17 Temmuz 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

17 Temmuz 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Unkapanı cinayeti davası Tevkifhane doktorlarının kararlaştı duruşma Unkapanında, ortağı kahveci Veli- yi öldürmekten ve karısı Emineyi ya- ' yalamaktan suçlu Abdullahın duruşma- sına, Ağırceza mahkemesinde, dün de- vam olundu. Dünkü celsede bir çok şa> |hit dinlenildi. Hâdisenin gizli kalan tarafları bu suretle bir bir aydınlan - mağa başladı. Dinlenen şahitlerden tü- tün gümrüğü bekçilerinden Ahmet, bilhassa şunları anlattı: — Gece saat 1i - 11,5 sularında.. or- talık karanlık.. baktım, uzaktan acı ü- c düdük çalınıyor.. Bu, mahalle bek- çisi Ramazanın düdüğüydü. — Seslerin geldiği Yağcı sokağına doğru koştum.. O sırada, bu adamın yukarıdan var kuvvetile koşarak geldiğini gördüm, Kaçıyordu. Biz de yakalamak için, düştük peşine.. Deniz kıyısına kadar koştuk. Hâdiseyi haber alan polis me- murları da yetişmişlerdi. Suçlu baktı ki yapacak çare yok, yakayı ele vere- cek,. kaldırdı, kendisini denize fırlat- tı. Polis Necmi de arkasından atlıya - rak, Abdullahı sular içinde, yakaladı. Sanra, merkeze götürdüler, radılar, bir bıçak kılıfı bulundu. Suç lunun elleri kan içindeydi.. Bildiğim ve gördüğüm bu kadar... Şahit bekçi Ramazan da, Ahmedin sözlerine şunu ilâve etti: — Yağcı sokağında koşarken, bir - denbire yanına yaklaşamadık.. çünkü, bem kaçıyor, hem de: — Yanaşmayın yanıma, yoksa hepi- nizi yakarım! diye haykırıyordu. Bundan sonra dinlenilen şahit Fat- ma da: — Ben, bunların hepsini tanırım, çünkü ayni handa otururuz.. Vak'a ge- cesi, yukarıda uyuyordum.. gece yarı- sına doğru birdenbire bir gürültü ile uyandım.. Boğuk boğuk sesler geliyor- du aşağıdan.. Hemen yataktan fırla - dım, koştum, Emineyle karşılaştık. Ka- dıncağız, yolunarak: — Koş, koş diyordu.. Polise haber ver, Veli ağabeyini vurdular.. Durma, koş! Merkeze gittim. Yanıma polisleri a- larak gelirken, yolda Eminenin, eli böğüründe bize doğru koşarak, geldi - ğini gördük.. Baktık, o da yaralıydı.. Biraz sonra, belediyenin hasta otomo- bili gelerek, yaralıları hastaneye nak- Tetti. Geçen celsede suçlu, önce kendisi- ne hücum ederek, kürekle dövdükleri- ni söylemiş, bu yüzden — tevkifhanede günlerce ağzından, burnundan, kulak- larından kan geldiğini iddia etmişti. Suçlu, iddiasında gene ısrar etti. Duruşma, tevkifhane doktorların - dan Zati, Şevket ve Jak'ın şabit olarak Ç GÖNÜL İŞLERİ! Kendisinden yaşlı Bir kadını seven Gence tavsiyelerim İmza yerinde R. K. harflerini taşı- yan bir mektupta deniliyor ki: «— 35 yaşlarında bir kadını delice. sine seviyorum, Teyzeciğim, o, ben - den oldukça yaşlıdır. Fakat buna rağ- men genç, taze ve güzeldir. İlk seviş - memizde ben bunu lâalettayin bir gö- nül kaprisi saymış, ş Fakat günler geçtikçe bu bende de- Hişti. O, bazan muni kedi gibi yu- muşak, uysal oluyor, bazan da — bir ceylân gibi benden kaçıyorı Bilhas- sa konuştukça beni büsl teshir et t Artık onu düşünmediğim bir daki- ka olmuyordu. Zaman zaman kalbim idırman mn. i eziyor, on- ediyor, kaçmak istiyorum. k bir şehirde oturduğumuz bunun i şahit olarak dinlenmesi in başka güne bırakıldı dinlenmeleri için, başka bir güne bıra- kıldı, Elektrik şirketinin muhakemesi başka güne kaldı Kaçakçılık suçuyla İstanbul Ele'.- trik şirketi aleyhine açılan — davazın duruşmasına, Asliye 4 inci ceza raah- kemesinde dün devam edildi. Geçen celsede, mahkeme mu:.1 mal- zemenin ayrılması hakkında alâkadar şubelere şirket tarafından gönderilen tamimlerin mahkemeye getirilmesine karar vermişti. Fakat, getirilmedi. Bundan sonra, müddeijumumi! Hak- kı Şükrü, imha edildiği söylenen ev - raka ait zabıtler varsa, bunların mah- kemeye getirilmesini istedi. Bu kabul olundu. Duruşma, evrakın - celbi için 6 a - Bustosa bırakıldı. Bir muşamba hırsızi tevkif edildi Bir kamyonun üzerine atlıyarak muşambasını aşıran, sabıkalılardan Mu zafferin, dün Sultanahmet | inci sulh ceza hakyerinde sorgusu yapılmış ve derhal tevkif ettirilmiştir. Tosyada odun buhranı 'Tosya (Hususi) — Kasabaya hazi- randanberi odun getirilmemekte, stok- ların satılmasına da müsande edilme- mektedir. Şimdiye kadar, ocak ve firın yakarak çalışmak mecburiyetinde olan esnaf evlerinden kucak kucak odun ta- şıyorlardı. Geçen gün, aşcı Mustafanın bir evden getirmekte olduğu bir mer- kep yükü odunun orman memurları ta- rafından müsaderes! üzerine, lokanta- cı, demirci vesaire gibi esnaf evlerin- den de odun getiremez olmuşlar, dük- kânlarını — kapamak mecburiyetinde kalmışlardır. Fırıncılar da fırınlarını kapadıkları için belediye ekmek imal ettirerek sa- tışa çıkarmış, iki gün sonra da esnaf dükkânlarını tekrar açmıştır. Afyonlu tüccarin kaltilleri “yakalandılar İzmir (Hususi) — Uzun zaman ev - vel Burnovanın Işıklar köyü civarında Afyonlu tüccar Halili bıçakla 27 ye - rinden yaralamak suretile öldürenler | zabıtanın faaliyeti neticesinde meyda - na çıkarılmıştır. Bunlar — Işıklar ü bekçisi Hasan ve arkadaşı Hüsnüdür. İkisi de tevkif edilmişlerdir. Hâdisede alâkadar olan genç bir kadın henüz bu- lunamamıştır. Tahkikata devam edili - yor. için uzaklaşamıyorum. Ne yapacağı - ma şaşırdım, bana nasıl bir yol göste- rirsiniz. Teyzeciğim'» Evlâdım, mektubun şikâyet edecek kadar kısa olmamakla beraber şikâyet edecek kadar uzun da değil. Bir çok noktaları mesküt geçmişsin. Kadın da senin gibi serbest m! H ise bittabi söylenecek tek söz yok değilse niçin onunla evlenmiyesin? Maamafih bu hükmü de kat"i olarak veremiyorum. Benden oldukça — yaşbı diyorsun. Bu kelimenin hududuna üç yaş ta çıkar, beş te, on da... Aranız- daki fark bu kadar fazla ise gene bu sevdadan vaz geç... Sonu iyi olmaz, İradeni bu Nasl mı vaz geçeceksin? kullan! Erkek değil misin? Eğer kuvveti kendinde bulamı yuva kurman doğru değil.. Hayatın bugünkü şartları öyle ağır ki onun içinde üç beş kişiyi beslemenin mes'u- Tiyetini omuzlarına alacak erkek mut- lak iradesine sahip olmalı! TEYZE — K NDA || Şairlerimizin ilk aşklaf Aklıma esti, kendi kendime: — Şu evi değiştireyim, dedim, bir sene de başka evde otururum. Çoluk çocuk seferber olduk. O ma- halle senin, bu sokak benim ev arama- ya başladık. Ğ Nihayet nohut oda, bakla sofa bir a- partımancık bulduk. — Bu oda oturma odası olur. — Yok olmaz burası salon. — Hayır salon öteki, oturma odası bu. Yatak odası da şu. — Olmaz! — Olur, x Eşyamızı toplamaya başladık. Bir alay kırık dökük şeyler vardı: — Bunların yenilerini almı eve bu eşya gitmez! Denildi. Biraz haklı bir söz.. Açtık kesenin ağzını; şu alındı, bu alındı, ke- senin dibine darı ekildi: x — Artık taşınabiliriz. — En evvel perdeleri takalım. Bu da doğru.. bir perdeci çağırdık. Bizim perdeleri ölçtü, taşınacağımız e- vin pencerelerini ölçi Yüzünü buruş — Bu perdeler orü — Ne dedin? — Yeniden perde alacaksınız.. İki yüz liralık bir perde hesabı yap- tı. Yüze indi. Eli aşağı hiç olmu - yordu. Elli lira borca girdik. Ev sahibi konturatı getirdi. Bir aylık istiyordu. Yirmi sekiz lira daha borç... — Elektriği, gazı ne yapacağız? - Bir telefon edelim! 'Telefona yapıştım. — Bay Kelleci, bay Salâhattin? — Ne derdin var? — Ev değiştiriyoruz. - Hayırlı olsun! — Orası öyle amma elektrik, gazı, — Depozitoları gönder, öteki laraf - takini kapatırız.. alacağın kaldıysa a - lırsın! amma bende para ne gezer; Hay di barç. Eski evden arabaya öte beri eşya yükledik, arabadan yeni eve öte beri eşya kırığı indirdik — Buünlar kullanılmaz. — Tüt arabacının kamçısından! Am- ma o da çoklan parasını almış gitmiş: — Bunların sağlamlarını almak lâ - zım. — Lâzım. Haydi gene borç.. evden eve taşı - nabilmiştik, yapılan masrafın altından konturat bitinceye kadar - çıkabilene aşkolsun! K İM: . — Garip şeyler Amerikadaki cinayetlerle uğraş - mak için devlet senede 3 milyar do- Jar harcamaktadır. Bununla beraber, her kırk dakikada bir adam öldürül. mektedir. alı, yeni u: ya olmaz! hava * Bundan iki ay evvel İngilterede tam 16 milyon adet, 12 köşeli 2 peni- lik paralar tedavüle çıkarılmıştı. İn- giliz gazeteleri bu paralardan piyasa da tek bir tanesinin dahi kalmadığını yazıyor ve hayret ediyorlar. Bu 16 milyon adet para nereye gitti, dersi- niz: * Berlin akli araştırmalar enstitüsü direktörü profesör Spatz'a göre, İnsa- nm rühüu, kafâtasının arka afına isabet eden beynin ön kısmındadır. Faruk Nafize, Nâzım Hikmete, Fahri Celâle, Mahide, kendime ait hatı ralar ve müşterek aşkt” Yazan: Halid Fahri —."'(.) Başmihmandarımız Reşit Paşazade A- kif olmak üzere, her akşam, Şifa'da, Bak- la tarlasının ucundaki yukarıdan Gözte- pe sahillerile Kalamış koyuna bakan a- Çik kır kahvehanesinde buluşuyor, biraz eturup dinlendikten ve alelüsul içimiz. Gen biri Akifle bir parti tavla oynadıktan sonra beş aşağı beş yukarı dolaşmağa başlıyorduk. Kahveci (adı Yervant mı, Karabet mi, böyle bir şey) kıranta, yaşlıca bir Erme- ni idi. Barakasının içinden bizi görür görmez hemen tavlayı koltuğuna kıstı- rarak koşar ve ilkönce, karşıdaki büyük beyaz köşkün sahibi olan komşusu Akife selâm çaktıktan sonra, sırasile ve kendi- since tayin ettiği dereceye göre hepimize güler yüzle iltifatta bulunurdu. Nedense mubharrirlere, şairlere karşı sevgizi ziya- deydi. Bu sevgi onda Ahmed Rasim'in kahvecisi olmakla başlamıştı. O zaman- lar Kızıltoprakta Papasın Bağında bir o- dada oturan «Şehir Mektupları» üstadı bir müddettir hemen her akşam bu kah- vehaneye geliyor, tâ dipte tenha bir kö- şede, Yervantın getirdiği husust koltu- ğuna yerleşerek, yukarıdan Kalamışı seyre dalıyardu. Kahvecinin her akşam barakanın dar kapısından çarpa çarpa güçlükle çıkarıp gene güçlükle içeriye soktuğu bu koltuk aramızda 6 kadat meşhur olmuştu ki gündüzleri Babıâli taddesinde, metcmüa buluştuğumuz zamanlar bile sık sık lâ- kırdısını ediyorduk. Artık yaşlanmış ©- lan Ahmed Rasim, şişman vücudunu bu koltuğa gömerek, gözlüklerinin altından ayna gibi düz ve şeffaf koy sularını te- maşaya daldığı anlarda kim bilir eski İs- tanbul ve bilhassa Kadıköy akşamlarına dair ne gençlik hatıralarına dalardı! Ben, kendisine hiç takdim edilmek saadetine kavuşmadığım için dalma uzakta durur- dum. Fakat üstadı tanıyanlarımız - bile, hulyasını dağıtmamak için yanına sokui- mazlardı. İçimizden bilmem hangimiz, Ahmed Rasimin bu koltuğu ile on yedin- ci asrın meşhur komedi dehası Moliğâre'in Fransada bir kasabadaki berberin dük- kânında içine gömülüp saatlarca böyle hulyalara daldığı koltuğu arasında bir münasebhet sezer gibi olmuştu. Sonradan Com&die-Francaise'in müzesine nakledi- len o koltuk gibi bu koltuk ta saklanma- Ba lâyıktı, hattâ Faruk Nafiz bir mecmu- ada bu mevzuda hoş bir fıkra bile yaz- mıştı. Şifa'dan başlayarak Moda'ya kadar ©- zattığımız bu akşam gezintilerimize işti- rak edenler arasına iki genç daha karış- mıştı: Mecdi Sadreddin'le Nazım Hikmet. Mecdi Hukuka gidiyor ve gazetecilikle ilk adımılarını atıyordu. Nazım ise o ta- tihte henüz ilk mısralarını yazıyor, fakat bu heveskârlık şiirlerinde bile kuvvetli bir heyecan seziliyordu. Hattâ bir aralık galiba iri siyah gözlü bir güzele sevda- lanmıştı, iyi anlaşıyorlardı, fakat sonra- | dan araları mı açılmıştı nedir, Nazım bir şiirinde onunla yanyana yürüdüklerin- Idpn bahszitikten sonra birdenbire sevgi- |lisinin gölgesini çiğnediğini coşkun bir izm ile haykırıyordu. Ahmed Rasimin dar baraka kapısına güç sığan koltuğ gi- bi Nazımın da altı beşin dar kalıbından taşan bu intikam feryadı ne ateşten bir hilkatin karşısında olduğumuzu bize da- ha o zamandan anlatmıştı. Sonradan o dar kahbı parçalayışında ihtimal böyle boğulan feryadlarının da tesiri olmuştu. Hani bu sevda bahsinde hepimizin az çok yanıklığımız vardı. Eh, 6 zamanlar, en yaşlımız otuzunda adamlardık ve ek- serimiz yirmi beşle yirmi yedi, yirmi se- kiz arasında sayıyorduk. Serde şairlik te var, ceblerimiz boş amma içimiz zengin bir tathı bakışa bir kaside yazacak kadar eömerdiz, artık düşünün, Kerem gibi biz: ler yamıp tutuşmayız da kimler yanıp kül olur ki? Faruk Nafiz bir genç kızla Ramda ve Jullette aşkı yaşıyordu. Kız, alaca karan- lıklar çökerken, köşkünün bahçesinde! ıpun!'r-klık':m «Suda Halkalar» şai seri ve kırmızı güller uzatır ve şair o ge ce, aşkının heyecanile: (*) Bu yazı muharririn (Kadıkö yünde beş yıl süren bir edebiyat se - zonu) isimli serisinin 6 mcı yazısıdır. idarehanelerinde | Nazım Hikmetin bir kari Endülüs, Endülüs, güzel Endö'5 diye başlıyan serenadlar yazardı aya karşı hitabeler» o plâtoni sevdanın mahsulüdür. Ay Hın" devir şiirimizden bir yıldız Bgeçmiştir. Fahri Celâie gi alâkâ yordu. Fakat en büyük zevki, b' şamları o geçerken içini çeke ÇEREŞ ması, sonra bize dönüp aşk b 4 psikanal Freud'ü nazariyelerif |k: ması şeyden © biyeci it f Maamafih şair ve içtimaiyat Haşim Nahid, hiç şüphesiz içirnl” ateşli aşk mütebassısı idi. Vaktil kıyılarında, iri ve bol yıldızlı alev tenli bir Irak kızile hurma tında geçirdiği sevda sarhoşlukl. lata anlata bitiremiyordu. Ha *ğb kendi rivayetince, bir akşam Şif# | kendisi gibi hülyalı bir sevgilisi * ağaca çıkmışlar ve dalların üstünü” g tutuşarak koydaki mehtabı seyTe lardı. Artık bilmem, öbür Haşllfı Ahmed Haşim: Yarı yoldan ziyade mâha yakın, ğ oldan riyade yerden UZUk rını adaşının bu semavi ? rasını işitmişte mi yazmıştı? Oldu olacak, bari kendimden Ö f sedeyim. Bilhassa o zamanlara * €eden iki maceramı düşündükçe bugt” le gülmeden kendimi alamam. — | Bu maceralardan sarı l“# mat yüzlü, olgunca bir Çerkes Kad olan tanışıklığım... Bu kadın, u k aşk meraklısı Id B yük zevkl parmaklarının ucunü mesi, bir de beni yanına takıp Moda'ya kadar esi Ve parmaklıklara elini idi. Çünkü hikâyeci e 1 doktordu ve bilhas$i — Si aslanıp ve dl'i gibi romantik bir çehre € Çerkes kadımı da sanki rOm Julie'nin tâ kendisi idi! ü | Ayni cinsten plâtonik bir seviğ bir genç kızla gene Moda burnu0 giden bahsederek mehtaplı sulaft dişimdi. Ne tuhaf! Bana da he? Öi Haşim Nahid gibi mehtaplı geceli T met oluyardu! Genç kız, kendi: iki yaş ufâk hemşiresi c dadısıft uzaktaki bir ağacın dibinde ç hanım bazan <haydi kizım, vakit ' evden merak ederler!> diye sesleti” se Şifa sahilinde Ay Hanıima $ef? besteleyen Faruk gibi kendi AslMMİ bülleşir durürdum!. Ancak bu P zaman çeşitli maceralar pek tabil "f sonunda canıma sıkmıştı ve yali den şimdi ismini wmuttuğum Pİf ikincisinden «Giden ve gelmiyete? küçük bir şiir bana ha bir de şu var: aa** yunu, o za b sış » izt V za uzaktan Crü takmışti. stla |mal: ki k ye İransı sevgilimle b 4Bir £ K mul f 4 sahifedt) C * 'l"ı—xıi.

Bu sayıdan diğer sayfalar: