1 © Ereğliden günde gidebil ana dedim ki: tek kelime cevap verirsen kur- İ beymindedir! Şak i, elimde l İver de vardı! p Kaptan Yorgi ağzını açamadı, öteki- 4 de bağırıp bağırıp sustular. Gemi de | tik İr atmadan durdu; müktesep sür'a-! karaya doğru yav Yordu, Kapı Ereğli mutasarrıfı itilâfçı i me ikkatia etrafa bakarak karaya çık- İ Ş meselesini tetkik ederker i Ri bir polis sandalı pey eh, eki polis memuru beni tanımış! i ağ ki ismimle bana hitap etti. i nereden tanıdığını sor - lum zaman, mecliste çalışan polisler-| Me Olduğunu bir aydanberi de buraya! Yedilmiş bulduğunu söyledi, Me - die Ereğli kaymakamlığı da o sırada! bul hükümetince mutasarrıflığ arılmış ve itilâfçılardan Kadrı ! Mde bir zat da mutasarrıf tayin edil- yi *miş. Polis memuru mutasarrıfın m çıkmasına mani olmak üzere e» geçen şüpheli gemileri tarassut| Yormuş, Bana bunları hikâye ede - kâraya çıkmamı teklif etti, Fakat, â Siralarda çok ihtiyatlı olmak lâzım-| Re, un için kaymakama baber ver - €rini rica ettim. Gittiler ve biraz Me kaymakamla beraber geldiler. Me rahatça karaya çıkabilirdik. vi tan Yorgiye on beş lira kadar bah- vilgeerdik ve herif de bu nazik bolşe » pek memnun kaldı. b iliye çıkmak, bizim için büyük Xi bâdise idi, O gün, İstanbuldan ke & etimizin tamam yirmi sekizinci ye Bu müddet içinde mahrumiye m anı, yorgunluğun en son de görmüş ve bilhassa bir gün, b | » İmanın kolayını bulabilirdik, Bizim nes- Hece bile rahat bir yatakta yatmam tar çimizde bitlenmemiş kimse yok-İledi. Bir gözüm, İneboluya gidiyoruz *ğlide bir gece kaldık, Ertesi gün! sonradır ki, biz de sahile çıktık ve e ikiye ayrıldı. Bir kısım, karadan “Tâ Yolunu tuttu; ben de, gençler-| İç Bikte, limanda bulunan küçük bir| Yan vapuruna binerek İneboluya ayı tercih ettim. Oradan daha 1a- t< kolay gitmek imkânı vardı. Üç Süren fena bir vapur yolculuğun» kug,ura İneboluya da vardık. Orada *Bımız iki gün esnasında, İstanbul Kn, Selen gazetelerden anladık ki, bi- Baş, plan Yorgi İstanbula varmış, ta, lan geçen şeyleri anlatmış, bu - ken “zerine bir torpido gönderilip Kef 5 adası bombardıman edilmiş ve “ asker çıkarılarak adadaki miliiei ha adin takibine başlanmış! İ, şu İstanbul gazeteleri bir di havadis vermesini becerer ıl p hatıraları yazarken yaplığım 4 göre, İttihat ve Terakkinin sonu- Ma ski hikâyelerin, milli mücadelenin in mması devrinden evvelki Zâ- Pı, 8 Sit kısmını burada birakecaktım, > benim İstanbulda geçirdiğim Yezg yat ve çiftçilik devirlerine ait ng arım ve milli mücadelenin baş- Hel gevirlerindeki psikolojik değiş» dâir naklettiğim şeyler, bir çok aş SUlarırmın ve dostlarımın alâ * uy uyandırdı. Memleketin ruhi bir te, *ah nasıl kurtulduğunu ve kütle- aden nasıl bir azim ve cösaret dal, OğunU göstermek bakımından fay» diy in müşahedelerim, şimdiye ka- Düş Meak hayali romanlara mevzu ol - İr devrin tarihini canlandırmaya a ip için bir çok dostlarım, o Tİ bire ait müşahedelerimin hikâyesi» leş. Bı. daha ileri götürmemi istedi - İri, nun için, milli mücadelenin ilk alarım Peşin eden reaks nik Meceğim. raya r hikâye e İttihat ve Terakkide on sene No. 44 —— İTTİHAT VE TERAKKİNİN SONU Talât, Enver ve Cemal nasıl kaçtılar, nasıl öldüler? Yazan: Eski Tanin Başmuhatriri Muhittin Birgen 4 üncü kısım İneboluya ancak dört .. İstanbuldan Ankaraya kaçan ka- fileler arasında, İneboluya düşen ilk kafile biz olmuştuk. Ereğliden İnebolu- ya, bizim romorkörden biraz daha bü- İyük bir İtalyan gemisinde, iskelelere uğraya uğraya tamam dört günde dik. Vapur o kadar küçük, yolcu 9 dar çoktu Xi, biz -ben ve üç ç » dört geceyi, güvertede bir ve birbirimize soku! eni bu nevi seyahate ha ştırmış ve artık, İstanbulun mahal- lebici çocuklarına âit korkulardan, ens dişelerden tamamen o kurtulmuştum. Hayata, bütün müşkülâtile biri korkmadan bakabilen yeni bir olmak, fena bir şey değildi. Bunun için bir buçuk senedir yaşadığım hayattan o kadar şikâ; değildim. Hayat kar- şısında daha si m, daha dayanıklı ve bilhassa sinir itibarile, çok kuvvetli bir adam olmuştum. İngiliz torpidosu Bunun için, vapurumuz nihâyet İne- bolu limanına yaklaşırken Orada bir İngiliz torpidosunün durmakta olduğu- nu görünce hiç te lerde bizim en çok korktuğumuz şi İngiliz bayrağı ve İngiliz ünilotması idi. Hattâ, bu torpidoya bi: evvel, Ereğli yolunda rastgelmi dık belki de bizim romorkörü ba 'kara edip sal çikabilirdik. burada karşılaştığımız zaman o kadar! korkmadım. Elbet saklanmanın ve kaç- in, benim gibi cihan harbini karargâh- larda misafir olarak görmüş kısmı bile artık bu nevi işlere alışmış İngiliz torpidosu limanda dururken bizim vapur da onun yanında demir » denlerde, zi Gelen kayıkçılardan torpidonun orada hiç bir işe karışmadığını eni iklen doğ- ru otele gittik. Ereğlde temizlenmiş olduğumuz halde İneboluya Kadar tek: rar bitlenmiştik!. İlk işim, olelciden kızgın bir ütü istiyerek çamaşırım - bütün çamaşırımız zaten arkamızda kinden ibaretti! - ve elbisemi kendi elimle ütülemek ve bitten kurtulmak oldu. Ondan sonra da hükümete gittik. Polis te bizimle meşguldü: Kimdi İstanbuldan gelen adamlar? Bunlar ne biçim insanlardı? — —— miştik Haklı olarak polis bunu merak edi - yordu. Bir milletin hayatında en fena zamanlar, böyle devirlerdir: Kimsenin i bir fert olarak, birbirinden emin olmaması, Türk, Türkten emin olma - dığı gün, en büyük felâkettir, O tarihte de Türk, Türkten emin değildi. Nasıl, kmak için, beni tanıyan züne inanmamış ve dostum kaymakamın vapura ködar gelme- mi istemiş idisem, İnebolu hükümeti de, İstanbuldan gelen bu Türklerden emin değildi. ( Arkası var ) Çek, Mi ağrısı değil inadlığının CEZASI. Eğer verilen nasihatleri dinleyip de NEVROZİN kaşelerini tecrübe etseydi bu 1s- tırablar çoktan dinmiş olacaktı. NEVROZİN En şiddetli baş ve diş ağrılarile üşütmekten © mütevellid bütün ıstırabları keser, nezleye, kırıklığa, romatizmaya çok fnidelidir. A ŞE EMER ENDER 2 EE Paranızı be sokağa a RADYOLİIN yhude yere tmayınız! Sizi; terkibi meçhul ve ondan üç dört defa pahalı ecnebi mamulâtını kullanmaktan kurtarmıştır. ———— ——————<S$CFC<Ccm$F€©c<———— Bize bütün yerli mallarını ya- bancı mallara tercih ettiren en kuvvetli sebeb olanların taze, ucuz ve saf olmalarıdır. Bu evsafı taşı- yan öz Türk mamulâtı dururken pahalı ve muhteviyatı şüpheli ec- nebi mamulâtına para vermek günahtır. Radyolin diş macunu hudutsuz muvaffakiyetile halis yerli malının bu meziyetini parlak surette isbat etmiştir. Kraliçenin Küpeleri Yazan: Kadircan Kaflı Sivri kapaklı sarkık bıyıklı Mogol at hları bir geyik sürüsünün ardına düşmüş lerdi. çalıları atlıyorlar; hendekterden aşıyorlar; ağaçların arasında zikzaklar çizerek, uçurum kenarlarından bir yıl - dırım bızile geçerek alabildiğine koşu - yorlardı. İkide bir köpeklerin havlamaları ve çığlıkları ormanda çınlıyor; havalanan atmacalar giyiklerle karacaların kafala- rına konarken oklar ıslık çalarak onların gağrılarına saplanıyordu. Bir giyik yaralanıp düştüğü zaman or- manın derinliklerinde uzun ve acıklı bö- gürtüler aksediyor; yavruların bir çocü- ğun ağlamasını andıran kaykırışları du- yuluyordu. Oktay Han avlanıyordu. Hayır, o bugün geride kalmıştı. Yanın- daki adamları, bu adamların aralarma katılarak erkekleri kadar cesaret ve ç©- viklik gösteren Mogol kadınlarile kızla- rını hep savmıştı, Yanında yalmız karısı Muka vardı. — Muka, susadım. Bir su başı bulalım da oturalım. — Peki... Atlarını ormanın dişarısına doğru Çe virdiler, Etrafa bakıyorlar, fakat ne bir dere, ne de bir pınar görebiliyorlardı. Birbirlerine seslenen atlıların, buğıran köpekle ve haykıran, yahut inliyen geyiklerin gürültüsü gittikçe daha uzak» larda kaldı. Bir saat kadar sonra ormandan ei lardı. Bir yamaca, sonra da küçük bir va- diye gelmişti. Orada bir kaç ekilmiş tarla ve uzakta küçük bir köy göründü. Oktay Han karısına: — Çok yoruldum. Şimdilik sudan vaz| geçtim. Şurada oturup dinlenmek istiyo- en | rum. Dedi, — İyi olur Hakanım! Atlardan indiler ve yanyana oturdular. Oktay Han Mukayı çok severdi. Çünkü o her şeyden önce uysal, sevimli, İyi kalbli, düşünceli bir kadındı; Şok zaman devlet işlerinde bile onun yardımların görüyordu. Oktay Han karısının dizlerine başını! koydu ve gözlerini kapadı. O sırada Muka onun yüzüne doğru €- gildi: — Hakanım, kılıksız bir adam koşa ko- şa bize doğru geliyor! — Gelsin! Belki bir dileği vardır. Adam biraz daha yaklaşınca beline ka- dar çıplak olduğu görüldü. Biraz sonra da gömleğini çıkarmış olduğu ve içine bir şeyler koyarak getirdiği anlaşıldı. — Hakanım, bu adam bize bir şey ge- tiriyor! — Dilerim ki su getirsin! Adam geldi. Moğol imparatorils karı - sını yerlere kadar eğilerek selâmladı ve yültünü onların önüne koydu: -- Sizi köyden geçerken görmüştüm. Şimdi hemen tanıdım. Bu küçük arma - Banımı kabul edin; Hakanım!. Oktay Han doğruldu ve önünde üç ta- ne kavun gürdü. O kadar hoşuna gitti ki tâ candan gü- di. Az daha Kalkıp adamcağız ya - ndan öpccckli. Kö 5 — Pek tatlıymış! Dedi. — Bahtınıza kesmiştim Hakanım, Di. lerim ki ömrünüz daha tatlı geçsin! Onları bırakarak gitmek istedi. Fakat Oktay Han ona seslendi: — Dur, gitmel. Adamcağız döndü. Oktay Han ilâve etti: — Bize ettiğin iyiliği ödiyemeyiz. Fa kat ben de sana bir küçük armağanla karşılık vermeliyim! Ceplerini araştırdı ve yanında para ol madığım anladı. Mukadan istedi. Onda da yokmuş! Oktay Han üzüldü. Kendi kendine: Karşılıksız bırakmamalıyım. Adam- cağızm ayağında pabuç ve sırtında elbise yok. Belki çocukları da var ve bu akşam şu kavunları yiyerek yatacaklardı! Diyordu. Üstünde başında onun işine yarıyacak bir şey aradı. Fakat bulamadı. Karısına baktı. Onun kulaklarında bi rer elmas küpe sallanıyordu. Bunlar öyle şeylerdi ki her yerde ko - laylıkla satılabilirdi. İ — Muka, küpelerini çıkar! — Ne yapacaksın? — Bu adama vereceğim. Kraliçe şaşırdı. Bu bir delilik değil miydi? Bu adam her biri bir kaç yüz altın e- den küpelerin değerini bilemezdi. Kim bilir onu ne yapacaktı! Oktay Hanın sözünü hemen yapmış ols mak için küpeleri kulaklarından çıkardı. Fakat düşüncesini açmaktan da çekinme- di: — Bu adamcağız küpelerin değerini bilmez. Yarın gelsin, ona elbise ve pan veririz. Oktay Hanın Kaşları çatıldı: — Muka, yokluk içinde, aç ve çıplak bir adamın yarına kadar bekliye! Gini sanıyor musun? Ver de gitsin. Ne za man olsa onlar bana geri gelecektir. Muka elmas küpeleri verdi. «Köylü onları sevinçle aldı ve koşa ko İşa uzaklaştı. İ Muka © gün ve o gece üzgündü. |. Kocasının yaptığı işi biraz budelacı buluyordu. Hele küpelerin geri gelece ğini söyler gülünç değil miydi? Ertesi gün öğleye doğru Oktay Han ba zı suçluların muhakemesini yapıyordu. — Bir kuyumcu Hakanımızı görmek istiyor! Dediler. — Muhakeme biltikten sonra içeri a lin! Getirdiler, Bu bir İranlıydı. Oktay Hana ve şeh- zadelerle vezirlere Çinden, Hintten, İran- dan mücevherler getiriyor ve satıyordu Bir çok para kazanıyordu. Oktay Hanın önünde baş eğdi: — Hakanım, küçük bir armağanımı | kabul ederseniz büyük bir sevinç duys- cağım. Bunu benden esirgemeyin! (Lütfen sayfayı çeviriniz)