5 Eylül 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

5 Eylül SON POSTA »€ iınsiyetin mümkün olacak mı? değiş Son zamanlarda Fransız köleji hayvanat. profesörlerinden biri çok şayanı ,dikkat tecrübeler yapmakta ve insanı cidden hayrete düşürecek * neticeler almaktadır. Doktor Pezard adında olan bu adam aşı ile bir tavuğu heroz haline geti- rebilmektedir. Bu aşağıdaki resimleri takip ederseniz bu şeyanı hâayrot a- meliyatın bütün safhalarını açıkça görürsünüz. İnsan bunu görünce ak. tna gayri ihtiyari şu sual geliyor: Acaba bugün hayvanlar üzerinde yapılan tetrübe, ilerde insanlar ü - ferinde de muvaffakiyetle tatb:ık edilebilecek midir? favuk tüyü MZAH| Naşit imtihan oluyor! Tiyatro — mektebi Muallimliğine tayin edilen meşhur komik Naşit muallim tayin edilmeden evvel bir imtihana tâbi tutul - Muştu. Turan tiyat « Tosunda yapılan bu imtihanda ben de hazır bulundum, ve imtihanın tarzı ce - Teyanını not ettim. Notlarımı aynen ya- Ziyorum. V t İmtihan heyeti | başta Şehir tiyatro- sSu rejisörü Ertuğrul Mühsin olmak üzere Muharrir Osman Ce- Mal, tiyatro müellifi Müsahipzade — Celâl, aktör Behzat, Bedia ve Hazımdan mürekkepti. Naşit heyetin huzuruna titriye titriye çıktı: Behzat — Biraz sokul evlâdım kork - ma! Naşit — Ben korkuyorum. Bedia — Korkma yavrüum korkma, biz seni yiyecek değiliz. Naşit — Ya yutarsanız? Hazım — Merak etme yutsak ta bur- nun dışarıda kalır; oradan lutar, çeker, Çıkarırlar. Muhsin — Bay Naşit. Naşit — Bebebeninini mi bibibiraz kokokorktum da. Müsahipzade — Elhak fakire müsaa- de ederseniz bendeniz kendilerine bir sSual sorayım.. Burada heyetimiz huzu - Tundaki bu vaziyetleri imtihan korku - sundandır. Kendisine harpten çok imti- handan korkan hükümdarın kim oldu - ğunu soralım. Böylece onun tarihi bil - Bisini kontrol etmiş oluruz. Muhsin — Sor bakalım! Müsahipzade — Bay Naşit. Naşit — Sorun efendim, dilim açıldı, Apılan altı ay sonra tüyün sekdi Yazan : İsmet Hulüsi Müsahipzade — İmtihandan, harpten ziyade korkan hükümdar kimdir? Naşit — Eskiden burada bir Bürhaneddin vardı o. Müsahipzade — Ne münasebet! Naşit — Bir kere sahnede söylemişti. Müsahipzade — O zaman he Tolünü ya- pıyordu. Düşün, biraz düşün. : Naşit — Buldum; Pikmalyon rolünü yapıyordu. 1 Müsahip — Ona benziyor, amma o de- aktör g ? Ç Behzat — Ara, ara.. — Naşit — (Yere eğilir, masanın altına bakar) arıyorum amma yok! Hem ne - rede düşürdünüz? Muhsin — Neyi nerede düşürdük. Naşit — Pikmalyonu. Hazım — Naşit, Pikmalyonu bırak şimdi, hem o sualden vaz geçelim de sa- na ben hendeseye ait bazı sualler sora- yım; malüm ya umumi malümatını kön- trol edeceğiz. aŞ l Naşit — Sorun! Hazım — Hat niye derler? Naşit — Tramvay yoluna! Hazım — Nokta niye derler? tirilmesi Tavuk horoz olduktan sonra aa HÇDAt Naşit — «İ» nin ü- zerine konulan to - Hazım — Daire ni- ye derler? Naşit — Beyazıt « ta var., İçinde me - murların oturdukla - rı ev! Hazım — Murab - ba niye derler? Naşit — Şekerci - ler satar, tatlı bir şeydir, yenilir. | “ Ösman Cemal — Hendeseye ait bir sual de ben sorayım: Bir müsellesin ze - vayayi dahiliyesi mecmuunun iki kai- meye müsavatını İs- bat edebilir misin? Naşit — (Cebinden iki lira çıkarır a- vucunun içinde saklar) daimei müte - madiyei ezhar, envarı baharda inkilâp ettiğindenberi her nevi zahiri esbabı hu- zuzatı zatiyesinin baisi berbadı olmak -|. tadır. (Elindeki iki lirayı masanin üzerine bı- rakır.) Hazım — Bu ne bu? Naşit — (Osman Cemali gösterir) de - min Bay söyledi de. Hazım — Bay ne söyledi? Naşit — Arapça bazı lâflar söyledi, so- nunda da iki kaime, dedi. Lâfların geli - şinden bir şey istiyeceğini anlamıştım. Ben de ayni tarzda cevap verip, iki kayi- meyi bıraktım. Behzat — Sen anlamamışsın' Naşit. Osman Cemal senin bir müsellesin için- deki zaviyelerin iki kaime ettiğini bilip bilmediğini öğrenmek istiyordu: Naşit — İşte bunu bilmiyorum. Biz ak- törüz. Zaviye alıp satmayız, tanesi kaç kaime eder, ne bileyim? Müsahipzade — Ben, Mum söndü, adlı Doğu röportajları : Sayfa 7 Erzurumu Ermenistanın payıtahtı sanan budala Geri ve müstevli zihniyetli papas kitaplarında okuduğu hayali Türkiye ile bugünkü Türkiyeyi yekdiğerinden # ayıramıyan münevver (|) bir ecnebi ile mülâkat Güzel Erzurumdan bir manzara: Hükümet konağı Aksu vapuru: 23 ağustos Kendi memleketimizde Avrupalıların gösterdikleri cehalet eserlerine şahid ol- dukça, matbuat üumum müdürlüğünün Türkiyeyi dünyaya tanıtmak için göster- idiği gayrete hak vermemek elden gel - miyot. Hakkımızdaki menfi propagan - dalar ve asırlık ihmaller yüzünden mey- dana gelen bu bilgisizlik eserlerini bil - mem ki nasıl bertaraf edeceğiz? Mehtablı bir gecede güvertede bir Fransız yolcu ile oturuyoruz. Yemekte bir masaya düştüğümüz. için âşinalığa başladık, Zonguldağa gidiyor, kendisi mühendis ve mensub olduğu müesseseye iş temin eden bir adam. Ömrünün dörtte üçü seyahat ile geçmiş, esasen — Ceza- yirde doğmuş, mükemmel arapça biliyor. Fevkalâde gayretli bir Front populaire taraftarı, mütemadiyen: «— Blum:haklı, Bluma meydan ver - miyorlar, memlekette söz ayağa düşmüş. Blum kafasındaki projeleri bir tatbik et- se, Fransa makinesi o zaman nasıl işli - yecek... Görecektiniz. Frankın sukut et- miş olması, eşya fiatlarının yükselişini intaç etmiş ve hâyat eskisinden pahalı ol. muşsa, bünun müsebbibi Blum değil, o- nun aldığı tedbirlere sabotaj yapan va- tan haini de La Rocgue, Grigoire'cilar ve bütün sağ taraf matbuatıdır» diye söy - lüyor. Muhatabım geniş mevzular içinde ko- nuşabiliyor. Coğrafyayı, bizzat gezerek ameli bir tarzda öğrenmiş, Japonyadan, bahsederken, Japon fabrikalarını, Arjan- | tin mekaniki ile mukayese edebiliyor. Di- ğer taraftan Hindistan yaylâlarile Kana- da iklimi arasındaki iklim farklarını an- latıyor. İnsanların insanları istismar etmeleri- | ni hiç hoş görmüyor, müfrit milliyetçi - liği binnetice bir harp sebebi olarak gö - rüyor .İnsanların hür yaşamaları lâzım geldiği hakkında bir kanâati var. Fakat konüşmalarımız İtalyan . Habeş mese- lesine temas edince Haile Selâseden bah- sederken: — Budalanın biri diyor. İtalya kendi - sine para verecekti. Fas sultanı gibi ra- hata erecekti, memleketi de medeniye- te kavuşacaktı. Böyle meteliksiz kalmı- yacaktı. Söz dünya buhranına intikal edince: — Avrupada fabrikalar durdu diyor, ziraat memleketleri artık bize mal ver- | miyorlar, kendileri işliyorlar. Biz de mal- ları onlara satamıyoruz. Onlar böyle yap- tıkça dünya buhranını hâlletmeğe im - kân yoktur. Meselâ artık Avrupa, Tür- kiyeye kumaş, bez, satamıyacaktır. Bir taraftan Front Populaire tarafta- rı, insaniyetçi, diğer taraftan müstevli - zihniyetinin alemdarı olan bu adami ni-. hayet bana sordu: — Siz nereye gidiyorsunuz? — Erzuruma dedim. — Ermeniler, Türklere pasaport veri- yorlar mı? Hele bir gazeteciye nasıl mü- saade ederler? Ben bu sözden bir şey anlamadığımı söyleyince: — Niçin dedi, insan yabancı bir mem- lekete giderken pasapoört almaz mı? Er- menistanın payitahtına gitmiyor musu- İnuz? Ve sonra ilâve etti: — Tabili orada hüviyetinizi gizliyecek- siniz, Kendisine onun Üüzerine anlatmağa başladım, Erzürumun kurulduğu tarih - tenberi Türk olduğunu Ermenilerle ve Ermenilik ile kat'iyyen alâkadar olma - dığını söyledim, güldü: — Münevver bir insana betiziyorsunuz da onun için münakaşaya devam edece - ğim, dedi. Fazla milliyetçilik iki kere iki dört & den ilmi hakikatleri bile mahvetmek: tedir. Hakikate niçin itiraz ediyorsunuz, Erzurum yaylasına en bitaraf coğrafya kitapları Plateau D'Armenie «Ermenis- ftan yaylası» derler. — Evet, dedim, pâpaz mekteplerinde v- zun seneler Maurette et Galloudek'in coğrafya kitabları okunurdu. Bu kitab da sizin ilmi zannettiğiniz hezeyanları say- falarına geçirmişti. Üstelik ayni kitab Türklerin sarı ırka mensub olduklarını da yazıyordu. İstanbulda bulundunuz, Türkiyenin her kıt'asının, ferdlerinin karışık bulunduğu vapurdasınız. Sarı bir insana rastgeldi - niz mi? Bunu da coğrafya kitabında ya- zıyor diye ilmi bir kanaat olarak kabul edecek misiniz? Asıl siz iki kere iki dört eden tariht hakikatleri hiristiyan şövenliği ile gör - mek istemiyorsunuz. Türkiyenin kudre- tini, kuvvetini görüyorsunuz da hâlâ bir- birini tutmıyan saçma politika dediko - dularından öteye gitmiyorsunuz. Eski bir düşmanlığın bütün muhasebelerini kapıyan Türkiyede Ermeni vatandaş ka- zanıyor, yiyor, içiyor huzur ve emniyet içinde yaşıyor amma, medeni Avruüpa - nın bir çok memleketleri müstemlekele- rinde hâlâ beyaz esir kullanıyorlar. Şu Erzurum ne talihsiz yerdir ki, Türk doğduğu halde hâlâ başkalarına maledil. mek isteniliyor, maddeten buna imkân bulunamıyorsa bile, ilmi kisve — altında manevi bir temellük iddiası el'an hük- münü icra ediyor. Hüsnü niyet sahibi ol- mıyan insanlara hakikatleri bile anlatmak dehşetli zor. İşte Aksü güvertesinde ken- di memleketimizdeki misali. Mustafa Fuad eserimde zevaya ve nezayadan bahset - mMiştim. Naşit — Şimdi anladım. Tekâyayı bili- rim. Tekenin cem'i değil mi? Teke de keçinin erkeğine derler. Osman Cemal — Hendese imtihanını kâfi bulurum. Edebiyata ait bazı sualler soralım. Söyle bakalım Naşit sen hece- ci misin, yoksa aruzcu mu ? Naşit — Ne keçeciyim, ne de havuz - cuyum efendim, ben aktörüm. Osman Cemal — Kafiye nedir? N, A " ü Hi e Naşit — Affedersiniz amma ben imti- han mı oluyorum? Yoksa sizin yanlış - larınızı düzeltmek için mi buradayım? Ona kafiye demezler, Safiye derler. Gü- zel şarkı söyler. Behzat — Bir sual de benden. Eskiler- den kimleri tanırsın, yenilerden kimleri? Naşi — Eskilerden Hamdi vardı, Ab- dürrezzak, Peruz vardı, Kel Hasan var- dı. Yenilerden Dümbüllü var, Şevki var, Fahri sizlere ömür, (Devama 8 inci sayfada) in

Bu sayıdan diğer sayfalar: