| F.ksfc_ı_rd bir vapur değil, sanki idi. Ömrümde ben sı cürülüyor ki bir kere keştedilip har- h;har edildikten sonra «Emden> için t Uluş kapısı hemen hemen kapan- ü bu*unuyordu. Emden» yaralıları (Kölombo) has- Ye he yatırılarak — tedavi edilmişler M:S': Olduktan sonra (Diatalana) ha )an“:““s.nc nakledi'mişler. Bu hapis- h'lh? Boer harbinde Boer esirleri Ni faza olunurmuş. q&a]lnnda Fon «Müller» de bulunan q.n' bazı esirler Malta adasına, ora- Budl İngiltereye nakiedilmişler, Bir harb «Emden> in maceralarına ti hıhayu vermiş oldu ama benim al- te 1” Yazısı henüz bitmemiş. Bitmek & lime, bilâkis benim maceralarım * bündan sonra başlıyacakmış ve &ün » bu uzun ve heyecanlı seren- N Tini mini bir mukaddemesinden t kalacakmış... —10 OKYANOSUN ORTASINDA BİR RANDEVU SEktord> da kumandayı ele aldığım h_t:n“ gördüm ki vapurun tayfası Çi €h mürekkeb. Bunların bir çoğu ilüg) vapurunun ateşcileri T S? kendilerine bir mükâlat vâdi 'ile istihdam ediliyorlardı. Çinli- i, ,m"x?uka vapur da iki ihtiyat zabi- Yedi Alman bahriyelisi vardı. Kinci itlerden birist makine dairesine, Üy S de güverleye nezaret ediyot- Kengi, Te daha kumanda köprüsünde küru“: bir vapurun hâkimi mutlağı Omuzya, Yardeveleye ellerimi dayayıp Ükkret 0? geri itmek suretik vış_î* Sen Ve mes'ud gü Büzye © Manevra için koşuşan ki l“' zevkle seyredebi'iyordum. San Mık harb bitmiş ve ben Çin deni- lq)_“ €ski hayatıma, tıcaret ve sefer fChlîm avdet etmiştim. !urdı, ikana) vapurundan alıp (Eks- de vl taktığımız telsiz cihazı gayesin- Ti d'l—h dönüp dolaşan herç dalgala- bir tle dinliyorduk. Bütün gece h'kı eı:î“'flilı:r'uı Seylânla şifreli mu- % yaptıklarını işittik. k&; Bün (Emden) in ismi geçen bfr Piııünm“hlbere kırıntıları yakaladık. VhR"P esnasında ve harpten son- Te ada elektrik mevceleri birbirle- "“hıhıp“*” durdular. Lâkin bütün bu çete kırıntılarından, — şifrelerden | &, Y Mana çıkarmak kabil olmuyor- ıq.v’;f_ö.vle geliyordu ki- işler bozük Üa Kiç N ve «Emden» çağırmalarımı- İçi, birisine cevab vermiyordu. Te a çe gelen bir ses «Emden> i bir Ü göremiyeceğimi bana bildi Rez Ve bundan ben, Çin denizlerinin -'h—,mhmmz denizcisi derin bir gam du K aldığım talimat sarihti, ide , V€ benim için o talimat dahi- *yu' a ketten başka yapılacak bir "qı Yoktu. Hind Okyanusunun orta- *Emden» ; bekliyecektik işte o y %_W beklemek için ateşten beter- * Doğrudur. Doğrudur ama blı; da bira mebzuldü, hem de lüm,” Bibi bira. Ve bu şerait altın- * n fazla bedbin olmaklı- :""' de sebeb yoktu . bekledik, bekledik ve bekle- Si GA ümidle bekledik, sonra ümi- ârak bekledik ve nihayet üü« âiz bekledik. Lâkin ne ge- "*’—ı ne giden!. .: Yelerini karşımıza alıp horra- v;“dl bardak tokuşturmalarıma, hayatıma rağmen «<Eks- Beçirdiğim günler için & e t M::blı demleridir diyebilirim. noktasına geldikten sonra Kömd b İY Z da ireler çizip duruyorduk. Er- NAĞRZ Dek B Sür'atle tükeniyordu. İlk on rahafsız olmadık, yalmnız müstesna!., Tilda herke Dehk — Biz bu yemeği senmez, biz iste «Eksford» bir vapur değil, sanki yü. zen bir fare sergisi idi. Ben ömrümde sıçanı bu kadar bol bir vapur görme- dim. Bir gece kamaramda yatarken göğ- sümde bir şeylerin dolaştığını hisset- tim, Kalkıp bir kibrit çakınca ne göre- yim? Bu iğrenç mahlüklar o ge an- devu mahalli olmak üzere sanki benim kamaramı intihab etmişlerdi ve cün. |büş edip bizim yatağın üzerinde eğleni- yorlardı. Hemen ya ma seslendim. — Haydi bakalı! sizlik- ten hepimizin canımız sikılıyor. Gemi- deki şu farelere bir harb ilân edelim de onlara denizcilerin ne demek olduğu- mu bir gösterelim. Zaten şafak sökmek üzere id tayfa- '3 neleri: ıden T duğundan kaptanından ne kadar bütün mürettebat can ve gö- nülle kolları sıvadı, İstakos sepeti biçi- mi kapanlar yaptık ve yüzlerce fare ya- kaladık. Yakalanan fareler denize atı. hyordu. Bu iğrenç mahlükların denize atıl- dıktan sonra bile vapurun dik borda- sına tırmanmıya çalışmaları ne kadar it canlı ve sebatkâr hayvanlar olduk- larını gösteriyordu. Havalar da çok berbad gidiyordu. Fırtına üzerine fırtına ile pençeleşiyor- dük. «Eksford» bir beşik gibi sallanı- yor, yalpa yapıyor, baş ve kıç vuruyor- dü. Çinlilerden bir kaçı homurdanmıya başladılar. G yor ya! İşler başlan. |gıçtaki kadar düzgün gitmemiye başla- :m.ştı. Nihayet bir gün tayfanın seçtiği bir murahhas heyeti kaptan köşküne çıktı ve-bana: — Kaptan, dediler, bize öyle geliyor ki gemiden ziyade eski bır banyoya benziyen bu ihtiyar tekne galiba bat- mak üzere... Murahhas heyetini güler yüzle kar- |şilamakla beraber: — Ne oluyoruz çocukiar, diye gürle- dim, gemide olup bitenden siz mi mes'- ülsünüz, yoksa ben mi?... Haydi baka- hm herkes işinin başına dönsün. Vapu. run mukadderatını tayin etmek işini bana bırakınız!... Zaten siz bırakmasa- niz da ben bıraktırırım ya!.. Her ne ise iş o kerteye gelmesin de ahbapça vakit geçirelim... Bu elemli ve can sıkıcı anlarda tay- fam için mükemmelen ve cesaretle iş gördüler diyebilirim. Harekete ve (fi- manların hay huyuna alışmış bu adam- lar için muayyen bir noktada durup dinlenmeden daireler çizmek ve yekna- sak bir ömür sürmek tabii çok zordu. Biraz homurdanmaları da bundan ileri- ye geliyordu. Yoksa heyeti umumiyı itibarile kendilerinden şikâyetci d dim. düm Yalnız Alman tayfaya ayrı, Çinlilere de ayrı muamele etmek, birisine alman- ca, öbürsüne de «kuşdili ingilizce» ku- manda etmek icab ediyordu. Ben ise bu işin bakikaten ehli idim, Vapurda er- Çeviren : yüzen bir fare sergisi çanı bu kadar bol vapur görmedim Ie'%_in Makyaveli -Kaptan Bum Bum Ahmet Cemalettin Saraçoğlu r sığır eti, biz ister pirinç... zak olarak patates, konserve et ve tur- şudan başka bir şey yoktu. Esasen. vapur uzun bir sefere hazır- lanmış olmadığından üç hafta sonra yi- yecek olarak turşu ile patatesten yapıl. mış bir nevi peksimetten başka gemide yiyecek kalmamıştı. Yalnız bu peksimeti mideye kolayca |indirmek için biramız. bereketli idi. ) (Arkası var) Bugünkü program 28 Ağustos 1937 Cumarlesi İSTANBUL Öğle neşriyatı: 12.30: Plâkla Türk musikisi. 12.50: Hava» diz. 18: Muhtelif plâk neşriyatı. Akşam neşriyatı: | 1830: Plâkla dans musikisi. 19.30: Konfe- rans; Dr. İbrahim Zati târafından (Mücrim ve serseri çocuklar ve ıslahhaneler). 20: Ce- |mal Kâmli ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları. 20.80: Ömer Rıza tarafından arabca söylev. 2046: Belma ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, (saat Ayarı). 21.15: Orkestra. 22.16: Ajans ve borsa haberleri. 22.30: Plâk- la sololar, opera ve öperet parçaları. YARINKİ PROGRAM İSTANBUL 29 - Ağustos - 937 - Pazar Öğle teşriyatı: 1230: Plâkla Türk müsikisi. 12.50* Hava- dis, 18.05: Muhtelif plâk neşriyatı. Akşam neşriyatı: 17.00: Taksim stadından naklen: Pener - bahçe - Güneş mühteliti - Pire muhtellti fut bol maçı. 18.30: Plâkla dan$ müsikisi, 19.90: Konferans: Selim Sırrt! Tarcan (Çocuklara öğütler). 2000: Hikmet ve arkadiğları tara » fından 'TTürk musikisi ve halk şarkıları. 20.30: Bay Ömer Rıza tarafından Arapça söylev. 2045: Bayan Muzaffer ve arkadaşları tara » fıldan Türk mustkisi ve hülk şarkıları, (Sa- at Âyarı). 2118: Orkestra. 2215: - Ajans ve borsa haberleri. 22.30: Madam Stangel: Pl- yano solo, Ynmx.wıd.!ıvıdh" KERERARI Yerebatan, Çatalçeşme sokak, 25. İSTANBUL Gazetemizde çÇıkan yazı ve resimlerin bütün hakları mahfuz ve gazetemize aittir. ABONE FİATLARI 780 | 400 | 1080 2340 |1220| 710 | 270 EBCNEBİ 2700 (1406 | 800 | 800 ——— Abone bedeli peşindir. Adreş değiştirmek 28 kuruştur. Gelen evrak geri verilmez. Hlânlardan mes'uliyet alınmaz. Cevap için mektuplara !0 kuruşluk Pul ilâvesi lâzımdır. TÜRKİYE İi’oıl.ı kutusu: 741 İstanbul 'Telgraf : Son Posta 'Telefon : 20203 İBRAHİ M USTA Yazan: Selâhattin Enis Makinelerin muttarit uğultularını bir an dinledikten sonra omuzları daha çökmüş, başı önüne eğik evinin yolunu tuttu Soy adı olarak kendisine «Züğürd> ü almıştı. Buna da sebep, serveli hakkın - da herkeste hâsıl olan kanaate aksi bir istikamet vermekti. Hakiki ismi «Fevzi» idi. Bir oğlu vardı. İstanbı büyük fabrikalarından birisi onunı Fabrikada her işte onun başını veya parmağının ucunu görmek mümkündü. Gerçi zayıftı, boy bosça fıkara idi; bu halile âdeta yerden bitme bir mantara benziyordu. Bir iddiaya göre eskiden alelâde bir kâtip imiş. Bir gün sakalını kökünden kazıtmakla iktifa etmiyerek bıyıklarını da tıraş edip genç bir nevcivan ölmüş. Zaman hızlı yürüyor. «Züğürd Fevzi» de zamanın bu hızlı yürüyen çarkı ara- sında kendisine başka bir meslek teda- rikini düşünmüş, âraştırmış, taraştırmış ve nihayet bu imalâthaneye kapıcılıkla sokulmuş. «Kâtip> ten fabrika ustabaşısı olur mu hiç?.. İş zekâya bakar. Bir fabrikanın na- çiz kapıcılığından ayni fabrikanın usta- başısı mevkiine çıkan bir adam neler ol- maz?., O, zahirde zayıf ve boy bos fikarası olmakla beraber, hakikatte artan serve- tile bir ehram şeklini alıyordu. Hattâ öyle bir ehram ki, bir gün bu ehram ho- murdanıp harekete geldi. Ve fabrikanın asıl sahibi Hüseyin Efendiyi silindir al - tında kalmış bir taş gibi czerek fabrika- nın başına geçti. Haddi zatında kendisi hoş meşrep ve iyi bir adamdı, hayattan azami kâm al - mağa çalışırdı. Bir tek oğlu vardı: Şaban... Hiç bir işe yaramıyan bu çocuk, babasının sırtında tufeyli surette yaşıyordu. Aklı ersin, er- mesin, fabrikanın her işine burnunu s0- kuyor, yerli yerine işçi alıyor, işçi çıka- rTıyor ve böylece bir faaliyet göstermiş olduğu zehabına kapılıyordu. Fevzi, iş içinde yetişmiş, çok iyi yü - rekli bir adam olduğu halde Şaban, sı - kıntı nedir çekmemiş, ve şımarık bir de- likanlı idi. Bu vaziyette Şaban, kısa bir zamanda fabrika için hakikt bir belâ ve âfet oldu. Bütün işçi sınıfı, bu şımarık delikanlıya diş biliyordu. Bu kadın kimdir? Greta Gustaffson, İsveçte küçücük bir şapkacı dükkânında şapka satar, gür da- vudi sesi herkesin hoşuma giderdi. Bir gün, mankehliğe seçildi. Derken, Allah (yürü, ya Gretam) dedi. Fotoğrafçılara ve modelcilere modellik etti. Para ka- zandı. Arkadaşlarından biri de: (Yahu sen- de artistlik isildadı var, ne duruyorsun) deyince, tiyatro mektebine girdi. O genç kız bugünün en tanınmış ar- |tistidir. Kim midir?.. Greta Garbol.. 3 üncü sayfada kendisinin modellik et- |üği zamanlardaki resmini görüyorsunuz. Gazi köprüsünü yapacak firmanın müdürü şehrimizde | — Gazi köprüsünün inşaatını üzerine alan Alman firmasının umumi müdü- rü İstanbula gelmiştir. Dün beraberinde belediye fen hey- i rü Hüsnü, yollar ve köprüler müdürü Galip olduğu halde köprü ma- halline gidilmiş, inşaat gözden geçiril- miştir, Zahirde hafiften başlıyan bu homur « tu, fabrikanın en çalışkan işçilerinden İbrahim ustanın işinden çıkarışile azam? haddini buldu. İbrahim, koca fabrikanın en çok seva diği bir ustabaşı idi, en iyi randıman ves« riyordu. Bütün makinelerin arızalarına vâkıf olduğu için diğer amelelerin ma « kinelerdeki sakatlığı bulup çıkarmakta Jaciz gösterdiği zaman İbrahim derhal temin ediyordu. n fabrikadan çıkarılmasının hazin bir hikâyesi vardı: Karısı aydır hasta yatıy disinde onu tedavi ettirmek ve ilâç parası yoktu. İstemiyerek, içinde fabrika idaresine mu: ay başında yevmiyesinden kesilmek ü zere on lira istedi. O zaman fabrikatör Fevzi, fabrikanın işlerile bilfiil meşgul olmuyordu. —Her şeyi, oğlu Şabanın eline bırakmıştı. Bun dan dolayı idi ki İbrahim ustanın on li- ralık avans talebi de nihayet dönüp do- laştıktan sonra Şabana intikai etti çünkü bu talep, bilâ « sebep ve bilâlüzum şımarık Şabanın reddine uğradı. Bu gibi yerli yersiz ve manasız şımarıklıklarile kudret ve nü « fuzunu gösterdiğini sanıyordu, Bu red cevabı, fabrikanın Bütün işçi sınıfını müteessir ettiği için arkadaşları derhal kendi aralarında yevmiyelerin « den bir miktar keserek ariyeten istedi. ği parayı ona temin ettiler, Babasının şimarık müsveddesi, bunu duyduğu zaman küplere bindi, bir kaç saat hiddetlendi, bağırdı, çağırdı; hay - kırdı, önüne gelene çattı. Bu hâdiseden bir kaç gün sonra, esa- sen kendi ıztırap ve kederlerine gümülü bir halde, dalgın bir kafa ile fabrikaya gelen İbrahim usta, fabrikanın kapısında onun durmakta ve amelenin girip çık « tığını tetkik etmekte olduğunu görmedi. Kapıdan dalgın, başı önüne eğilmiş ge- çerek atelyesine girdi, Onun bu fabrikaya girişi, Şabanı çile- den çıkarmağa kâfi geldi, kendisini gö « rememesinden ve selâmlamamasından bir hakaret manası çıkardı. Tekrar kızdı, hiddetlendi, küplere bindi. Hattâ bu « nunla da iktifa etmiyerek iş filiyat sas hasına geçti: Bir kaç gün sonra İbrahim usta, vazi- fesine geldiği zaman fabrikanın kapıcısı onu önliyerek vazifesine nihayet veril « diğini söyledi. İbrahim usta bir an gözlerine inanma« dı. Bir an ayakları altındaki toprakların kuvvetli bir zelzeleye maruz olmuş gibi sarsıldığını ve sonra koca fabrika bina « sının bir topaç gibi fırıl fırıl döndüğünü hissetti. Bir an arkasını sokağın duvarına daya. dı. İçeride faBrikanın makineleri gürül gürül işliyordu. İşlemesinde kendi alın terinin çok hissesi olan bu makinelerin muttarit oğultularını bir an dinledikten sonra omuzları daha çökmüş, başı önüne eğik, evinin yolunu tuttu. Yarınki nushamızda: Ciddi bir adam Yazan: A. Thörive Çeviren: Paik Beremen