bur herifi hiç tanıtmasaydın! Kafamda yıllardanberi işlediğim ve beslediğim bir erkek tipi vardı. Ben ki gözle görünen ve elle tutulan şeylerden başkasına hiç aldırmam, o erkek tipini de, kemik, et ve sinirden yaratmıştım. Eski Yunan'ın (Apollon) unu yapan heykeltraş nasıl her parçası, her kıvrımı ve her çİZgisi üzerinde günlerce heyecanla çalışmışsa ben de öyle yapmıştım. Şu farkla ki o mermere işlemiş, ben hayalimde yarat- mıştım. İşte şimdi o güzel eserim de yıkıldı; onu da kaybettim ve içimde derin bir boşluk, kalbimin sevgilisine hiç bir za- man kavuşamıyacağımı öğrenmiş olmak- tan doğan bir ağrı var. Eminim ki ne demek istediğimi anla- madın. Mendebur herif diye kimden bahsettiğimi merak ediyorsun. Sanıyor- sun ki onu tanımazsın, Tanıyorsun can- cağızım, hem bana da sen tanıttın! Anlatayım: Vapurda onu gördüğüm zaman kalbim çarpmıştı. Bekâr olduğunu çoktan Öğ- renmiştim, bunun için tanışmayı çok is- tiyordum. Fakat gidip de kendimi tak- dim edemezdim ya... Vapurda belki bir bahane çıkar diye seviniyordum. Fakat bu hem pek zayıf bir ihtimaldi, hem de İzmire varıncaya kadar geçecek olan bir gün içinde ne olabilirdi ki... Tam bu sıtada sen çıkageldin; hoşu - ma gitti. Halbuki yolcu değilmişsin ve anneni uğurlamak için gelmişsin! Onunla tanıştığını biliyordum. Hattâ bana: — Evli olmasaydım bu adamla evlen- meyi gaye edinirdim. Demiştin. Sonra da tavsiye etmiştin. Fırsatları kaçırmadığını bir defa daha gösterdin ve bizi tanıştırdın. Bilsen o dakikalarda kalbim ne hızlı çarpıyordu. Hele onun kulağına doğru yaklaşarak: — Size hayran olanlardandır. Diye beni işaret ettiğin zaman kıpkır- mızı kesilmiştim. Yolculuk güzel başladı. ; OÖnun vücudünü pek iyi biliyordum. Çelikten yapılmış gibi gergin adaleleri, geniş göğsü, dar kalçaları her za - man gözümün önündedir. Fakat yü- zünü bu kadar yakından ve iyi görme- miştim. Kül rengi ve derinlere kaçmış gibi duran gözleri, keskin burnu, çizgi halindeki ağzı ve çukur çenesinde bir erkek inceliği buluyordum. Yüzünün de- rileri pırıl pırıldı ve erkeklerde hiç sev- mediğim iki şey olan bıyık ve sakalın iz- leri bile onda yoktu. Gene dalıp gittim ve sözü uzattım. Hal- buki bunların hepsini elbet sen de bili- yorsun! Bir pehlivanda salon adamlığı aramak Biraz tuhaf görülür. Fakat yol arkadaşı- mın bu tarafı da tamamdı. Salonda ve geniş güvertede onun yaptığı maçları konuştuk. Hepsini bildiğimi anladıkça bana daha çok sokuluyordu: — Beni şaşırtıyorsunuz! Benimle bu derece meşgul olan güzel bir genç kızı niçin bu kadar geç tanıdığıma üzülüyo- rum. Hem öyle bir genç kız ki kendimi bildim bileli hayalimde yaşadığını şim- di anlıyorum. Aslan Postu.. Yazan: Kadircan Kaflı i güvertede Dedi. Boğazdan çıkarken ufuktan ve bulut. lar arasından yuvarlak bir ay yükseli: yaordu. Koluma girerken fısıldadı: — Beyaz bir geceye başlıyoruz. İstiyo rum ki sabaha kadar üst güvertede ka- layım. Arkadaşlığınızı esirger misiniz? Ne güzel konuşuyordu. Beni son söz- lerile büsbütün büyülemişti ve filiz ye- şili bakışlarımı onun kül rengi gözlerine gömerek gülümsedim. Sarhoş gibiydim. Yemekten kalkmak üzereydik; dışarı dan ışlıklar ve uğultular geldi; vapur sal lanmağa başladı. Herkes birbirinin göz. lerini aradı. Lomboz'dan bakan kamarof haber verdi: — Fırtına var... Hem de yaman bir fırtına... Yarım saat içinde deniz geminin bor dasını devler gibi şamarlamıya başladı Koca tekne bir ceviz kabuğu gibi sallanı- yordu . — Zavallı beyaz gecem!... Diye üzüldüm. Fırtınaya, batan gemilere, büyük ka- zalara dair konuşmalar başladı. Birisi anlatıyordu: — Gemi yan yattı; su alıyordu. San- dallar indirildi. Yolcular çılgın gibiydi- ler. İkinci kaptan elindeki tabancayı sal- lıyarak s«önce kadınlar ve çocuklar bine- diyordu. Kaptan emrediyordu: dinlemiyenin kafasına kurşunu cek!» «Söz sık!...> Yol arkadaşımın yüzüne baktım. Um- madığım bir şey gördüm: Sararmıştı. Ü- lur a... Ölüm bu... Hem belki de kendisf için değil, benim için öyle olmuştu. Kulağıma eğildi ve pek bilgiç bir adam halile: — Doğru söylüyor. Bir kaza olursa ön« ce kadınlarla çocukları kurtarırlar. Hiç korkmayınız! ı Dedi, | Teşekkür ettim ve cevab verdim: — Böyle bir şey olursa sizi vapurda bı- rakarak gitmiş olmak beni üzer. Dilerim ki sandallarda çok yer olsun da siz de |bizden ayrılmayasınız! — Üzülmeyin! Sizden gene ayrılmıya- cağım. Onun kolayını biliyorum... Sorup anlamıya lüzum görmediğim iİ- çin sustum. Fakat onun bakışlarında ve yüzünde, çok üstün bir iş görmeğe hazir- lananların hali vardı. Gururun parlattı- ğı gözlerde deminki korku bile pek silik kalmıştı. Bana daha çok sokuldu ve kulağıma fı- sıldadı: — Ne zaman deniz yolculuğuna çık- sam bavuluma bir kadın elbisesi koya- rım, Kargaşalık arasında kim farkına va« racak? Zaten sakal bıyık yok... Hiç üzül- meyin, her zaman beraberiz. Hiç ayrıl- mıyacağız, Eğer o anda kalbime bir hançer sap- lasalardı belki bir damla kanım akmazdı. Kendimi çektim. Karşımda aslan postu giymiş olan bir uyuz eşek vardı. Ben ona mı ne zamandanberi hayran- lık besliyordum? Onunla mı hayatımı birleştirecektim? İğrendim ve: — Başım çok ağrıyor! Dedim. (Lütfen sayfayı çeviriniz)